İSRAİLOĞULLARI

      İsrailoğulları Mısırda ezilmekte idiler. Bugünkü. Mısır’daki bütün ağır işleri İsrailoğulları yapıyor, kadınları sağ bırakılarak, erkekleri öldürülüyordu.
“ Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk”(Araf-136).

      İsrail oğulları Musa ve Harun as.ın önderliğinde Kızıldeniz’e geldiklerinde, Firavn ve ordusu da onları öldürmek için takib ediyorlardı. Musa as. Asasını denize vurduğunda, deniz yarıldı ve 12 adet cadde açıldı.

      “Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.”.
“İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi.” (Araf-137-138).Allah, İsrailoğullarını, çok açık ve büyük mucizelerle, Firavn’un azabından kurtardı denizden karşıya geçirdi ve Firavn’uda ordusu ile beraber denizde boğdu. Denizden geçer geçmez, sahilde bir topluluk gördüler. Bu topluluk, kendi elleri ile yapmış oldukları çeşitli hayvan heykellerinden oluşan putlara tapıyorlardı. Bu putların cazibesine kapılan İsrailoğulları, kendilerini kurtaran Allah’ı hemen unutarak Peygamberlerine : “ Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap!” dediler. “Musa dedi ki: Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?”
      ”Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun'un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.” (Araf:140-141)
      Musa as. Kendilerine nasihatte bulundu ve onların başına abisi Harun Peygamberi bırakarak, Allah ile konuşmak veTevrat’ı almak için 40 günlüğüne Tur Dağına çıktı. Musa as. Kendilerinden ayrılır ayrılmaz, Samiri denilen bir sapığın sözüne bakarak, Buzağı heykeli yaptılar ve bu heykele tapmaya başladılar.
      ”(Tûr'a giden) Musa'nın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular.”(Ara-148)
      Kendilerine yapılan iyilikleri hemen unuttular, Allah’ı bırakıp buzağıya taptılar.
      İşte bunlar böyle nankör bir millettirler.

      Musa as. Tur Dağı’nda Allah cc ile konuşup, Tevrat’ı aldıktan sonra kavminin yanına geri döndü. İsrailoğulları’nın buzağı heykeline tapındıklarını görünce, ağabeyi Harun as.ın yakasına yapışarak, bu olanlara niçin müsaade ettiğini, öfkeli bir şekilde sormaya başladı. Bismillahirramanirrahıym
“(Musa)Dedi: Ey Harun! bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit seni engelleyen ne oldu. (Neden) benim yolumu takip etmedin? Emrime âsi mi oldun?”(Ta-Ha:92-93)
      (Harun:) Ey annemin oğlu! dedi, saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin: "İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!" demenden korktum. (Ta-Ha:94)
      Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!" dedi." (Araf-150)
      Aslında Harun as. İsrailoğullarını buzağı heykeline tapmaktan alıkoymak için çok mücadele etmişti. Ama, İsrailoğulları onu, yeni ilahlarına tapmaya engel olduğu takdirde, ölümle tehdit etmişlerdi. Harun as.ın esas korkusu da, İsrailoğullarının bölünmesindendi. Musa.as. durumu anladıktan sonra, abisi ile birlikte Allah’a dua etmeye başladı.
      "(Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi." (Araf151)

      Kul Allah’a yönelince öfkesi, derdi, tasası, gamı, kederi geçer. Musa as.ın da öyle oldu. Allah’a yönelince öfkesi yatıştı ve İsrailoğulları’na, getirmiş olduğu Tevrart’dan, vaaz etmeye başladı.
      "Musa'nın öfkesi dinince levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (haberi) vardı." (Araf-154)
      "Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır" (Ta-Ha:98)
      Peygamber’in vaazını dinleyen İsrailoğulları, yaptıklarına pişman oldular ve tevbe etmek istediler. Peygamber de kendilerine devamlı olarak tevbe edip, tekrar tevbelerini bozduklarını söyleyince, artık bu sefer tevbelerini hiç bozmayacaklarına dair Peygamberlerine söz verdiler.
      "Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız!" (Araf-149)

      "Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O'dur". (Bakara-54)
      Bu ayeti kerime deki “öldürün” emri bazı müfessirlerce mecazi olarak “nefislerinizi öldürün: içinizdeki buzağı sevgisini öldürün” yönünde açıklanmış olmasına rağmen; ekseri müfessirler zahiri manayı vermişlerdir. Alusi, Nesefi, Siracü’l-Münir, Mealimü’t-tenzil, Hazin, Fahri Razi, Dürrü’l-Mensur ve Ruhu’l-Beyan tefsirlerinde olay şu şekilde anlatılmaktadır. Musa as. onlara, tevbelerinde samimi olduklarını ispat edebilmeleri için, birbirlerini öldürmelerini emredince onlar: “Biz Rabbimizin emrine sabredeceğiz, bizi pek çok mucizelerle Firavn’ın elinden kurtarmasına ve en büyük düşmanımız olan Firavn’ı ve ordusunu sularda boğmasına rağmen, O’nun kıymetini bilemedik; ama bu sefer ciddiyiz” dediler.
      Hançerlerini kuşandılar ve birbirlerini öldürmeye başladılar. Fakat kişi oğlunu, babasını, kardeşini, yakınını, dostunu ve komşusunu görerek onlara acıyor ve Allah’ın emrini yerine getiremiyordu. Hep birlikte Musa sa.a müracaat ederek “Ne yapacağız?” dediler. O zaman Allah cc oraya siyah bir bulut gönderdi. Bulut onların çevrelerini tamamen kaplayınca, birbirlerini göremez oldular ve rastgele bir birlerini öldürmeye başladılar. Öldürme işi çoğalınca, Musa ve Harun as.dua ederek ağlayıp sızladılar ve:”Ya Rab! Beni İsrail helak oldu, geri kalanları bağışla.” dediler. Bunun üzerine Allah cc bulutu açtı ve öldürme işinin durdurulmasını vahyetti. Ölenlerin şehit, sağ kalanların ise günahlarının bağışlandığı bildirildi. Bütün bunlara rağmen, bir nesil sonra tekrar danaya tapmaya başladılar.

      Musa as., Allah cc ile Turdağında konuşur ve vahyi orada alırdı. Kendisine vahiy gelmesine şahitlik etmeleri için ümmetinin önde gelenlerinden yetmiş kişi şeçti ve onlarla beraber vahiy yerine vardı. Beraberindekiler Musa as.a “ Rabbimizden bize de sözlerini duyurmasını iste!” dediler. Musa as.da Allah’a yalvardı ve Allah cc onların da isteklerini kabul etti. Üzerlerine bir bulut geldi. Allah cc Musa as.a vahyediyor, vahiy geldikçe Musa as.ın yüzünde öyle ışıklar parlıyordu ki, yanındakiler onun yüzüne bile bakmaya güç yetiremiyorlardı. Ama, Allah cc nin Musa as.a buyurduğu her emri ve yasağı işittiler. Vahiy bittikten sonra da: “O zaman, Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.” (Bakara-55.)
      Onlar, mucizeleri açık açık görmelerine rağmen, yine de inkar etmeye yeltenince; Allah cc orada yıldırımlarla ve deprem ile onları oracıkta helak etti. Bir gece ve bir gün ölü olarak orada kaldılar; bu arada Musa as.da, onları tekrar diriltmesi için durmadan Allah’a dua ediyordu: ‘Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!’(Araf-155)
      Allah cc, Musa as.ın duasının bereketiyle onları tekrar diriltti ve Tevbe ettiler. "Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz." (Bakara-56)
      İsrailoğulları, kendilerine açık açık mucizeler gösterilmesine rağmen, hemen inkar ediveriyorlardı. Ama içlerinde, sayıları çok azda olsa, doğruluktan hiç sapmayan, Allah’a ve Peygamberine itaatta hiç kusur etmeyen bir topluluk da vardı. İşte bu az topluluğun yüzüsuyu hürmetine Allah cc de onları bağışlıyordu:
      “Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır.” (Bakara-159)

      İsrailoğulları Mısır’dan çıkıp Filistine gelirlerken, uzun süren yolculuk esnasında Allah cc kendilerine mucize olarak pek çok nimetler verdi. Sıcak yolculuk esnasında halsiz kaldıklarında Peygamberlerine “Ya Musa! Artık sıcaktan yürüyecek takatımız kalmadı. Allah’a dua et de bize bir kolaylık versin” dediler. Musa as dua edince, Allah cc onların üzerlerine bir bulutu gölgelik olarak gönderdi. Böylece çölün kızgın sıcağından onları kurtardı ve gölgede yürüttü.

      “Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve ‘Verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz’ (dedik). Hakikatta onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.” (Bakara-57)
      Ayeti Kerime de belirtildiği gibi ; pek kıymetli yiyecek olan kızartılmış bıldırcın etleri ile birlikte kudret helvası da, İsrailoğullarına pek çok kereler indirilmiştir. Acıktıklarında Peygamberlerine “Ya Musa! Rabbimize dua et de bize yiyecek göndersin” dediklerinde, Musa as dua edince Allah cc onlara, herkese yetecek kadar yemek gönderirdi. Allah cc kendilerini hiçbir zaman aç bırakmadı. Her acıktıklarında, açık bir mucize olan gökten yemek inmesine o kadar alışmışlardı ki, artık böyle mucizelerin günlük hayatlarının olağan bir parçası olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Çünkü mucizeler hemen gölge eden bulutla, gökten yemek inmekle sınırlı kalmıyordu.
      Yolculuk devam ederken peygamberlerine “Ya Musa! Bizler susadık. Rabbine dua etde bize su versin. Ama bir kaynaktan verirse aramızda anlaşmazlık çıkabilir. Bize çok su versin” deyince Musa as yine Allah’a dua ediyor, Allah cc de Peygamberinin duasını geri çevirmiyor ve onlara istedikleri nimetleri anında gönderiyordu. “Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.(Bakara-60)
      Musa as asasını taşa vurunca, kızgın çölün ortasında ve kum deryasının içinde taştan on iki tane ırmak akmaya başlıyordu. İçiyorlar, yıkanıyorlar, sanki hiç çölde değillermiş gibi serinliyor ve rahatlıyorlardı. Ama, insan oğlu genelde nankördür: ”O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!" (İbrahim-34)

      İsrailoğullarında da nankörlük ortaya çıktı. Kendilerini Firavn’nun işkencelerinden, yolculuk esnasındaki şirklerinin sebep olduğu helaktan, pek çok belalardan kurtarmasını unutarak, Allah’ın nimetlerini beğenmemeye başladılar. Cennet nimetlerinden olan bıldırcın etinden ve kudret helvasından bıktıklarını söylemişlerdi.
      “Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah'ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.” (Bakara- 61)
      Dikkat! Nimetlere şükretmeyen her insanın düşeceği durum:Allah’ın gazabıdır. Gazabından Rabbimize sığınırız.

      İsrailoğulları’nın, Mısır’dan Kudüs’e olan uzun ve mucizelerle dolu yolculukları nihayet bitip de Kudüs’e yaklaştıklarında, Hz.Musa kendilerine şöyle hitap ediyordu “Ey kavmim ! Allah'ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.” (Maide-21) Ayeti kerime de geçen “... arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz” bölümüyle şu kasdediliyor: “Filistin’de bulunan Cebabir kavmi ile savaşın, onlarla harbedin ve onları Kudüs’ten çıkartın, sakın savaşmaktan korkup ta geri çekilmeyin” denmiş olunuyor. Böylece İsrailoğulları’na Kudüs Şehrini savaşarak almaları ve oraya yerleşmeleri emrediliyordu.
      Onlara denildi ki : Şu şehirde (Kudüs'te) yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yeyin, "bağışlanmak istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik “yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.” (Araf-161)
      Allah, savaşarak o şehri aldıkları takdirde, İsrailoğullarına pek çok nimetler vaadediyordu. İsrailoğulları ise, savaşmaktan korktukları için, Allah’a ve Peygamber’e isyan ediyorlar ve kesinlikle savaşmak istemiyorlardı:
      “Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.” (Maide-22)
“Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine “kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.” (Maide-23)

      Koskoca topluluktan sadece iki kişi Allah’a ve Peygamber’ine itaat ediyordu. Musa as ise onlara vaaz ederek Allah’ın emirlerine itaat etmeleri, savaşmaları ve Allah’ın kendilerine yardımcı olacağını ve savaşı kesinlikle kazanacakları konusunda, kendilerini ikna etmeye çalışıyordu. Onlar ise şu cevabı verdiler: "Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız" dediler. (Maide-24) Musa as. ise, onların bu isyanlarından Allah’a sığınıyordu:
      Musa: "Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır" dedi. (Maide-25)
      Kendilerine vaad ettiği zafer için hiçbir gayret göstermeyen İsrailoğulları’nı Allah cc cezalandırıyordu. Şimdiye kadar kendilerini açık mucizeler ile ödüllendiren Allah cc, bu sefer İsrailoğullarını, yine açık mucizelerle cezalandırıyordu. Kudüs şehrinin kapısına kadar geldikleri halde, ölüm korkusundan dolayı savaşmayan İsrailoğulları tam kırk yıl çölde şaşkın şaşkın dolaşacaklardı:
      Allah,"Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme" dedi.(Maide-26)
      Sabahleyin kalkıp yola koyuluyorlar, gün boyu gidiyorlar karanlık olduğunda tekrar konaklıyorlar; ertesi sabah uyanınca görüyorlar ki bir gün önce konakladıkları yere gelmişler. Ayeti kerimede belirtildiği gibi, tam kırk yıl çölde aynı yerlerde dolaştılar. Her sabah yola çıktılar, “artık geç vakit oldu, burada konaklayalım, yarım sabah kalkar tekrar devam ederiz” diyerek konakladıkları yerin daha öncelerden konaklamış oldukları yerlerden biri olduğunu, her sabah uyandıklarında anlıyorlardı. Şayet Allah’ın ve Peygamber’in sözlerini dinleselerdi, kırk yıl süren bu rezaleti görmeyeceklerdi.

      Allah’a ve Peygamber’ine itaat etmeyenlerin halleri de tıpkı İsrailoğulları’nın durumu gibidir. Kırk yıl aynı hayallerle ve aynı monotonlukta ömürlerini harcarlar, ömürlerinin biteceğine yakın, bakarlar ki ta kırk yıl önce düşünce noktasındadırlar. Kendi kendilerine zarar veririler. Allah’ın ayetlerini hafife alarak, yalanlamaya yeltenen toplumların durumu da perişandır:
”Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!” (Araf-177)
Bugünün insanlarının zannettiği gibi; hayat sadece dünya hayatından ibaret değildir. Esas hayat ahirettedir. Ahiret perişanlığı, dünyadaki perişanlıklardan, kıyaslanamayacak kadar daha fazladır. Rabbimiz hepimizi kendisine ve Peygamber’ine itaat edenlerden eyleye.

      İsrailoğulları, öldürülen bir kimsenin katilinin bulunması için Hz.Musa(as) a geldiler. Musa as da “Allah, katili bulabilmeniz için size bir sığır kesmenizi emretti” dedi. Daha önce anlatılan Bakara:52 ve 53.ayetlerde bahsedildiğine göre; İsrailoğulları buzağıya tapıyorlardı. Bundan dolayı İsriloğulları ineği kutsal bir hayvan olarak kabul ediyorlardı. Zaten tarihi kaynaklar da bu bilgiyi doğrulamaktadır. Dolayısıyla inek kesme emrinin gerekçesi; açıkça, bu batıl itikadı ortadan kaldırmaktır. İneğe saygı gösteren bir topluluğa “inek kesin!” demek, putlara tapan bir topluluğa “putlarınızı kırın!” demek gibidir. İsrailoğullarının bu emir karşısında “sen bizimle alaymı ediyorsun?” şeklinde tepki göstermeleri ve bu emri yerine getirinceye kadar kırk dereden su getirmelerinin nedeni de, onlar için bu işin zorluğudur.
      Allah bu emri, yahudilerde görülen ineğe tapma inancını kırmak için vermiştir. “Az kalsın yapmayacaklardı” ifadesi, bu işi yaparken inançlarından dolayı zorlandıklarını göstermektedir. Şimdi olayı Kur’an ayetlerinden okuyalım.

      "Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti." (Bakara-67)
"Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın" dediler. Musa: Allah diyor ki: "O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek." Size emredileni hemen yapın, dedi. (Bakara-68)
Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. "O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir" dedi. (Bakara-69)
      "(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz" dediler. (Bakara-70)
(Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi. (Bakara-71)
      Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. (Bakara-72)
      "Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir. (Bakara-73)
Kesilen ineğin etinden bir parçayı, ortada yatan cesede vurunca, Allah’ın izni ile ölü dirildi ve kendi öz kardeşinin çocuklarını işaret ederek “beni, mirasımı alabilmek için, bunlar öldürdüler” dedi. Tekrar öldü. Halbuki, katiller amcalarının intikamını almak için, amcalarını öldürmekle suçladıkları kişiyi öldürmekle tehdit ediyorlardı. İsrailoğulları, bu ve benzeri pek çok mucizeleri görüp yaşamalarına rağmen, içlerinden pek azının haricindeki büyük ekseriyet inkar ediyordu.
Rabbimiz hepimizi inkara düşmekten korusun.

      'Bir zamanlar dağı İsrailoğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. "Size verdiğimi (Kitab'ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki korunasınız" dedik.' (Araf-171)
'Hani sizden Tevrat’la amel edeceğinize dair sağlam sözünüzü almış ve üzerinize Tur dağını kaldırmış (ve demiştik ki) size verdiğimiz (kitabın hükümleri) i kuvvetle tutun ve onda bulunan şeyleri hatırlayın (devamlı yerine getirin) umulur ki böylece kurtulmuş olursunuz." (Bakara-63)
Musa (as) Tur’dan döndükten sonra, onlara Tevrat levhalarını getirince, ondaki zor emirleri gördüler ve bu onlara çok ağır geldi, çünkü Tevrat Kur’an gibi 22 yılda değil, bir kere de inmişti. kabul etmekten çekindiler. Bunun üzerine Allah cc Cebrail (as) a emir verdi, o da Tur dağını kökünden koparıp onların üzerlerine kaldırdı. Tur dağı israiloğulları’ının yayılmış olduğu bütün alan üzerine yayıldı ve üzerlerine bir adam boyu yaklaştı. Bu esnada Musa(as) kendilerine : “Allah’ın bu emirlerini kabul ettiğiniz taktirde kurtulursunuz, aksi taktirde Tur dağı üzerinize atılacaktır” buyurdu. İsrailoğulları dağdan kurtuluş olmadığını anlayınca kabul edip, secdeye kapandılar. Secdede iken, dağ başlarına inmesin diye, bir taraftan da dağı gözetiyorlardı. Bu sebepten dolayı yüzlerinin yarısının üzerine secde etmek Yahudiler de adet haline geldi. Çünkü onlar: “Bu secde sebebiyle bizden azap kaldırıldı” dediler.

      "Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!" (Bakara-93)
      Daha önce, tehlikeyi gördüklerinde kabul etmiş oldukları ve hiç aksatmadan yerine getireceklerine dair kesin söz verdikleri emirleri, bir müddet sonra reddettiler. “...Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler....” dediler.
      Müslümanlara ise Kur’an emirleri indiğinde “......biz işittik ve itaat ettik...”dediler.(Bakara-285)
Allah’ın emirlerini işitip itaat etmek müslümanlığın şanındandır. İşitip itiraz ve isyan etmek ise İsrailoğullarının mirasındandır.
      Hz.Peygamber (sav) :”Sizlerden önce kendilerine kitap verilmiş olanlara, sizler öyle uyacaksınız onları öyle taklit edeceksiniz ki, onlar yılanın inine girseler, sizler de onların peşinden gireceksiniz” buyurmakla, bugünün müslümanının “hristiyan ve yahudi gelenekleri”ne sıkı sıkıya uyacaklarını –bir mucize olarak- 14 asır öncesinden belirtmiştir.
      Rabbimiz hepimizi kendi emirlerine uyan kullarından eylesin.


      Haftanın mübarek günü olarak Tevrat’da Cumartesi, İncil’de Pazar, Kur’an’da ise Cuma günü bildirilmiştir. Şu anda yine Yahudiler’in ibadet günü Cumartesi, Hıristiyanların Pazar, Müslümanların ise Cuma günüdür.

      “Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk”.(Araf-163)

      İmtihan şu şekilde olmuştu; Sahil şehirlerinde yaşayan halk geçimini balık avlamak ile temin ediyordu. Cumartesi ibadet günü olduğu için balık avlamak yasaktı. Haftanın diğer günleri ise serbest idi. Balık tutmanın serbest olduğu günlerde denizde bir tane olsun balık görülmezken; yasak olan Cumartesi günü her taraf balık olur, denizin üstünü sanki balıklar kaplardı ve balıklardan deniz suyu görünmeyecek kadar çok balık gelirdi. Şehir halkından bazıları denizin kenarına havuzlar kazdılar. Cumartesi günü denizden havuzlara su ile beraber balıkları akıtıyorlar, diğer günlerde de denize geriye kaçamayan balıkları avlıyorlardı. İçlerinden bir kısmı onları, “siz Allah’a karşı hile yapıyorsunuz” diye ikaz ediyordu. Onlar ise “biz balıkları Cumartesi günü avlamıyoruz, Cumartesi günleri sadece denizden havuza aktarıyoruz” diye isyana devam ediyorlardı. Diğer bir gurup ise, ikaz edenlere “niçin boş yere bunlara nasihat ediyorsunuz?” diye sitem ediyordu; “İçlerinden bir topluluk: ‘Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” (Araf-164)
      İsyan edenler söz dinlemeyince, avlanma yasağına riayet eden mü’minler “sizlerle beraber aynı şehirde yaşayamayız” diye şehrin bir tarafına çekildiler ve ortaya duvar çekmek suretiyle, onlarla bağlarını kestiler. Allah cc buyuruyor; ”Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.”(Araf-165). Birgün, duvarın diğer tarafından hiç ses ve işaret gelmediğini gören mü’minler duvarın üzerine çıkıp baktıklarında; hiç insan göremediler. Sokaklarda domuzlar ve maymunlar dolaşıyordu. Allah cc onların ihtiyarlarını domuz, gençlerini de maymun şekline sokmuştu. Kırk gün kadar hayvan kılığında yaşadıktan sonra, helak oldular.

     AŞAĞIDAKİ AYETLERE DİKKAT, HİTAP GÜNÜNÜN İNSANINA:

      “Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.” (Bakara-66)

      “De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (Maide-60)

      Ayetlerde geçen sonradan gelenlerle ilgili olarak, kendi ümmetinin de aynı ceza ile cezalandırılacağını anlayan Efendimiz(sav) “YA RAB, BENİM ÜMMETİMİN ŞEKLİNİ DEĞİŞTİRME!” diye çok dua etti. Allah cc de O’nun duasını “senin ümmetinin de KALPLERİNİ DEĞİŞTİRECEĞİM” diye kabul etti. İşte ayetler:
      “Yine O'na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.” (Enam-110) Müfessirlerin tamamı, ayette geçen “gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz” bölümünü :”onların kalplerini ve gözlerini maymun ve domuzların kalpleri ve gözleri gibi yaparız da, maymunların ve domuzların sahip oldukları özelliklere sahip olurlar” diye açıklamışlardır. Yani dış görünüşleri ile insan olmalarına rağmen; kalpleri hayvan kalbidir, gördükleri her şeyi de hayvan gözüyle görürüler, demektir.

      Gerçekten de dış görünüşleri ile insan görünüp de, kalpleri maymunların ve domuz kalpleri ile değiştirilmiş olanların hareketleri dışa yansırken, kendilerindeki “evrim” anlaşılıyor. Bazen şöyle düşünüyorum ”kalpleri değiştirilmiş olanların bedenlerini de aynı değişiklik içerisinde görme imkanımız olsaydı, acaba sokakların manzarası nasıl olurdu?” Lüks içinde yaşayan maymunlar, dolaşan domuzlarla her taraf dolar mıydı, acaba?

      Büyükler diyorlar ki, Kalbin çevrilmesinin işareti üçtür:

1-Allah’a kulluk etmekten (ibadetlerden) hiç zevk almamak,

2-Allah’a isyandan (günah işlemekten) zevk almak,

3-Başkalarının ölümünden hiç ibret almamak.

      HERKES KENDİNİ KONTROL ETMELİDİR.
      Rabbimiz, hepimizi kalben ve kalıben insan olanlardan eyleye.

 

      Hz.Musa(as)’ın ölümünden sonra, sırasıyla Hz.Yuşa (Mezarı Beykoz’da Yuşa Tepesindedir), Hz.Kâlib(as), Hz.Hezkıyıl(as), Hz.İlyas(as), Hz.Elyesea(as) İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildi. Hz.Elyesa’dan sonra İsrailoğullarına uzun bir zaman peygamber gönderilmedi. Bu esnada HAKİMLER( başkanlar) devri başladı. Bu hakimlerden bazıları Hz.Musa’nın getirdiği dine sadık kalarak, Allah’a itaat ettiler; bazıları da taşkınlık gösterip hakk yoldan ayrıldılar.
Onlar hakk yoldan ayrılınca Allah da başlarına belalar verdi, düşmanlarına mağlup oldular Kitapta İsrailoğulları’na: “Andolsun, yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz” diye bildirmiştik. Birincisinin vakti geldiğinde, pek güçlü olan kullarımızı üzerinize saldık ve yurtlarınız arasında dolaştılar. Bu yerine gelecek bir vaad idi. (İsra:5-6)
      Allah’ın belirttiği zaman geldi ve İsrailoğulları tamamen yoldan çıktılar. Allah’ın emirlerini küçük gördüler, kendileri kibirlendiler de kibirlendiler. Kendilerini ikaz etmek isteyen, Hz.Musa’nın getirmiş olduğu Tevrat’a göre tekrar amel etmelerini tavsiye eden Hz.Şa’ya Peygamberi de öldürdüler. Allah cc de onların üzerlerine Amalika kavmini gönderdi. Amalika hükümdarı Calut (Golyat), ayette belirtildiği gibi, ordusuyla Kudüs’e girdi ve İsrailoğullarını öldürmek için sokak-sokak, ev-ev şehri taradı. Şehri yakıp yıktı. Mabedlerini yıktı ve her tarafı harabeye çevirdi. Erkekleri öldürdü ve kadınlarını da esir aldı. İsrailoğullarından onbinlerce kişi Filistin’i terkederek, başka şehirlere kaçtılar ve canlarını kurtardılar.

      Dikkat edilmesi gereken nokta: İsrailoğulları Allah’a iman etmiş bir millet oldukları halde, kâfir olan Amalika kavmi vasıtası ile Allah onları cezalandırıyor. Bu Allah’ın kuralıdır: Müslümanlar Allah’a itaat ettikleri müddetce, Allah kendilerine şeref ve üstünlük verir; Allah’a isyan ettikleri taktirde kafir kullarını üzerlerine gönderir ve rezil eder.
      Şart ve ceza (sebep-sonuç.):
      Allah’ın azabını celbeden şartlar oluştuğunda, bunun karşılığı olan azap vaki olur. Bu Allah’ın bir kuralıdır (Sünnetullah). İsrailoğulları Allah’a itaat ettikleri müddetce O’nun nimetlerine nail oldular. Ama isyan edince de Allah’ın azabı onları yakaladı.

      İsrailoğullarının anlayamadığı nokta; Allah’ın kendilerine nimet vererek başkalarına karşı kendilerini üstün kılması İTAATLERİ sebebi ile idi. Onlar ise bu üstünlüğü ırklarından dolayı Allah’ın kendilerine verdiğin zannettiler ve aldandılar. İsyan etmeye başladıkları an da, bunun sonucu olarak azabı hakk ettiler Allah da verdi, hem de kafir kulları eliyle.
      Allah’ın bu kuralı sadece İsrailoğulları için değil, onların gittiği yoldan giden her millet için geçerlidir.
      İbni Abbas(ra)’nın rivayet ettiği Hadisi Şerifde Efendimiz (sav) buyuruyor : “Şüphesiz sizler evvelkilerin adetlerine karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlardan birisi yılanın deliğine girse, siz de gireceksiniz. Onlardan birisi yolda kadını ile münasebette bulunsa, siz de aynısını yapacaksınız.” (Ramuz el ehadis de 4295 no.lu hadis)
      Sevgili kardeşlerimden önemle ricam: Bugünün müslümanları olan bizlerin; İsrailoğullarının adetlerine uyma konusunda, hadisi şerifte belirtilen mucizenin hangi noktasında bulunduğumuza lütfen bir göz atmanızdır. .

      Calut’un(Golyat) Kudüs’ü ve Filistin’in diğer şehirlerini yakıp yıkmasının ardından uzun yıllar geçmişti. Geçen bu sıkıntılı ve zor esaret zaman içerisinde ve bütün zorluklara rağmen, İsrailoğulları maddi açıdan kendilerini toparlayıp güçlendikleri gibi; manevi açıdan da düşünme fırsatı bulmuşlardı. Bu arada Allah cc kendilerine İşmoil(as)’ı peygamber göndermişti. Peygamberlerine dediler ki: “Artık biz kendimizi toparladık. Başımıza bir komutan tayin et de, onun komutasında savaşalım. Esir edilmiş olan kadınlarımızı kurtaralım. Düşmanlarımızdan intikamımızı alalım.”

      ’Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: "Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. (Peygamberleri): "Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?" dedi. (Onlar): "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?" dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.’ (Bakara-246)
      Bütün zamanlarda bazı tiplerin yaptığı gibi; iş kesinleşmeden önce palavra atıp mangalda kül bırakmayanlar, daha önce aradıkları “savaşma” fırsatı kendilerine verilince, yan çizdiler ve pek çoğu savaşmaktan vazgeçtiler. Bu vazgeçme hemen birden olmadı, munafıkların cesaret ve anlayış derecelerine göre, aşama aşama oldu. Bazıları, daha kendi taleplerine Peygamberleri ‘evet’ deyince, hemen vazgeçmişlerdi. Bazıları ise; “Bize hükümdar tayin et” diye talepte bulundukları peygamberlerinin tayin ettiği hükümdarı beğenmedikleri için vazgeçiyorlardı:
‘Peygamberleri onlara: “Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi dedi.” Bunun üzerine: “Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?” dediler. (Peygamberleri): "Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir" dedi. (Bakara-247)
      Talut’un hükümdarlığını kabul etmek için, peygamberlerinden mucize istediler. Peygamberleri de mucize olarak, içinde Tevrat levhalarının bulunduğu sandığın (tabut) hükümdar olan Talut ile beraber olacağını bildirdi ve ikna etti:
      ‘Peygamberleri onlara: “Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır” dedi. (Bakara-248)
      Nihayet ordu toplandı. Ekseri müfessirlere göre bu ordunun sayısı 80 000 civarında idi. Ama Calut’un (Golyat) ordusunun sayısı ise 350 000 civarında idi. Talut’un seksen bin kişilik ordusu çölde bir hafta yürümüştü. Susuzluktan dudakları çatlamış ve iştahlarını ilerideki nehire saklıyorlardı. Nehire yaklaştıkları zamanda:
‘Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: “Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir” dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: “Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur” dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: “Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir” dediler. (Bakara-249)
      Günlerdir susuz kalan asker imtihan oluyordu. Nehirden sadece avuç ile ve bir avuç su içilmesine izin verilmişti. Ama ayette belirtildiği gibi, pek çoğu emri dinlemedi, serinlemek için kendisini ırmağın içine attı. Bir avuç içenler kandılar, ama emri dinlemeyenler bir türlü suya kanamıyorlar ve içtikçe içiyorlardı.
      İbni Cerir’in Katade (ra) dan rivayet ettiği hadisi şerifte Efendimiz(sav), Bedir Savaşında Ashabına şöyle buyurdu: “Siz, Talut’un (Calut ile) karşılaştığı gündeki adamları(nın sayısı) kadarsınız”(Kaynak:Taberi-Camiulbeyan-2/395).
      Seksen bin kişilik ordudan, sadece 313 kişi emri dinlemiş ve ırmak ile yapılan imtihanı kazanarak ırmağın karşısına geçebilmişti. Geriye kalan büyük ekseriyet imtihanı kaybetmişti. İsrailoğulları öyle imtihan olmuştu. Onların olaylarını anlatan ayetler ile Rabbimiz bizi nasıl imtihan ediyor, bir bakın:

      İMTİHAN:
      Yukarıda görüldüğü gibi; imtihanlar aşama aşama oluyor. 1.aşamada kazananların, bundan sonraki aşamaları kaybetmeyeceklerine dair hiçbir garantileri yok. Gelelim bu ayetlerle bugünün Müslümanının imtihanına:
Bu ayeti dinleyen, abdestli-namazlı ekseri Müslümanlar olayı kavrayamıyorlar. Mantık yürüterek kavramaya çalıştıkları ayeti inkar etmek için şöyle fikir üretiyorlar:
- “Nehir Allah’ın değil mi? “
Cevap: “evet”
- “Ordu da Allah için cihada gitmiyor mu?”
Cevap: “evet.”
- “öyle ise; Allah, kendi yolunda cihada giden ordudan, boşu boşuna akan kendi nehrini niçin esirgesin? Böyle bir tutarsızlık olamaz” diyorlar ve böylece onlar da 21.yy daki imtihanı kaybediyorlar. Çünkü hiç farkına varmadan ayeti inkar ediyorlar. Rabbimiz bizleri imtihanı kazananlardan eylesin!

      Seksen bin kişilik ordudan elene elene, en sonunda Bedir Ashabı kadar, yani 313 kişi kalmıştı. Talut’un ordusu ile beraber kendisi ile savaşmak için hareket ettiğini haber alan Calut(Golyat), 350 000 kişilik ordusu ile savaşa hazır durumda beklemeye başladı. Calut’un kalabalık ordusunu ilk gördüklerinde, “Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur” dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: “Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir” dediler Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et” dediler. (Bakara:249-250)
      Calut’un gözcüleri ise 313 kişiden ibaret kalan Müslüman Ordusunu görünce “öncü kuvvet” sanarak, “öncü kuvvetleri göründü!” diye haber verdiler. Halbuki Talut’un ordusunun tamamı 313 kişi kalmıştı. İki ordu karşı karşıya gelince, Calut meydan okuyarak: “İçinizde benim karşıma çıkmak isteyen bir yiğit var mıdır?” dedi. Karşısına kimse çıkmadı. O esnada, 313 kişilik ordunun içerisinde henüz 14 yaşında olan Hz.Davud (as) da bulunuyordu. Davud (as) henüz peygamber değildi. Çobanlık yapıyordu ve çokta isabetli sapan atardı. Calut’un meydan okumasına daha fazla tahammül edemeyen Davud (as), sapanı ile bir taş fırlattı ve Calut’un şakağına isabet eden taş, onun atından düşerek ölmesine sebep oldu. Calut ölünce, ordusu paniğe kapıldı. Komutanlarının öldüğünü öğrenen askerin bir kısmı kaçmak istiyor, “kaçanları öldürün!” komutu ile de diğer kısmı, kaçanlara saldırıyordu. Böylece ikiye bölünmüş olan Calut’un ordusu kendi kendini yok etmişti. 313 kişiden hiç birisinin burnu bile kanamadan savaş kazanılmıştı:
      “Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.” (Bakara-251)
      Düşmanlarını yenen Allah cc dir. Yeter ki mü’min kullarında düşmanlarının karşısına çıkabilecek cesaret olsun ve düşmanlarının sayısından ve silah üstünlüğünden korkmasınlar. Çünkü : “Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir”
Bunun hikmeti kısa bir müddet önce Afganistan’da görüldü, bir avuç mücahid Allah’ın izni ile kızılorduyu darmadağın etti. Bosna Hersek’de görüldü. Bir avuç müslüman dünyaya meydan okuyunca, Allah cc onlara Avrupa’nın göbeğinde bir İslam Devleti verdi. Şu anda Çeçenistan’da da örneği görülmektedir.
      En son örnek ise: beş bin yıl kadar önce bu ayetlerin yaşanmış olduğu, bugünkü Filistin’de cereyan ediyor. Tıpkı ayetlerde izah edildiği gibi; güçlü ordulara karşı 14 yaşındaki Davud (as)’ın sapan taşı ile savaştığı gibi. Yalnız bu sefer roller farklı; o zaman sapan kullanan İsrailoğulları idi, şimdi ise müslüman Filistinliler. O zaman İsrailoğulları hakk dinleri için savaşıyorlardı; bugün ise Filistinli Müslümanlar İsrailoğullarına karşı. O zamanın mazlum İsrailoğulları, zalim Calut’a karşı savaşıyorlardı. Bugün ise zalim İsrailoğulları, mazlum Filistinli Müslümanlara karşı. Evet, tarih tekerrür ediyor, tıpkı şairin dediği gibi:


Adam tarihten ibret alırmış, ne masal şey;
Beşbin yıllık kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih tekerrürden ibarettir” diyorlar,
İbret alınsaydı hiç tekerrür mü ederdi?

      “Kendilerine Kitap verdiklerimiz (Yahudi ve Hristiyan alimleri), o (Hz.Muhammed sav)’nu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, böyleyken içlerinden bir kısmı bildikleri halde gerçeği gizlerler.”
(Bakara-146)
      Allah cc, Hz.Muhammed (sav)’in sıfatlarını Tevrat’da ve İncil’de öyle açık açık anlatmıştı ki; bu kitapları okuyan Yahudi Alimleri O’nu hemen tanırlardı. Kendi öz evlâtlarını görünce, o gördüklerinin kendi öz evlatları olduğundan nasıl emin oluyorlarsa, Hz.Muhammed (sav)’i gördüklerinde de, O’nun Tevrat’da anlatılan ahir zaman Peygamberi olduğundan hiç şüpheye düşmeden emin olurlardı.
‘İnananlarla karşılaştıkları zaman “inandık” derler, birbirleri ile yalnız kaldıklarında ise; “Rabbinizin katında size karşı delil getirsinler diye mi Allah’ın size bildirdiğini onlara anlatıyorsunuz.’ (Bakara-76)
Mü’minlerle karşılaştıkları zaman da: “Tamam, Hz.Muhammed(sav)’in hâl ve hareketleri, Tevrat kitabında anlatılan sıfatlara tıpatıp uyuyor. O, Tevrat’da anlatılan ahir zaman peygamberidir. O’nun son peygamber olduğuna biz yahudiler de inanıyoruz” diye, Efendimiz (sav)’in Peygamberliğini tasdik ederlerdi.

      Ama kendi aralarında baş başa kaldıkları zaman da, birbirlerine: “Allah’ın Tevrat’da, yalnız yahudilere bildirmiş olduğu gerçekleri, Muhammed(sav) tarftarlarına neden ifşa ediyorsunuz? Muhammed(sav)’in Tevrat’da anlatılan peygamber olduğunu müslümanlara söylemekle, kendi kendinize tuzak kuruyorsunuz. Onlar, kısa zaman sonra, sizin kendi ellerinizle verdiğiniz delilleri sizin aleyhinize kullanırlar” derlerdi. Hâlbuki Allah’a hiçbir şey gizli kalmazdı ve O, onların yaptıklarının tamamını bilyordu:
      “Bunlar, gizlediklerini ve açığa vurduklarını Allah’ın bildiğini bilmiyorlarmı?” (Bakara-77)
Daha sonraları Tevrat okurken, Hz.Muhammed(sav)’in anlatıldığı ayetler geldiğinde, ellerini kapatarak o ayetleri görmezden gelirlerdi. Bir müddet sonra da elleri ile üstünü kapatarak okumadıkları ayetleri sildiler ve başka şeyler yazdılar. İçlerinden müslüman olmuş Abdullah İbni Selâm gibi büyük Tevrat alimleri, kendilerine: “Hz.Muhammed (sav)’in yazılı olduğu yerleri değiştirmişsiniz, o sayfalara başka şeyler yazmışsınız” dediler. Onlar ise: “Hayır, Allah’ın bize gönderdiği Tevrat’da öyle bir şey yoktu” dediler.
      ‘Elleriyle Kitab’ı yazıp, sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için: “Bu Allah katındandır” diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdıkalrından dolayı onlara yazıklar olsun.’ (Bakara-79)
Yahudiler Tevrat’ı işte böyle değiştirmişlerdi. Önce, dilleriyle “biz de inandık” dediler. Sonra o ayetleri görmezden geldiler. Daha sonra o ayetlerin yerlerine, kendi kafalarından başka şeyler yazdılar. En sonunda da, kendi elleriyle yazdıklarının ‘Allah’ın emri’ olduğuna, kendileri de inandılar.
Kur’an’ı hiç kimse değiştiremeyecek, çünkü O’nu Allah koruyor? Ama Müslümanların Kur’an anlayışını, Peygamber anlayışını, din anlayışını nasıl değiştiriyorlar? Bu konuyu düşünmemiz gerek.
Ebu Ümame (ra)’dan rivayetle Efendimiz(sav): “İslam’ın temel hükümleri birer birer bozulacak. Birisi bozulduğunda halk ötekine hücum edecek. İlk önce Ahkâmı (Haram-Helal Hükümleri) bozacaklar, en sonra da namazı bozacaklar” buyuruyor.(Ramûz el Ehadis-4294 no.lu hadisi şerif). Neresindeyiz?
      Rabbimiz hepimize, kendi seveceği ve kabul edeceği şekilde iman ve amel nasip eylesin.