ÇOKLU ZEKA TEORİSİ
Geleneksel yapıdaki eğitim sistemleri, sözel ve sayısal alanlarda çok iyi gelişmemiş
öğrencilerin sahip oldukları diğer yeteneklerini görmezden gelerek,
küçümseyerek veya yok sayarak bu öğrencileri kolaylıkla " öğrenme
özürlü," " zeka özürlü" veya " yavaş öğrenen" gibi
olumsuz sıfatlarla etkileyebilmektedirler. Diğer taraftan, çoklu zeka teorisi,
bütün çocukların sahip oldukları doğal ve gizil güçleri, potansiyelleri ve
yetenekleri bulmayı ve onları geliştirmeyi vurgulayan bir eğitim felsefesi
ortaya atmaktadır. Bu yönüyle bu teori , çocukların sahip oldukları iç
yetileri, ilgileri ve istidatları hakkında anlayış geliştirmek ve tartışmak
için eğitimcilere ortak bir dil sunmaktadır. Yapılan araştırmalar zeka gelişimi
konusunda doğru ve etkili bir öğrenme ortamının, kalıtımdan çok daha önemli
olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bu teorinin öğrencilere eğitim kurumlarında uygulanabilmesi için öğrencilerin
bu özelliklerini ölçebilmek gerekmektedir. Bu envanterin amacı, bir bireyin
kendisini sekiz farklı zeka alanında da sahip olduğu tecrübeleriyle ilişki
kurmasına yardım etmektir. Bu değerlendirme, öğrencilere yaşamlarında yoğun
olarak kullandıkları zeka bölümleri hakkında fikir verirken geliştirmeleri
gereken zeka bölümlerini de fark etmelerine yardımcı olacaktır. Ülkemizde henüz
çoklu zeka teorisini uygulamaya çalışan çok az okul bulunmaktadır. Buna rağmen
öğrencilerin alan ve meslek seçerken çoklu zeka alanlarının farkında
olmalarında büyük yararlar vardır.
Kaza ya da hastalık sonucu hasar görmüş beyinleri
inceleyen Prof. GARDNER, bir bölümü hasar gördüğünde çoğu kez tümüyle sağlıklı
kalacak şekilde birbirinden bağımsız çalışan ayrı ayrı
yetenekler gözlemlemiştir. İnsan beyninin farklı bölümlerden oluştuğu ve her
bir bölümün özel işlevlere sahip olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Beyin
hasarlarından doğan zeka bozuklukları üzerine elde edilen araştırma bulguları
sonucunda, insanların beyinlerinin belli bir bölümü zarar gördüğünde bile,
beynin kalan bölümü ile insanlar belli alanlarda performans gösterebiliyor ve
yaşamlarına devam edebiliyorlardı.
Prof. GARDNER zekayı yeniden tanımladı. Ona göre zeka, değişen dünyada yaşamak
ve değişimlere uyum sağlamak amacıyla her insanda kendine özgü bulunan
yetenekler ve beceriler bütünüdür, yaşadığınız toplumda faydalı şeyler
yapabilme kapasitesidir. Her insan sahip olduğu zekalarla birlikte farklı bir
öğrenme, problem çözme ve iletişim kurma yöntemine sahiptir. Zeka, yaşam boyu
karşılaşılan farklı durumlarda problemleri çözme ve yeni ürünler ortaya çıkarma
kapasitesidir.
Prof. GARDNER yıllar boyu hakimiyetini sürdüren, insanların tek bir zekaya sahip
oldukları IQ denilen zeka anlayışını kırdı. Ona göre insanların sahip oldukları
çoklu zekaların her biri yaşamak,öğrenmek ve insan olmak için kullanılan etkili
birer araçtırlar.
ÇOKLU ZEKA TEORİSİNİN EĞİTİM VE ÖĞRETİMDE
KULLANILMASI
İnsanlarda baskın olan zeka bölümlerini ya da
farklı bir deyişle her insanın kendine özgü kolay öğrendiği öğrenme yolunu
kullanarak o insana öğrenmede zorlandığı pek çok şeyi öğretebiliriz. Daha açık
bir ifadeyle, insanların kendilerine en yakın gelen, en çok zevk aldıkları ilgi
ve yetenek alanlarını etkili birer araç olarak kullanarak, onlara farklı
alanları tanıma ve öğrenme için kapılar açabiliriz.
Örneğin, görsel yanı güçlü, resimler, şekiller yoluyla düşünen, çizmekten zevk
alan bir öğrenci için, matematik gibi soyut bir dersi öğrenmede zorlandığı
durumlarda, matematikteki öğrenme sürecini anlamasını kolaylaştırma amacıyla, o
öğrencinin görsel yanı bir araç olarak kullanılabilir. Bu öğrenciye okuduğu
problemlerin şekiller ve resimlerini yapma fırsatı sunulduğunda ya da sayılar yerine resimler yerleştirildiğinde ona zor
gelen matematik dersine karşı bu öğrencinin tutumları da değişmeye başlar.
Olumlu duyguların öğrenme sürecine pozitif katkıları olduğu bilimsel gerçeğini
kabul ettiğimizde, eğer öğrenciler zevk aldıkları yollarla çalışırlarsa
zorlandıkları alanlarda bile zevkle çalışıp kolaylıkla öğrenebileceklerdir.
Örneğin müziksel zekası güçlü olan bir öğrencinin müziksel zekası, tarih
dersindeki bilgileri öğrenmede bir araç olarak kullanılabilir. Öğrencilerin
öğrendikleri bilgileri dörtlüklere dönüştürmelerini ve onlardan bir şarkı
hazırlamalarını istediğimizde, bu işi zevkle yapacaklar, kendi hazırladıkları
şarkıları unutmayacakları için, şarkının sözlerindeki bilgileri de bu yolla
öğrenmiş olacaklardır. İnsanların zevkli çalıştıkları bilim alanlarının diğer
bilim alanlarında kullanımı ile pek çok alanda çalışmak ve öğrenmek
kolaylaşabilir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki eğitim–öğretim programlarında disiplinler
arası geçişlerin hızlanması öğretim araçlarının
zenginleştirilmesi ile öğrenme ortamları farklı kişisel özellikler gösteren
öğrenciler için zevkli ve eğlenceli hale gelirken öğrenme oranı da
yükseltilebilir, eğitim öğretimin etkinliği arttırılabilir.
Önemli olan eğitimcilerin ve ailelerin çocuklarının ilgi ve yetenek alanlarını
dikkatle gözlemleyerek, onların kendilerini güçlü hissettikleri yollarla bu
çocuklara güven desteği vererek öğrenme süreçlerine yardımcı olabilmektir.”
Çoklu zeka teorisinin sınıflarda öğrenme ortamlarında kullanılmasıyla beynin
hem sağ hem de sol lobu aktif hale getirilir. Bunun
sonucu da insan beyninin kullanım yüzdeliği artar. Beynin aktif olarak kullanıldığı
ortamlarda öğrenciler, yüksek düşünme becerileri geliştirir, öğrencilerin hayal
güçleri zenginleşir ve öğrenme etkinliği artar.
Çoklu zeka teorisinin eğitim ve öğretim ortamlarında kullanılması 21. yüzyılda
toplumsal gelişmeler için bir başlangıçtır. Çünkü çoklu zeka teorisi, kişisel
farklılıkların geliştirilmesi için önemli bir araçtır.
Her bir zeka kendine özgü eğitim ve öğretim araçlarına, tekniklerine sahiptir.
Eğitim ve öğretim programlarının oluşturulmasında ve zenginleştirilmesinde
çoklu zekaların her birinin kendine özgü teknikleri kullanılabilir.
Çoklu Zeka Teorisi, kişisel gelişim alanında ortaya atılmış en önemli teoridir.
Teorinin özü yaşam boyu gelişimi ve öğrenmeyi içerir.
8 farklı öğrenme yolunu sınıflarımızda etkin olarak kullandığımızda yaşamın
daha ilk yıllarında öğrencilerimize tüm zekalarını geliştirebilecekleri verimli
öğrenme ortamları oluştururken, sınıflarımızdaki öğrenme oranını da maksimuma
çıkarma yolunda önemli bir adım atmış oluruz. Farklı öğrenme yollarının sunulduğu,
zevkli ve heyecanlı öğrenme deneyimlerinin oluştuğu ortamlar, öğrenciler için
kuşkusuz eğitim ve öğretim için en verimli gelişim ortamlarıdır.
Değişik öğrenme yollarının, düşünmeye dayalı etkinliklerin yer aldığı
derslerde, öğrencilere beyinlerini aktif olarak kullanma fırsatı verilir.
Ezbere dayalı, kuru bilgiler yerine öğrenciler öğrenme sürecinin içine
alınırlar ve öğrenmede aktiftirler. Aktif öğrenme ortamlarında yaşayarak
öğrenme sonucu, öğrendikleri bilgileri gerçek yaşamda etkili bir biçimde nerelerde
nasıl kullanacaklarını öğrenirler.
Çoklu Zeka Teorisinin eğitim ve öğretimde uygulanmasıyla gelecek adına pek çok
hedeflere de kendiliğinden ulaşılacaktır. Prof. GARDNER’ ın
çoklu zeka teorisini ortaya atması ile en büyük hedefi “öğrenen toplumların”
oluşturulmasıdır. Çünkü teoriye göre, yaşam boyu gelişim ve öğrenme heyecanı
taşıyan çocuklar küçük yaştan itibaren eğitim ve öğrenmeye karşı olumlu
duygularla yetişirken, beyinlerini maksimum şekilde aktif olarak
kullanabilirler, öğrendikleri bilgileri sorgularlar, eleştirirler, ön
yargıları, kalıpları bir kenara bırakarak düşünürler ve düşündükleri ile gerçek
yaşam arasında köprüler oluştururlar.
Çoklu Zeka Teorisinin uygulandığı sınıflarda okul, duvarların dışına gerçek
yaşama taşınır. Öğrencilere bir yandan öğrenme potansiyellerini yükseltme
fırsatı sunulurken, bir yandan da kendini tanıma, kendine güven, etkili
iletişim kurma gibi kişisel ve sosyal pek çok alanda da gelişim için destek
verilir.
Çoklu Zeka Teorisinin eğitim ve öğretimde kullanımı ile kişiler arası bireysel
farklılıklara değer verilir ve bu farklılıkların gelişimi için ortamlar
oluşturulur. “Eğitim ve öğretimin amacı, tekdüze beyinler yerine farklılıkları
arttırmaktır.”
Çoklu Zeka Teorisinin eğitim ve öğretimde kullanımı, sınıflarda farklı öğrenme
tekniklerinin hazırlanması ile her öğrenciye eşit öğrenme fırsatı verilir.
Bunun sonucu da öğrenme güçlükleri yerine öğrenme farklılıkları üzerine
konuşulur. Çoklu Zeka Teorisi dünya eğitim tarihinde tekdüze eğitim
yöntemlerinden kurtuluşun çıkış noktasıdır.
Çoklu Zeka Alanları Ölçeği Armstrong tarafından (1999) geliştirilmiş, İzmir
Öğrenci Yönlendirme Merkezi kurucusu psikolog Hidayet Erdoğan tarafından
Türkçe’ye uyarlama, geçerlik - güvenirlik çalışması ve bilgisayar programı
yapılmış bir kendini değerlendirme ölçeğidir.
TANIM VE ÖRNEKLER
Geleneksel eğitim sistemi büyük ölçüde Sözel / Dilsel ve Mantıksal /
Matematiksel zeka alanlarına dayanmaktadır. Diğer zeka alanları ihmal edilmektedir.
Oysa tek yönlü beslenme nasıl metabolizma üzerinde olumsuz etkiler
oluşturuyorsa, tek yönlü zeka beslenmesi de zihin gelişimini
sınırlandırmaktadır.
Bireylerin sahip oldukları zeka alanlarından bir tanesinin az gelişkin
olması bireyi "zeki olmayan" kişi yapmaz. Her birey bu sekiz zeka
alanından en az bir tanesinde "zeki" olma özelliğini taşır. Mutlaka
her insanın bir yada birkaç zeka alanı diğerlerinden daha gelişkin olabilir.
Eğitimde "Çoklu Zeka Kuramı" nın
kullanılması ile bireylerin gelişmiş olan zeka alanlarından yola çıkılarak
diğer zeka alanlarının da geliştirilmesi sağlanmaktadır. Böylece bireyler sahip
oldukları kapasiteyi en son sınırına kadar kullanabilmekte, bu da öğrenmeyi en
üst seviyelere çekmektedir.
Örn.1 Müziksel
/ Ritmik Zekası gelişmiş olan bir öğrenci öğrenmekte zorlandığı çarpım
tablosunu bir şarkı halinde çok kolay öğrenecektir. Belki kendisi ona bir beste
yaparsa çok daha kalıcı bir öğrenme gerçekleşecektir.
Örn.2 Bedensel / Kinestetik Zekası gelişmiş olan bir öğrenci ders çalışırken
hoplayıp zıplayarak daha iyi öğrenecek, bir üçgenin özelliklerini hareketlerle
gösterilen bir oyun içerisinde çok daha iyi kavrayacaktır.
Örn.3 Doğa Zekası gelişmiş olan bir
öğrenci açık havada daha rahat çalışacak ya da
öğreneceği şeylerin doğa ile bağdaştırılması onda daha kalıcı bir öğrenme
sağlayacaktır.
Öğretmenler ve veliler, çocuğa sağladıkları ortamı ve öğretim yöntemlerini
değiştirerek o çocuğun zekasını da değiştirebilirler. Kısıtlı öğretim ve
kısıtlı çevre zekayı geriletirken, iyi öğretim ve iyi çevre zekayı
arttırmaktadır.
ÇOKLU ZEKA TEORİSİNİN İLKELERİ
Bir futbolcu hem Görsel - Mekansal hem de Kinestetik
– Bedensel Zekasını etkili bir biçimde kullanabilir. Bu zekalara ek olarak
Sosyal Zekayı da güçlü olarak kullandığında başarılı bir teknik direktör
olabilir. Bu duruma en iyi örnek olarak da Fatih Terim gösterilebilir. Başarılı
bir saz üstadının iyi bir vücut – el kombinasyonuna ihtiyacı vardır. Doğal
olarak, kinestetik ve müziksel Zekayı aynı anda
kullanabilir. Eğer bu sanatçı dinleyicilerle arasında güçlü sözel bir bağ
kurabiliyorsa, müzik yorumcusu olarak verdiği konserlerde de adını duyurabilir.
Neşet Ertaş, Müziksel ve Bedensel Zekayı etkin bir
biçimde kullanan bir müzisyendir. Daha çok kalabalık, abartılı ortamlarda
bulunmak yerine genellikle daha mütevazi bir yaşam
sürdürmeyi tercih etmektedir. Bu durum, onun sosyal zekadan çok kişisel zekayı
daha etkin olarak kullandığını gösterir. Bir başka örnekte, eğer sözel zekası
güçlü bir insan bedensel ve sosyal zekasını da etkili bir biçimde kullandığında
başarılı bir stand-up’ çı olabilir. Bu duruma örnek olarak Yılmaz Erdoğan
verilebilir. Diğer yandan sözel zekasını ve kişisel zekasını etkili bir şekilde
kullanan bir başka insan da başarılı bir yazar olabilir.
“Yaşam matematiksel ve sözel etkinliklerle sınırlandırılmayacak kadar renkli
ve zengindir. Unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. O da
insanların kesinlikle bir zeka bölümü ile etiketlenmemesi gerçeğidir.
Çünkü Çoklu Zeka Teorisinin en önemli ilkelerinden biri, zekaların sürekli bir
gelişim dinamizmine sahip olduklarıdır.” Hiçbir insan “Benim sözel zekam daha
yüksek, diğerleri değil“ gibi ifadelerle kendine sınırlar koymamalıdır. Tüm
zekaların yaşam boyu gelişme fırsatı vardır. İnÇOKLU ZEKA
ALANLARININ GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Çoklu zeka teorisinin savunduğu en önemli etkenlerden birisi, bütün insanların
göreceli olarak bütün zeka alanlarını yeterli bir uzmanlık düzeyinde
geliştirebilme yeteneğine sahip olduğudur.
Biyolojik Nitelik, Bu kategori, bir bireyin genetiksel ve kalıtımsal olarak
taşıdığı izler ile bu bireyin beyninde doğumdan önce, doğum sırasında veya
doğumdan sonra meydana gelen tahripleri kapsar. Örneğin, eğer bir anne gebelik
esnasında içki, sigara, veya çeşitli uyuşturucu maddeleri kullanmakta ise, bu
durum muhtemelen daha cenin halindeki çocuğunun hassas bir şekilde gelişen
sinir sistemini de tahrip etmiş ve onun ileride tamir edilemez bir şekilde
beynini zedelemiş olacaktır. Dolayısıyla, bazı çocuklar daha doğuştan itibaren
kendi zeka alanlarını geliştirmede çeşitli engellerle karşı karşıya
kalabilmektedirler.
Kişisel hayat hikayesi, Bu kategori, bir bireyin çeşitli zeka alanlarının
gelişimini hem olumlu hem de olumsuz yönde etkileyen ebeveynleri, arkadaşları,
öğretmenleri ve diğer insanlarla olan bütün ilişkilerinin, etkileşimlerinin ve
tecrübelerinin doğasını kapsar. Örneğin,
· Eğer bir bireyin ebeveynleri bir viyola, bir piyona veya benzeri müziksel
enstrümanı alamayacak kadar yoksul ise, bu bireyin müziksel-ritmik zekasının
gelişmesi de geri kalabilir.
· Eğer bir bireyin ebeveynleri çocuğunun ressam olma arzusuna karşı çıkıp onun
bir hukukçu olmasını istemişlerse, gelişimini engelleme pahasına onun sözel-dil
zeka alanının gelişimine zemin hazırlamışlardır.
· Eğer bir birey geniş bir aile ortamında doğmuş, büyürken ailesine yardım
etmek için çalışmak zorunda kalmış ve kendisi de bir yetişkin olarak
halihazırda geniş bir aile yapısına sahip ise, muhtemelen bu birey özel
hayatında belli kişisel amaçlarını, ideallerini veya hayallerini
gerçekleştirmek (yani, içsel zeka alanını geliştirmek) için de fazla zaman
bulamamıştır.
· Eğer bir birey kırsal kesimde büyük bir çiftlikte doğup büyüdüyse, muhtemelen
bu birey büyük bir şehrin merkezinde doğup büyüyen başka bir bireye kıyasla
doğacı zeka alanını geliştirmek için daha çok fırsata sahip olmuştur.
Tarihsel ve kültürel özgeçmiş, Bu kategori, bir bireyin doğduğu ve büyüdüğü yer
ve zamanla birlikte bu bireyin doğumdan sonra içinde yaşadığı toplumun çeşitli
boyutlarındaki ve kültürel gelişim ve değişimlerin doğasını kapsar. Örneğin,
eğer bir birey öğretim programı dışındaki sosyal etkinliklerin maddi ve manevi
olarak desteklendiği bir dönemde öğrenci olarak tiyatroya karşı doğal bir ilgi
duyduysa, muhtemelen bu bireyin sosyal ve bedensel zeka alanlarının gelişimi de
aynı fırsatı bulamayan başka bir bireye kıyasla daha iyi bir düzeyde olmuştur.
Kristalleştirici veya felce uğratıcı deneyimler, Bir bireyin çoklu zeka
alanlarının gelişiminde “kristalleştirici deneyimler” ve “felce uğratıcı
deneyimler” olmak üzere iki anahtar süreçten söz etmek mümkündür.
Kristalleştirici deneyimler, bir bireyin yeteneklerinin ve potansiyellerinin
gelişiminde “dönüm noktaları” sayılabilecek tecrübeleri içerirler. Bu olaylar,
birey hayatının herhangi bir döneminde olabileceği gibi daha ziyade bireyin
çocukluk döneminde vuku bulurlar.
Nitekim, dahi olarak bilinen ve kabul edilen dünyadaki bir çok kimselerin hayat
hikayeleri incelendiğinde birtakım basit deneyimlerin bile onların
çalışmalarını veya performanslarını ne kadar çok esinlendiği görülecektir.
Örneğin, Albert Einstein için bu deneyim, beş yaşında
iken babasının ona hediye ettiği basit bir manyetik pusula sonucundadır.
Einstein’a göre, bu yaşantısı onda içinde yaşadığımız evrenin gizemlerine karşı
büyük miktarda merak ve keşif isteği uyandırmıştı. Gerçekte, bu deneyim
Einstein’ın uyuyan dehasını harekete geçirdi ve onu yirminci yüzyıl düşünce
dünyasının önemli bir figürü haline getirecek buluşlar yolculuğuna başlattı.
Öte yandan, felce uğratıcı deneyimler, kristalleştirici deneyimlerin aksine bir
bireyde varolan zeka potansiyellerini söndüren, körelten veya yok eden
tecrübeleri içerirler. Felce uğratıcı deneyimler, genellikle bir bireyin belli
bir zeka alanının sağlıklı gelişmesini engelleyen utanma, aşağılanma, suçluluk
duygusu, korku ve kızgınlık gibi olumsuz duygularla doludur.
Örneğin, son sanatsal kreasyonunu bir şeyi başarmış olmanın verdiği büyük bir
heyecan ve coşku ile öğretmenine göstermeye çalışan bir öğrenciyi eğer öğretmen
onu sınıf arkadaşları önünde aşağılar ve küçük düşürürse, muhtemelen bu
öğretmen o öğrencinin görsel-uzaysal zeka alanının gelişiminin sona ermesine de
damgasını vurmuş olur. Aynı şekilde, bir müzik enstrümanını daha çok küçük
yaşlarda öğrenmeye çabalamakta iken ebeveynlerinden birinin sürekli olarak
“gürültü yapmayı kes!” tepkisiyle karşılaşan bir çocuğun asla bir daha herhangi
bir müzik enstrümanının yanına dahi yaklaşmayacağını tasavvur etmek de çok zor
olmasa gerek
Bütün bu faktörlerin etkileşimini Mozart’ın hayat hikayesinde görebilmek
mümkündür. Hiç şüphesiz ki, Mozart hayata güçlü bir biyolojik yetenekle geldi.
Aynı zamanda, Mozart müziksel zeka alanı güçlü olan bireylerin oluşturduğu bir
aile ortamında doğdu ve büyüdü. Nitekim, Mozart’ın babası oğlunun müziksel zeka
alanındaki gelişimini desteklemek için kendi kariyerini hiçe sayarak sona
erdiren başarılı bir besteciydi. Ayrıca, Mozart zamanın Avrupa’sında müzik dahil
bütün sanatsal faaliyetlerin, performansların veya eserlerin maddi ve manevi
olarak her yönden desteklendiği bir dönemde yaşadı.
Dolayısıyla, Mozart’ın bir yetişkin olarak müziksel dehalığı hem biyolojik, hem
ailevi, hem de toplumsal etkenlerin bir bileşkesi ile doruğa ulaştı. Ancak,
eğer Mozart tamamıyla “müziksel özürlü” olan veya müziğin bir şeytan işi olarak
algılandığı bir aile ortamında doğup büyüseydi, acaba sonuç ne olacaktı?
Muhtemelen, Mozart’ın biyolojik yeteneğine karşı çıkan güçler yüzünden onun
müziksel dahiliği bu derece yüksek bir düzeye asla erişemeyecekti. Bu bağlamda,
çoklu zeka teorisi, bir bireyin çeşitli zeka alanlarının gelişiminde en az
“kalıtım” kadar (hatta bazen kalıtımdan da daha çok) bireyin içinde yaşadığı
ekolojik ve kültürel “çevre”nin önemli bir rol oynadığını savunmaktadır.
sanlar, güçlü olan zeka bölümlerini daha yoğun kullanırlar, fakat diğer
zekalarının gelişimi için de çaba harcadıklarında yaşamlarına renklilikler
katabilirler.