İsrailoğulları
Mısırda ezilmekte idiler. Bugünkü. Mısır’daki bütün ağır
işleri İsrailoğulları yapıyor, kadınları sağ bırakılarak,
erkekleri öldürülüyordu.
“ Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları
sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk”(Araf-136).
İsrail oğulları Musa ve Harun as.ın önderliğinde Kızıldeniz’e
geldiklerinde, Firavn ve ordusu da onları öldürmek için takib
ediyorlardı. Musa as. Asasını denize vurduğunda, deniz yarıldı
ve 12 adet cadde açıldı.
“Hor görülüp ezilmekte olan
o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu
taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına
karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine
geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri
bahçeleri helâk ettik.”.
“İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus
birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey
Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı
yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi.”
(Araf-137-138).Allah, İsrailoğullarını, çok açık ve büyük
mucizelerle, Firavn’un azabından kurtardı denizden karşıya geçirdi
ve Firavn’uda ordusu ile beraber denizde boğdu. Denizden geçer
geçmez, sahilde bir topluluk gördüler. Bu topluluk, kendi elleri
ile yapmış oldukları çeşitli hayvan heykellerinden oluşan
putlara tapıyorlardı. Bu putların cazibesine kapılan İsrailoğulları,
kendilerini kurtaran Allah’ı hemen unutarak Peygamberlerine : “
Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de
bizim için bir tanrı yap!” dediler. “Musa dedi ki: Allah sizi
âlemlere üstün kılmışken ben size Allah'tan başka bir tanrı
mı arayayım?”
”Hatırlayın ki, size işkencenin
en kötüsünü yapan Firavun'un adamlarından sizi kurtardık.
Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.
İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.”
(Araf:140-141)
Musa as. Kendilerine nasihatte
bulundu ve onların başına abisi Harun Peygamberi bırakarak,
Allah ile konuşmak veTevrat’ı almak için 40 günlüğüne Tur
Dağına çıktı. Musa as. Kendilerinden ayrılır ayrılmaz,
Samiri denilen bir sapığın sözüne bakarak, Buzağı heykeli
yaptılar ve bu heykele tapmaya başladılar.
”(Tûr'a giden) Musa'nın arkasından
kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini
(tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de
onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler
oldular.”(Ara-148)
Kendilerine yapılan iyilikleri hemen
unuttular, Allah’ı bırakıp buzağıya taptılar.
İşte bunlar böyle nankör bir
millettirler.
Musa as. Tur Dağı’nda Allah cc ile konuşup, Tevrat’ı aldıktan
sonra kavminin yanına geri döndü. İsrailoğulları’nın buzağı
heykeline tapındıklarını görünce, ağabeyi Harun as.ın yakasına
yapışarak, bu olanlara niçin müsaade ettiğini, öfkeli bir şekilde
sormaya başladı. Bismillahirramanirrahıym
“(Musa)Dedi: Ey Harun! bunların dalâlete düştüklerini gördüğün
vakit seni engelleyen ne oldu. (Neden) benim yolumu takip etmedin?
Emrime âsi mi oldun?”(Ta-Ha:92-93)
(Harun:) Ey annemin oğlu! dedi, saçımı
sakalımı, yolma! Ben, senin: "İsrailoğullarının arasına
ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!" demenden korktum.
(Ta-Ha:94)
Musa, kızgın ve üzgün bir halde
kavmine dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız!
Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi. Tevrat
levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup
kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anam oğlu! Bu
kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi.
Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle
beraber tutma!" dedi." (Araf-150)
Aslında Harun as. İsrailoğullarını
buzağı heykeline tapmaktan alıkoymak için çok mücadele etmişti.
Ama, İsrailoğulları onu, yeni ilahlarına tapmaya engel olduğu
takdirde, ölümle tehdit etmişlerdi. Harun as.ın esas korkusu da,
İsrailoğullarının bölünmesindendi. Musa.as. durumu anladıktan
sonra, abisi ile birlikte Allah’a dua etmeye başladı.
"(Musa da) Ey Rabbim, beni ve
kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen
merhametlilerin en merhametlisisin! dedi." (Araf151)
Kul Allah’a yönelince öfkesi, derdi, tasası, gamı, kederi geçer.
Musa as.ın da öyle oldu. Allah’a yönelince öfkesi yatıştı
ve İsrailoğulları’na, getirmiş olduğu Tevrart’dan, vaaz
etmeye başladı.
"Musa'nın öfkesi dinince
levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için
hidayet ve rahmet (haberi) vardı." (Araf-154)
"Sizin ilâhınız, yalnızca,
kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır"
(Ta-Ha:98)
Peygamber’in vaazını dinleyen İsrailoğulları,
yaptıklarına pişman oldular ve tevbe etmek istediler. Peygamber
de kendilerine devamlı olarak tevbe edip, tekrar tevbelerini
bozduklarını söyleyince, artık bu sefer tevbelerini hiç
bozmayacaklarına dair Peygamberlerine söz verdiler.
"Pişman olup da kendilerinin
gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer
Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan
olacağız!" (Araf-149)
"Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı
(tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza
tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle
yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece
Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul
eden ancak O'dur". (Bakara-54)
Bu ayeti kerime deki “öldürün”
emri bazı müfessirlerce mecazi olarak “nefislerinizi öldürün:
içinizdeki buzağı sevgisini öldürün” yönünde açıklanmış
olmasına rağmen; ekseri müfessirler zahiri manayı vermişlerdir.
Alusi, Nesefi, Siracü’l-Münir, Mealimü’t-tenzil, Hazin, Fahri
Razi, Dürrü’l-Mensur ve Ruhu’l-Beyan tefsirlerinde olay şu şekilde
anlatılmaktadır. Musa as. onlara, tevbelerinde samimi olduklarını
ispat edebilmeleri için, birbirlerini öldürmelerini emredince
onlar: “Biz Rabbimizin emrine sabredeceğiz, bizi pek çok
mucizelerle Firavn’ın elinden kurtarmasına ve en büyük düşmanımız
olan Firavn’ı ve ordusunu sularda boğmasına rağmen, O’nun kıymetini
bilemedik; ama bu sefer ciddiyiz” dediler.
Hançerlerini kuşandılar ve
birbirlerini öldürmeye başladılar. Fakat kişi oğlunu, babasını,
kardeşini, yakınını, dostunu ve komşusunu görerek onlara acıyor
ve Allah’ın emrini yerine getiremiyordu. Hep birlikte Musa sa.a müracaat
ederek “Ne yapacağız?” dediler. O zaman Allah cc oraya siyah
bir bulut gönderdi. Bulut onların çevrelerini tamamen kaplayınca,
birbirlerini göremez oldular ve rastgele bir birlerini öldürmeye
başladılar. Öldürme işi çoğalınca, Musa ve Harun as.dua
ederek ağlayıp sızladılar ve:”Ya Rab! Beni İsrail helak oldu,
geri kalanları bağışla.” dediler. Bunun üzerine Allah cc
bulutu açtı ve öldürme işinin durdurulmasını vahyetti. Ölenlerin
şehit, sağ kalanların ise günahlarının bağışlandığı
bildirildi. Bütün bunlara rağmen, bir nesil sonra tekrar danaya
tapmaya başladılar.
Musa as., Allah cc ile Turdağında konuşur ve vahyi orada alırdı.
Kendisine vahiy gelmesine şahitlik etmeleri için ümmetinin önde
gelenlerinden yetmiş kişi şeçti ve onlarla beraber vahiy yerine
vardı. Beraberindekiler Musa as.a “ Rabbimizden bize de sözlerini
duyurmasını iste!” dediler. Musa as.da Allah’a yalvardı ve
Allah cc onların da isteklerini kabul etti. Üzerlerine bir bulut
geldi. Allah cc Musa as.a vahyediyor, vahiy geldikçe Musa as.ın yüzünde
öyle ışıklar parlıyordu ki, yanındakiler onun yüzüne bile
bakmaya güç yetiremiyorlardı. Ama, Allah cc nin Musa as.a buyurduğu
her emri ve yasağı işittiler. Vahiy bittikten sonra da: “O
zaman, Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana
inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi
yıldırım çarpmıştı.” (Bakara-55.)
Onlar, mucizeleri açık açık görmelerine
rağmen, yine de inkar etmeye yeltenince; Allah cc orada yıldırımlarla
ve deprem ile onları oracıkta helak etti. Bir gece ve bir gün ölü
olarak orada kaldılar; bu arada Musa as.da, onları tekrar
diriltmesi için durmadan Allah’a dua ediyordu: ‘Musa tayin ettiğimiz
vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem
yakalayınca Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Dileseydin onları da
beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım
beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek
misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla
dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin.
Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların
en iyisisin!’(Araf-155)
Allah cc, Musa as.ın duasının
bereketiyle onları tekrar diriltti ve Tevbe ettiler. "Sonra ölümünüzün
ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz." (Bakara-56)
İsrailoğulları, kendilerine açık
açık mucizeler gösterilmesine rağmen, hemen inkar ediveriyorlardı.
Ama içlerinde, sayıları çok azda olsa, doğruluktan hiç
sapmayan, Allah’a ve Peygamberine itaatta hiç kusur etmeyen bir
topluluk da vardı. İşte bu az topluluğun yüzüsuyu hürmetine
Allah cc de onları bağışlıyordu:
“Musa'nın kavminden hak ile doğru
yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır.”
(Bakara-159)
İsrailoğulları Mısır’dan çıkıp Filistine gelirlerken, uzun
süren yolculuk esnasında Allah cc kendilerine mucize olarak pek çok
nimetler verdi. Sıcak yolculuk esnasında halsiz kaldıklarında
Peygamberlerine “Ya Musa! Artık sıcaktan yürüyecek takatımız
kalmadı. Allah’a dua et de bize bir kolaylık versin” dediler.
Musa as dua edince, Allah cc onların üzerlerine bir bulutu gölgelik
olarak gönderdi. Böylece çölün kızgın sıcağından onları
kurtardı ve gölgede yürüttü.
“Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın
gönderdik ve ‘Verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz’ (dedik).
Hakikatta onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.”
(Bakara-57)
Ayeti Kerime de belirtildiği gibi ;
pek kıymetli yiyecek olan kızartılmış bıldırcın etleri ile
birlikte kudret helvası da, İsrailoğullarına pek çok kereler
indirilmiştir. Acıktıklarında Peygamberlerine “Ya Musa!
Rabbimize dua et de bize yiyecek göndersin” dediklerinde, Musa as
dua edince Allah cc onlara, herkese yetecek kadar yemek gönderirdi.
Allah cc kendilerini hiçbir zaman aç bırakmadı. Her acıktıklarında,
açık bir mucize olan gökten yemek inmesine o kadar alışmışlardı
ki, artık böyle mucizelerin günlük hayatlarının olağan bir
parçası olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Çünkü
mucizeler hemen gölge eden bulutla, gökten yemek inmekle sınırlı
kalmıyordu.
Yolculuk devam ederken
peygamberlerine “Ya Musa! Bizler susadık. Rabbine dua etde bize
su versin. Ama bir kaynaktan verirse aramızda anlaşmazlık çıkabilir.
Bize çok su versin” deyince Musa as yine Allah’a dua ediyor,
Allah cc de Peygamberinin duasını geri çevirmiyor ve onlara
istedikleri nimetleri anında gönderiyordu. “Musa (çölde) kavmi
için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik.
Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği
kaynağı bildi. (Onlara:) Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın
yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.(Bakara-60)
Musa as asasını taşa vurunca, kızgın
çölün ortasında ve kum deryasının içinde taştan on iki tane
ırmak akmaya başlıyordu. İçiyorlar, yıkanıyorlar, sanki hiç
çölde değillermiş gibi serinliyor ve rahatlıyorlardı. Ama,
insan oğlu genelde nankördür: ”O size istediğiniz her şeyden
verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu
insan çok zalim, çok nankördür!" (İbrahim-34)
İsrailoğullarında da nankörlük ortaya çıktı. Kendilerini
Firavn’nun işkencelerinden, yolculuk esnasındaki şirklerinin
sebep olduğu helaktan, pek çok belalardan kurtarmasını unutarak,
Allah’ın nimetlerini beğenmemeye başladılar. Cennet
nimetlerinden olan bıldırcın etinden ve kudret helvasından bıktıklarını
söylemişlerdi.
“Hani siz (verilen nimetlere karşılık):
Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de
yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından,
mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise:
Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre
inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu
hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası
vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına),
Allah'ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak
peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece
isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.” (Bakara- 61)
Dikkat! Nimetlere şükretmeyen her
insanın düşeceği durum:Allah’ın gazabıdır. Gazabından
Rabbimize sığınırız.
İsrailoğulları’nın, Mısır’dan Kudüs’e olan uzun ve
mucizelerle dolu yolculukları nihayet bitip de Kudüs’e yaklaştıklarında,
Hz.Musa kendilerine şöyle hitap ediyordu “Ey kavmim ! Allah'ın
size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza
dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.” (Maide-21) Ayeti
kerime de geçen “... arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş
olursunuz” bölümüyle şu kasdediliyor: “Filistin’de bulunan
Cebabir kavmi ile savaşın, onlarla harbedin ve onları Kudüs’ten
çıkartın, sakın savaşmaktan korkup ta geri çekilmeyin” denmiş
olunuyor. Böylece İsrailoğulları’na Kudüs Şehrini savaşarak
almaları ve oraya yerleşmeleri emrediliyordu.
Onlara denildi ki : Şu şehirde (Kudüs'te)
yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yeyin, "bağışlanmak
istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı
bağışlayalım. İyilik “yapanlara ileride ihsanımızı daha da
artıracağız.” (Araf-161)
Allah, savaşarak o şehri aldıkları
takdirde, İsrailoğullarına pek çok nimetler vaadediyordu. İsrailoğulları
ise, savaşmaktan korktukları için, Allah’a ve Peygamber’e
isyan ediyorlar ve kesinlikle savaşmak istemiyorlardı:
“Onlar şu cevabı verdiler: Yâ
Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz
oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen
gireriz.” (Maide-22)
“Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu
iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine “kapıdan girin; oraya
bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler
iseniz ancak Allah'a güvenin.” (Maide-23)
Koskoca topluluktan sadece iki kişi Allah’a ve Peygamber’ine
itaat ediyordu. Musa as ise onlara vaaz ederek Allah’ın
emirlerine itaat etmeleri, savaşmaları ve Allah’ın kendilerine
yardımcı olacağını ve savaşı kesinlikle kazanacakları
konusunda, kendilerini ikna etmeye çalışıyordu. Onlar ise şu
cevabı verdiler: "Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe
biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın;
biz burada oturacağız" dediler. (Maide-24) Musa as. ise,
onların bu isyanlarından Allah’a sığınıyordu:
Musa: "Rabbim! Ben kendimden ve
kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış
toplumun arasını ayır" dedi. (Maide-25)
Kendilerine vaad ettiği zafer için
hiçbir gayret göstermeyen İsrailoğulları’nı Allah cc
cezalandırıyordu. Şimdiye kadar kendilerini açık mucizeler ile
ödüllendiren Allah cc, bu sefer İsrailoğullarını, yine açık
mucizelerle cezalandırıyordu. Kudüs şehrinin kapısına kadar
geldikleri halde, ölüm korkusundan dolayı savaşmayan İsrailoğulları
tam kırk yıl çölde şaşkın şaşkın dolaşacaklardı:
Allah,"Öyleyse orası (arz-ı
mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde)
yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan
çıkmış toplum için üzülme" dedi.(Maide-26)
Sabahleyin kalkıp yola koyuluyorlar,
gün boyu gidiyorlar karanlık olduğunda tekrar konaklıyorlar;
ertesi sabah uyanınca görüyorlar ki bir gün önce konakladıkları
yere gelmişler. Ayeti kerimede belirtildiği gibi, tam kırk yıl
çölde aynı yerlerde dolaştılar. Her sabah yola çıktılar,
“artık geç vakit oldu, burada konaklayalım, yarım sabah kalkar
tekrar devam ederiz” diyerek konakladıkları yerin daha öncelerden
konaklamış oldukları yerlerden biri olduğunu, her sabah uyandıklarında
anlıyorlardı. Şayet Allah’ın ve Peygamber’in sözlerini
dinleselerdi, kırk yıl süren bu rezaleti görmeyeceklerdi.
Allah’a ve Peygamber’ine itaat etmeyenlerin halleri de tıpkı
İsrailoğulları’nın durumu gibidir. Kırk yıl aynı hayallerle
ve aynı monotonlukta ömürlerini harcarlar, ömürlerinin biteceğine
yakın, bakarlar ki ta kırk yıl önce düşünce noktasındadırlar.
Kendi kendilerine zarar veririler. Allah’ın ayetlerini hafife
alarak, yalanlamaya yeltenen toplumların durumu da perişandır:
”Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin
durumu ne kötüdür!” (Araf-177)
Bugünün insanlarının zannettiği gibi; hayat sadece dünya hayatından
ibaret değildir. Esas hayat ahirettedir. Ahiret perişanlığı, dünyadaki
perişanlıklardan, kıyaslanamayacak kadar daha fazladır. Rabbimiz
hepimizi kendisine ve Peygamber’ine itaat edenlerden eyleye.
İsrailoğulları, öldürülen bir kimsenin katilinin bulunması için
Hz.Musa(as) a geldiler. Musa as da “Allah, katili bulabilmeniz için
size bir sığır kesmenizi emretti” dedi. Daha önce anlatılan
Bakara:52 ve 53.ayetlerde bahsedildiğine göre; İsrailoğulları
buzağıya tapıyorlardı. Bundan dolayı İsriloğulları ineği
kutsal bir hayvan olarak kabul ediyorlardı. Zaten tarihi kaynaklar
da bu bilgiyi doğrulamaktadır. Dolayısıyla inek kesme emrinin
gerekçesi; açıkça, bu batıl itikadı ortadan kaldırmaktır. İneğe
saygı gösteren bir topluluğa “inek kesin!” demek, putlara
tapan bir topluluğa “putlarınızı kırın!” demek gibidir. İsrailoğullarının
bu emir karşısında “sen bizimle alaymı ediyorsun?” şeklinde
tepki göstermeleri ve bu emri yerine getirinceye kadar kırk
dereden su getirmelerinin nedeni de, onlar için bu işin zorluğudur.
Allah bu emri, yahudilerde görülen
ineğe tapma inancını kırmak için vermiştir. “Az kalsın
yapmayacaklardı” ifadesi, bu işi yaparken inançlarından dolayı
zorlandıklarını göstermektedir. Şimdi olayı Kur’an
ayetlerinden okuyalım.
"Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti
de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden
olmaktan Allah'a sığınırım, demişti." (Bakara-67)
"Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın"
dediler. Musa: Allah diyor ki: "O, ne yaşlı ne de körpe;
ikisi arasında bir inek." Size emredileni hemen yapın, dedi.
(Bakara-68)
Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın,
dediler. "O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların
içini açan bir inektir" dedi. (Bakara-69)
"(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine
dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl
bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşaallah emredileni
yapma yolunu buluruz" dediler. (Bakara-70)
(Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına
alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma),
renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi
gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine (onu bulup)
kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi. (Bakara-71)
Hani siz bir adam öldürmüştünüz
de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah
gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. (Bakara-72)
"Haydi, şimdi (öldürülen)
adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece
Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini
(Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir. (Bakara-73)
Kesilen ineğin etinden bir parçayı, ortada yatan cesede vurunca,
Allah’ın izni ile ölü dirildi ve kendi öz kardeşinin çocuklarını
işaret ederek “beni, mirasımı alabilmek için, bunlar öldürdüler”
dedi. Tekrar öldü. Halbuki, katiller amcalarının intikamını
almak için, amcalarını öldürmekle suçladıkları kişiyi öldürmekle
tehdit ediyorlardı. İsrailoğulları, bu ve benzeri pek çok
mucizeleri görüp yaşamalarına rağmen, içlerinden pek azının
haricindeki büyük ekseriyet inkar ediyordu.
Rabbimiz hepimizi inkara düşmekten korusun.
'Bir zamanlar dağı İsrailoğullarının üzerine gölge
gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. "Size
verdiğimi (Kitab'ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın
ki korunasınız" dedik.' (Araf-171)
'Hani sizden Tevrat’la amel edeceğinize dair sağlam sözünüzü
almış ve üzerinize Tur dağını kaldırmış (ve demiştik
ki) size verdiğimiz (kitabın hükümleri) i kuvvetle tutun
ve onda bulunan şeyleri hatırlayın (devamlı yerine
getirin) umulur ki böylece kurtulmuş olursunuz."
(Bakara-63)
Musa (as) Tur’dan döndükten sonra, onlara Tevrat levhalarını
getirince, ondaki zor emirleri gördüler ve bu onlara çok ağır
geldi, çünkü Tevrat Kur’an gibi 22 yılda değil, bir
kere de inmişti. kabul etmekten çekindiler. Bunun üzerine
Allah cc Cebrail (as) a emir verdi, o da Tur dağını kökünden
koparıp onların üzerlerine kaldırdı. Tur dağı israiloğulları’ının
yayılmış olduğu bütün alan üzerine yayıldı ve üzerlerine
bir adam boyu yaklaştı. Bu esnada Musa(as) kendilerine :
“Allah’ın bu emirlerini kabul ettiğiniz taktirde
kurtulursunuz, aksi taktirde Tur dağı üzerinize atılacaktır”
buyurdu. İsrailoğulları dağdan kurtuluş olmadığını
anlayınca kabul edip, secdeye kapandılar. Secdede iken, dağ
başlarına inmesin diye, bir taraftan da dağı gözetiyorlardı.
Bu sebepten dolayı yüzlerinin yarısının üzerine secde
etmek Yahudiler de adet haline geldi. Çünkü onlar: “Bu
secde sebebiyle bizden azap kaldırıldı” dediler.
"Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz
almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri
anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler.
İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu.
De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler
emrediyor!" (Bakara-93)
Daha önce, tehlikeyi gördüklerinde
kabul etmiş oldukları ve hiç aksatmadan yerine
getireceklerine dair kesin söz verdikleri emirleri, bir müddet
sonra reddettiler. “...Onlar: İşittik ve isyan ettik,
dediler....” dediler.
Müslümanlara ise Kur’an
emirleri indiğinde “......biz işittik ve itaat ettik...”dediler.(Bakara-285)
Allah’ın emirlerini işitip itaat etmek müslümanlığın
şanındandır. İşitip itiraz ve isyan etmek ise İsrailoğullarının
mirasındandır.
Hz.Peygamber (sav)
:”Sizlerden önce kendilerine kitap verilmiş olanlara,
sizler öyle uyacaksınız onları öyle taklit edeceksiniz
ki, onlar yılanın inine girseler, sizler de onların peşinden
gireceksiniz” buyurmakla, bugünün müslümanının
“hristiyan ve yahudi gelenekleri”ne sıkı sıkıya
uyacaklarını –bir mucize olarak- 14 asır öncesinden
belirtmiştir.
Rabbimiz hepimizi kendi
emirlerine uyan kullarından eylesin.
|
Haftanın mübarek günü
olarak Tevrat’da Cumartesi, İncil’de Pazar, Kur’an’da
ise Cuma günü bildirilmiştir. Şu anda yine Yahudiler’in
ibadet günü Cumartesi, Hıristiyanların Pazar, Müslümanların
ise Cuma günüdür.
“Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının
durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip
haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün,
balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi,
cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece
biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan
ediyorduk”.(Araf-163)
İmtihan şu şekilde olmuştu; Sahil şehirlerinde yaşayan
halk geçimini balık avlamak ile temin ediyordu. Cumartesi
ibadet günü olduğu için balık avlamak yasaktı. Haftanın
diğer günleri ise serbest idi. Balık tutmanın serbest olduğu
günlerde denizde bir tane olsun balık görülmezken; yasak
olan Cumartesi günü her taraf balık olur, denizin üstünü
sanki balıklar kaplardı ve balıklardan deniz suyu görünmeyecek
kadar çok balık gelirdi. Şehir halkından bazıları
denizin kenarına havuzlar kazdılar. Cumartesi günü
denizden havuzlara su ile beraber balıkları akıtıyorlar,
diğer günlerde de denize geriye kaçamayan balıkları avlıyorlardı.
İçlerinden bir kısmı onları, “siz Allah’a karşı
hile yapıyorsunuz” diye ikaz ediyordu. Onlar ise “biz balıkları
Cumartesi günü avlamıyoruz, Cumartesi günleri sadece
denizden havuza aktarıyoruz” diye isyana devam ediyorlardı.
Diğer bir gurup ise, ikaz edenlere “niçin boş yere
bunlara nasihat ediyorsunuz?” diye sitem ediyordu; “İçlerinden
bir topluluk: ‘Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir
şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt
veriyorsunuz?’ dedi. (Öğüt verenler) dediler ki:
Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle
(öğüt veriyoruz).” (Araf-164)
İsyan edenler söz
dinlemeyince, avlanma yasağına riayet eden mü’minler
“sizlerle beraber aynı şehirde yaşayamayız” diye şehrin
bir tarafına çekildiler ve ortaya duvar çekmek suretiyle,
onlarla bağlarını kestiler. Allah cc buyuruyor; ”Onlar
kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten
men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden
ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.”(Araf-165). Birgün,
duvarın diğer tarafından hiç ses ve işaret gelmediğini gören
mü’minler duvarın üzerine çıkıp baktıklarında; hiç
insan göremediler. Sokaklarda domuzlar ve maymunlar dolaşıyordu.
Allah cc onların ihtiyarlarını domuz, gençlerini de maymun
şekline sokmuştu. Kırk gün kadar hayvan kılığında yaşadıktan
sonra, helak oldular.
AŞAĞIDAKİ AYETLERE DİKKAT, HİTAP GÜNÜNÜN İNSANINA:
“Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere
ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de
bir öğüt vesilesi kıldık.” (Bakara-66)
“De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size
haber vereyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği,
aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı
kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru
yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (Maide-60)
Ayetlerde geçen sonradan gelenlerle ilgili olarak, kendi ümmetinin
de aynı ceza ile cezalandırılacağını anlayan
Efendimiz(sav) “YA RAB, BENİM ÜMMETİMİN ŞEKLİNİ DEĞİŞTİRME!”
diye çok dua etti. Allah cc de O’nun duasını “senin ümmetinin
de KALPLERİNİ DEĞİŞTİRECEĞİM” diye kabul etti. İşte
ayetler:
“Yine O'na iman etmedikleri
ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters
çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde
bırakırız.” (Enam-110) Müfessirlerin tamamı, ayette geçen
“gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz” bölümünü
:”onların kalplerini ve gözlerini maymun ve domuzların
kalpleri ve gözleri gibi yaparız da, maymunların ve
domuzların sahip oldukları özelliklere sahip olurlar”
diye açıklamışlardır. Yani dış görünüşleri ile
insan olmalarına rağmen; kalpleri hayvan kalbidir, gördükleri
her şeyi de hayvan gözüyle görürüler, demektir.
Gerçekten de dış görünüşleri ile insan görünüp de,
kalpleri maymunların ve domuz kalpleri ile değiştirilmiş
olanların hareketleri dışa yansırken, kendilerindeki
“evrim” anlaşılıyor. Bazen şöyle düşünüyorum
”kalpleri değiştirilmiş olanların bedenlerini de aynı
değişiklik içerisinde görme imkanımız olsaydı, acaba
sokakların manzarası nasıl olurdu?” Lüks içinde yaşayan
maymunlar, dolaşan domuzlarla her taraf dolar mıydı, acaba?
Büyükler diyorlar ki, Kalbin çevrilmesinin işareti üçtür:
1-Allah’a
kulluk etmekten (ibadetlerden) hiç zevk almamak,
2-Allah’a
isyandan (günah işlemekten) zevk almak,
3-Başkalarının
ölümünden hiç ibret almamak.
HERKES KENDİNİ KONTROL ETMELİDİR.
Rabbimiz, hepimizi kalben ve
kalıben insan olanlardan eyleye.
|
Hz.Musa(as)’ın ölümünden sonra, sırasıyla Hz.Yuşa (Mezarı
Beykoz’da Yuşa Tepesindedir), Hz.Kâlib(as), Hz.Hezkıyıl(as),
Hz.İlyas(as), Hz.Elyesea(as) İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildi.
Hz.Elyesa’dan sonra İsrailoğullarına uzun bir zaman peygamber gönderilmedi.
Bu esnada HAKİMLER( başkanlar) devri başladı. Bu hakimlerden bazıları
Hz.Musa’nın getirdiği dine sadık kalarak, Allah’a itaat
ettiler; bazıları da taşkınlık gösterip hakk yoldan ayrıldılar.
Onlar hakk yoldan ayrılınca Allah da başlarına belalar verdi, düşmanlarına
mağlup oldular Kitapta İsrailoğulları’na: “Andolsun, yeryüzünde
iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve kibirlendikçe
kibirleneceksiniz” diye bildirmiştik. Birincisinin vakti geldiğinde,
pek güçlü olan kullarımızı üzerinize saldık ve yurtlarınız
arasında dolaştılar. Bu yerine gelecek bir vaad idi. (İsra:5-6)
Allah’ın belirttiği zaman geldi
ve İsrailoğulları tamamen yoldan çıktılar. Allah’ın
emirlerini küçük gördüler, kendileri kibirlendiler de
kibirlendiler. Kendilerini ikaz etmek isteyen, Hz.Musa’nın
getirmiş olduğu Tevrat’a göre tekrar amel etmelerini tavsiye
eden Hz.Şa’ya Peygamberi de öldürdüler. Allah cc de onların
üzerlerine Amalika kavmini gönderdi. Amalika hükümdarı Calut (Golyat),
ayette belirtildiği gibi, ordusuyla Kudüs’e girdi ve İsrailoğullarını
öldürmek için sokak-sokak, ev-ev şehri taradı. Şehri yakıp yıktı.
Mabedlerini yıktı ve her tarafı harabeye çevirdi. Erkekleri öldürdü
ve kadınlarını da esir aldı. İsrailoğullarından onbinlerce kişi
Filistin’i terkederek, başka şehirlere kaçtılar ve canlarını
kurtardılar.
Dikkat edilmesi gereken nokta: İsrailoğulları Allah’a iman etmiş
bir millet oldukları halde, kâfir olan Amalika kavmi vasıtası
ile Allah onları cezalandırıyor. Bu Allah’ın kuralıdır: Müslümanlar
Allah’a itaat ettikleri müddetce, Allah kendilerine şeref ve üstünlük
verir; Allah’a isyan ettikleri taktirde kafir kullarını üzerlerine
gönderir ve rezil eder.
Şart ve ceza (sebep-sonuç.):
Allah’ın azabını celbeden şartlar
oluştuğunda, bunun karşılığı olan azap vaki olur. Bu Allah’ın
bir kuralıdır (Sünnetullah). İsrailoğulları Allah’a itaat
ettikleri müddetce O’nun nimetlerine nail oldular. Ama isyan
edince de Allah’ın azabı onları yakaladı.
İsrailoğullarının anlayamadığı nokta; Allah’ın kendilerine
nimet vererek başkalarına karşı kendilerini üstün kılması İTAATLERİ
sebebi ile idi. Onlar ise bu üstünlüğü ırklarından dolayı
Allah’ın kendilerine verdiğin zannettiler ve aldandılar. İsyan
etmeye başladıkları an da, bunun sonucu olarak azabı hakk
ettiler Allah da verdi, hem de kafir kulları eliyle.
Allah’ın bu kuralı sadece İsrailoğulları
için değil, onların gittiği yoldan giden her millet için geçerlidir.
İbni Abbas(ra)’nın rivayet ettiği
Hadisi Şerifde Efendimiz (sav) buyuruyor : “Şüphesiz sizler
evvelkilerin adetlerine karış karış, arşın arşın uyacaksınız.
Hatta onlardan birisi yılanın deliğine girse, siz de
gireceksiniz. Onlardan birisi yolda kadını ile münasebette
bulunsa, siz de aynısını yapacaksınız.” (Ramuz el ehadis de
4295 no.lu hadis)
Sevgili kardeşlerimden önemle
ricam: Bugünün müslümanları olan bizlerin; İsrailoğullarının
adetlerine uyma konusunda, hadisi şerifte belirtilen mucizenin
hangi noktasında bulunduğumuza lütfen bir göz atmanızdır. .
Calut’un(Golyat) Kudüs’ü ve Filistin’in diğer şehirlerini
yakıp yıkmasının ardından uzun yıllar geçmişti. Geçen bu sıkıntılı
ve zor esaret zaman içerisinde ve bütün zorluklara rağmen, İsrailoğulları
maddi açıdan kendilerini toparlayıp güçlendikleri gibi; manevi
açıdan da düşünme fırsatı bulmuşlardı. Bu arada Allah cc
kendilerine İşmoil(as)’ı peygamber göndermişti.
Peygamberlerine dediler ki: “Artık biz kendimizi toparladık. Başımıza
bir komutan tayin et de, onun komutasında savaşalım. Esir edilmiş
olan kadınlarımızı kurtaralım. Düşmanlarımızdan intikamımızı
alalım.”
’Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin
mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: "Bize bir hükümdar
gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım" demişlerdi.
(Peygamberleri): "Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?"
dedi. (Onlar): "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan
uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?"
dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç,
geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.’ (Bakara-246)
Bütün zamanlarda bazı tiplerin
yaptığı gibi; iş kesinleşmeden önce palavra atıp mangalda kül
bırakmayanlar, daha önce aradıkları “savaşma” fırsatı
kendilerine verilince, yan çizdiler ve pek çoğu savaşmaktan
vazgeçtiler. Bu vazgeçme hemen birden olmadı, munafıkların
cesaret ve anlayış derecelerine göre, aşama aşama oldu. Bazıları,
daha kendi taleplerine Peygamberleri ‘evet’ deyince, hemen vazgeçmişlerdi.
Bazıları ise; “Bize hükümdar tayin et” diye talepte
bulundukları peygamberlerinin tayin ettiği hükümdarı beğenmedikleri
için vazgeçiyorlardı:
‘Peygamberleri onlara: “Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar
olarak gönderdi dedi.” Bunun üzerine: “Biz, hükümdarlığa
daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden
geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?”
dediler. (Peygamberleri): "Allah sizin üzerinize onu seçti,
ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine
verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir" dedi.
(Bakara-247)
Talut’un hükümdarlığını kabul
etmek için, peygamberlerinden mucize istediler. Peygamberleri de
mucize olarak, içinde Tevrat levhalarının bulunduğu sandığın
(tabut) hükümdar olan Talut ile beraber olacağını bildirdi ve
ikna etti:
‘Peygamberleri onlara: “Onun hükümdarlığının
alâmeti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o
Tabut'un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa
ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır.
Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet
vardır” dedi. (Bakara-248)
Nihayet ordu toplandı. Ekseri müfessirlere
göre bu ordunun sayısı 80 000 civarında idi. Ama Calut’un (Golyat)
ordusunun sayısı ise 350 000 civarında idi. Talut’un seksen bin
kişilik ordusu çölde bir hafta yürümüştü. Susuzluktan
dudakları çatlamış ve iştahlarını ilerideki nehire saklıyorlardı.
Nehire yaklaştıkları zamanda:
‘Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: “Biliniz
ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden
değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse
bendendir” dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler.
Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: “Bugün
bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz
yoktur” dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar:
“Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği
yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir” dediler. (Bakara-249)
Günlerdir susuz kalan asker imtihan
oluyordu. Nehirden sadece avuç ile ve bir avuç su içilmesine izin
verilmişti. Ama ayette belirtildiği gibi, pek çoğu emri
dinlemedi, serinlemek için kendisini ırmağın içine attı. Bir
avuç içenler kandılar, ama emri dinlemeyenler bir türlü suya
kanamıyorlar ve içtikçe içiyorlardı.
İbni Cerir’in Katade (ra) dan
rivayet ettiği hadisi şerifte Efendimiz(sav), Bedir Savaşında
Ashabına şöyle buyurdu: “Siz, Talut’un (Calut ile) karşılaştığı
gündeki adamları(nın sayısı) kadarsınız”(Kaynak:Taberi-Camiulbeyan-2/395).
Seksen bin kişilik ordudan, sadece
313 kişi emri dinlemiş ve ırmak ile yapılan imtihanı kazanarak
ırmağın karşısına geçebilmişti. Geriye kalan büyük
ekseriyet imtihanı kaybetmişti. İsrailoğulları öyle imtihan
olmuştu. Onların olaylarını anlatan ayetler ile Rabbimiz bizi
nasıl imtihan ediyor, bir bakın:
İMTİHAN:
Yukarıda görüldüğü gibi;
imtihanlar aşama aşama oluyor. 1.aşamada kazananların, bundan
sonraki aşamaları kaybetmeyeceklerine dair hiçbir garantileri
yok. Gelelim bu ayetlerle bugünün Müslümanının imtihanına:
Bu ayeti dinleyen, abdestli-namazlı ekseri Müslümanlar olayı
kavrayamıyorlar. Mantık yürüterek kavramaya çalıştıkları
ayeti inkar etmek için şöyle fikir üretiyorlar:
- “Nehir Allah’ın değil mi? “
Cevap: “evet”
- “Ordu da Allah için cihada gitmiyor mu?”
Cevap: “evet.”
- “öyle ise; Allah, kendi yolunda cihada giden ordudan, boşu boşuna
akan kendi nehrini niçin esirgesin? Böyle bir tutarsızlık
olamaz” diyorlar ve böylece onlar da 21.yy daki imtihanı
kaybediyorlar. Çünkü hiç farkına varmadan ayeti inkar
ediyorlar. Rabbimiz bizleri imtihanı kazananlardan eylesin!
Seksen bin kişilik ordudan elene elene, en sonunda Bedir Ashabı
kadar, yani 313 kişi kalmıştı. Talut’un ordusu ile beraber
kendisi ile savaşmak için hareket ettiğini haber alan Calut(Golyat),
350 000 kişilik ordusu ile savaşa hazır durumda beklemeye başladı.
Calut’un kalabalık ordusunu ilk gördüklerinde, “Bugün bizim
Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur”
dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: “Nice az sayıda
bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir.
Allah sabredenlerle beraberdir” dediler Câlût ve askerleriyle
savaşa tutuştuklarında: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır.
Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım
et” dediler. (Bakara:249-250)
Calut’un gözcüleri ise 313 kişiden
ibaret kalan Müslüman Ordusunu görünce “öncü kuvvet”
sanarak, “öncü kuvvetleri göründü!” diye haber verdiler.
Halbuki Talut’un ordusunun tamamı 313 kişi kalmıştı. İki
ordu karşı karşıya gelince, Calut meydan okuyarak: “İçinizde
benim karşıma çıkmak isteyen bir yiğit var mıdır?” dedi.
Karşısına kimse çıkmadı. O esnada, 313 kişilik ordunun içerisinde
henüz 14 yaşında olan Hz.Davud (as) da bulunuyordu. Davud (as)
henüz peygamber değildi. Çobanlık yapıyordu ve çokta isabetli
sapan atardı. Calut’un meydan okumasına daha fazla tahammül
edemeyen Davud (as), sapanı ile bir taş fırlattı ve Calut’un
şakağına isabet eden taş, onun atından düşerek ölmesine
sebep oldu. Calut ölünce, ordusu paniğe kapıldı. Komutanlarının
öldüğünü öğrenen askerin bir kısmı kaçmak istiyor, “kaçanları
öldürün!” komutu ile de diğer kısmı, kaçanlara saldırıyordu.
Böylece ikiye bölünmüş olan Calut’un ordusu kendi kendini yok
etmişti. 313 kişiden hiç birisinin burnu bile kanamadan savaş
kazanılmıştı:
“Sonunda Allah'ın izniyle onları
yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık
ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın
insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması
olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün
insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.” (Bakara-251)
Düşmanlarını yenen Allah cc dir.
Yeter ki mü’min kullarında düşmanlarının karşısına çıkabilecek
cesaret olsun ve düşmanlarının sayısından ve silah üstünlüğünden
korkmasınlar. Çünkü : “Nice az sayıda bir birlik Allah'ın
izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle
beraberdir”
Bunun hikmeti kısa bir müddet önce Afganistan’da görüldü,
bir avuç mücahid Allah’ın izni ile kızılorduyu darmadağın
etti. Bosna Hersek’de görüldü. Bir avuç müslüman dünyaya
meydan okuyunca, Allah cc onlara Avrupa’nın göbeğinde bir İslam
Devleti verdi. Şu anda Çeçenistan’da da örneği görülmektedir.
En son örnek ise: beş bin yıl
kadar önce bu ayetlerin yaşanmış olduğu, bugünkü
Filistin’de cereyan ediyor. Tıpkı ayetlerde izah edildiği gibi;
güçlü ordulara karşı 14 yaşındaki Davud (as)’ın sapan taşı
ile savaştığı gibi. Yalnız bu sefer roller farklı; o zaman
sapan kullanan İsrailoğulları idi, şimdi ise müslüman
Filistinliler. O zaman İsrailoğulları hakk dinleri için savaşıyorlardı;
bugün ise Filistinli Müslümanlar İsrailoğullarına karşı. O
zamanın mazlum İsrailoğulları, zalim Calut’a karşı savaşıyorlardı.
Bugün ise zalim İsrailoğulları, mazlum Filistinli Müslümanlara
karşı. Evet, tarih tekerrür ediyor, tıpkı şairin dediği gibi:
Adam tarihten ibret alırmış, ne masal şey;
Beşbin yıllık kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih tekerrürden ibarettir” diyorlar,
İbret alınsaydı hiç tekerrür mü ederdi?
“Kendilerine Kitap verdiklerimiz (Yahudi ve Hristiyan alimleri), o
(Hz.Muhammed sav)’nu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar,
böyleyken içlerinden bir kısmı bildikleri halde gerçeği
gizlerler.”
(Bakara-146)
Allah cc, Hz.Muhammed (sav)’in sıfatlarını
Tevrat’da ve İncil’de öyle açık açık anlatmıştı ki; bu
kitapları okuyan Yahudi Alimleri O’nu hemen tanırlardı. Kendi
öz evlâtlarını görünce, o gördüklerinin kendi öz evlatları
olduğundan nasıl emin oluyorlarsa, Hz.Muhammed (sav)’i gördüklerinde
de, O’nun Tevrat’da anlatılan ahir zaman Peygamberi olduğundan
hiç şüpheye düşmeden emin olurlardı.
‘İnananlarla karşılaştıkları zaman “inandık” derler,
birbirleri ile yalnız kaldıklarında ise; “Rabbinizin katında
size karşı delil getirsinler diye mi Allah’ın size bildirdiğini
onlara anlatıyorsunuz.’ (Bakara-76)
Mü’minlerle karşılaştıkları zaman da: “Tamam, Hz.Muhammed(sav)’in
hâl ve hareketleri, Tevrat kitabında anlatılan sıfatlara tıpatıp
uyuyor. O, Tevrat’da anlatılan ahir zaman peygamberidir. O’nun
son peygamber olduğuna biz yahudiler de inanıyoruz” diye,
Efendimiz (sav)’in Peygamberliğini tasdik ederlerdi.
Ama kendi aralarında baş başa kaldıkları zaman da,
birbirlerine: “Allah’ın Tevrat’da, yalnız yahudilere
bildirmiş olduğu gerçekleri, Muhammed(sav) tarftarlarına neden
ifşa ediyorsunuz? Muhammed(sav)’in Tevrat’da anlatılan
peygamber olduğunu müslümanlara söylemekle, kendi kendinize
tuzak kuruyorsunuz. Onlar, kısa zaman sonra, sizin kendi
ellerinizle verdiğiniz delilleri sizin aleyhinize kullanırlar”
derlerdi. Hâlbuki Allah’a hiçbir şey gizli kalmazdı ve O,
onların yaptıklarının tamamını bilyordu:
“Bunlar, gizlediklerini ve açığa
vurduklarını Allah’ın bildiğini bilmiyorlarmı?” (Bakara-77)
Daha sonraları Tevrat okurken, Hz.Muhammed(sav)’in anlatıldığı
ayetler geldiğinde, ellerini kapatarak o ayetleri görmezden
gelirlerdi. Bir müddet sonra da elleri ile üstünü kapatarak
okumadıkları ayetleri sildiler ve başka şeyler yazdılar. İçlerinden
müslüman olmuş Abdullah İbni Selâm gibi büyük Tevrat
alimleri, kendilerine: “Hz.Muhammed (sav)’in yazılı olduğu
yerleri değiştirmişsiniz, o sayfalara başka şeyler yazmışsınız”
dediler. Onlar ise: “Hayır, Allah’ın bize gönderdiği
Tevrat’da öyle bir şey yoktu” dediler.
‘Elleriyle Kitab’ı yazıp, sonra
onu az bir bedel karşılığında satmak için: “Bu Allah katındandır”
diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdıkalrından dolayı onlara yazıklar
olsun.’ (Bakara-79)
Yahudiler Tevrat’ı işte böyle değiştirmişlerdi. Önce,
dilleriyle “biz de inandık” dediler. Sonra o ayetleri görmezden
geldiler. Daha sonra o ayetlerin yerlerine, kendi kafalarından başka
şeyler yazdılar. En sonunda da, kendi elleriyle yazdıklarının
‘Allah’ın emri’ olduğuna, kendileri de inandılar.
Kur’an’ı hiç kimse değiştiremeyecek, çünkü O’nu Allah
koruyor? Ama Müslümanların Kur’an anlayışını, Peygamber
anlayışını, din anlayışını nasıl değiştiriyorlar? Bu
konuyu düşünmemiz gerek.
Ebu Ümame (ra)’dan rivayetle Efendimiz(sav): “İslam’ın
temel hükümleri birer birer bozulacak. Birisi bozulduğunda halk
ötekine hücum edecek. İlk önce Ahkâmı (Haram-Helal Hükümleri)
bozacaklar, en sonra da namazı bozacaklar” buyuruyor.(Ramûz el
Ehadis-4294 no.lu hadisi şerif). Neresindeyiz?
Rabbimiz hepimize, kendi seveceği ve
kabul edeceği şekilde iman ve amel nasip eylesin.
|