Ahmet KANLIDERE, Reform Within Islam
The Tajdid and Jadid Movement Among the Kazan Tatars (1809-1917). Conciliation
or Conflict?, Eren, İstanbul 1997, 198 sahife. Middle Eastern and Balkan
Studies Series, 1. Kitap.
Dr. Ahmet Kanlıdere yüksek
lisansını “Rusya Türkleri’nden Musa Carullah Bigi (1875-1949)”
başlıklı teziyle Marmara Üniversitesi’nde tamamlamış,
doktora çalışmalarını Columbia Üniversitesi’nde Division of
Central Asian Studies’de bitirmiş ve hâlen Marmara Üniversitesi’nde
öğretim görevliliği yapmaktadır.
Eserde, Kazan Tatarları
arasında 19. yy’ın başında ortaya çıkan ve Sovyetler
zamanına kadar giderek büyüyen reform hareketi ele alınmaktadır.
Yazar, hareketin köklerine inerek, yenilikçi Tatar aydınlarının
en önde gelenlerinden dördünün hayatları, fikirleri ve eserleri üzerine
yoğunlaşmış, başta bu dört aydın olmak üzere
yenilikçi Tatar aydınların, zamanın din otoriteleriyle
nasıl çatıştıklarını ve İslam’ın
kökenine inerek din ile modern kavramları nasıl
bağdaştırmaya çalıştıklarını, verimsiz
ve eskimiş medrese eğitimine karşılık nasıl bir
modern eğitim sistemi sunduklarını ve Kazan
Tatarları’nın politik ve milli uyanışlarında
nasıl bir rol oynadıklarını izah etmektedir.
Çalışmanın Birinci
Bölümü’nde (13-31), “Religious Ideology and Identity” başlığı
altında Kazan Tatarları ve Ruslar arasında ki ilişkinin
tarihi ve Ruslar’ın Kazan Tatarları’na kültürel ve dini yönden
yaptıkları muameleler ele alınmaktadır. Yazar, zaman zaman
asimilasyona dönüşen Rus baskısının, Tatarların
geleneksel toplumsal özelliklerini korumalarına vesile olduğunu
savunmaktadır. 19. yy’ın başında Kazan
Tatarları’nın sosyal yapısı tasvir edildikten sonra,
yenilikçilerin geleneksel İslam’la modern düşünceyi bağdaştırma
gayretlerinin, toplumda meydana getirdiği değişimin altı
çizilmektedir. Yazara göre, reformcuların, toplumun dinî
düşünüşü, eğitim sistemi ve politik
canlılığı üzerine etkileri inkar edilemez.
İkinci Bölüm’de (33-55), yazar
başlıca reformcuların hayatlarını, ilmî
geçmişlerini, düşünce ve stratejilerini izah etmektedir.
Reformcuların bir yandan kelâm ilmine karşı
olduklarını, diğer yandan da ilk Müslümanlar’ın (Selef’in)
saf inançlarına ulaşmaya çalıştıkları için
gelenekçi oldukları savunulmaktadır. Diğer yandan “kadimciler”
(muhafazakârlar), -ki kelâm ilmiyle iştigal etmeyi akademik bir
uğraş olarak görürlerdi- yenilikçilerin İslam’a misyonerlerden
daha zararlı olduklarını söylerler. “İlk Müslümanlar’ın
idealize edilmesi ve kelâm karşıtı yaklaşımları,
dinî reformcuların gelenekçi ve geriye dönük yönlerini gösterir.” (s. 40)
Kanlıdere daha sonra önde gelen
dört Tatar reformcunun, hayatlarını, aldıkları
eğitimi, etkilendikleri kitapları ve din alimlerini, fikirlerini ve
meselelere yaklaşımlarını derinlemesine incelemektedir.
Abdunnasır Kursavî (1771-1812), Şihabeddin Mercanî (1818-1889),
Rızaeddin b. Fahreddin (1855/58-1936) ve Musa Carullah Bigiyef
(1875-1949).
Üçüncü Bölüm’de (57-75),
Kanlıdere, reformcuların dinî inanca yönelik fikirlerine yer vermekte
ve Sûfî gelenekle batı düşünce tarzını
bağdaştırdıklarını savunmaktadır. Daha
radikal yenilikçiler, Avrupa’nın başarısının Reform
hareketi ile gerçekleştirdikleri inançta sadelik ve saflaşma sonucu
meydana geldiğini ve İslam’da da aynı yöntemle saflaşmaya
gidilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Ayrıca Batı’da
kullanılan bütün terimlerin İslam’daki
karşılığını bulmaya
çalışmışlardır. Yine bu reformcular,
Müslümanlar’ın düşünmelerini engelleyen taklikçiliğin
kaldırılması gerektiğini (burda karşı olunan, daha
önceki İslam âlimlerinin taklit edilmesidir) ve kapalı olan ictihad
kapısının açılması gerektiğini, böylece her
Müslüman’ın Kuran’ın özüne ulaşabileceğini
savunmuşlardır. Ayrıca dört büyük mezhebi reddetmişler ve
kimsenin bu mezheblerden birine bağlı olmaya
zorlanamayacağını söylemişlerdir. Bununla birlikte, güncel
problemlere, İslamî kuralları modern kavramlarla yorumlayarak ve
modern hayata uyarlayarak, çözümler üretmeye
çalışmışlardır. Mesela Bigiyef, Cuma hutbelerinin
Arapça’dan farklı bir dilde verilmesi ve faizin caiziyeti gibi hususlarda
kendi ictihadını ortaya koymuştur.
Kanlıdere bu noktada Tatar
reform hareketinin en çarpıcı noktasına dikkat çekmektedir:
Tasavvuf konusunda ki uzlaşmacı tutum. Hernekadar reformcular,
ısrar ettikleri, Allah’tan başka hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi
yüceltmeme inancına ters gözükse de tasavvufa karşı
ılımlı bir yaklaşım sergilemiş ve kendi
gelenekçilikleri ile tasavvufu bağdaştırmaya
çalışmışlardır. (s. 65)
Dördüncü Bölüm (77-97), eğitim
sistemi ile ilgilidir. Klasik medrese eğitiminde, tabii bilimler zaman
içerisinde yerlerini tamamiyle dini ilimlere terk etmiş ve medreseler
yavaş yavaş sınırlı ve sınırlayıcı,
verimsiz eğitimiyle zaman harcanan müesseseler haline gelmişlerdir.
Tatar reformcuların, zengin ve milliyetçi Tatarlar’ın destekleriyle
açtıkları medreseler yeni neslin ufkunu açmada çok etkili olmuş
ve kadimcilerin tüm engellemelerine rağmen gençliği ve hatta tüm
toplumu daha radikal reformlara hazırlamışlardır. Bunun
yanında talebelerin Tatar tarihine ve tabii bilimlere meyletmeleri
sağlanmıştır. Temel İslamî ilimler ise ihmâl
edilmeyerek bu yeni medreselerde de ön şart olarak sunulmuştur.
Yenilikçilerin kültür ve eğitim
faaliyetlerinin sonucunda meydana gelen siyasi uyanış ve hareketlenme
ise Beşinci ve son Bölüm’de (99-139) incelenmektedir. Dört defa
gerçekleştirilen Rusya Müslümanları Kongresi ve iki Tüm Rusya
Müslümanları Kongresi, kongrelerde gözlemlenebilen millî uyanış,
yenilikçilerin kongrelerin toplanmasında ve alınan kararlarda ki
etkileri ele alınmıştır. Reformcuların hareketlerini
etnik olarak yorumlamak yerine, yazar bütün reform ve hak taleplerinde dinî
motiflerin hâkim olduğunu ve siyasî düşüncelerde dinin oldukça etkili
olduğunu iddia etmektedir. Nitekim kongrelerdeki konuşmalar
Türk-Müslüman birliği fikrinin etnik kaygılardan uzak bir
şekilde ortaya atıldığını göstermektedir.
Bu kongrelerin en önemlisi ve en
büyüğü olan ilk Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’nde toprağa
bağlı otonomiyi savunanlar, Rusya’daki tüm müslümanların
kültürel otonomisini savunanlara galebe etmişlerdir. Bunun yanında bu
kongrede kadının toplumda ki yeri
tartışılmış ve kadın haklarıyla ilgili tüm
sınırlamalar kaldırılmıştır.
Eseri çok kıymetli hale getiren,
oldukça zengin ilk ve ikincil kaynaklarıdır. Yazar özellikle temel
kaynakları, kendi fikirlerini savunma ve ispatlamada oldukça iknâ edici
bir şekilde ve ustaca kullanmıştır. Bununla birlikte,
ayrıntılı bir şekilde ele alınan dört reformcunun
ötesinde, diğer önde gelen yenilikçilerin hayatları ve fikri
yaklaşımları tüm çalışma içerisinde farklı
yerlerde izah edilmiştir ve bu, kitaba büyük bir zenginlik
kazandırmıştır. Ayrıca yazar, ilahiyata ait bazı
derin mevzuları başarıyla ele almayı bilmiştir.
İnanıyorum ki bu eser, İslam’da reform, İslamî eğitimin yapısı, İslam ve modernitenin bağdaştırılması ile ilgili tartışmaların gündeme yerleştiği zamanımızda, sadece tarihçilerin ya da ilahiyatçıların değil, herkesin ilgisini çekecek ve yeni ufuklara yelken açılmasına yardımcı olacak bir çalışmadır.