AKP’ye Düşen Diyalog

 

Bu noktada en hassas meselelerden biri AK Parti’nin değişen dengeleri iyi okuyabilmesidir. Dışa vuran yüzü itibariyle değişen dengelerin içten içe doldurulmaması ve patlamaya yaklaşmaması için “problemleri uzlaşmayla çözme” söyleminin üzerinde ısrarla durulması ve bunun pratiğe de dökülerek devletin bütün kurumlarının olabildiğince memnun edilmeye çalışılması gerekmektedir. Yapılacak en büyük hata göstermelik gücün cazibesine kapılmaktadır. Şu ana kadar bir eksiklik olarak gözüken şudur ki, AK Parti kulis faaliyetlerini yeterince faydalı kullanmamaktadır.

 

Bu çerçevede öncelikle meclisin tek muhalefeti CHP ile ilişkiler çok büyük önem arzetmektedir. Baykal’ın seçimin hemen ardından verdiği olumlu mesajları AKP çok iyi değerlendirmeli, muhtemel çatışma noktaları oluşmadan pozitif bir muhalefet ortamı oluşturmalıdır. Bu hususta ilişkilerin seviyeli bir çerçevede tutulması ve kurumsallaştırılması kilit bir rol oynayacaktır. Bu hussuta uygulanabilecek bir sistem şu oabilir. CHP’den adeta bir gölge bakanlar kurulu kurması istenebilir. CHP iktidara gelmişcesine her bakanlık için bir kaç kişiden oluşan bir heyet oluşturur. Bu heyetler AKP’li bakanlar ve bürokratlarla düzenli (mesela haftada bir) istişare eder, gelişmeleri ilk elden öğrenir, tavsiyelerini ve düşüncelerini ilk elden ve profesyonelce aktarırlar. Bu tavsiyeler AKP’liler tarafından dikkate alınmaz veya uygulanmazsa, ve bunun sonucunda ülke menfaatlerinin zarar göreceği düşünülüyorsa bunlar bir rapor halinde her iki partinin yetkili organlarına bildirilir. Ve yanlışda ısrar edilirse CHP o zaman yaygarayı basar. Klasik muhalefet anlayışında olduğu gibi gazetecilerden duyduğu haberlere cevap vererek değil.

Düşünsenize, Kemal Derviş ve heyeti AKP ekonomik politikalarını en yakından ve düzenli olarak takip ediyor, tavsiyelerini bildiriyor, yanlış olabilecek noktaları belirtiyor. Veya CHP’nin dışişleri komisyonu düzenli olarak AKP dışişleri heyetiyle iletişim halinde bilgi alıyor, fikir veriyor.

Böylesi bir muhalefet-iktidar ortak çalışması AKP için şeffaflık ve düzenli kontrol demek olacağı gibi, CHP için iktidara direkt müdahale ve katkı anlamına gelecek, yapılan muhalefet de çok daha seviyeli, medeni, olumlu, yapıcı ve puan toplayıcı olacaktır. Tabiki bunda AKP’nin kazancı her seferinde medyanın kurbanı olmamak olacaktır. CHP ile değişik kademelerde kurumsal bir diyalog kurulması Türk politik hayatının çehresini değiştirecektir.

 

Henüz gün yüzüne pek çıkmamış diğer bir hassas mevzu da askerle ilişkiler. Bu mevzuda, basına yansıdığı kadarıyla AKP pek bir şey yapmış değil. Halbuki dış politika ile ilgili son derece radikal bazı düşünceler açıklarken özellikle son yıllarda bu mevzular üzerine zaman ve emek harcamış politika üretmiş ve tavsiye etmiş askeri uzmanlarla değişik seviyelerde bir görüş alış verişine gidilmesi gerekirdi. Askerin politika dışı kalması gerekliliğini bir kenara bırakın, her hangi bir insan için moral bozucu bir durumdur bu. Yıllardır üzerinde düşündüğünüz ve kendinizce doğru-yanlış bir çalışmalarınızın ve görüşlerinizin olduğu bir hususta yeni çıkan bazı gençlerin herşeyi alt üst etmesi kabulü zor bir hadisedir. AKP istediği şekilde politika üretebilir ve fikir vermek ve tecrübelerini aktarmak dışında ne bürokrasiye ne de başka kurumlara uymak zorunda değildir; olmamalı. Ama AKP’ye düşen şimdiye kadar bu işte emeği geçmiş kesimlerin nezaketen dahi olsa görüşlerini almaktır, hususan da dış politika konusunda. Irak hususu daha bir nezaket arz etmekte ve mutlaka asker ile uyum içinde yaklaşılması gerekmektedir. DGM’lerin bir kere daha gözden geçirilmesi, MGK’ya biçilecek yeni rol, tesettür mevzusunun hal yolları kritik dış politika kararları... bütün bunlarda askerinde düşüncesine kulak verilmeli, diyaloğa gidilmeli ve bir uzlaşma noktası aranmalı, her kesimin memnuniyeti aranmalıdır. Herkes memnun edilemese dahi karşılıklı hassasiyetler anlaşılmış ve paylaşılmış olacaktır.

 

Bunun yanında AKP medya ilişkisi daha önceki hükumetlerde olduğundan çok daha fazla bir hassasiyet gerektirmektedir. Medya ile iletişimi manşetler ve basın toplantılarına bırakmak bu hususta yapılabilecek en büyük hata olacaktır ve şimdiye kadar da böyle olmuştur. Öncelikle yazı işleri müdürleri ile diyalog kurulmalı, elden geldiğince yardımcı olunmalı ve yanlış anlamaların önüne geçmeye çalışmalı. Mümkünse bu ilişkiler de kurumsallaştırılmalı. Ancak bunun yanında ve belki çok daha önemlisi dikkatle seçilecek bir yazar kitlesiyle oluşturulacak özel ilişkidir. Rahmetli Özal bu hususta da çok ileri bir siyasi yaklaşım ortaya koymuştu. Bazı isimlerin nasıl dönek olarak anılma pahasına Özal’ı desteklediğini ve bu desteklerindeki samimiyetlerini uzun vadede ispat ettiklerini çok iyi hatırlıyoruz. Aynı şekilde yurt dışı gezi ve programlarda AKP’ye yakın-uzak güçlü gazetecilerle diyalog kurma, onlarla istişare etme, fikirlerini alma medyanın tutumunda inanılmaz bir değişikliğin başlangıcı olabilir. Bunun yanında unutulmaması gerekn bir diğer husus medya patronlarının iş ilişkileri. Medyaya gerekli evlet desteğinin sağlanması yanında medya patronları ile de su-i istimale yol açmadan iyi ilişkiler kurmak mümkündür, gereklidir. Bu konuda Gül ve Erdoğan medyayı, belli isimleri aralarında bölüşebilirler bile. Önemli olan ilk elden bilgi alış verişi, karşılıklı güven ortamının tesisi, birbirinin hassasiyetlerinin, duygu ve düşüncelerinün anlaşılması ve paylaşılmasıdır. Bu sadece paylaşımı gerçekleştiren tarafların değil tüm Türkiye’nin faydasınadır ve güçlü bir Türkiye’nin önünü açacak uyum ortamını sağlayacaktır. Fikirleri paylaşmaktan, diyalogdan, uzlaşmaktan, hoşgörmekten ve hoşgörü beklemekten çekinilmemeli. Unutulmamalı ki “müsademe-i efkardan barika-i hakikat tecelli eder”.