Hayatın birinci yarısı,
mutluluğa karşı duyulan yorulmak
bilmez bir özlem olduğu halde, ikinci bölümü
acı dolu bir
korku duygusuyla kaplıdır. Çünkü, mutluluk
denilen her şeyin
kuruntu olduğu ve acıdan başka gerçeğin
bulunmadığı fark
edilmiştir artık. Aklı başında insanların,
yakıcı zevklerden
çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür.
Gençliğimde,
kapımın zilinin her çalınışında, gönlüm
sevinçle doluyor ve
kendi kendime, "Oh ne iyi! İşte yeni bir
olay!" diyordum. Ama
yıllar geçip de, olgunlaştığım zaman, her
zil sesinden sonra
şöyle düşündüm: "Yine ne var?"
İnsan yaşlandıkça, tutkuların ve isteklerin
nesnesi
farksızlaştıkça; bu isteklerin ve tutkuların
bir bir ortadan
kayboldukları, duyarlığın güdükleştiği,
hayat gücünün
zayıfladığı, görüntülerin solduğu,
izlenimlerin etki yapmadan
gelip geçtiği, günlerin gittikçe daha hızlı
aktığı, olayların
önemlerini kaybettiği ve herşeyin renksizleştiği
görülür.
Günlerin yükü altında sallanarak yürür
insan ya da bir köşeye
çekilip dinlenir. Geçmiş varlığının gölgesi
ya da hayaleti
haline girer. Kendinden geçme, sonsuz uyku
haline dönüşür bir
gün.. =======================================================================
|