Değişen Dengeler

 

Türkiye’de politik hayatı yönlendiren dengelerde derin kaymalar olduğunu görüyoruz. Öyleki yeni dengelere ayak uyduramayanlar eski tepkisel reflekleriyle hareket etmeye devam ettikçe marjinalleşiyor ve sadece toplumdan değil devletten de kopuyorlar.

 

28 Şubat sürecinde bu dengelerin “derin” olanlarını daha yalın görmek imkanı olmuştu. En başta Çevik Bir’in ortalıkta gözükmekten hoşlanması, radikal karşıt seslerin yükselmesiyle bunun meşrulaşma zemininin oluşması sonucu dengelerin uçlardan gerildiği bir ortamda taraflar oluşmaya başlamış ve karşıt saflar netleşmeye başlamıştı. Son seçimlerde başbakansız bir partiye halkın üçte birinin desteğini kazandıran da devlette merkezi boşaltıcı böyle bir etkiye, merkezin merkezindeki halkın tepkisi veya etkisiydi. 28 Şubat’taki taraflarda asker en ağırlıklı rolü oynarken yargı organlarının destekleyici durumu ve medyanın ateşleyici rolü belirgindi. Yasama organı üstteki üç kesimin oyun sahası veya satranç tahtası konumuna indirgenirken yürütme organı hedef ve mağdur haline dönüşmüştü. O ortamın sağlıksız oluşu tamamiyle gerginlik, çatışma, tehdit üzerine bina edilişiyle ilgiliydi. Tarafların, safların oluşması ve bunların birbirine zıt konumlarda yer edinmesi demokratik bir devlet de görülmesi beklenecek bir ortam değildi.

 

AK Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte yasama ve yürütme daha bir bütünlük arzediyor. Her ne kadar Baykal, medyanın AK Partiye her belaltı vurmak istediğinde başvuracağı bir kaynak olsa da pratik etkisizliğinin söylemini zayıflaştıracağı kesin. Sol ağırlıklı merkez medya ise tepkisinin derecesini belirlemeye çalışıyor. Ancak açık bir hakikat var ki, devletin kurumlarından yüz bulamayan bir medyanın güçlü AK Parti iktidarına etkisi de oldukça sınırlı kalacaktır. Bu durumda Sezer’in hukuka bağlı tavırları büyük önem arzediyor. AK Parti’nin gücünü pratikte sınırlandırabilecek tek nokta Cumhurbaşkanlığı. Arınç’ın eşinin protokolde yeralması üzerine medyanın çıkarttığı gürültü patırtının Sezer’den yüz bulamazsa tamamen boşa çıkacağı ortada. Bütün bu denge unsurlarının ötesinde ve derinindeki ordu ise, Hilmi Özkök’ün müthiş bir başarıyla ve istikrarla uyguladıği siyaset sayesinde politika dışında kalmayı başarmış durumda. Her ne kadar el altından, bazı gazeteciler aracılığıyla veya bir kısım dolaylı mesaj göndermeler şeklinde bir etki olsa bile fikirlerin direkt ifade edilmiyor oluşu Türkiye politikasının modern, demokratik ve barışcıl bir çehreye bürünmesinde çok büyük bir gelişme. Bu sadece AK Parti iktidarı için değil 21. yüzyıl Türkiyesi için büyük bir adım, değişim ve fırsattır.

 

Peki yeni dengelerin bu şekilde kaymasında veya oluşumunda rol oynayan faktörler nelerdir?

AB sürecinin bu dengelerin olumlu bir şekilde kaymasında mühim bir rolü olduğunu vurgulamak gerekiyor. 28 Şubat geriliminin etkisi altında sayıları az olsa da sesleri yüksek çıkan AB karşıtları, önceki meclisin toplu hareketi ve Hilmi Özkök’ün başarılı siyasetiyle özellikle bu sene başından beri bariz şekilde marjinalleşti ve pasifize oldular. Artık bir çok katı AB karşıtı dahi AB’ye girme ihtimalinin zayıf da olsa var olduğunu kabul ediyor (ben de bu guruba dahilim). Bu süreçte politikacıların bütün gerilim noktalarını aşarak birlikte hareket etmeyi becermiş veya başarmış olması sayesinde 28 Şubat “taraf”larından çok daha geniş kesimleri içine alan bir merkezi çerçeve oluşmuş oldu. Yani, dinci-laik çatışması gibi toplumu kutuplaştıran ve iki kampa bölen bir gündem yerine, her kesimden insanı içine alan bir üst gündemin Türk sosyal ve politik hayatında önceliği almış olması, daha yumuşak, gerginlikten uzak ve sakin düşünebilmeyi sağlayan bir ortam sağlamış oldu.

 

Aynı şekilde ekonomik kriz ve bunun toplumun bütün kademelerinde hissedilen etkileri, 28 Şubat eksenli oluşan kutupları çözerek aynı dertleri paylaşan aynı sorunlara aynı çözümleri arayan bir merkezi kitle meydana getirdi. Eğer 28 Şubat’ı, ardından gelen yolsuzluk hükumetinin müsebbibi sayacak olursak pekala diyebiliriz ki, 28 Şubat kendi sonunu farkında olmadan beraberinde getirmiştir.

 

Biraz çelişkili gelebilir ama başörtüsü meselesinin de aynı şekilde özellikle son dönemde gerilim noktalarını kırarak toplumu merkezileştirici bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Başörtüsü problemini siyasi söyleminin bir parçası yapan guruplar küçülmüş ve marjinalleşmiş, bunun yanında başörtüsünü uzlaşmayla çözülmesi gereken bir problem olarak gören kesim bunu bir siyasi söylem olmaktan başarıyla çıkartarak veya kurtararak tüm toplumun ortak derdi şekline dönüştürmüştür. Bu sayede, kendisi başörtüsü takmasa da inancından dolayı eğitim hakkını kaybedenlerin mağdur olduklarını düşünen geniş kesimler biraraya gelmişler ve bu anlamda yine gerilim noktaları kırılarak merkezileşmeye doğru bir adım atılmıştır.

 

Halkın merkeze kayışı AKP’yi iktidara taşıdı. AKP bu merkez havayı politik hayata da taşır, kutuplaşmayı getirecek sorunları değil kutuplar, taraflar üstü bir geniş kesim tarafından paylaşılan meseleleri ön plana çıkarırsa başarılı olur. Aynı şekilde, daha önce kutuplaşma sebebi yapılmış meseleleri merkezi ilgilendiren yönleriyle ele alır ve bir gurubu değil tüm kesimleri ilgilendiren şekliyle ve geniş katılımlı diyalog süreciyle çözerse ve kutuplaşmaya yol açacak mevzuları gündem dışı tutmayı başarırsa bu seçimdeki başarısını tekrar edebilir.