NUH (AS) VE ÜMMETİ

      Allah, bütün insanların yaratılışlarındaki amaca ulaşmalarını ve sonsuz saadete ermelerini istiyor, bunun için ilk şartın da ‘İMAN” olduğunu bildiriyor. Bu dünya hayatı; iman edenlerin inandıklarını ispat etme yeri olduğu gibi, inanmayanların da hür iradeleriyle inkarlarını kendi aleyhlerine itiraf etme yeridir. Herkes kendi hayatının hesabını verecektir.
      İman sadece dil ile söyleniveren bir sözden ibaret değildir, aynı zamanda kalp ile de tastik mecburiyeti vardır. Dünya imtihanının hedefi ise; dil ile söylenenlerin doğruluğunu ortaya çıkarmaktır. Yani kalbin tasdik ettiğini eylem olarak dışa yansıtmaktır. Allah buyuruyor:

     
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (Ankebut-2)
      
Allah insanın neyi yapmayı düşündüğünü, daha düşünce safhasında bilir, ama düşüncelerini mutlaka eyleme taşımasını sağlar; çünkü O kullarını düşüncelerinden değil, eylemlerinden hesaba çeker.
     
“Allah iman edenlerin kalplerindeki imanı (samimiyeti) de munafıkların nifakını da elbette ortaya çıkarır.” (Ankebut-11)
     
Ayetin tefsirinde, imtihanın kavranabilmesi için saf altının elde ediliş işlemi örnek olarak verilmiştir. Şöyle ki, bir kilo ham altın alınır ve ergime noktasına kadar ısıtılınca eriyen altın bir tarafa, posa diğer tarafa ayrılır. İçindeki yabancı maddelerden arındırılmış olan bu altına “SAF ALTIN” denir. Allah da saf iman ister. Çünkü şüphenin karışmış olduğu iman, tıpkı içinde posa bulunan altın gibidir. Altının posadan arındırılması için onu eritmek ve ateşe koymak gerekli olduğu gibi; imanın da şüpheden arındırılması için onu sıkıntılarla ve belalarla pişirmek gerekiyor. Allah cc bu imtihanın sıkıntılarla olacağını bildiriyor: ”Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır”.bakara-214 . Bunu Efendimiz (sav):”Sizin biriniz altınını ateşe atıp denediği gibi, Allah da çok iyi bildiği halde, sizleri imtihan eder. Bu imtihan neticesi insanlardan kimi saf altın gibi çıkar. İşte bu Allah’ın günahlardan kurtardığı kişidir. Kimisi tam halis çıkmaz bu(zora düştüğünde), bazı şüphelere kapılan kişidir. Kimi siyah altın (altının posası) işte bu imtihanın kaybeden kişidir.( Ebu Ümame ra. dan-Ruhul Furkan 2/518)
      Efendimiz (sav) belâların dereceleri konusunda ise şu izahı yapıyor :”Kişinin dinindeki samimiyeti (dinine bağlılığı) başına dini yüzünden gelen bela ve sıkıntılara sabretmesine göredir. Dinleri yüzünden en büyük belalar Peygamberlere gelir, ondan sonra Veliler, ondan sonra da imanlarının derecelerine göre.” Yani İnsanların başına gelen belaların şiddeti, onların imanlarının saflığı ile doğru orantılıdır. Büyük belâlar, ancak imanları çok sağlam olanların başına gelir.
Meşhur sözdür : Rüzgar küçük ateşleri söndürür, büyük ateşleri yangın haline getirip büyütür. Belâlar da tıpkı bu rüzgâr gibidir zayıf imanları yok eder, kuvvetli olanları ise artırır.
İbni Abbas (ra) dan rivayet edilen bir hadisi şerif de Efendimiz (sav): “Dünya hayatı zevkü safa içerisinde geçmiş olan birisi kıyamet gününde getirilir, cehenneme bir kere sokulup çıkarıldıktan sonra simsiyah olmuş o kişiye şöyle sorulur : ‘Sen daha önce hiç zevkü safa sürdün mü?’ o kişi şöyle cevap verir : ‘Hayır, vallahi doğduğum günden beri şu azaptan başka bir şey görmedim.’ Sonra, dünya hayatı sıkıntılarla geçmiş olan birisi perişan bir vaziyette getirilir ve cennete bir kere sokulup çıkarıldıktan sonra kendisine sorulur:’Sen daha önce hiç sıkıntı çektin mi?’ Ayın ondördü gibi parlayan o kişi şöyle cevap veriri: ‘Hayır, vallahi doğduğum günden beri içinde bulunduğum şu nimetlerden başka hiçbir şey görmedim!’ “


     
Dünya hayatında sürülen safalar da, çekilen sıkıntılar da geçicidir. Dünyada geçirdiği ömrünün hesabını verip de imtihanı kazanabilenler, sonsuz saadete ulaşabileceklerdir. Allah cc kullarını imtihan ediyor. Bu imtihan çağlar boyunca devam edegelmektedir. Günümüzdeki imtihanı iyi kavrayabilmek için geçmiştekilerin tecrübelerinden istifade etmemiz gerekli. Çünkü herkes imtihanda. Çünkü son nefesi vermeden, yaratılış gayesini idrak eden herkesin kazanma imkanı var... Çünkü herkes kendi hesabını verecek.
     
“O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler.
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”( Zilzal :6-8)


İDRÂK’in yüceliğine eremiyorsan,
İNKÂR’ın basitliğinden sıyrılmaya çalış!!!

      Çağlar boyu imtihan-2
     
NUH TUFANI:
     
“Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.” (Ankebut-14)
Arap yarımadasının en güzel yerlerinde refah içinde, Allah’a kulluk vazifelerini yapıyorlar ve huzurlu bir hayat sürüyorlardı. Zamanla kendilerini aydınlatan, Allah yoluna davet eden alimleri Ved, Suva, Yeğus, Yeük ve Nasr öldüler. Kendilerini hidayete davet eden alimlerinin ölümlerine o kadar çok üzüldüler ki, günlerce yas tuttular. Onların bu hassasiyetlerini gören şeytan hemen vesvesesini verdi:”madem bu alimlerinizi bu kadar çok seviyorsunuz, onların birer heykellerini yaparsınız hem onları hatırlamış olursunuz, hem de onların öğütlerini unutmamış olursunuz.” Şeytanın vesvesesi hedefini buldu. Gayet masum niyetlerle alimlerinin heykellerini diktiler. Birkaç nesil sonra gelenler o heykellere saygı gösterip tapınmaya başladılar ve böylece yeryüzünde ilk puta tapma olayı başlamış oldu. Başlangıçta, sırf Allah rızası için sevdikleri alimlerini yine Allah rızası için hatırlamak ve yadetmek niyetiyle yapmış oldukları heykelleri, bir müddet sonra Allah’a ortak koşmaya başladılar. Kendi elleriyle yaptıklarına tapmakta o kadar ileri gittiler ki, bunun için Allah’ın peygamberine karşı birbirleriyle şöyle kenetleniyorlardı:“Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!” (Nuh -23) Artık istedikleri hükümleri bu heykellerin sahiplerine atfederek, kendilerince buna meşruiyet ve resmiyet kazandırıyorlardı. İnsanlar yeryüzünde kendilerini yaratan, nimetler veren Allah’a şükretmeyi bırakmışlar, O’ na ortaklar koşmuşlar, yeryüzünde fesat çıkarmışlardı. İşte tam bu sırada Allah cc onları uyarması için, en büyük dört peygamberinden bir olan NUH (as) ‘ı gönderdi. Allah’ın peygamberi kendilerine şöyle nasihat ediyordu: “Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim”.(Şuara-107) “Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (Şuara 108) “Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir “(Şuara-109)“ Onun için Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (Şuara-110)
     
Nuh(as) ın davetine bazı fakir ve garipler karşılık vererek Allah yoluna dönmüşlerdi. Ama, her devirde olduğu gibi varlıklı olanlar ve makam sahipleri itiraz ettiler. Kendilerinin iman etme şartını fakirlerin kovulmasına bağladılar, ancak fakirleri yanından uzaklaştırırlarsa o zaman peygamberin yanında yer alabileceklerini söylediler; “Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!” (Şura 111)
     
Allah’ın peygamberi davetine devam ediyordu; hem de hiç durmadan. Onları toplu halde, yalnızken; açık açık veya gizli olarak; davetin bütün metodlarını azimle ve sabırla uyguluyordu. Allah’ın azabından kurtulmalarının tek çaresi olarak, O’na iman etmeleri gerektiğini, her fırsatta kendilerine haykırıyordu. Peygamberin davetine mantıklı bir cevap vermeyince işi sertliğe döktüler;“Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir!” (Hud-32) demek suretiyle, hiçbir zaman inanmayacaklarını ortaya koyuyorlardı. Peygamber ise, ilk nesilden ümidini kesmiş, ikinci nesli yani evlatlarını davet ediyordu. Peygamberin sözlerine verecek cevap bulamadıkça, O na karşı kaba kuvveti arttırıyorlardı.
     
“Dediler ki: Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!“(Şuara-116)
     
Ama peygamber onların eziyet ve işkencelerine hiç aldırmadan, onları başlarına gelecek felaketten ve ebedi ahiret azabından kurtarmaya çalışıyordu. Hem de gece gündüz demeden. Geceleyin bir evin kapısını vuruyor.
     
Ev sahibi : kimsin?
      Peygamber: ben Nuh’um.
      Ev sahibi : Peki ne istiyorsun?
      Peygamber: Hiçbirşey istemiyorum, sadece “LÂ İLÂHE İLLA ALLAH “ DE YETER.
      Ev sahibi : bekle geliyorum; diyerek çıkıyor ve Allah’ın peygamberine vurmaya başlıyordu. O derece dövüyordu ki peygamberi, öldüğünü zannederek bırakıyordu. Bir müddet sonra ayılıp da kendisine gelen peygamber, sürüne sürüne bir diğer evin kapısını çalıyor ama aldığı cevap hep aynı, hep kaba kuvvet....Hz.Muhammed (sav) :”Nuh’u kavmi bayıltıncaya kadar döverdi. Nuh ise ayılınca Rabbisine şöyle dua ederdi ‘Rabbim onları bağışla, hakikatı bilseler böyle davranmazlardı’
Dedeler torunlarını kucaklarına alıp Nuh (as) ı göstererek: “Bak oğlum , şu ihtiyar bunağı görüyormusun? Şayet ben yanında yokken sana birşeyler söyleyip atalarımızın yolundan çevirmeye kalkarsa, taşı kafasına vur, dinleme o sapığr” diye torunlarına vasiyet ediyorlardı. En sonunda Peygamber’e konuşma yasağı koydular.

     
“Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve O nu davetten alıkoydular.” (Kamer-9) “Bunun üzerine, Rabbisine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.” (Kamer-10) “Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.” (Hud-36)
     
Artık 950 yıl süren davet sona ermiş, inkarcıların istedikleri azab beklenmeye başlanmıştı. Allah cc Nuh(as)a gemi yapmasını emretti. Kendisine inanlarla beraber dağın eteklerinde, dünyada ilk kez olmak üzre, gemi inşaatına başladı. Etraftan kalabalıklar halinde gelerek Peygamberin yapmakta olduğu gemiye bakıyorlar ve alay ediyorlardı.
      Soruyorlardı: “Ne yapıyorsun Nuh?”
      Nuh as. : “Suda yüzen ev yapıyorum”
      Ve yine alay ediyorlardı : “Peygamberlikten vazgeçtinde Marangozluğa mı başladın?” diyerek kahkaha atıyorlardı. Allah cc buyuruyor:
“Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.” (Kamer-11) “Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.”(Kamer-12)
      “Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma! diye seslendi.” (Hud-42)
      “Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): "Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hud 43)
artık yeryüzünün tamamı su ile dolmuştu. Kara parçası namına hiçbir şey görünmüyordu. Su ve üzerinde bir tek gemi, işte yeryüzünün manzarası. Tam beş ay yüzdükten sonra gemi nihayet Cudi dağına oturdu.
      950 sene süren davetinde Peygambere inananların sayısı sadece 80 kişi civarında idi. Ve bunların arasında Nuh (as) ın hanımı ile öz oğlu yoktu, inanmamışlardı peygambere.
Karaya inince; “Nuh Rabbine dua edip dedi ki:
‘Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.’ "(Hud-45) “Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.”( Hud-46) sonuç olarak sadece gemiye binenler kurtuldu, Peygamberi dinlemeyipte binmeyenler helak oldu. Helak olanların içerisinde Peygamberin hanımı ve öz oğlu da vardı.
      Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) :”BENİM SÜNNETİM NUH’UN GEMİSİ GİBİDİR. GEMİYE BİNENLER KURTULMUŞ BİNMEYENLER HELAK OLMUŞTUR. BENİM SÜNNETİME SARILANLAR KURTULUR, UZAK KALANLAR İSE HELAK OLUR”

     
Andolsun ki onu(gemiyi) bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? Kamer-15
      Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu? (Kamer-17)

     
NUH AS.IN ÜMMETİNDEN İBRET ALANLARIN SAYILARI 80 CİVARINDA İDİ, GERİYE KALAN YÜZ MİLYONLAR HELAK OLDU. BU HELAK OLAYININ GERÇEK OLUŞUNUN İSPATI İSE İNANANLARI TAŞIYAN GEMİNİN KALINTILARIDIR. BUGÜN SAYILARI ALTI MİLYARI AŞAN DÜNYA İNSANINDAN GERÇEKTEN İNANANLARIN SAYISI NEDİR ACABA?