Görsel Ve Sahne Sanatları Topluluğu
Sanat Yaşama Açılan Bir Penceredir...
Görsel Ve Sahne Sanatları Topluluğu Web Sitesi >> TİRADLAR !
Ana Sayfa
Amaçlarımız
Etkinlikler
Üyelerimiz
Downloadlar
Forum
Ziyaretçi Defteri
Röportaj
Topluluk Hakkında

 

"A.S.Byatt "
*ÇEŞM-İ BÜLBÜLÜN İÇİNDEKİ CİN'den

Kamerrüzzaman'ın öyküsünde beni ilgilendiren şey ise, dedi Orhan,
inatçı prensin kaderini normal insanlarınkine benzetme çabasında cinlerin
oynadıkları roldür. Kamerrüzzaman, Halidan Sultanı Şahriman'ın pek sevgili tek
oğludur. Babasının ilerlemiş yaşında, bakire bir cariyeden doğmuş bir dünya
güzelidir. Ay kadar, ilk baharda açan çiçekler kadar, melekler kadar güzeldir.
Çok sevimlidir ama gözü kendisinden başkasını görmez. Babası, hanedanı
sürdürmek amacıyla evlenmesini istediğinde, nice bilge kişinin kitaplarından,
kadınların riyakarlığı ve kötülükleri hakkında yazılarınlardan örnekler
getirerek isteksizliğini açıklar. "Bir kadını yanıma yaklaştırmaktansa ölmeyi
yeğ tutarım," der prens Kamerrüzzaman. "Beni zorla evlendirmeye kalkarsanız,
inan olsun kendimi öldürürüm," der. Babası bir yıl boyunca konuyu bir daha
açmaz. Bu arada oğlan daha da güzelleşir ve konu ikinci kez açıldığında
anlaşılır ki, geçen zaman içinde daha da çok kitap okumuş, kadınların
ahlaksız, akılsız, iğrenç olduklarına daha da çok inanmış, onlarla herhangi
bir alışverişe girmenin ölümden beter olduğuna kesin karar vermiştir. Aradan
bir yıl daha geçer, vezirine danışan Şah, saray ileri gelenlerinin önünde
oğluna bir kez daha öneride bulunur ve küstah bir yanıt alır. Bunun üzerine,
gene vezirin tavsiyesine uyarak oğlunu eski bir Roma kalesine kapatır, aklı
başına gelinceye dek orada kalacağını söyler.

Meğer o kalenin sarnıcında bir cinniya (dişi cin) yaşarmış, imanlı,
enerjik bir Hazreti Süleyman kuluymuş. Belki bilirsiniz, belki bilmezsiniz,
cinler Allahın yarattığı üç akıllı türden biridirler -ışıktan oluşmuş
melekler, ateşten oluşmuş cinler ve dünyanın toprağından oluşmuş insanlar.
Cinlerin de üç türü vardır -uçan cinler, yürüyen cinler, suya dalan cinler.
Onlar da insanlar gibi, Tanrının kulları ve İblisin kulları olarak ikiye
ayrılırlar. Kur'an sık sık cinleri de, insanları da tövbekar olmaya, Allaha
inanmaya çağırır; ayrıca, insanlarla cinler arasında cinsel ilişkileri ve
evlenmeyi düzenleyen hukuki kurallar vardır. Cinler bu dünyanın
yaratıklarıdır, kimi kez görülür kimi kez görülmezler; genellikle hamamlarda
ve helalarda bulunurlar ve göklerde uçabilirler. Kendilerine özgü karmaşık bir
toplumsal düzenleri ve hiyerarşileri vardır ama bu konuya girmeyeceğim. Burada
söz konusu olan Maymune adlı cinniya uçan cinstenmiş, Kamerrüzzaman'ın
hapsolduğu kalenin yanından uçarken onu pencereden görmüş, uyumakta olan genç
adamın güzelliğine hayran olup içeri girmiş, onu bir süre seyretmiş. Oradan
çıkıp gece içindeki yolculuğunu sürdürürken Daniş adlı sefih ve imansız bir
uçan ifrite rastlamış. Bu ifrit ona, Bedrilbüdür adlı dünya güzeli bir Çin
prensesinden söz etmiş. bu kız da kilit altındaymış çünkü kocaya verildiği
takdirede canına kıyacağını söylüyormuş. "İpeklerin bile temasına dayanamayan
bu vücudum bir erkeğin kaba saba dokunuşlarına nasıl dayanır?" diyormuş. İki
cin, bulundukları yerde daireler çizerek uçarken tartışmaya başlamışlar, insan
denen yaratıkların erkeği mi daha güzeldir, dişisi mi diye. Sonunda cinniya,
gidip prensesi Çin'den getirmesini söylemiş ifrite. Bir saat içinde ifrit
uyuyan prensesi alıp getirmiş. Kamerrüzzaman'ın yanına varmışlar ki ikisini
kıyaslayabilsinler. Dişi cin ile erkek cin, uzun uzadıya, hem de vezinli
kafiyeli tartışmışlar ama hangisinin daha güzel olduğuna karar verememişler.
Derken üçüncü bir varlığa danışmaya karar vermişler, heyula bir yaratık
çağırmışlar. Bu yaratığın altı boynuzu, üç çatallı kuyruğu, kamburu, biri
koskocaman, öteki minicik iki kolu, pençeleri, toynakları, canavar
boyutlarında upuzun erkeklik organı varmış, yatağın çevresinde dönerek dans
etmeye koyulmuş. Demiş ki, bu kusursuz güzellerin hangisinin daha güçlü
olduğunu sınamanın tek yolu, ikisini de sırayla uyandırmak, hangisinin ötekine
daha çok tutulduğunu görmektir, kim karşısındakinde daha çok arzu uyandırırsa,
kazanan o olacaktır. Bunu da yapmışlar; prens uyandırılmış, istek ve saygı
duyguları içinde bayılmış, ve arzusunu doyuramadan yeniden uyutulmuş. Derken
prenses uyandırılmış, duyduğu arzu o kadar büyükmüş ki, uyumakta olan prensi
de aynı ölçüde uyarmış ve "olan olmuş". Kamerrüzzaman ile Bedrilbüdur'un
birbirlerinden ayrı düşüp deliye dönmelerini, prensin falcı kılığına girip
kaybettiği aşkını bulmak için yollara düşmesini, evlenmelerini, tılsımlı
muskaları bir şahin tarafından çalındığı için yeniden ayrılmalarını,
Bedrilbüdur'un kocasının kılığına girerek yollara düşmesini, bu kılıkla bir
prensesi kendisine aşık etmesini, aynı kılıkla kocasını da baştan çıkarıp
adamı sapık sandığı bir ilişkiye sürüklemesini, falan anlatıp irdelemeye
girişmeden önce başka bir şey üstünde durmak istiyorum. Kamerrüzzaman,
Bedrilbüdur'un bikrini izale ederken çevrelerinde birtakım cinler bulunuyor,
bunlar insan vücudunun güzelliği karşısında müthiş keyifleniyorlar. Ne ilginç,
daha doğrusu gariptir ki, gizli olduğu sanılan ilk aşkı-ı vuslat, birtakım
tuhaf yaratıkların ağzından ve gözlerinden anlatılıyor. Üstelik bu yaratıklar
da olaya derinden karışmış kişiler; bir yerde, at yarışlarında belli bir ata
oynayan beyler, muhabbet tellaları, mizansen kurucuları, öykü anlatıcıları, ya
da oda hizmetkarlarının karışımı gibiler bu tipler. Anlatımın bu noktası, dedi
Orhan, beni her zaman hem şaşırtır hem de hoşuma gider çünkü olay üç sihirli
varlığın bakış açısından anlatılmaktadır, esas elebaşı dişidir, iki erkek
ikincil durumdadırlar. İnsan yaşamının en gizli ve seçim gerektiren anı -yani,
bekaretin karşılıklı giderilmesi, aşkın doruk noktasına birlikte ulaşılması ve
topyekün mutluluk- burada, gökten, topraktan ve sarnıçtan fırlayıp gelmiş üç
ateş yaratığının kendi aralarındaki rekabet, merak ve kaprislerinin bir sonucu
olarak gerçekleşiyor. Kamerrüzzaman ve Bedrilbüdur -ki burada Kont Walter'ı
hatırlatıyorlar- özgürlüklerini ve iradelerini korumaya çalışmaışlar, karşı
cinsi çirkin, iğrenç ve baskıcı bularak reddetmişler ama işte, en derin bir
rüya içinde kaderlerine boyun eğiyorlar; ve bu sahne duygusallık ile komedi
arası bir stilde gözle görünmeyen tuhaf bir üçlü tarafından yönteiliyor. Bu
üçlünün en taşkını -anlatım açısından en fazla kaçanı- ise aynı zamanda en
irisi, en münasebetsizi, en çok akılda kalanı, çatal kuyruklu, boynuzlu,
ürkütücü ölçüde ölçüsüz, sağlam yapılı toprak yaratığı devdir ve uyumakta olan
iki güzelin kusursuz biçimlerinin çevresinde coşkulu bir sevinçle dans
etmektedir. Sanki düşlerimiz bizi seyrediyorlar ve yaşamımızı dışardan
kattıkları canlılıkla yönetiyorlar da, biz baygın durumda onların keyifleri ne
isterse onu yapıyoruz. Tabii cinler, düşlerden daha somut olup genç prensler
ve prenseslerle uğraşacaklarına daha başka bir sürü işleri, güçleri, ilgi
alanları var.....

=======================================================================
Devamı... >> 
E-mail: derlenis@hotmail.com
Görsel Ve Sahne Sanatları Topluluğu Web Tasarımı 2002©