*ÇEŞM-İ
BÜLBÜLÜN İÇİNDEKİ CİN'den
Kamerrüzzaman'ın
öyküsünde beni ilgilendiren şey ise, dedi
Orhan,
inatçı prensin kaderini normal insanlarınkine
benzetme çabasında cinlerin
oynadıkları roldür. Kamerrüzzaman, Halidan
Sultanı Şahriman'ın pek sevgili tek
oğludur. Babasının ilerlemiş yaşında,
bakire bir cariyeden doğmuş bir dünya
güzelidir. Ay kadar, ilk baharda açan çiçekler
kadar, melekler kadar güzeldir.
Çok sevimlidir ama gözü kendisinden başkasını
görmez. Babası, hanedanı
sürdürmek amacıyla evlenmesini istediğinde,
nice bilge kişinin kitaplarından,
kadınların riyakarlığı ve kötülükleri
hakkında yazılarınlardan örnekler
getirerek isteksizliğini açıklar. "Bir
kadını yanıma yaklaştırmaktansa ölmeyi
yeğ tutarım," der prens Kamerrüzzaman.
"Beni zorla evlendirmeye kalkarsanız,
inan olsun kendimi öldürürüm," der.
Babası bir yıl boyunca konuyu bir daha
açmaz. Bu arada oğlan daha da güzelleşir ve
konu ikinci kez açıldığında
anlaşılır ki, geçen zaman içinde daha da çok
kitap okumuş, kadınların
ahlaksız, akılsız, iğrenç olduklarına daha
da çok inanmış, onlarla herhangi
bir alışverişe girmenin ölümden beter olduğuna
kesin karar vermiştir. Aradan
bir yıl daha geçer, vezirine danışan Şah,
saray ileri gelenlerinin önünde
oğluna bir kez daha öneride bulunur ve küstah
bir yanıt alır. Bunun üzerine,
gene vezirin tavsiyesine uyarak oğlunu eski bir
Roma kalesine kapatır, aklı
başına gelinceye dek orada kalacağını söyler.
Meğer o kalenin sarnıcında bir cinniya (dişi
cin) yaşarmış, imanlı,
enerjik bir Hazreti Süleyman kuluymuş. Belki
bilirsiniz, belki bilmezsiniz,
cinler Allahın yarattığı üç akıllı türden
biridirler -ışıktan oluşmuş
melekler, ateşten oluşmuş cinler ve dünyanın
toprağından oluşmuş insanlar.
Cinlerin de üç türü vardır -uçan cinler, yürüyen
cinler, suya dalan cinler.
Onlar da insanlar gibi, Tanrının kulları ve İblisin
kulları olarak ikiye
ayrılırlar. Kur'an sık sık cinleri de,
insanları da tövbekar olmaya, Allaha
inanmaya çağırır; ayrıca, insanlarla cinler
arasında cinsel ilişkileri ve
evlenmeyi düzenleyen hukuki kurallar vardır.
Cinler bu dünyanın
yaratıklarıdır, kimi kez görülür kimi kez görülmezler;
genellikle hamamlarda
ve helalarda bulunurlar ve göklerde uçabilirler.
Kendilerine özgü karmaşık bir
toplumsal düzenleri ve hiyerarşileri vardır
ama bu konuya girmeyeceğim. Burada
söz konusu olan Maymune adlı cinniya uçan
cinstenmiş, Kamerrüzzaman'ın
hapsolduğu kalenin yanından uçarken onu
pencereden görmüş, uyumakta olan genç
adamın güzelliğine hayran olup içeri girmiş,
onu bir süre seyretmiş. Oradan
çıkıp gece içindeki yolculuğunu sürdürürken
Daniş adlı sefih ve imansız bir
uçan ifrite rastlamış. Bu ifrit ona, Bedrilbüdür
adlı dünya güzeli bir Çin
prensesinden söz etmiş. bu kız da kilit altındaymış
çünkü kocaya verildiği
takdirede canına kıyacağını söylüyormuş.
"İpeklerin bile temasına dayanamayan
bu vücudum bir erkeğin kaba saba dokunuşlarına
nasıl dayanır?" diyormuş. İki
cin, bulundukları yerde daireler çizerek uçarken
tartışmaya başlamışlar, insan
denen yaratıkların erkeği mi daha güzeldir,
dişisi mi diye. Sonunda cinniya,
gidip prensesi Çin'den getirmesini söylemiş
ifrite. Bir saat içinde ifrit
uyuyan prensesi alıp getirmiş. Kamerrüzzaman'ın
yanına varmışlar ki ikisini
kıyaslayabilsinler. Dişi cin ile erkek cin,
uzun uzadıya, hem de vezinli
kafiyeli tartışmışlar ama hangisinin daha güzel
olduğuna karar verememişler.
Derken üçüncü bir varlığa danışmaya karar
vermişler, heyula bir yaratık
çağırmışlar. Bu yaratığın altı boynuzu,
üç çatallı kuyruğu, kamburu, biri
koskocaman, öteki minicik iki kolu, pençeleri,
toynakları, canavar
boyutlarında upuzun erkeklik organı varmış,
yatağın çevresinde dönerek dans
etmeye koyulmuş. Demiş ki, bu kusursuz güzellerin
hangisinin daha güçlü
olduğunu sınamanın tek yolu, ikisini de sırayla
uyandırmak, hangisinin ötekine
daha çok tutulduğunu görmektir, kim karşısındakinde
daha çok arzu uyandırırsa,
kazanan o olacaktır. Bunu da yapmışlar; prens
uyandırılmış, istek ve saygı
duyguları içinde bayılmış, ve arzusunu
doyuramadan yeniden uyutulmuş. Derken
prenses uyandırılmış, duyduğu arzu o kadar büyükmüş
ki, uyumakta olan prensi
de aynı ölçüde uyarmış ve "olan olmuş".
Kamerrüzzaman ile Bedrilbüdur'un
birbirlerinden ayrı düşüp deliye dönmelerini,
prensin falcı kılığına girip
kaybettiği aşkını bulmak için yollara düşmesini,
evlenmelerini, tılsımlı
muskaları bir şahin tarafından çalındığı
için yeniden ayrılmalarını,
Bedrilbüdur'un kocasının kılığına girerek
yollara düşmesini, bu kılıkla bir
prensesi kendisine aşık etmesini, aynı kılıkla
kocasını da baştan çıkarıp
adamı sapık sandığı bir ilişkiye sürüklemesini,
falan anlatıp irdelemeye
girişmeden önce başka bir şey üstünde
durmak istiyorum. Kamerrüzzaman,
Bedrilbüdur'un bikrini izale ederken çevrelerinde
birtakım cinler bulunuyor,
bunlar insan vücudunun güzelliği karşısında
müthiş keyifleniyorlar. Ne ilginç,
daha doğrusu gariptir ki, gizli olduğu sanılan
ilk aşkı-ı vuslat, birtakım
tuhaf yaratıkların ağzından ve gözlerinden
anlatılıyor. Üstelik bu yaratıklar
da olaya derinden karışmış kişiler; bir
yerde, at yarışlarında belli bir ata
oynayan beyler, muhabbet tellaları, mizansen
kurucuları, öykü anlatıcıları, ya
da oda hizmetkarlarının karışımı gibiler bu
tipler. Anlatımın bu noktası, dedi
Orhan, beni her zaman hem şaşırtır hem de hoşuma
gider çünkü olay üç sihirli
varlığın bakış açısından anlatılmaktadır,
esas elebaşı dişidir, iki erkek
ikincil durumdadırlar. İnsan yaşamının en
gizli ve seçim gerektiren anı -yani,
bekaretin karşılıklı giderilmesi, aşkın
doruk noktasına birlikte ulaşılması ve
topyekün mutluluk- burada, gökten, topraktan ve
sarnıçtan fırlayıp gelmiş üç
ateş yaratığının kendi aralarındaki rekabet,
merak ve kaprislerinin bir sonucu
olarak gerçekleşiyor. Kamerrüzzaman ve Bedrilbüdur
-ki burada Kont Walter'ı
hatırlatıyorlar- özgürlüklerini ve
iradelerini korumaya çalışmaışlar, karşı
cinsi çirkin, iğrenç ve baskıcı bularak
reddetmişler ama işte, en derin bir
rüya içinde kaderlerine boyun eğiyorlar; ve bu
sahne duygusallık ile komedi
arası bir stilde gözle görünmeyen tuhaf bir
üçlü tarafından yönteiliyor. Bu
üçlünün en taşkını -anlatım açısından
en fazla kaçanı- ise aynı zamanda en
irisi, en münasebetsizi, en çok akılda kalanı,
çatal kuyruklu, boynuzlu,
ürkütücü ölçüde ölçüsüz, sağlam yapılı
toprak yaratığı devdir ve uyumakta olan
iki güzelin kusursuz biçimlerinin çevresinde
coşkulu bir sevinçle dans
etmektedir. Sanki düşlerimiz bizi seyrediyorlar
ve yaşamımızı dışardan
kattıkları canlılıkla yönetiyorlar da, biz
baygın durumda onların keyifleri ne
isterse onu yapıyoruz. Tabii cinler, düşlerden
daha somut olup genç prensler
ve prenseslerle uğraşacaklarına daha başka
bir sürü işleri, güçleri, ilgi
alanları var.....
======================================================================= |