Enes bin
Malik’ten rivayetle:
Muhakkak yeryüzü her gün on kelimeyle nida eder.Der ki:
1-Ey Ademoğlu!Üstümde gezip-dolaşıyorsun ama er veya geç içime
gireceksin.
2-Üstümde isyan ediyorsun ama içimde bu isyanın karşılığı
azabı çekeceksin
3-Üstümde gülüyorsun ama içimde ağlayacağın günler var
4-Üstümde mesrursun ama içimde üzüleceğin günler var.
5-Şimdi üzerimde mal topluyorsun ama hesabını içimde vereceğini
unutuyorsun
6-Şimdi üzerimde haram yiyorsun ama kurtların seni yiyeceğini
unutuyorsun
7-Şimdi üzerimde hilekarlık ediyorsun ama içimde zelil olacağını
unutuyorsun
8-Şimdi üzerimde neşe ile yürüyor ve dolaşıyorsun ama mahzun
olarak içime gireceğini unutuyorsun
9-Şimdi ışık ve aydınlık içinde geziyorsun ama bendeki karanlığı
unutuyorsun
10-Şimdi topluluk ve kalabalıklarla yaşıyorsun ama bendeki yalnızlığı
unutuyorsun.”
Hal diliyle bize her gün,her saat,har
saniye seslenen yeryüzünü ne zaman dinleyeceğiz?
Fakih el-Serhendi'den:
"İsmi zikr edilmemiş olan bir nebi rüyasında Allah'ü
Teala'dan beş emir aldı:
1-Sabah ilk karşına çıkan şeyi yiyeceksin.
2-Sabah ikinci karşına çıkan şeyi gizleyeceksin.
3-Sabah üçüncü karşına çıkan şeyi himayene alacaksın
4-Sabah karşına çıkan dördüncü şeyi ümitsiz bırakmayacaksın
5-Sabah karşına çıkan beşinci şeyden kaçacaksın.
Bu nebi merakla yola çıkıyor.Görmüş
olduğu rüyanın tesirinde ve karşısına çıkacak olan şeylerin
merakıyla yol alıyor.
*Bir müddet gittikten sonra karşısına ilk
olarak bir DAĞ çıkıyor.Almış olduğu emre göre bunu yutması
lazım.Fakat bunun da mümkünü yok.
*Bu düşünceyle yürürken ikinci olarak karşısına
ALTIN BİR TEPSİ çıkıyor.Almış olduğu emre göre bunuda
gizlemesi lazım.Bunun mümkün olduğunu düşünerek müsait bir
yere gömüyor.Gitmeye hazırlanırken bu tepsinin gömmüş olduğu
yerden çıktığını fark ediyor.Yine gömüyor.Fakat tekrar tepsi
çıkıyor.Her denemesinde tepsinin tekrar yerinde olmadığını
fark ediyor.Ve o tepsiyi mecburen terk ederek yola devam ediyor.
*Bir müddet daha yola devam ettikten sonra karşısına
üçüncü olarak bir KUŞ çıkıyor.Almış olduğu emre göre
bunu da himayesine alması lazım.Kuşu tutuyor.Biraz muhafaza
ettikten sonra kuş uçmak için sabırsızlanıyor.Kuşun tabiatı
icabı Peygamberin kuşu fazla tutma imkanı olmuyor.Ve mecburen kuşu
serbest bırakıyor.
*Yoluna devam ederken karşısına bu seferde bir
DOĞAN KUŞU çıkıyor.Almış olduğu emre göre bu kuşuda ümitsiz
bırakmaması gerekli.
Düşünüyor ve yanına yiyecek olarak almış olduğu bir parça
eti bu kuşa veriyor.
*Yoluna devam ederken bu seferde karşısına bir
leş çıkıyor.Almış olduğu emre göre de bundan kaçması lazım.Ve
bu leşi hemen terk ederek evine geri dönüyor.
Peygamberlere has olan hasletlerle bu olayların hikmetini çözüyor
ve ümmetine anlatıyor.
Buna göre:
1-Karşısına çıkan dağı yemesine imkan yoktu.Ancak bir insanın
öfkesini yutması ise dağı yutmasından daha zordu.Elbetteki öfkesini
yenebilen bir insanında mükafatı fazlaydı.
2-Karşısına bir altın tepsi çıkmış ve bunu gizlemesi emr
edilmiş,ancak tüm çabalarına karşılık tepsi her seferinde
gizlediği yerden çıkmıştı.Bu ise iyilik adı altında yapılan
her şeyin değerli bir eşya gibi gizlenmesi gerektiğine ve
gizli-aşikar tüm iyiliklerin gizlenmesine rağmen muhakkak olarak
ödüllendirileceğine alamet idi.
3-Karşısına bir kuş çıkmış ve bunu himaye etmesi istenmişti.Fakat
kuşun tabiatı icabı bu himaye kısa sürmüş ve kuşu bırakmak
zorunda kalmıştı.Bu da emanetlere ve alınan emanetlerin zarara uğratılmadan
iade edilmesine işaretti.
4-Karşısına bir doğan kuşu çıkmış,bunuda ümitsiz bırakmaması
istenmişti.Ve kuşu kendi yiyeceklerinden ikram ederek doyurmuştu.Bu
da ikramın kıymetine,ihtiyaç sahiplerinin gözetilmesine ve Allah
için tasadduk etmenin değerine işaretti.
5-Karşısına bir leş çıkmış,bundan da kaçması istenmişti.Bu
ise gıybetin fenalığına ve bu haram işlenilen mekandan uzaklaşmanın
gerekliliğine işaretti.
Peygamber (as) tebliğini yapmıştı.
Dua edelim de Hak Teala Hz.leride bizleri sevdiği hal ve
hareketlerle hallendirsin,sevmediği hal ve hareketlerden muhafaza
etsin.
Şu fani alemde ileride pişman olacağımız her halden uzak kalmayı
nasip etsin.
Hasan-ı Basri Hz.leri anlatıyor: “Yanımda genç biriyle dolaşırken
bir tabiple yani bir doktorla karşılaştık.Tabip bir kürsiye
oturmuş yanında genç,ihtiyar,kadın,çocuk,bir çok kişi vardı.Hastalığını
söyleyene gerekli ilacı tarif ediyordu.
Bir müddet seyr ettikten sonra yanımdaki genç tabibe yaklaştı.Ve:
“Tabip efendi!Yanında günahları yıkayıcı,kalp hastalıklarına
şifa verici bir ilaç bulunurmu?” dedi.
Tabip: “Evet!” deyince.
Genç: “Getir görelim.” Dedi.
Tabip hiç umulmadık şekilde çok güzel bir cevap verdi:
“FAKİRLİK ağacının köklerini TEVAZU ağacının kökleriyle
al.
İçine TEVBE eriği kat.
RIZA havanına koy.
KANAAT tokmağıyla döv.
TAKVA tenceresine boşalt.
Üzerine HAYA suyunu kat.
MUHABBET ateşiyle kaynat.
ŞÜKÜR kadehine dök.
REC’A yelpazesiyle soğut.
Ve HAMD kaşığı ile iç.
Söylediklerimi yaparsan dünya ve ahiret musibet ve hastalıklarına
karşı sana menfaat sağlar.” Dedi.
____________
İbn-i Hacer el-Askalani Hz.lerinin "Münebbihat" isimli
kitabından alınmıştır.
Rasulullah (sav) buyurduki:
"Dünyanızda bana üç şey sevdirildi:Güzel koku,gözümün
nuru namaz,saliha zevce"
Rasulullah'ın yanında oturmakta olan ashab-ı kiramdan Ebubekir(ra)
dedi ki:
"Doğru söyledin Ya Rasulullah! Bana da üç şey sevdirildi:
1-Rasulullah'ın yüzüne bakmak
2-Hak yolunda malımı infak etmek
3-Kızımı Rasulullah'a eş olarak vermek
Hz.Ömer (ra) bana da üç sey sevdirildi diyerek Buyurdu ki:
1-İyiliği emretmek
2-Kötülüklerden sakındırmak
3-Yırtık ve yamalı elbise giymek
Hz.Osman(ra) banada üç şey sevdirildi diyerek buyurdu ki:
1-Açları doyurmak
2-Çıplakları giydirmek
3-Kur'an okumak
Hz.Ali (kv) bana da üç şey sevdirildi diyerek buyurdu ki:
1-Misafire hizmet etmek
2-Uzun ve sıcak yaz günlerinde oruç tutmak
3-Düşmanla cihad etmek
Bundan sonra Cebrail (as) gelerek:"Cenabı Hak konuşmalarınızı
işitti.Beni size gönderdi."
Efendimiz (sav) buyurdu ki:
"Sen şayet dünya ehlinden olsaydın neyi severdin?"
Cebrail (as) buyurdu ki:
1-Delalete sapanları irşat etmeyi
2-Gariplerle dost olmayı
3-Dar geçimli fakir ailelere yardım etmeyi
Sonra Cebrail (as) şöyle devam etti:
Allah Buyurdu ki:"Ben kulumun üç hasletini severim:
1-Var kuvveti ile ibadet etmesini
2-Fakirlik halinde sabr etmesini
3-Pişmanlık anında ağlamasını"
"Duvar ise, o şehirde iki yetim
oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı.
Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk
erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak
hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden
yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri
budur." Kehf 82
Hızır (as)mın tamir ettiği bu duvarın altından çıkan
hazinede şu yedi satır yazılıydı:
"1-Ölümü bilipte gülen kimseye şaşarım
2-Dünyanın fani olduğunu bilipte var gücüyle onu isteyene şaşarım
3-Her işin kaderle olduğunu bilipte elinden çıkan bir şeye üzülene
şaşarım
4-Bir hesap günü olduğunu bilipte mal toplamakta hırslı olana
şaşarım
5-Cehennem ateşini bilipte günah işleyene şaşarım
6-Allah'ı yakınen bilipte O'ndan başkasını zikr edene şaşarım.Cenneti
yakınen bilipte dünyada müsterih olana şaşarım.
7-Şeytanın açık düşman olduğunu bilipte ona itaat edene şaşarım.
Hz.Ömer (ra) buyurdu ki:
1-Fazla konuşmayı terk edene hikmet
2-Fazla bakmayı terk edenlere kalp tevazusu
3-Fazla yemeği terk edene ibadet lezzeti
4-Fazla gülmeyi terk edene heybet
5-Fazla şakalaşmayı terk edene zarafet
6-Dünya sevgisini terk edene ahiret sevgisi
7-Başkasının ayıpları ile meşgul olmayı terk edene kendi ayıplarının
ıslahı
8-Allah'ın (cc) nasıllığından tecessüsü(derinleşmeyi) terk
edene münafıklıktan kurtuluş beratı verilir
Peygamber efendimiz Hz.Ali’ye nasihatlerde bulunuyor:
“Ya Ali Beş şey kalbi cilalar ve parlatır.
*İhlas suresini çok okumak
*Az yemek
*İlmi toplantılara katılmak
*Az pişmiş ekmek yemek(Yanık derecesinde olmayan)
*Gece namazı kılmak
Ya Ali!Şu beş şeyde kalbi nurlandırır ve gönül karanlığını
giderir.:
*İlim meclislerine oturmak
*Yetim başı okşamak
*Seher vakti istiğfar etmek
*Oruç tutmak
*Az uyumak
Ya Ali! Şu beş şeyde gözün nurunu arttırır.
*Kabe’ye bakmak
*Kuran-ı Kerim’e bakmak,okumak
*Ana-babanın yüzüne bakmak
*Akar suya bakmak
*Alimin yüzüne bakmak
Ya Ali!Şu beş şeyde İnsanı çabuk kocatır ve ihtiyarlatır:
*Fazla borçlu olmak
*Sıkıntı ve üzüntüyü dert edinmek
*Kadınlara çok düşkün olmak
*Fazlaca güzel koku kullanmak
*Çok balgamlı olmak(Bu da aşırı yemekten olur zaten)
Ruhul Beyan tefsirinde (İsmail Hakkı Bursevi Hz.lerinin yazdığı
tefsirdir bu) şu yazılanlar ne kadar doğru tespitlerdir:
"Altı şeyin güzelliği altı yerdedir:
İlim güzeldir,lakin amelde daha güzeldir.
Adalet güzeldir,lakin sultanlarda daha güzeldir
Cömertlik güzeldir,lakin zenginlerde daha güzeldir
Tevbe güzeldir,lakin gençlerde daha güzeldir
Sabır güzeldir,lakin fakirlerde daha güzeldir
Haya güzeldir,lakin kadınlarda daha güzeldir."
VE:
Amelsiz ilim--tavansız ev gibidir
Adaletsiz sultan--susuz kuyu gibidir
Tevbesiz genç--yabani at gibidir
Cimri zengin--yağmursuz bulut gibidir
Sabırsız fakir--ışıksız kandil gibidir
Hayasız kadın--tuzsuz yemek gibidir."
Beni tanıyan tanır,tanımayanlarda bilsinler ki ben Cündeb bin
Cerade el Gıfari Ebu Zer'im!Geliniz,toplanınız,size nasihatçi
olan bu kardeşinizi dinleyiniz.
Ey insanlar!Sizden biriniz şu dünyada seyahate çıkmak isterken
önce azığını düşünür ve hazırlar değilmi?Ama bundan çok
daha uzun ve meşakkatli olan ahiret seferine çıkılırken azıksız
çıkmak nice olur?Ahiret azığını sakın ihmal etmeyin. Sonra
kendinize yazık etmiş olursunuz!
Soruldu:"Ahiret azığı nedir?"
~Kabrin karanlık vahşetini :gece karanlığında kılınan iki
rek'at namaz
~Kabirlerden kalkılacağı gün için:sıcak bir günde tutulan oruç
~Şiddetli ve sıkıntılı günün dehşetinden kurtulabilmek için:fakir
ve miskinlere sadaka
~Çok önemli meselelerin kolayca anlaşılabilmesi için:Hac
Ahiret azığınız olsun!
Ayrıca günlük hayatınızı iki kısma ayırın.
Birini şerefli bir ömür sürmek için dünya işlerinde kullanın.
Diğerini ahireti elde etmek için kullanın.Bunun üçüncüsü
zarar verir,fayda vermez!
Sözlerinizi iki hususta tercih edin.Biri dünyanız için fayda sağlayacak
konulara,diğeri ahiret işlerinizi düzene sokma yolunda!Bunun
üçüncüsü zarar verir,fayda sağlamaz!
Malınızıda ikiye bölün.Bir bölümünü çoluk-çocuğunuza,akraba
ve dostlarınıza harcayın.Diğer bölümünüde ahirete kendiniz için
önceden gönderin.Bunun üçüncüsü zarar vermez demek büyük
bir aldanmaktır."
BULUNMAYAN HIZIR KENDİ GELDİ:
Padişahlardan biri memleketinde bozulan düzeni yeniden ihya
etmekte milletine doğru yolu gösterip onların birbirleri arasında
kardeşce ve insanca yaşamalarını teminde son derece güçlük çekiyordu.Birisi
sadrazam olmak üzere üç tane veziri vardı ama hiç birisi padişahın
istediği gibi memleket ve millet için çalışarak gereken sükun
ve istikrarı sağlayamıyordu.Bu durum karşısında ne yapacağını
şaşıran padişah Hızır(as)’ı bulup gerekli aklı O’ndan
almaya ve O’nun dediğini yapmaya karar verdi.
Memleketin her yanına haberciler gönderen
padişah Hızır(as)’ı bulup getirene çok büyük ihsanlarda
bulunacağını ve onları dünyalık olarak ihya edeceğini
bildirdi.
O muhitte bir alim vardı ki ilmine rağmen çok sefalet içinde,ailesinin
geçimini teminde bile son derece güçlük çekiyordu.Bu alim zat
padişahın huzuruna çıktı.Hızır’ı kendisinin bulabileceğini
söylerek iki at ve bir miktar da para verilmesini istedi.
“-Diyar diyar gezip Hızır’ı bulacağım.Bu iki attan birine
onu bindirip birinede ben bineceğim “ dedi.
Padişah tarafından istekleri derhal yerine getirildi.Atı ve bir
heybe altını alan alim doğru eve gidip atları ahıra çekti.Altınlarlada
evin ihtiyaçlarını karşıladı.Padişahtan üç ay müsaade
istemişti.Bu üç ay içinde bütün işlerini görüp altınların
tamamını harcadı.Hoca:
“-Hızır aramakla bulunmaz.Eğer beni bulacaksa o eve gelir.”
Diyor kendisi normal işlerinin dışında bütün vaktini Allah’a
yalvarmakla geçiriyordu.
Üç ay doldu.Tabi ki Hızır’ı bulamamıştı.Atın birine
bindi,diğerini yedeğine alarak sarayın yolunu tuttu.Padişah ise
bütün saray erkanına :
“-Hazır olun!” emrini vermiş ve o gün Hızır aleyhisselamın
geleceğini müjdelemişti.Fakat Hızır ı bulmak için giden alim
zatın boş geldiğini görünce karşılamaya hazırlanan bütün
zevat hayal kırıklığına uğramıştı.
Hoca’ya Hızır’ı niçin bulamadığı sorulduğunda Hoca:
“-Padişahım Hızır aramakla bulunmaz.Ben fakir bir
kimseyim.Verdiğiniz parayı ev ihtiyaçlarıma harcadım.Hızır’ın
gelip beni bulmasını bekledim.Fakat ne yazık ki size verdiğim sözü
tutamadım.Bu durum karşısında bana vereceğiniz cezaya razıyım.”
Dedi.
Padişah vezirlerini ve şeyhülislamı çağırdı.Sözünde
durmayan alimin mahkemesi başladı.
Mahkeme halka açık olarak yapılıyordu.Bir çok halkla birlikte
mahkeme yerine bir çocukda gelmişti.Büyüklerin arasından
zorlukla en öne geçmeyi başardı.
Padişah evvela sağ tarafta oturan baş vezirin fikrini sordu.Baş
vezir:
“-Padişahım bu zat size söz verdiği halde sözünde durmamış
ve ahdini yerine getirmek içinde en ufak bir çalışma yapmamış
ve sizden aldığı paralarıda şahsına harcamıştır.Bu
hareketiyle sizinle alay etmiş sayılır.Bunu benim fikrime kalırsa
keşkek havanına koyup öyle bir ezdirmeli ki görenlere ibret
olsun.Bundan sonra size karşı böyle bir hareket yapmaya cesaret
edemezler” dedi.
Bu sözleri dinleyen çocuk:
“-Kulli şey’in yerciu ila aslihi”-(her şey aslına döner)-
dedi.
İkinci vezirin fikri ise şöyle oldu:
“-Padişahım.Vezirinizin fikri münasiptir.Ancak ben bunu canlı
canlı fırına sokup kızartmalı ve vucudunu parçalara ayırıp
memleketin her yanına göndermeli ki halk suçlunun nasıl ceza gördüğünü
bilsin derim”dedi.
Çocuk yine birincide olduğu gibi:
“-Kulli şey’in yerciu ila aslihi”-(her şey aslına döner)-
dedi.
Üçüncü vezirin fikri bundan insaflı değildi.O da fikrini şu
şekilde açıkladı:
“-Padişahım bu adamı kasaba teslim edelim.Diri diri derisini yüzdürelim.Ondan
sonra da etini parçalara ayırıp kimini kuşbaşı kimini pirzola
haline getirip bütün vilayetlere dağıtalım.Herkes görüp ders
alsın.”dedi.
Çocuk yine:
“-Kulli şey’in yerciu ila aslihi”-(her şey aslına döner)-
dedi.
Padişah son olarak şeyhulislam’ın fikrini sordu.O gayet
merhametli ve insaflı bir cevap verdi:
“Padişahım bu kişi alim bir kimsedir.Size karşı yaptığı bu
hareketle bir suç işlemiştir.Ama büyüklerin şanına layık
olan suçluların suçunu af etmektir.Takdir sizin olmakla beraber
benim fikrim bu adam üç ay Hızır’ı bulmak için çaba harcamıştır.Verdiğiniz
paradan bu üç ayın hesabını düşerseniz geriye kalan kısmını
eğer harcamamışsa iade eder harcamışsa ve sizde o parayı
hazineden vermişseniz cebinizden hazineye öderseniz.Eğer
vezirlerinizin söylediği cezayı verirseniz bu adamın dünya padişahı
huzurunda mahkum edilip ceza gördüğü gibi sizde yarın ahiretin
yegane padişahı olan Allah huzurunda bunun hesabını
vereceksiniz.Bundan dolayı en iyi yol affedip bu işi böylece
kapatmaktır.” Dedi.
Şeyhulislamın bu sözleri padişaha çok tesir etti.Duruşmayı
takip eden çocuk yine:
-“Kulli şey’in yerciu ila aslihi”-(her şey aslına döner)-
dedi.
Duruşmanın başından beri çocuğu takip eden padişah bu sefer
sordu:
“-Bu sözlerinle ne anlatmak istiyorsun?”
Üstü başı pek düzgün olmayan çocuk kendisinden hiç
beklenmeyen bir şekilde konuşmaya başladı:
“Ey Hızır’ı arayan ve mülküne O’nun vereceği nasihata göre
yön vermek isteyen!İyi kalpli sultan!Bu söylediğim sözlerin
manası şudur:Senin vezirlerinden birincisinin yapacağı iş
vezirlik değil olsa olsa saraya iyi bir “keşkekçi” olur.Siz
onu sarayın keşkekcisi yaparsanız iyi ve ağız tadıyla keşkek
yemiş olursunuz.
İkincisi anlaşıldığı üzre güzel fırıncılık yapar.Siz onu
sarayın fırıncıbaşı tayin edin ki güzel ekmek ve et kızartsın.
Üçüncüsü ise söylediklerinden güzel bir kasap olduğu anlaşılıyor.Onu
da kasap olarak tayin ederseniz o sıkıntınızda kalmamış olur.
Çünkü bu üçü ceza vermekle hak ve adalet gibi bir şey gözetmeyi
akıllarına getirmediler.
Şeyhulislam ise kendisi Hindistan da bir hükümdarın oğludur.Kardeşler
arasında çıkan taht kavgasından dolayı memleketini terk etmiştir.Ve
vezirliğe en layık olan şeyhulislam dır.
Siz onu baş vezir yapınız diğerlerini o kendisi tayin
eder.Huzurunuzda suçlu mevkisindeki kişi ise ömrünü ilimle geçirmiştir.Fakat
ilmiyle mütenasip bir görev bu zamana kadar kendisine verilmemiştir.Onu
da şeyhulislam yaparsınız.O zaman her şey yoluna girer.Ben baştan
beri:
“-Kulli şey’in yerciu ila aslihi”-(her şey aslına döner)-
demekle bunu söylemek istedim.Hızır’ı bulup ta ne yapacaksın?Hızır
da gelse bundan başkasını söyleyecek değildir.” Dedi ve kalkıp
kapıya doğru yürümeye başladı.
O zamana kadar hakkında hüküm verilmesi için bekleyen kişi
hemen yerinden fırlayarak:
“-İşte Hızır!Buldum Hızır’ı...” diyerek çocuğun peşine
doğru koştu ama nereye gittiğini o andan itibaren kimse fark
edemedi.
Padişah Hızır’ın dediği değişiklikleri yaptı ve hakikaten
memlekette bir huzur hasıl oldu. Sarayda ki yemekler daha lezzetli
çıkmaya başladı.
Meğer hakikaten vezirlerden birisinin dedesi keşkekci,diğerinin
dedesi kasap,diğerinin dedesi ise fırıncıymış.
Böylece “Kulli şey’in yerciu ila aslihi”-(her şey aslına döner)-
sözünün manası da zuhur etmiş oldu.
“Dünya malı elde kalmaz/Ne kadar mal olsa murad alınmaz/Gafil
olma, geri dönülmez.” Bu sözler Hacı Bayram-ı Velinin
talebelerine yapmış olduğu nasihatlardan.Yine,, aynı konuda
Yunus Emre Hz.leri:”Mala-mülke mağrur olma/Deme varmı ben gibi
/Bir muhalif rüzgar eser /Savurur harman gibi.”diyerek dünya malına
güvenilmemesi gerektiğini açık bir şekilde izah etmiştir.
Anlatıldığına göre zamanında bir adam kadılık yapmakta imiş.Fakat
ibadetlerinden feyz alamamak ve huşu bulamamaktan şikayetçiymiş.Evliya-i
kiramdan olan bir mübarek zata giderek “-Bizlerde sizin yaptığınız
ibadetin aynısını yapıyoruz.Fakat niçin sizler gibi zevk ve tat
alamıyoruz.Bana bunun sırrını öğretmeni ve benim de bu şekilde
ibadet yapmama yardıımcı olmanı istiyorum.”diyerek durumunu
arz eder.Fakat O mübarek kişi bunu söylemek istemediğini,söylese
dahi kendisinin bunu yapmayacağını tekrar tekrar anlatsa da,kadı
efendi ısrar eder.Nihayetinde “Senin bu şekilde ibadet etmen için
önce kalbinde gurur ve kibirden zerre kalmaması lazım.Dünya
sevgisinin kalbinden çıkması lazım.O kadar ki;eline geçtiğinde
sevinmeyeceksin,elinden çıktığında da üzülmeyeceksin.Bu da çetin
iş.Yapabilirmisin,bilemiyorum.”der.Yine kadının ısrarları
neticesinde,”Sana deli denilinceye kadar hakiki manada imana
eremezsin.O yüzden önce şu süslü elbiselerinden arın.Boynuna
bir ceviz torbası tak.Bir tokat atana,bir ceviz diye Basra sokaklarında
bağır.Cevizler bitince yanıma gel”der .Bunu duyan kadı efendi
öfkeden kızarmış bir vaziyette”Sen neler söylüyorsun be
adam!Ben bunca yıldır kadılık yapmış insanım.Sonra alem benim
hakkımda neler söyler?”der ve oradan ayrılır. Düşünecek
olursak Sahabe-i Kiram için de ,Efendimiz (sav)için de,hakiki mü’minler
içinde aynı şeyler söylenmedimi?Ve hala aynı şeyler söylenmiyormu?
Efendimiz (sav) zamanında sahabe-i kiramın evlerinden,mal ve mülklerinden,gerektiğinde
canlarından,eşlerinden,evlatlarından,hatta yurtlarından vazgeçmelerine
karşılık;müşrikler “BUNLAR DELİDİR”dememişlermiydi? Ebu
Süfyan henüz müslüman olmadan önce,İslamiyetin ve Müslümanların
önlerine geçilmesi gerektiğini konuşurlarken,kendisine de
fikrinin sorulmasına karşılık”Bilemiyorum!Bu azla yetinebilen,ölümden
korkmayan,bir anda anasına-babasına düşman kesilebilen
insanlarla nasıl başa çıkılır,gerçekten bilemiyorum.”dememişmiydi?
Mekke müşrikleri Efendimizin yanına geldiklerinde,davasından
vazgeçmesi halinde ne isterse vereceklerini söyleyenlere"Sağ
elime güneşi,sol elime ayı koysanız yine davamdan dönmem”dememişmiydi?Ve
bu cevabı alan Mekke müşrikleri”Sen gerçekten delisin”dememişlermiydi?
Ve günümüze gelince:İslam için çalışan,Allah’ın
emirlerinden taviz vermemek için her şeyden vazgeçebilen,gerektiğinde
hakaret uğruyan,laf işiten,horlanan,aşağılanan hatta hapse dahi
giren insanlara DELİ denmiyormu? “Ona mı kalmış İslamı yaşamak,ona
mı kalmış Kur’anı anlatmak,ondan başkası yokmuymuş bu işi
yapacak?..."denilerek o insanlar yalnız bırakılmıyormu? Ama
Efendimiz(sav) “İslam garip başladı ve garip
bitecektir.Gariplere müjdeler olsun!” Diyor.Geçen hafta da söylediğim
gibi Sahabe-i Kiram İslam’ın garip başlangıcını yaşadılar,bizler
ise garip bitişini yaşıyoruz.Rabbimiz bizleri razı olduğu
halden ayırmasın! Allah’ü Teala Hz.leri Kur’an-ı azimüşşanda,kıyamet
suresinin 21 ve31. Ayetleri arasında dünya ehlinin ekserisinin son
nefeslerini nasıl verdiğini bakın nasıl anlatıyor:“Hayır hayır!Siz
peşini(dünya hayatını)seviyorsunuz.-Ve ahireti bırakıyorsunuz-Nice
yüzler o gün parlayacak-Rablerine bakacaklar-Nice yüzler de o gün
somurtup kararacak-Anlayacak ki başına bel kıran bir bela yapılacak-Hayır
hayır!Ne zaman ki(can)köprücük kemiklerine dayanır-Ve bir hasta
okuyacak kim(var)?denilir.-O zaman anlar ki bu ayrılıktır.-Bacak
bacağa dolaşır.-O gün sevk yalnız Rabbine’dir.” İşte
durum meydanda!Ya güzel,rahat,nimetleri sonsuz,ebedi bir cennet
hayatı.Ya da kahr edici,yakıcı,pişman edici ebedi bir cehennem
hayatı.Her ikiside bu dünya hayatında kazanılıyor.Şayet imkan
olsa,kabirler açılsa,kabir ehlinin hal ve durumları müşahede
edilse,hele hele onlarla bir çift dahi olsa konuşma imkanı
verilse,ne derlerdi biliyormusunuz?-“BİZİM PİŞMAN OLDUĞUMUZ
ŞEYLER İÇİN SİZLER BİRBİRİNİZİ YİYİP BİTİRMEYİN!RABBiNİZİN
EMİRLERİNDEN CAN VERİN YİNE ÇIKMAYIN!” Ama İman etmeyecek
olanlar tıpkı Peygamber Efendimizin mucizelerini görüpte inkar
eden müşrikler gibi yine de inkarlarında ısrar ederler.Rabbimiz
bu hususta Rad suresinin 31.ayetinde “Bir Kur’an ki,O’nunla dağlar
yürütülse veya O’nunla yer parça parça edilse yahut O’nunla
ölüler konuşturulsa(o kafirler yine iman etmezler)Fakat bütün
emir Allah’ındır.”buyurmuştur. İşte bu dünya böyle bir
yer!Nitekim bir şair bu dünyayı şu dizelerle ne güzel ifade
etmiştir: “Kim umar senden vefa /Yalan dünya değilmisin?/Enbiyanın
Seyyidini/Alan dünya değilmisin/Kast edip halkın özüne/Toprak
doldurup gözüne/Ehl-i gafletin yüzüne/Gülen dünya değilmisin/
Rabbim cümlemizi nefislerimizin,şeytanların,din düşmanlarının,münafıkların,dünyanın
şerrinden muhafaza etsin! Halife Harun Reşid’e o zamanın kırallarından
biri bir gül fidanı hediye etmişti.Harun Reşid o gül fidanına
itibar göstererek bahçıvana verdi.”Buna iyi bak!Yetiştiği
zamanda ilk çiçeğini bana getir.”dedi.Bahçıvan gül fidanını
bahçeye dikti.Gül çok güzel olmuştu.Aradan bir zaman geçti ve
gül ilk çiçeğini verdi.Bahçıvan gülü koparıp Harun Reşid’e
götürecekti.Makasla gülün yanına giderken baktı ki bir bülbül
gülün dalına konmuş,ötmekte.Kıyamadı bülbülü
kovalamaya,gidinceye kadar bekleyeyim diye düşündü.Fakat bülbül
öttükten sonra gitmeyip,gülü darmadağın etti.Bahçıvan buna
çok üzüldü.Harun Reşid’e nasıl cevap vereceğini düşünerek
saraya vardı.Durumu izah etti.Halife kızmadı.”Bu dünyaya
etme-bulma dünyasıdır demişler.Güle kalmayan dünya bülbülede
kalmaz.”dedi. Aradan bir hayli zaman geçti.Bahçıvan bir gün
bahçenin dip taraflarından bir kuş feryadının gelmekte olduğunu
işitince bakmaya gitti.Gördüki bülbülü bir yılan
yutmakta.Durumu halifeye haber verdi.Halife de”Bu dünya
etme-bulma dünyasıdır.Güle,bülbüle kalmayan dünya yılana da
kalmaz “dedi. Aradan bir zaman daha geçti.Bahçıvan bahçeyi
sularken arkasından bir hışıltı duydu.Baktığında yılanın
kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce,elindeki kürekle yılanı
öldürdü.Durumu halifeye haber verdi.O’da”Güle,bülbüle,yılana
kalmayan dünya sanada kalmaz”dedi. Gerçekten aradan bir müddet
geçince bir suçundan dolayı Harun Reşid bahçıvanı idam cezasına
çarptırdı.Ceza infaz edileceği zaman bahçıvan son istek olarak
Halifeyle görüşmek istediğini bildirdi.Harun Reşid’in yanına
vardığında “Efendim!Size son bir sözüm var.Güle,bülbüle,yılana
kalmayan dünya elbetteki banada kalmayacak.Ama unutmayın ki bu
etme-bulma dünyası sizede kalmayacak.Benim ağırıma giden basit
bir cezadan ötürü idam cezasına çarptırılmamdır.”dedi.Bu sözler
halifeye çok tesir etti ve bahçıvanı af etti. Rabbim hepimize
her olayda Tefekkür edebilmek,yanlış kararlar verdiğimizde bizi
uyaracak hak yolun yolcusu arkadaşlar nasip etsin.
|