Bir öğretim sisteminde yer alan çeşitli derslerin gerek
ders konularının seçilip ders kitaplarının yazılmasında gerekse o
dersin sınıflarda öğretmenler tarafından işlenmesinde
esas alınan genel öğretim ilkelerinden bazıları şunlardır:
1. Çocuğa görelik
(veya öğrenciye görelik) ilkesi
Ders programının hazırlanmasında veya dersin işlenmesinde
öğrencinin fizyolojik ve psikolojik özelliklerinin, bireysel farklılıklarının
esas alınmasıdır. Bu ilke, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisindeki gelişmeler ve
çağdaş eğitim akımlarından
"Çocuktan Hareket Akımı"pedagoglarının
görüşleri sonucu gelişmiştir. Eski öğretim sisteminde konuların seçimi ve
işlenişi, tamamen yetişkinlerin isteklerine göre yapılır, sınıfta da
"öğretmen merkezli" bir ders işlenişi sergilenirdi. Bu ilke esas
alındığında ise, gerek konu seçim ve işlenişinde gerek okul binası, sınıftaki
oturma düzeni, ders kitabı ve diğer ders malzemeleri ve dersin işlenişi
sırasında "öğrenci merkezli" bir öğretim ortaya çıkmıştır. Birçok çağdaş
eğitim akımları, önerdikleri eğitim düzenlerinde öğrencinin fizyolojik ve
psikolojik düzeyi ve yapısı ile, ilgi ve yetenek gibi bireysel farklılıkları
esas almışlardır. Bu ilkenin en aşırı şekilde uygulandığı model ise Summer Hill
okul denemesidir. Bu ilkeye "çocuğa uygunluk" veya öğretimi
"bireyselleştirme" ilkesi de denir. Çocuk bir yetişkin olarak, hattâ
yetişkinin küçük modeli olarak düşünülmemeli; fizyolojik ve psikolojik olarak
tamamen kendine has bir birey olarak görülmelidir. Buradaki eğitim
düzenlemelerinde gelişim ve öğrenme psikolojisinin sonuçlarına dikkat edilir.
Bu çalışmalar içinden iki ilke çıkmıştır: öğretimde "seviyeye
uygunluk" ve "öğretimin bireyselleştirilmesi" ilkeleri. Seviyeye
uygunluk ilkesi, bir yaş grubundaki öğrencilerin aynı gelişim seviyesinde
bulunacakları, benzer ruhsal özellikler gösterecekleri varsayımına dayanır.
Öğretimi "yıllık sınıflar sistemi" üzerine kurduğumuzda, zaten her
şey bu ilkeye göre düzenlenecektir. Ders, sınıfın ortalama seviyesine göre
düzenlenir. Bu seviyenin altındaki ve üstündeki öğrencilerin dersin dışında
kalma tehlikesi vardır. Ayrıca bu ilkenin mükemmel işleyebilmesi için, aynı yaş
grubundaki öğrencilerin bilgi ve beceri düzeylerinin de birbirine eşit olması
gerekir. Öğretimin bireyselleştirilmesi ilkesi, aynı yaş grubunda da olsalar,
her öğrencinin yeteneklerinin, zekalarının, ilgi ve eğilimlerinin, çalışma
istek ve gayretlerinin farklı olduğu varsayımına dayanır. Bütün öğrencileri
eşit şekilde geliştirmeye çalışırsak, normalin altındaki ve üstündeki öğrenciler
önemli zarar görecektir. Oysa öğretim organizasyonunu tek tek öğrencilerle daha
iyi ilgilenebilecek, onların bireysel çalışmalarını değerlendirebilecek şekilde
yapabilirsek, öğretim içten farklılaştırılmış olur ve her öğrenci kendi zeka,
yetenek, ilgi ve çalışma temposuna göre diğer öğrencileri rahatsız etmeden
ilerlemiş olur. Bu hususta Helen Parkhurst'un "Dalton Plânı", Maria
Montessori'nin "Montessori Plânı" ve P.Petersen'in "Jena
Plânı", geleneksel yıllık sınıflar eğitimi düzenini kaldıran ve bireysel
eğitimi değişik oranlarda öne çıkartan öğretim uygulamaları olmuştur. Bu konuda
ayrıntılar başka bir bölümde verilecektir. Sınıf öğretimi ile bireysel
öğretimin sentezi veya başka bir deyişle yıllık sınıf yapısını bozmadan
öğrencilerin yetenek, ilgi ve çalışma tempolarının değerlendirilebileceği bir
sistem, dersin içten farklılaştırılması ilkesi ile mümkündür. Dışsal
farklılaştırma, yani aynı yaş grubundaki öğrencileri başarılarına göre A, B, C
gibi gruplara ayırma hem seçmenin sağlıklı yapılamaması hem de ruhsal dengenin
çok hassas olduğu bir zamanında öğrenciler arasında bu tür ayrımlar yapmanın
tehlikeleri açısından pek uygun değildir.
2. "Bilinenden
bilinmeyene" ilkesi
Ders kitabı hazırlarken ve sınıfta ders anlatırken,
öğrencinin o zamana kadar ki bilgi ve tecrübelerinden hareket ederek, yeni
bilgi ve tecrübelerin bunlar üzerine kazandırılması çok daha kolay olacaktır.
Yeni bilgileri eski bilgilerle karşılaştırarak, gerektiğinde eskileri
doğrulayarak geliştirmek, öğrencideki bilgi sisteminin çok daha sağlam olmasını
sağlayacaktır.
3. "Soyuttan
somuta" ilkesi
Çocuktaki zihin gelişimi somuttan soyuta doğru
olmaktadır. İnsan her zaman somut olarak gördüğü, algıladığı şeyleri, onların
soyut kavramlarla anlatılmasından daha kolay öğrenir. Bu nedenle, öğrenci
mümkünse ders konusu olan eşya ve nesnelerle doğrudan karşı karşıya
getirilmeli; bu mümkün olmadığı zaman o nesne veya olayın modeli, fotoğrafı
veya başka bir simgesi gösterilmelidir. Özellikle ilkokul öğrencilerinde, gözle
görüp, eliyle tuttuğu gerçek eşyalar daha anlamlıdır. Bu sebeple öğretimde
öğrencilere öncelikle somut şeyler öğretilmeli, daha sonra soyuta
ulaşılmalıdır. Soyut konuların öğretiminde somut konulardan faydalanılmalıdır.
Görsel-işitsel araçlar ve özellikle bilgisayar teknolojisindeki son gelişmeler,
bu ilkenin, öğretimin her seviye ve her ders konusunda uygulanmasını büyük
ölçüde kolaylaştırmıştır.
4. "Yakından
uzağa" ilkesi
Öğrenciye öğretilecek
bilgilerin düzenlenmesinde, örneklerin verilmesinde, hem doğal hem de sosyal
olarak onun en yakın çevresinden hareket etmelidir. Bu, sadece yer ve yaşayış
açısından değil zaman açısından da böyledir. Yakın zamandan uzağa, yakın aile
ve okul çevresinden uzağa, yakın köy-kasaba-bölge-ülke çevresinden uzağa ilkesi
birçok derste rahatlıkla kullanılabilir ve bu ilkeye uyma, öğrenmenin düzeyini
yükseltir. "Çevreye görelik", "topluma görelik" gibi bazı
ilkeler de bu çerçevede düşünülebilir. İlköğretimde şu tür bir sıra
izlenmelidir. Öğrencinin okulu ve yakın çevresini tanıtıcı bilgiler; köyü veya
kasabasıyla ilgili bilgiler ve son olarak ilçesi, ili, bölgesi, yurdumuz ve
dünya ile ilgili bilgiler verilmelidir.
5. Tasarruf (ekonomi) ilkesi
Her türlü eğitim-öğretim
faaliyeti en az zaman, en az emek ve enerji sarf edilerek, en yüksek verim elde
edilecek şekilde düzenlenmelidir. Bunun için de, öğretim baştan sona her yönden
plânlanmalıdır. Plânsız ve metotsuz olarak yapılan dersler çok sınırlı olan
öğretim zaman ve imkânlarını israf edeceği gibi, istenilen düzenli bir öğrenme
de sağlanamaz.
Hem
öğretmen öğretirken hem de öğrenci öğrenirken ekonomik ve pratik metot ve
teknikler bulmalı, ve hattâ konuya ve seviyeye uygun olarak kendi tekniklerini
geliştirmelidirler.
6. Açıklık ilkesi
Öğrenci, derste işlenen tüm
konuları somut olarak görebilmeli; bu mümkün olmuyorsa resmini, sesini,
grafiği, modelini vs.. görsel-işitsel olarak algılayabilmelidir. Eğer öğretmen
sadece sözel anlatıma dayalı olarak ders işliyorsa, öğrencinin anlayacağı
kelime ve cümle yapıları ile son derece açık ve anlamlı bir ders işlemelidir.
Öğrencileri doğrudan doğaya ve olay yerine götürüp gözlem yaptırarak; ders
konusu ile ilgili hayvan, bitki vs. örneklerini sınıfa getirerek; balıkları
akvaryumda, kuşları kafeste veya dondurulmuş, bitkileri kurutulmuş olarak, bazı
şeylerin plastik kalıplarını kullanarak, bazı olayları fotograf, film, plân,
harita, grafik, ses kaydı vs. şeklinde anlamayı daha kolaylaştıran unsurlarını
kullanarak
öğretimde açıklık ilkesine
uyulmuş olur. Sınıfta yapılan deneyler de, bu ilke doğrultusundaki faaliyetler
olarak değerlendirilebilir. Öte yandan öğretmen ders konusunu ve düşüncelerini
anlatırken, öğrencinin seviyesine uygun olarak, onun bildiği kelimelerle ve
onun hemen kavrayabileceği cümle yapıları ile onun yakın çevresinden ve geçmiş
bilgi ve tecrübelerinden örnekler vererek, gerektiğinde soru-cevap, tartışma,
jest-mimik, canlandırma gibi teknikleri kullanarak öğretimde açıklık ilkesine
uyulabilir. Eğer mümkünse, birçok
örnekler göstererek anlatmak, resim, müzik,
beden eğitimi gibi
derslerde önceden yaparak "model" olmak çocuğun kavramları ve bilgiyi
oluşturmasında, beceri ve tecrübe kazanmasında son derece önemlidir. Öğretim
konuları ve öğretmenin kullanacağı yöntem ve teknikler, ne kadar çok duyu
organını etkilerse öğretimde açıklık da o derece artar. Bu sebeple, öğretim
konularının işlenmesinde gözlem, deney gibi birçok duyuya hitap eden yöntemler
kullanıldığı takdirde öğrenme kolaylaşacaktır.
7. Aktivite İlkesi
Buna, "öğrenci
eylemi" veya "iş ilkesi" de denmektedir. Eski okul, belki dersleri ve konuları gereği,
öğrenciyi derse katmayan, sadece öğretmenin anlattıklarını dinleyerek pasif
olarak almaya çalışan bir konumda tutuyordu (dinî dersler ağırlıklı öğretimde
bu genelde hâlâ böyledir), okulların ders programlarında doğa ve günlük sosyal
hayatla ilgili dersler artınca; öte yandan pedagoji ve psikolojide öğrencinin
aktif öğrenmesinin daha etkili olduğu kanaati ortaya çıkınca,
içinde yaşanılan katılımcı demokrasi ve rekabete dayalı
liberal ekonomi şartları zorlayınca öğretimde aktiflik ilkesinin
önemi de arttı. Artık günümüzdeki öğretim faaliyetlerinde
sadece dinleyerek anlamaya çalışan öğrenci yerine, derse aktif olarak katılan,
soru soran, bazı konuları kendine özgü plân ve tekniklerle araştıran,
bulduklarını sistemli hale getirip düzenleyen, karşılaştırmalar yapan, gözleyen,
düşünüp sonuç çıkaran ve bu şekilde derse katılan öğrenci istenmektedir. Sınaî
ve ekonomik değişiklikler sonucu yeni insanların hayata katılan, içinde
yaşadığı doğayı ve toplumu her an yeniden değerlendirip değiştirmeye çalışan,
girişimci kişiler olarak istenmesi, okulun da öğrenci yetiştirirken tavrını
değiştirmesine neden oldu. Geleneksel "öğrenme" veya
"aydınlanma" okuluna karşı "iş okulu" akımları gelişti.
Çocukların bazı ders konularını bağımsızca seçip kendine özgü tekniklerle
"yaparak-yaşayarak" öğrenmesi esası getirildi. Öğrencinin derste
aktif olmasının hem daha iyi öğrenme sağlayacağı hem de sorumluluk,
girişimcilik, bağımsızlık vs. gibi bazı ahlâkî erdemleri daha iyi geliştireceği
savunuldu.
8. Hayata yakınlık ilkesi
Okul ve öğretim ortamı
hayattan kopuk, yapay bir ortam olmamalı; hayata yakın, oradaki gerçeklikten
uzak olmayan, öğrencinin hayatla bağlantısını koparmayan bir yaşantı
sunmalıdır. Okul öğrencileri hayat için hazırladığına göre, oradaki öğretim de
hayatın doğrudan kendisi olmalıdır. Ders konuları, anlatım sırasında verilen
örnekler hayatın içinden seçilmelidir. Çocuklara öğretirken kullanılan dil,
oluşturulan sosyal ortam vs. gerçek hayata yakın olmalıdır. Teorik olarak
öğrenilen bilgilerin pratikte de kullanılmasıdır. Konuların yaşanan hayattan
alınması, öğrencilerin öğrendiği bilgileri hayata atıldığında kullanmasına
yardımcı olacaktır.
9-Bütünlük İlkesi
değerlendirilmesini ister.
Çocuk bedensel ve ruhsal kuvvetler (düşünce, duygu, irade gibi) bakımından bir
bütün olarak ele alınmalı ve her yönü dengeli olarak eğitilmelidir. Zaten
bedensel ve ruhsal kuvvetler sürekli olarak birbirlerini etkilerler ve
birbirine bağlıdırlar. Sadece bedeni geliştirip zihni ve ahlâkî yönler
geliştirilmezse, veya bunun tersi durumlarda dengesiz; hem topluma hem de
kendine zararlı olabilecek insanlar yetişmiş olur. Bu ilke aynı zamanda
bilgilerin birbirine bağlı ve birbirini tamamlar mahiyette sunulması demektir.
İlkokullarda toplu öğretim uygulamasının yapılmasının gerekçesi de budur.
"İlkokul çağındaki çocuk, varlıkları, olayları ve kendisine öğretilmek
istenen bilgileri bilim dallarına göre sıralanmış bir halde kavrayamaz. O,
genel olarak varlıkları ve olayları toptan algılama durumundadır." Toplu
öğretim 1926 İlkokul Programı ile sadece ilkokul birinci devre sınıfları için
düşünülmüş ve eğitim
sistemimize
girmiştir. 1968 İlkokul Programı ile birlikte ilkokulun bütün sınıflarında
toplulaştırma başlatılmıştır. Aşağıdaki şekilde ilkokul birinci devrede yapılan
toplulaştırma gösterilmiştir.
10-Otoriteye itaat ve özgürlük
ilkesi (sosyallik ilkesi)
Eğitimin en baş
görevlerinden biri, çocukları dengeli olarak sosyalleştirmektir. Bu
sosyalleşmenin içinde anne-baba, okul yönetici ve öğretmenleri, yönetmelikler,
yasalar, toplumun manevî otoriteleri olan din, ahlâk, gelenek, töre gibi
güçleri tanımalı, saygı göstermelidir. Çünkü bu güçler toplumsal yapının
direkleridir ve çocuk da daha sonra yetişkin olduğunda bu rolleri üstlenecek,
bu güçlerin temsilcisi olacaktır. Bunun yanında eğitim öğretim faaliyetlerinde
çocuğun kendi kararlarını verebilmesi, kendi kendini yönetmesi, kritik
durumlarda özgür kalabilmenin, hür kararlar vermenin hazzı ve sorumluluğu da verilmelidir.
Okul bir takım bilgi, düşünce ve davranış kalıpları vermeye çalışırken yapılan
eğitim-öğretimin gelecek zaman için yapıldığı ve çocuğun yetişkin olduğunda hür
kararlar ve orijinal çözümler üretmesinin ne kadar hayatî olduğu
unutulmamalıdır. Yıllık sınıflar sistemini bozmadan, öğrencilerin sınıf içinde
farklı "öğretim öbekleri" oluşturmaları da mümkündür. Bu, değişik
derslerde sınıfta 2-3 farklı grup oluşturarak onlara farklı eğitim teknikleri
uygulamak ve gruplar arası geçişi çok esnek tutarak yapılabildiği gibi; bazı öz
(temel) derslerde yıllık sınıflar yapısını koruyarak, ama "kurs
dersi" denilen bazı beceri derslerinde öğrencilerin gruplara ayrılmasına
izin
verilerek yapılabilir.
Tarih-Coğrafya, Türkçe, Tabiat Bilgisi gibi dersler yıllık sınıflar düzeninde
yapılırken; yabancı dil, matematik gibi derslerde sınıf çözülür ve okul çapında
oluşturulan seviye kurslarına katılırlar.
Başka bir uygulama, bir sınıftaki öğrencilerin çok değişik dallarda
ilgilerine göre çalışma grupları oluşturmaları, okul yönetiminin de -gerek bu
gruplara yer ve malzeme sağlayarak gerekse uzman öğretmenler görevlendirerek-
bu gruplara destek olması şeklinde düzenlenmiştir.
11- Bilgi ve becerinin güvence
altına alınması ilkesi
Öğretimin
amacı, bireylere ve gruplara, seçilmiş bir takım bilgi ve becerilerin
öğretilmesi,benimsetilmesi ve onlar
tarafından da diğer birey
ve gruplara öğretilmesini sağlamaktır. Yani öğretimde toplumun çıkarları,
kişinin zekâ, yetenek ve ilgilerine özen gösterildiği kadar bilgi ve
becerilerin tam ve doğru öğretilmesine de önem verilmelidir. Gerçi bilgi ve
becerilerin unutulmaması ve bozulmadan gelecek nesillere aktarılması kitap, ses
ve görüntü kayıt ortamları sayesinde
güvence
altına alınmıştır ama, bunların gerçek hayatta tam değerlendirilmesi ve daha da
geliştirilmesi için, bu bilgi ve becerilerin yeni yetişen gençlerin beyinlerine
ve bedenlerine yerleştirilmesi gerekir.
Bir öğretim ilkesi olarak
değerlendirildiğinde, eğitim öğretimin her kademesinde ve her dersinde, bilgi
ve becerilerin tekrar ve alıştırma gibi yöntemlerle "tam öğretilmesi"
hedef olmalıdır. Bu, bilgi ve becerileri güvence altına aldığı gibi,
başarıların ve daha ileri öğretimlerin de güvence altına alınması
demektir. Eski öğretim düzenlerinin
bilgileri dinî bilgiler olduğu için, bu bilgilerin bozulmadan aktarılması için
ezber metodu kullanılıyordu. Şimdiki bilgiler ise geliştirilmeye açık bilgiler
olduğu için, bu metodun kullanılmasına eskisi kadar ihtiyaç yoktur.
Sanayi devrimi, teknolojik
gelişmeler ve toplum yapısının birçok yönlerindeki esaslı değişikliklerden
sonra; eğitim sistem ve uygulamalarının da bunlara göre değişmesini isteyen
birçok eğitim düşünürü çıkmıştır. Bunlardan bazılarının görüşleri içindeki
eğitim-öğretim ilkelerini şöyle sıralayabiliriz.
Ellen Key, eski eğitim sisteminin tamamen
terk edilmesini ve yeni sistemin de tabii eğitim ve bireysel hürriyet eğitimi
ilkelerine göre yapılmasını ister. Doğal eğitim, J.-J. Rousseau'da da
şekillenen natüralist eğitim görüşünün ilkesi olarak, çocuğun içinde yetişeceği
çevreyi düzenledikten sonra, ona hiç müdahale edilmemesi demektir.
Berthold Otto, çocukların yaş ve gelişim
kademelerine uygun doğal öğretimini benimsemiştir. Onun "toplu
öğretim" (Gesamtunterricht) sistemi, çocuğun bilmek isteme güdüsü üzerine
dayanır. Buradaki esas da, bir şeyi öğrenci sorduğunda veya vesilesi çıktığında
öğretmektir. Ona göre okul "genişletilmiş bir aile" olmalıydı. Çağdaş
eğitimcilerin pek çoğunda, öğrencinin iç hayatını, şahsiyetini geliştirmek, bilgi
kazandırmaktan önemlidir.
Maria
Montessori'nin eğitimi de, çocuğun kendi kendine faaliyeti ilkesine dayanır. Her çocuk
kendini eğitme gücüne sahiptir. Eğiticinin halledeceği, çocuğun ihtiyaçlarını
belirlemek ve onun kendi kendini eğiteceği uygun bir çevre ve araçları
sağlamaktır.
Helen Parkhurst de eğitimde bireysel çalışma
ilkesini esas almıştır. Onun Dalton Plânı’nda, yıllık sınıflar sistemi
kaldırılmakta, her ders için özel laboratuarlar (veya "ders
köşeleri") kurulmakta, öğrencilerin hazırlayacakları derslerle ilgili
sözleşmeler (contracts) yapılmakta ve öğretmen tamamen danışman mevkiine
çekilmektedir.
Carleton W.
Washburn'ün
Winnetka Plânı da, öğretimin bireysel tarzda esnekleştirilmesi ilkesine
dayanır. Dalton Plânında öğrencinin serbest çalışması (free work) esastı.
Winnetka Plânında, bu bireysel çalışmaya (individual work), grup çalışması ve
yaratıcılığın (group and creative activite) da eklendiği görülmektedir. Yani
öğretim sadece bireysel değil, yarı yarıya grup çalışmaları ile yürütülür. Müfredat
programı içten farklılaştırılarak esnek bir yapıya kavuşmuştur.
Alman eğitimci
Peter Petersen eğitime cemaat ilkesini getirmiştir. Ona göre okul bir hayat cemaati okulu
(Lebensgemeinschaftschule) olmalı, burada devlet, din ve başka dünya
görüşlerinden bağımsız olarak insan ferdiyeti "şahsiyet" haline
getirilmelidir. Bu doğal ve sıcak bir insanî ortam demektir. Petersen'in ikinci
ilkesi eğitimin genelliğidir. Okul her cins, tabaka, millet ve dinden insanlara
açık olmalıdır. Bu eğitimci de katı yıllık sınıflar sisteminin kaldırılmasını
istemekte, ancak bunun yerine -Dalton Plânında olduğu gibi- bireysel çalışmayı
değil, grupları geçirmektedir. Çocuklar kendi isteklerine bağlı olarak gruplar
kurar (3-6 kişilik), bir grupta yeterli çalışma yapan
öğrenci daha yüksek bir
gruba geçer. Burada not, karne, sınıfta kalma vs. yoktur. Okulda her grubun
rahatça çalışabileceği birçok oda bulunmalıdır.
Kır eğitimi (Landererziehung) akımının temsilcisi Hermann Lietz, millî eğitim
ilkesini ön plâna çıkarmıştır. Alman idealist filozof Fichte'ye bağlı olan
Lietz, bütün eğitim kademelerinde millî eğitim ilkesinin esas alınması;
çocuklara ve gençlere tarih ve kültür şuuru, dinî ve ahlâkî bir zihniyet
verilmesini ister. Geçmiş okul sistemlerini
bir öğrenme okulu (Lernschule) veya bir kitap-defter okulu (Schule der Bücher
und Heft) olarak gören George
Kerschensteiner, bunların yıkılarak yerine iş ve karakter ilkeleri üzerine
dayalı yeni okulun kurulmasını ister. Karakter ilkesi, eğitimin her yanında
gözetilmesi gereken ve ahlâkî eğitime dayanan bir
ilkedir. Öte yandan okuldaki eğitim elişi ve zihnî iş (geistige Arbeit)
üzerinde şekillenmelidir. Bu ilkelere göre yapılan eğitimde, öğrencinin
kendiliğinden faaliyeti, kendi yaşantılarına dayalı öğrenme, grup çalışma,
objektif olma ve güçlükleri yenme gibi ilkelerin kullanılacağı açıktır.
Pragmatist Amerikan eğitim düşünürü John Dewey yaparak öğrenme (learning by doing) ilkesini esas
almıştır. Ona göre, hayat faaliyet demektir. Okulda, öğrencinin faal olmasına
dayanan bir "aktif okul" olmalıdır. Öğrenci iş yaparak öğrenmeli, bir
iş cemaati içinde aktif olarak çalışmalıdır.
William H. Kilpatrick,
öğretimde öğrencinin aktifliği ilkesine dayanarak "proje metodu"nu
geliştirmiştir. Buna göre, aşağı-yukarı 8-10 kişilik öğrenci grupları kendilerine
göre projeler geliştirip, onun plânlama ve işlenmesinde ilgi ve yeteneklerine
göre çalışırlar. Dr.Ovide Decroly, kendi okulunda uygulayıp geliştirdiği
"Decroly Metodu"nda "hayata gerçek yakınlık" ilkesinden
hareketle ve "hayat yoluyla hayat için eğitim" sloganıyla çalıştı.
Ona göre çocuğun şu dört ihtiyacı onun temel ilgi merkezleri ve hayat
prensipleridir: beslenme, soğuktan korunma, düşmandan korunma, toplum içinde
çalışma, yükselme, dinlenme. Okul, öğretimi bu temel ihtiyaçlara dayandırmalıdır.
Öğretim, hareket ederek, çalışarak öğrenme ilkesine göre düzenlenmelidir.
Öğretimde çocuğun ilgileri ve kendiliğinden faaliyeti
ilkesine dayanan Adolf Ferrière,
aktif okul (l'école active) tasarısında elişine dayalı eğitim-öğretimi
savunmuş; buna göre düzenlenecek öğretimin hem beden ve zihni geliştireceğini
hem de çocukları ahlâkî ve sosyal yönden yükselteceğini söylemiştir. Paul
Östreich, eğitim-öğretimde üreticilik ilkesinden hareket etmektedir.
İnsanları sosyalist topluma götürecek maddî ve manevî değerler okulda
üretilmelidir. İnsanlar makineleşmeden, kendi ahlâk ve hürriyetleri üzerinde
yükselerek hayatı şekillendirmelidirler. Sovyet eğitimciler Nadeşda K.Krupskaya ve Pavel Petroviç Blonski ise
politeknik üretim okulu projesini geliştirmişlerdir. Bunlar, liberal
(kapitalist) eğitimcilerin geliştirdiği elişine dayalı iş okulu yerine,
endüstriyel işe dayalı "üretim okulu"nu önerirler. İnsanı sadece
belli bir mesleğin, hattâ sınaî üretim işinde küçük bir noktanın işi yerine,
onun çok yönlülüğünü bozmayacak çok yönlü (politeknik) iş eğitimi içinde
yetiştirmelidir. Sanayi çağında insanın kendisine, topluma ve hayatın diğer
yönlerine yabancılaşması ancak böyle önlenebilir. Blonski'de kısmen yer alan
eğitimde kolektiflik ilkesi, esas değerini Anton S. Makarenko'da
göstermektedir. Kollektivizm, tek yanlı bireyselciliğe karşı toplumculuğu,
sosyalizmi ve hattâ komünizmi savunur. Okul, sınıfsız toplumun
gerçekleştireceği bir kolektif olmalı, ilk sırada politik, daha sonra iş
eğitimi ve karakter eğitimi verilmelidir.
Tarihin bazı dönemlerinde
ve bazı toplum tiplerinde eğitim sistem ve uygulamalarının temelinde yatan
eğitim felsefesi akımları, birbirlerinden farklı eğitim amaçlarına ve öğretim
ilkelerine sahip bulunuyordu.
İdealizm, dünyadaki her şeyin, insan
düşüncesinin eseri ve hattâ düşüncenin bizzat kendisi olduğunu savunmaktadır.
Bilgi, sadece aklın ürünüdür. Her şeyi, insan aklı ve iradesi yaratmaktadır.
Eğitim, insanda var olan yüce duygu ve düşünceyi eğitmeli, veya insanda var
olan yüksek kişilik ve "öz"ün kendi kendine gelişimini sağlayacak bir
ortam hazırlamalıdır.
Realizm, dünyadaki her şeyin insan
düşüncesi ve bilincinin dışında, ondan bağımsız olarak var olduğunu savunan
felsefî akımdır. Gerçek, zihnimizin dışındadır ve zihnimiz dış dünyadan
aldığımız duyumlarla şekillenir ve değişir. Bu nedenle eğitim hayat içinde ve
hayata uygun olmalı; tabiat kanunları öğretilmeli ve uygulamaları da
yaptırılmalıdır.
Pragmatizm, insanın çevredeki her şeye, bu
arada bilgiye de kendi yararı açısından bakması esasına dayanır. Bir kedinin
kütüphanede ilgilendiği kitaplar değil, farelerdir. İnsan da dünyayı kendi
menfaatleri açısından değerlendirir. Yarar getiren şeyler, doğru düşüncelerdir.
Eğitimde verilecek bilgi ve becerilerde de insanın ve toplumun yararına olan
bilgi ve beceriler öğretilmeli; insanın işine yaramayacak şeyler
öğretilmemelidir. Eğitim, bilgideki ve hayattaki değişmelere her an hazır
olmalıdır. Kültüre bağlı bir gençlik yerine faydaya ve gelişmeye yönelmiş bir
gençlik yetiştirmelidir. Her türlü eğitim-öğretim düzenlemesinde buna dikkat
etmelidir.
Existantializme
(varoluşçuluk) göre, insan kendi kendini yaratan, kendi faaliyetlerinin toplamı olan ve
kendinden sorumlu olan bir varlıktır. Bu nedenle insanın eğitiminde mutlak
özgürlük ilkesi esas olmalıdır. Toplum, meslek, kitle iletişim araçları,
demokrasi, ahlâk vs. gibi kişi özgürlüğünü sınırlayan şeylerin, hiçbir şekilde
baskı aracı olarak kullanılmaması esastır. Bu nedenle varoluşçu felsefe, toplumsal
ve hattâ grup öğretimine karşı çıkar; kişinin kendi kendine eğitimini öngörür.
Meslekî eğitimin de ileri safhalarda kişinin kendi hür iradesiyle seçiminden
sonra yapılmasını ister.
Pragmatist felsefenin eğitime uygulanmış
şekli olan progressivizm (ilericilik), şekilci, disiplinli, pasif öğretime
karşı, özgür ve aktif öğretim ilkelerini savunur. Çocuk sürekli değişen hayat
şartlarına göre kendi hayatını kendi kurmalıdır. Öğretmen bir danışman veya
rehber mevkiinde kalmalıdır.
Pragmatizmin zıddı olan ve idealizmin eğitime yansıması
olarak kabul edilen Prennializme
(değişmezcilik) göre ise, eğitim değişeni değil, değişmeden kalanı
öğretmelidir. Önemli olan insan ve onun en yüksek özelliği olan akıldır. Kültürel,
fiziksel, ruhsal farklılıklar önemli değildir. Eğitimin görevi bilgi
aktarmaktır ve bilgi de, her türlü değişmenin
özünde değişmeden kalan tabiat kanunları, mantık ve
ahlâktır. Prennializm, dinî eğitime ağırlık veren bir akımdır. Prennializme
benzeyen, ama dinî yönü olmayan, bir başka eğitim felsefesi akımı Essentializm (özcülük) dir. Buna
göre, çocuğun ilgileri gibi geçici şeylere önem vermeyen, çocuklara kültürün ve
bilginin özünü veren "öğretmen merkezli" bir öğretim olmalıdır. Tarih
boyunca sağlanmış olan süzülmüş bilgi ve tecrübeler, çocuğun dar çevrelerde
kendi yaşayışı yoluyla bulacaklarından daha önemlidir. Öğretimde, oyunla vakit
geçirmek değil, çocukları gelecek hayata hazırlamak ilkesi takip edilmelidir.
Rekonstrüksiyonizm
(yeniden kuruculuk), bireysel değil, sosyal öğretim ilkesini savunmaktadır. Çünkü uygarlık da,
demokrasi de, kültür de gruplar içinde olur. Okul, modern gelişme yönüne göre
toplumu yeniden kuracak yenilikçi insanlar yetiştirmelidir.
Başarılı bir eğitim-öğretim çalışmasında, öğretimin genel
ve özel ilkelerine uyulduğu kadar hedef kitlenin öğrenme ilkelerine de dikkat
etmek gerekir. Çünkü eğitim sadece "öğretme" değil, aynı zamanda
"öğrenme"dir. Öğrenme üzerine araştırma yapanlar, bazı öğrenme
ilkeleri tespit etmişlerdir. Bu ilkeler, hem ders programlarının
belirlenmesinde hem de ders kitaplarının, plânların yapılmasında ve sınıfta
ders anlatımı sırasında devamlı göz önünde bulundurulması gereken
prensiplerdir. İnsanların nasıl öğrendikleri karmaşık bir konudur ve bu alanda
birçok teoriler ortaya atılmıştır.
Bunlardan bazılarının öğrenme ve
öğretim ilkeleri şöyle özetlenebilir:
Davranışçı
öğrenme ve öğretim teorisine göre, insanın öğrenmesi tecrübelerine; tecrübe de çevredeki
uyarıcılara bağlıdır. İnsanın bütün davranışları öğrenme yolu ile oluşturulur
veya değiştirilebilir. İnsanın zihninde ne olduğunu, ancak bunun söz, hareket
veya tavır şeklinde davranışa dönüşmesi ile anlayabiliriz. Davranışçı öğretim
teorisinde şartlı tepki (klasik ve edimsel, operant) yoluyla öğrenme olduğu
savunulur ve bu öğrenmede pekiştiricilerin (ödül veya ceza) nasıl kullanılacağı
üzerinde durulur. Uygun öğrenme şartları hazırlandığında ve uyarıcı-tepki
arasında sağlam bir bağ kurulduğunda "her öğrenci öğrenir." Tekrar,
öğrenmeyi güçlendirir. İlk öğrenilenler, daha sonra öğrenilenleri etkiler;
benzer bilgilerin öğrenimini kolaylaştırır, zıt bilgilerin öğrenimi
zorlaştırır. Eğer öğretilecek bilgi ve davranış çok fazla veya karmaşık ise,
analiz yapıldıktan sonra bir öğretim plânı yapılmalı ve kademeli olarak
(ardışık sırayla) öğretilmelidir.
Sosyal öğrenme
teorisine göre, insan kendi tecrübelerinden değil, başkalarının bilgi ve tecrübelerinden
faydalanarak, onları taklit ederek öğrenir. Konuşmada, cinsiyet rollerinde,
giyinmede, yemede-içmede ve başka birçok konuda örnek kişi ve davranışlar
taklit edilir. Bu taklitlerde ödül ve ceza, takdir ve yerme önemli rol oynar.
Bu tür öğrenmeye "modelleme yoluyla öğrenme" (sosyal öğrenme) denir.
Burada şartlı öğrenmenin ödül ve cezaları vardır ama, kişinin
bunları
kendi üzerinde denemesinden ziyade, başkalarının model davranışları taklit
edilerek yapılır. Özellikle ahlâk ve
disiplin öğretimi ile beceri öğretmede bu teorinin ilkelerinden faydalanılır.
Bilişsel (cognitive) öğrenme
teorilerinde, davranıştan ziyade bilginin öğrenilmesi üzerinde durulur. Burada da
hafıza, zihin (bellek) ve akıl önemli bir rol oynamaya başlar. Zihnin, duyu
organlarından gelen verileri alma, saklama, eski bilgi
ve duyumlarla
karşılaştırarak, birleştirip ayırarak yeni bilgiler oluşturma gibi öğrenme
işinde birçok görevleri vardır.
Öğrenciye
bir derste sunulan bilgilerle onun daha önce kazandığı bilgiler arasında bağ
kurulursa, öğrenme daha kolay olur. Öğrenci, öğrendiklerini başka benzer
durumlara transfer edebilmelidir. Öğrencinin algıdaki seçiciliğini daha önceki
bilgileri etkiler. Bu nedenle, kişide oluşturulacak bilgiler belli bir plâna
göre sırasıyla verilmeli ve bilginin doğru bir
şekilde
yerleştiğinden emin oluncaya kadar, tekrarlarla öğretmeye devam etmelidir.
Ausubel'in öğrenme
ilkesi
"mekanik öğrenme unutulur, anlamlı öğrenme ise daha çok hatırda
kalıcıdır" şeklinde özetlenmektedir (anlamlı öğrenme teorisi). Mekanik
öğrenmede, bilgiler bellekte düzensiz olarak kalırlar. Anlamlı öğrenmede ise,
bilgiler diğer eski bilgilerle ilişkiye sokularak yeniden organize edilir,
yapısallaştırılır, zihinde yeni bir anlam oluşturulur. Öğrenme, bilginin
zihinde yapısallaşmasıdır. Burada yeni bilgiler önceki bilgilerin üstüne
konulur; ya onları zenginleştirir veya düzeltir, değiştirir. Yeni öğrenilen
şeyler bireyin zihnindeki kavramlar şeması içine yerleşir.
Bu yapıldığı takdirde,
çağrışım, hatırlama, düşünme gibi daha kalıcı olur ve değişik durumlara
genelleme ve transfer kolaylaşır.
Bilişsel (cognitive) öğrenme teorileri içinde yer alan Gagnè'nin öğrenme
ilkeleri olarak şunlar
sayılabilir:
Öğrenme
insanın zihninde yer alır.
Öğrenme,
öğretmenin yaptıklarından çok öğrencinin yaptıklarından meydana gelir.
Öğrenmede
yalnız pekiştirme, tekrar, yan yana veya bitişik duran bilgiler (olay + tarih,
Türkçe +
yabancı
dil kelime) gibi dış etkilerle değil; iç faktörlerle (daha önceki bilgiler,
zekâ, çözüm
stratejileri)
de ilgilidir.
Öğrenme,
yığılmalı, birikimli bir süreçtir.
Farklı
şeyler için farklı öğrenme türleri vardır. Meselâ zihinsel (entelektüel)
beceriler için şu 8
aşamalı
öğrenme türleri vardır:
1.
İşaret öğrenme: Uyarana tepki, klasik şartlı refleks gibi
2.
Uyarıcı-davranım ilişkisini öğrenme: Operant şartlanma
3. Basit
zincirleme öğrenme: Kapının kilidini açma, arabayı çalıştırma
4. Sözel
bağ kurma: Konuşma, şiir ezberleme
5. Ayırt
etmeyi öğrenme: Farklı uyarıcılara farklı davranma, trafik ışıkları gibi
6.
Kavram öğrenme: Olayları ve nesneleri sınıflama, adlandırma
7. İlke
öğrenme: Nesneler ve olaylar arasındaki ilişkileri, yasaları öğrenme; ısıtılan
su kaynar.
8.
Problem çözme: Bilimsel yasa ve formülleri kullanarak problem çözme
Aynı
zihinsel beceriler gibi sözel bilgilerin, tutumların, psikomotor becerilerin ve
bilişsel stratejilerin (her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır) öğretilmesinde de
farklı ilkeler geliştirilebilir.
Piaget'ye göre
öğrenme,
algıların, yeni bilgilerin zihinsel yapı içinde organize edilmesidir. Yeni algı
ve bilgiler zihnin eski dengesini bozar. Ancak zihin, gerekli düzenlemeleri
(kabul etme, değiştirme) yaparak bir uyum (adaptasyon) sağlar ve her defasında
yeniden denge (eqiulibrium) kurar. Bireyin öğrenmesi onun zihinsel (bilişsel)
gelişimi ile bağlantılıdır. Çocuğun zihinsel gelişiminde, öğrenme ve öğretme
açısından göz önüne alınması gereken dört aşama vardır.
1) Duyu
hareket evresi (0-2 yaş)
2) İşlem
öncesi dönem (2-7 yaş, dil-düşünce gelişir, bazı problemler algılara dayalı
olarak çözülür)
3) Somut
işlemler dönemi (7-11 yaş, somut problemlere mantıksal çözümler uygulanır)
4) Soyut işlemler dönemi
(11-15 yaş, artık soyut problemlere de mantıksal çözümler uygulanır.)
Öğrenme
sırasında, zihin -yeri geldiğinde- aşağıdaki işlemleri yaparak öğrenir: içerme
işlemi (algıları adlandırma ve yorumlama), dönüştürme işlemi (bilgiyi değişik
şekillere dönüştürür, 2+3=5, 5-2=3), değiştirme işlemi (somut olayların
arkasındaki
ortaklığı kavrar, mantıklı düşünür, analiz ve sentezler yapabilir),
yapısallaştırma işlemi (yeni öğrenilen
bilgiler
zihinde yapısallaştırılır; kişi kendine göre bir zihinsel yapı kurar).
Bruner, kişinin öğrenmesinde, onun
içinde yaşadığı sosyal ve kültür çevresinin de etkili olduğunu savunur. Çünkü,
insan sosyal bir varlıktır. Onu yetiştiren kültür ortamı, onun açısını,
yorumlarını ve düşünce yapısını etkiler. Öğrenme
dil, düşünce ve hareket üzerine kurulduğu için, öğretim
sırasında bu güçlükleri etkileyen faktörlere de dikkat etmek gerekir. Öğretmen,
öğrencinin zeka, yetenek ve ilgilerini bildiği kadar, onun sosyo-kültürel
özelliklerini de bilmelidir.
Bruner'in öğrenme üzerindeki bir başka teorisi
"buluş yoluyla öğrenme"dir. Birey doğuştan keşfetme, deneme istek ve
merakı getirir. Çevresini algılamaya çalışırken
genellemeler yaparak kavramlar ve teoriler meydana getirir. Merak ve
keşfetme, birçok "öğrenme durumları"nın
temelidir. Bu şekildeki öğrenmede de, dışardan verilen maddî ödüllerden ziyade
kendi içinde oluşan başarı hazzı etkilidir. Öğretimde öğrencinin merakının
uyandırılmasına, keşfederek öğrenmesine yarayacak ders ortamları
düzenlemelidir. Çünkü bu şekilde öğrenme daha etkili ve kalıcıdır. Öğrencinin
bazı problemleri kendi
kendine çözmesi onda büyük bir doyum sağlar ve motivasyon kazandırır. Problem
çözerek öğrenme de, birey veya grup halinde bazı problemleri alma,
analiz-sentez gibi yöntemlerle çözmeye dayanır. Bu, âdeta öğrenmenin
öğrenilmesidir. Öğrenciler ferdî veya grup olarak çalışırlar; öğretmen de
grubun bir üyesi gibidir. Grupta herkesin yapacağı bir iş, küçüklerin
büyüklerden, büyüklerin küçüklerden öğreneceği pek çok şey vardır. Bu
Klausmeier'in "amaçsal öğrenme"sine benzer. Çünkü kişi bisiklete
binmek, bir dersi geçmek, yabancı dil öğrenmek gibi
bir amaç belirler ve bu amaca ulaşmak için gereken
metodu, çabayı kendisi sağlar. Amaç olmayınca öğrenme olmaz.
Problem çözüldüğünde bir amaca ulaşılacaksa, problem
çözülür.
Türk Millî
Eğitiminin Temel İlkeleri
Millî Eğitim Sistemimizin temel ilkeleri, 1973 tarih ve
1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kananu'nun 4. ve 17. maddeleri arasında yer
almaktadır. Burada belirlenen ilkeler şunlardır:
a) Genellik ve eşitlik: Türkiye'de eğitim kurumları dil,
ırk, cinsiyet ve din ayrımı gözetmeksizin herkese açıktır. Eğitimde hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
b) Ferdin ve toplumun ihtiyaçları: Millî eğitim hizmeti,
Türk vatandaşlarının istek ve kabiliyetleri ile Türk toplumunun ihtiyaçlarına
göre düzenlenir.
c) Yöneltme: Fertler, eğitimleri süresince, ilgi, istidat
ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda çeşitli programlara veya okullara
yöneltilerek yetiştirilirler. Millî eğitim sistemi, her bakımdan, bu yöneltmeyi
gerçekleştirecek biçimde düzenlenir. Yöneltmede ve başarının ölçülmesinde
rehberlik hizmetlerinden ve objektif ölçme ve değerlendirme
metotlarından yararlanılır.
d) Eğitim hakkı: İlköğretim görmek her Türk vatandaşının
hakkıdır. İlköğretim kurumlarından sonraki eğitim kurumlarından vatandaşlar
ilgi, istidat ve kabiliyetleri
ölçüsünde yararlanırlar.
e) Fırsat ve imkân eşitliği: Eğitimde kadın erkek herkese
fırsat ve imkân eşitliği sağlanır. Maddî imkânlardan yoksun başarılı
öğrencilerin en yüksek eğitim kademelerine kadar öğrenim görmelerini sağlamak
amacıyla parasız yatılılık, burs, kredi ve başka yollarla gerekli yardımlar
yapılır. Özel eğitime ve korunmaya muhtaç çocukları yetiştirmek için özel
tedbirler alınır.
f) Süreklilik: Fertlerin genel ve meslekî eğitimlerinin
hayat boyunca devam etmesi esastır. Gençlerin eğitilmesi yanında, hayata ve iş
alanlarına olumlu bir şekilde uymalarına yardımcı olmak üzere, yetişkinlerin de sürekli eğitimini
sağlamak için gerekli tedbirleri almak, bir eğitim görevidir.
g) Atatürk İnkılâp ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği:
Eğitim sitemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp
uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri
ve Anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak
alınır. Millî ahlâk ve millî kültürün
bozulup yozlaşmadan kendimize has şekli ile evrensel kültür içinde korunup
geliştirilmesine ve öğretilmesine önem verilir. Millî birlik ve bütünlüğün
temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin, özellikleri bozulmadan ve
aşırılığa kaçılmadan, eğitimin her kademesinde öğretilmesine önem verilir;
çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile işbirliği yapılarak Millî Eğitim
Bakanlığı'nca gereken tedbirler alınır.
ğ) Demokrasi eğitimi: Güçlü ve istikrarlı, hür ve
demokratik bir toplum düzeninin gerçekleşmesi ve devamı için, yurttaşların
sahip olmaları gereken demokrasi bilincinin, yurt yönetimine ait bilgi, anlayış
ve davranışlarla sorumluluk duygusunun ve manevî değerlere saygının, her türlü
eğitim çalışmalarında öğrencilere kazandırılıp geliştirilmesine çalışılır;
ancak, eğitim kurumlarında Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine
aykırı siyasî ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük
siyasî olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez.
h) Lâiklik: Türk millî eğitiminde lâiklik esastır. Din
kültürü ve ahlâk öğretimi ilkokul ve ortaokullar ile lise ve dengi okullarda
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.
ı) Bilimsellik: Her derece ve türdeki ders programları ve
eğitim metotlarıyla ders araç ve gereçleri, bilimsel ve teknolojik esaslara ve
yeniliklere, çevre ve ülke ihtiyaçlarına göre sürekli olarak geliştirilir.
Eğitimde verimliliğin artırılması ve sürekli olarak gelişme ve yenileşmenin
sağlanması bilimsel araştırma ve değerlendirmelere dayalı olarak yapılır. Bilgi
ve
teknoloji üretmek ve kültürümüzü geliştirmekle görevli
eğitim kurumları gereğince donatılıp güçlendirilir; bu yöndeki
çalışmalar maddî ve manevî bakımdan teşvik edilir ve
desteklenir.
i) Plânlılık: Millî eğitimin gelişmesi iktisadî, sosyal
ve kültürel kalkınma hedeflerine uygun olarak eğitim-insan gücü-istihdam
ilişkileri dikkate alınmak suretiyle, sanayileşme ve tarımda modernleşmede
gerekli teknolojik gelişmeyi
sağlayacak meslekî ve teknik eğitime ağırlık verecek
biçimde plânlanır ve gerçekleştirilir. Mesleklerin kademeleri ve her kademenin
unvan, yetki ve sorumlulukları kanunla tespit edilir ve her derece ve türdeki
örgün ve yaygın meslekî eğitim
kurumlarının kuruluş ve programları bu kademelere uygun
olarak düzenlenir. Eğitim kurumlarının yer, personel, bina, tesis ve ekleri,
donatım, araç, gereç ve kapasiteleri ile ilgili standartlar önceden tespit
edilir ve kurumların bu standartlara göre optimal büyüklükte kurulması ve
verimli olarak işletilmesi sağlanır.
j) Karma eğitim: Okullarda kız ve erkek karma eğitim
yapılması esastır. Ancak eğitimin türüne, imkân ve zorunluluklara göre bazı
okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir.
k) Okul ile ailenin işbirliği: Eğitim kurumlarının
amaçlarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak için okul ile aile arasında
işbirliği sağlanır. Bu maksatla okullarda Okul-Aile Birlikleri kurulur.
Okul-Aile Birliklerinin kuruluş ve işleyişleri Millî Eğitim Bakanlığınca
çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir.
l) Her yerde eğitim: Millî
Eğitimin amaçları yalnız resmî ve özel eğitim kurumlarında değil, aynı zamanda
evde, çevrede, işyerlerinde, her yerde ve her fırsatta gerçekleştirilmeye
çalışılır. Resmî, özel ve gönüllü her kuruluşun eğitimle ilgili faaliyetleri,
Millî Eğitim amaçlarına uygunluğu bakımından Millî Eğitim Bakanlığının
denetimine tabidir. Ülkemizin büyük eğitimcilerinden İsmail Hakkı
Baltacıoğlu'nun da "İçtimaî Mektep" adlı eserinde, kendi eğitim
sisteminin temeline koymak istediği beş ana ilkesi vardı. Bunlar şu şekilde
özetlenebilir:
1) Kişilik ilkesi: Eğitimin amacı, gerçek kişilikler
yaratmaktır. Bir insandaki gerçek kişilikler ise, onun bir vatandaş ve bir meslek
adamı olarak sergileyeceği kişiliklerdir. Eğitim insana toplum içinde en
gerekli olan bu iki kişiliği kazandırmalıdır.
2) Çevre ilkesi: Eğitimin oluşturacağı kişilikler yapay
ortamlarda olmaz, ancak gerçek çevre veya ortamlar içinde olur. Bu nedenle insan
hem sosyal hem de mesleki bir iş çevresi içinde eğitilmelidir.
3) Çalışma ilkesi: Gerçek kişilikler, gerçek çevrelerde
ve gerçek çalışmalarla olur. Okullarda yapmacık ve yalancı çalışma yerine
gerçek hayattaki çalışmaların aynısı yaptırılmalıdır.
4) Verim ilkesi: Gerçek çalışmanın ana şartı, gerçek bir
eser ve yüksek bir verim elde etmektir. Çalışmanın sosyal ve ekonomik bir değer
taşıması gerekir. Ailede, okulda ve bütün diğer eğitim ortamlarında verilen
eğitim verimli olmalıdır. Verimin ölçüsü de gerçek kültürel ve meslekî
kişiliklerin oluşmasıdır.
5) Başlatma ilkesi: Eğitimin amacı, çocukların gerçek
hayata hazırlanmasıdır. Okulun dar ortamı ve sınırlı zamanı içinde bunu
gerçekleştirmek mümkün değildir. Bu nedenle eğitim sistemi ve okul, gerçek
hayat şartlarında başarılı olabilmek
için, çocuğu bu şartlarda yaşamaya başlatmalıdır.
Öğretim metotları içinde, metotların yanı sıra genellikle
öğretim teknikleri, öğretim sistemleri gibi
konular da yer almaktadır. Bu konular büyük ölçüde
birbirinin içine girdiği için, öğretim metotları
konusunun daha iyi anlaşılabilmesi için bu teknik ve
sistemler üzerinde de durmak gereği
duyulmuştur.
Sistem, bir amaçlar
kümesine ulaşmak için birbirleriyle bağlantı (işbirliği) içinde çalışan
parçalar topluluğudur. Sistemdeki bütün parçalar bir amaca ulaşmak için
çalışırlar. Bu çalışma sırasında birbirleriyle işbirliği yaparlar. Dolayısıyla,
sistem bir örgüt gerektirir. Öğretim sistemi de, öğrencileri belli bir amaca
ulaştırmak için çalışacak unsurların işbirliği halinde çalıştırılmasıdır. Böyle
bir amaca ulaşmak için ders programı, öğretmen, okul teşkilâtı, öğretim
araç-gereçleri, değerlendirme biçimi vs.. bir öğretim sistemini meydana
getirir. Öğretim sistemi, belki öğretmenin bireysel olarak kullanacağı bir
metot değildir; ama programın gerçekleşmesi, öğrencinin eğitim-öğretimini bir
metot gibi etkiler. Hattâ bazen öğretim sistemlerinin metot olarak
adlandırıldığı da olur. Sanayileşme ve demokratlaşma hareketleri sırasında
eğitim amaçları değiştikçe, eğitim programlarında, metotlarında ve
sistemlerinde değişiklikler yapmak gerekmiştir. 20. Yüzyılda, yaygın uygulama
alanı bulan öğretim sistemlerinden bazıları şunlardır:
a) Toplu öğretim
sistemi ("Toplu tedris")
Aslında insanı ruhsal ve zihinsel olarak dengeli yetiştirmek
isteyen her düşünce; onu bilgi, beceri ve ahlâk yönünden dengeli ve tutarlı
yetiştirmeye çalışan her çaba ve hattâ çeşitli bilim dallarını ve konularını
dengeli şekilde öğretmek isteyen politeknik eğitim çabaları, toplu öğretimin
felsefî temelini oluşturur. Toplu öğretimin bir sistem olarak oluşturucusu,
Herbart'tır. O, öğrencinin dengesiz ve bencil olmaması, bilakis ahlâklı ve
erdemli olması için bir ünitenin bütün yönlerine aynı derecede ilgi
gösterilmesi gerektiğini belirtiyordu. Öte yandan bu modeli bir metot gibi
geliştiren ve adını veren de Berthold Otto'dur. Öğretim sistemleri içinde yer
alan proje metodu, Decroly sistemi, Platoon
sistemi vs.. toplu öğretim
sisteminin değişik uygulamaları gibi de görülmektedir. Toplu öğretim bir yandan
da, Almanya'da gelişen Geştalt Psikolojisinin görüşlerinden etkilenmiştir. Buna
göre, çocuk konuları parçalayarak, onları tek tek analiz ederek inceleyip
anlayamaz. Hayata ve konulara bir "bütün" olarak bakar. Dış dünyadaki
şeyler bir bütün olarak algılanır. Aslında ayrı ayrı gibi görünen olaylar ve
nesneler de bir bütündür. Mevsimlerin değişmesi, bir ülkede rejimin değişmesi,
bir insanda meydana gelen önemli bir değişim, dalga dalga hayatı bir bütün
olarak etkiler. Parçalanmış bilgi, tek yanlı, eksik bilgi insanı doyurmaz.
Aslında yetişkin insanların da yüzyıllar boyunca hayata ve bilime toplu bakış
sağlamaya çalışan felsefeye ilgi göstermeleri, bu sistemin bütün hayat boyunca
göz önüne alınması gerektiğini gösteriyor. Toplu öğretim sisteminin temeli,
derslerin belli "ünite"ler içinde birleştirilerek yapılmasıdır.
Herhangi bir olay veya dönem ve nesne hakkında ayrı ayrı dersler tarafından
öğrencilere verilecek bilgi ve beceriler, tek bir ünite içinde birleştirilir.
Meselâ trafik haftasında bütün derslerde bu konu işlenir; Cumhuriyet Bayramında
resim, müzik gibi dersler bile bu konunun daha iyi anlaşılmasına hizmet etmek
için bir araya getirilir.
Toplu öğretim sisteminin (metodunun) çeşitli uygulamaları
olmuştur. Geniş anlamdaki uygulamalar Almanya ve Avusturya'da yapılmıştır.
Burada yapılan uygulamalarda ders saatleri ve ders adları (haftalık ders
çizelgesi) belirlenmemiştir. Öğretmen, ünite konusunun gerektirdiği ve
öğrencilerin dikkatlerinin dağılmadan alabildiği kadar ders yapar. Bir ders
oturumunda öğrencinin ilgisine ve konunun akışına göre anlatımdan resime,
resimden müziğe,
müzikten matematiğe v.s. geçebilir. Bu şekilde bir toplu
öğretim, en başarılı şekilde bir öğretmenin bütün dersleri okuttuğu ilkokulda
uygulanabilir. Türkiye'de 1926 tarihli İlkokul Programından itibaren
ilköğretimin ilk üç yılında
öğretimin, toplu öğretim sistemine göre yapılması
istenmektedir. Burada ana ders "Hayat Bilgisi" dersi olmuş; okuma ve
yazma, aritmetik, resim, müzik, beden eğitimi dersleri Hayat Bilgisi dersinin o
haftaki "ünite konusu" etrafında yapılmıştır Toplu öğretimin dar anlamdaki uygulaması ise,
bizde ilkokulların 4-5. Sınıflarında uygulandığı şekliyle, Tarih, Coğrafya ve
Yurttaşlık Bilgisi'nin "Sosyal Bilgiler"; Fizik, Kimya ve Biyoloji
konularının "Fen ve Tabiat Bilgisi" adı altında toplanarak içice
verilmesi tarzında yapılmasıdır.
b) Decroly
Sistemi (İlgi Merkezleri Metodu)
Belçikalı Doktor Ovide Decroly tarafından
geliştirilmişti. Bu sisteme göre, öğretimde yapay dersler kaldırılmalı,
çocuklar doğanın içinde yaşayarak, gözleyerek, yaparak öğrenmelidir. Sistemin
bir ders programı yoktur; çocukların ilgisine göre bir takım konular seçilir.
Burada önce gözlem yapılır, sonra kaynak kitaplardan bilgiler toplanır,
deneyler yapılır. Toplanan bilgi ve tecrübeler yazı, söz veya resimlerle
anlatılır. Burada sınav ve not yoktur. Bu sistemde ders kitabı ve öğretmenin
anlatması da yoktur. Çocuklar kendi gözlem, araştırma ve tecrübelerini resim,
yazı, model gibi şeylerle kayda geçirerek, âdeta "kendi ders kitabını
kendi yazar".
c) Dalton Plânı
Amerikalı Helen Parkhurst tarafından Dalton kasabası
ortaokulunda uygulandığı için bu adı almıştır. Öğrencilerin ilgi ve yetenekleri
birbirinden farklı olduğu için, bunları bir "sınıf"a doldurarak ortak
ders yapmak doğru değildir. İnsanların kimi sanata, kimi bilime yatkın olur;
aynı konuyu kimi bir saatte öğrenir, kimi iki saatte. Öte yandan, insan
kendinin de aktif olarak katıldığı konuyu daha çabuk, daha kolay öğrenir.
Öğrenci, kendi kendine çalışmayı öğrenmelidir. Dalton Plânında okulun öğretim
ortamları (sınıflar) her ders için ayrı ayrı düzenlenmiş ve oraya, o ders ile
ilgili kitap ve diğer malzemeler konmuştur. Her dersin 10
ay boyunca öğretilecek konuları önceden hazırdır ve öğrenci bu konuları alır, o
dersin "laboratuarında" kendi öğrenme hızı ile öğrenir. Her
laboratuarda bir rehber öğretmen oturur ve çocuklara yardım eder. Öğrenci her
konuda baştan verilmiş sorulara göre bir "çalışma plânı" hazırlar.
Bütün çalışmalar laboratuarda yapılır; evde çalışma yapılmaz. Bir konu öğrenilmeden
diğerine geçilmez. Bir üniteyi bitiren
öğrenci, o ünite ile ilgili bir testten geçer. Öğrencinin
günlük çalışmaları hem öğrenci hem de öğretmen tarafından izleme kartlarına
işlenir. Bireysel çalışmaların yanı sıra, bu çalışmaların değerlendirildiği
-günde bir saatlik- toplu çalışma
da yapılmaktadır.
d) Platoon Plân
(Küme Modeli)
Amerika'nın Chicago kenti civarındaki Gary kasabasında
uygulandığı için "Gary Plânı" da denir. Okul, öğretim işini
gerçekleştirmek için kurulmuş sınıf, laboratuar, kütüphane, atölye, spor salonu
gibi unsurlardan meydana gelen bir organizasyondur. Dersler de uzman
öğretmenler tarafından verilir. Ama öğretim bir bütündür; dolayısıyla bütün
okul faaliyetleri birbiriyle uyumlu olmalı, birbirini tamamlamalıdır. Çalışma
saatleri içinde okulun bütün öğretim alanları çalışır vaziyette olmalı,
öğrenciler kümelere ayrılmalı, bir küme atölyede çalışırken diğer küme spor
salonunda, bir başkası laboratuarda çalışmalıdır. Sadece öğrenciler değil,
dersler de kümelere ayrılmıştır: Temel dersler (okuma ve yazma,
matematik, tarih, coğrafya), serbest etkinlikler (müzik,
resim, edebiyat), toplumsal bilgiler (tarih, coğrafya, yurttaşlık,
tabiat bilgisi), meslek etkinlikleri (aile bilgisi, el
işleri, çeşitli sanatlar) ve sağlık etkinlikleri (sağlık, beden eğitimi,
yemek). Bu modelin öğretim metodu, bir parça toplu öğretimi andırır. Çeşitli
derslerin konuları birbiriyle koordine olarak gider.
Besinler konusu geldiğinde edebiyatta, resimde, müzikte,
coğrafyada v.s. bu konu ile ilgili veya bu konuyu
destekleyecek bilgiler verilir. Küme çalışmalarının
dışında, okulun büyük toplantı salonunda öğretimin genel değerlendirmesi,
dinlenme ve sergi çalışmaları yapılır. Burası aynı zamanda bir toplumsallaşma
yeridir. Bu plânda öğrenciler bilgiyi o işin uzmanı öğretmenlerden ve bu bilgi
sistemi için hazırlanmış özel ortamlarda alırlar. Öte yandan küme çalışmaları
daha büyük gruplarda da tartışılır ve değerlendirilir. Platoon Plân,
Avrupa'daki toplu öğretim sisteminin Amerika'daki biraz geliştirilmiş şekli
gibidir.
e) Winnetka
Sistemi
Amerika'nın Winnetka kentinde M.C.W.Washburn tarafından
geliştirilip uygulandığı için bu adı almıştır.
Sistemin özü, öğretimin mümkün olduğu kadar bireyselleştirilmesidir.
Çünkü bilgi ve beceri kazanma miktar ve süresi çocuktan
çocuğa değişmektedir. Geleneksel sistemler ise disiplin,
metot ve sistem olarak çocuğun bu tabiatına aykırıdır. Yeni okul düzeninde
yıllık sınıflar sistemi kaldırılmış, her öğrencinin öğretim amaçlarına ulaşma
hızı onun yetenek ve bireysel çalışma hızına kalmıştır. Öğretmen çocukların
çalışmalarını izlemekte, bir dosyada biriktirmekte ve çocuğun amaca ulaşıp
ulaşmadığı da bir test ile kontrol edilmektedir. Bir konuyu bitiren öğrenci
başka bir konuya geçer. Öğretim programında bütün öğrencilere zorunlu olarak
öğretilecek okuma ve yazma, tarih, coğrafya, matematik gibi konularla her
öğrencinin yeteneğine göre ilerleyeceği resim, müzik, beden eğitimi gibi
dersler vardır. Öğretim tamamen bireysel
değildir. Çocuklar piyes, konferans, tartışma, ortak iş
gibi birçok çalışmalar da yaparlar; ancak bunlar bireysel çalışmalar gibi sıkı
kontrol edilmez.
f) Proje metodu
(Project Method)
Toplu öğretim sisteminin Amerika'daki uygulamalarından
sayılan Proje Metodunun temelinde, John Dewey'in yeni okul hayatı ve burada
öğrencilerin kendi kendilerine problem çözmeyi öğrenmeleri yatmaktadır.
Amerika'da, eğitim sistemi ile öğrencilere verilecek bilgilerin canlı, hayatî
bilgiler olması; öğretimin de dinamik olması savunulmuş ve uygulanmaya
çalışılmıştır. Günlük hayatla ilgili konular "hayat projeleri" haline
getirilerek uygulamalı olarak araştırılır ve öğretilir. C.M.Me Murry'ye göre,
insan hayatta işlerini zihinsel ve yazılı projeler haline getirerek çözer.
Proje, bir hayat probleminin araştırılıp öğrenilmesi için, zihinsel olarak
hazırlanan bir plândır. Problemin çözümü için gerekirse bütün bilimler bir
araya getirilir; pratik sonuçlara ulaşılır ve yeni problemleri gene bir proje
çerçevesinde çözmek için bir alışkanlık kazanılır. Hayattaki çeşitli
problemleri projeler geliştirerek çözen öğrenci, bilgi işlemeyi, kendi kendine
çalışma ve düşünme metotlarını geliştirir. Okul, çocukları hayata hazırlayan
bir yer değil; hayat problemlerinin araştırılıp yaşanarak öğrenildiği gerçek
bir hayat ortamı olmalıdır. J.Dewey'nin bu görüşü doğrultusunda, öğrencisi H.
Kilpatrick proje sistemini geliştirmiştir. Ona göre çocuk, hayatı projeler
içinde çalışarak öğrenir. Projeleri genellikle öğrenciler yapar; ama bazen
öğretmenlerin verdiği projeler de olabilir. Bazı projeler küçüktür, bir günde
biter; bazıları ise büyüktür ve haftalar boyu sürebilir. Bazı projeleri
öğrenciler tek başlarına bireysel olarak yaparlar, bazılarını da gruplar
halinde. Bütün okulun üzerinde çalıştığı büyük projeler de olabilir. Projeler;
oyun projeleri, hikâye anlatma projeleri, gezi ve iş projeleri olabilir. Çocuk,
projeleri hem seçip hazırlarken hem de yaparken öğretmeninden yardım alır.
Hattâ proje seçim ve işlenmesinde ailelerden de kontrollü olarak yardım
alınmalıdır. Her projenin genel değerlendirmesinin yapıldığı büyük toplantılar da
yapılır. Projeler örnek olarak sebze bahçesi kurulması, demiryolları, deniz
ulaşımı, hava yolları,
sigortacılık gibi çalışmalar verilebilir. Öğrenci(ler)
böyle bir çalışma projesi aldıklarında; o konu ile ilgili bilgi, film,
fotograf, grafik, model v.s. toplarlar, gerekirse gözlem ve gezi yaparlar ve
bunları güzel bir rapor haline getirirler.
g) Jena Plânı
Alman eğitimci Peter Petersen tarafından Jena
Üniversitesi Deneme Okulu'nda geliştirilen sisteme verilen addır. Dalton
Plânının bireysel çalışması ve Winnetka Plânının bireysel ve grup çalışması
dengesine karşın, Jena Plânı grup çalışmalarının ağırlık kazandığı bir
sistemdir. Petersen; yıllık sınıflar sistemini, notları, karneleri, ceza
sistemlerini reddediyor. Onun eğitim ilkeleri okulda sıcak bir cemaat hayatının
yaşanması, eğitimin her yaş, cins, din ve tabakadan
insanlara açık "genel" bir eğitim olmasıdır.
Petersen, yıllık sınıflar sisteminin yerine yaş grupları sistemini koyuyor. Bu
gruplar şunlardır:
1) Alt gruplar: Öğretimin 1-3. yıllarındaki çocuklar.
2) Orta gruplar: Öğretimin 4-6. yıllarındaki çocuklar.
3) Üst gruplar: Öğretimin 6/7-8. yıllarındaki çocuklar.
4) Gençlik grupları: Öğretimin 8/9-10. yıllarındaki
çocuklar.
Gruplar 2-6 kişilik olabilir ve öğrenciler grup
arkadaşlarını kendileri seçerler. Bir grupta yeterli olgunluğa ulaşan öğrenci
bir üst gruba geçer. Geçiş notla değil, öğretmenin verdiği raporla olur. Grup
içinde her öğrenci serbest çalışır. Her grubun kendine has bir çalışma odası
vardır. Öğretmen bir rehber mevkiindedir ve aynı zamanda grupların rahat
çalışması için uygun eğitim ortamları sağlamakla görevlidirler. Grup çalışması hem sosyal ve ahlâkî gelişmeyi
hem de herkesin kendi yetenek ve gayretine uygun bir çalışmayı sağlar. Her yıl
grubun üçte biri yukarıya yükseldiği için,
grupta her zaman tecrübeli elemanlar bulunur. Okulda
temel bilgiler sınıf düzeni içinde kazandırılır. Belli uzmanlık dersleri ve
serbest çalışmalar gruplar içinde olur. Okulda sosyal hayatı güçlendiren tören,
müzik çalışması ve
toplantılara da çok önem verilir.
Öğretimde strateji, metot, teknik kavramları Öğretim
stratejisi, bir öğretmenin, dersin veya bir konunun öğretilmesinde hedefe
ulaşmak için seçeceği öğretim metodu, çeşitli teknikler ve hattâ değerlendirme
biçiminin uyum içinde olmalarıdır. Bazı eğitim amaçlarına ulaşmada,
diğerlerinden daha uygun ve verimli yollar, stratejiler vardır. Öğretmenler
genellikle kendilerinin merkezde olduğu, dersin akışını ve öğrencileri
yönlendirdiği, değerlendirmeyi kendilerinin yaptığı öğretim stratejileri tespit
ederler. Bilgi vermeye dayanan derslerde genellikle öğretmen sunuşunun
ağırlıklı olduğu bir strateji izlenir. Burada dersin akışını güzelleştirecek,
sınıfın dikkatini canlı tutacak soru-cevap ve örnek verme teknikleri ile düz
anlatımın sıkıcılığı giderilir. Eğer hazır sistemli bilgiler verme yerine,
öğrencilerin araştırıp bulmaları veya ham bilgileri işleyerek daha sistemli
bilgiler oluşturmaları isteniyorsa, o zaman öğrenci merkezli öğretim
stratejileri izlemek gerekir. Öğretim metot ve teknikleri, öğretim
stratejilerinin yapı taşlarıdır. Bazı eğitimciler, öğretim
metodunun bir "öğretim tekniği" olduğunu
savunurlarken, bazıları da tekniği, daha geniş olan metodun içindeki bazı
küçük işleri yapma yolu olarak anlarlar. Yani, bir
metodun içinde çeşitli teknikler kullanılabilir. Bütün derslerde tek bir metot
veya teknik kullanan öğretmen çok başarılı olamaz. Gerçi öğretmenin genel bir
plânı, bir stratejisi olacaktır; ama eğer işler plânlandığı gibi gitmiyorsa,
hemen plânı gözden geçirip gerekli hedef düzeltme, metot veya teknik değiştirme
işlerini yapabilmelidir. Öğretmenin, kendisini merkezden çıkarıp yönlendirici
konumuna çekerek oluşturduğu öğretim stratejisine, "keşfetme (buluş)
yoluyla öğretim yaklaşımı" denmektedir. Burada öğretmenin görevi, sorulan
soru ve verilen örneklerle öğrencileri öğrenmeye hazır hale getirerek
öğrencilerin konuyu analiz ve sentez yoluyla
geliştirmelerini ve pekiştiricilerle öğrencilerin konu
hedeflerine ulaşmalarını sağlamaktır. Bir başka öğretim stratejisi, araştırma
ve inceleme yoluyla problem çözmedir. Bu, öğrencileri bilimsel araştırma
yöntemlerine alıştırma yaklaşımıdır. Öğrenci, çevredeki problemleri algılar,
tanımlar, verileri toplar, geçici çözüm yolları geliştirir ve bunların mümkün
olup olmadığını test eder. Bu şekilde yetişen öğrenciler, gelecekte
karşılaşacakları problemleri de bilimsel zihniyet ve metotlarla çözmeyi
öğrenmiş olurlar. Yalnız, bu stratejiyi uygulayan öğretmenler hem metot hem de
araç-gereç
yönünden öğrencilere yardım etmelidirler. Bu stratejide
örnek olay, laboratuar, problem çözme gibi metotlar kullanılabilir. Tam öğrenme
stratejisi, B. Bloom tarafından geliştirilmiştir. Burada, hemen hemen tüm
öğrencilerin, okulda kazandırılmaya çalışılan yeni davranışları
öğrenebilecekleri temel alınmıştır. Bunu sağlamak için, öğrenmedeki bireysel
farklılıklar en aza indirilmelidir. Bu nedenle öğretmen, yeni anlatacağı konu
veya kazandıracağı davranışı öğretmeye başlamadan önce, ön şart olan
öğrenmeleri önceden gerçekleştirmelidir. Öğrencinin bilişsel ve duyuşsal giriş
özelliklerini (bilgi ve davranışlarını), yeni konuyu öğrenmeye temel
oluşturabilmesi gerekir. İkinci olarak, öğretim esnasında öğrenciye gerekli
ipuçları verilerek, öğrencinin derse katılımı sağlanarak, gerekli pekiştirmeler
yapılıp sağlıklı geri bildirimlerle eksikler tamamlanıp düzeltmeler yapılarak
mükemmel bir öğretim hizmeti verilir. Bu stratejide, öğrencinin akademik
benliğinin ve okula karşı olumlu tutumunun oluşabilmesi için, hemen bütün
öğretim metod ve teknikleri kullanılır.
Çağımızda öğretim ilke ve metotlarını -öğretmen, öğrenci
ve ders faktörleri dışında- belirleyen bir çok gelişme vardır. Ders
programlarını belirleyenler, her dersin algoritmasını, müfredatını belirleyenler,
ders kitaplarını hazırlayanlar, okulları yapan ve donatanlar, ders araç-gereci
hazırlayanlar, hattâ günlük ders saat ve yerlerini düzenleyenler bile öğretim
metodları üzerinde etkili olmaktadır.
Her öğretim metodu her derse, her konuya, her öğrenci grubuna, her
öğretim düzeyine uygun olmayabilir. Değişik durumlarda değişik metodların
kullanılması gerekir.
Bir öğretim metodunun seçimini etkileyen faktörler
şunlardır:
1) Dersin muhtevası: Dersin içindeki konuların
tabiatı, çoğu kez öğretim metodunun en kuvvetli belirleyicisidir. Fizik-Kimya
derslerindeki bazı konular doğrudan laboratuar çalışması gerektirebilir.
Edebiyat dersinde bazı edebi eserlerin okunup ev ödevi şeklinde hazırlanması,
veya bazen eski metinlerin okunup açıklanması (hermeneutik) gereklidir. Konu,
hangi metodla en iyi şekilde öğretilebilecekse, o metod kullanılmalıdır.
2) Öğrencilerin
özellikleri:
Öğrencilerin yaş, cinsiyet, yetenek ve ilgileri, motivasyonları, ailelerin
sosyo-ekonomik ve kültürel özellikleri, öğrencilerin içinde yetiştikleri çevre
v.s. metod seçiminde etkili olabilir. İyi yetişmiş bir öğretmen,
sınıftaki öğrencilerin özelliklerine göre, gerektiğinde
değişik metodları uygulayabilmelidir. Değişik yaşlarda
değişik metodlar kullanılabilir. Eğitim, okul-aile işbirliğinde sürdürülen bir
çalışma olduğu için, ailenin ekonomik ve kültürel seviyesi de farklı metotları
gerektirebilir. Öğrencilerin özellikleri dikkate alınmadan yapılan ders, havaya
anlatılan bir ders, karanlığa atılan bir taş gibidir.
3) Öğretmenin
özellikleri: Ders
metodunu öğretmen seçtiği için, bu seçimde onun özelliklerinin de etkili
olacağı son derece açıktır. Değişik öğretmen tipleri vardır: teorik tip, dindar
tip, ekonomik tip, politik tip, estetik tip v.s. Her tipin değişik yaklaşım ve
davranışları, değişik metodları olabilir. Ayrıca öğretmenin yaşı, cinsiyeti,
mezun olduğu okul, kıdemi, o günkü motivasyonu ve psikolojik durumu da öğretim
metodu seçimini etkilemektedir. Meselâ, fen derslerinde laboratuar kullanma ile
öğretmenin yetişme biçimi, yani mezun olduğu okul arasında bir ilişki vardır.
Derslerinde soru
sorulmasına hiç izin vermeyen, hiç tartışma ortamı
açmayan öğretmenlerde de, bu durum çeşitli etmenlerden kaynaklanabilir. Bir
derste öğretmenin seçtiği metod kadar, uygulayacağı strateji ve öğretilecek
konu ile öğrenci arasında nerede durması gerektiği konusu da önemlidir. Bu
konuda değişik yaklaşım ve uygulamalar vardır; bunlardan en idealinin hangisi
olduğu konusu, öğrencinin yaşına, öğrenilecek konunun özelliklerine v.s. göre
değişir.
4) Öğretim araç-gereçlerinin
durumu: Okulda
ders araçlarının olup olmaması da öğretim metodu seçimini etkiler. Bilgisayar,
tepegöz, slayt projeksiyon, epidiyaskop, laboratuar, TV-video, iyi bir
kütüphane gibi -bir öğretim için çok
gerekli olan- dersin esas araç-gereçlerinin veya yardımcı
aletlerin olup olmaması dersteki metod seçimini etkiler. Hattâ aletlerden başka
bina, sınıf, ışık, sıcaklık gibi faktörler de ders metodu seçiminde etkilidir.
Resim, müzik, beden eğitimi
gibi derslerin özel ortam ve araçlara ihtiyacı vardır.
Eğer bunlar sağlanmazsa, ders metodunda
önemli değişiklikler
yapmak gerekir. Resim atölyesi veya çizim masaları
olmadığında Resim dersinde; spor salonu ve malzemeleri
olmadığında Beden Eğitimi dersinde, müzik odaları ve
enstrümanlar olmadığında Müzik dersinde doğru metotların
seçimi
nasıl mümkün olur?
Anlatım
(Takrir, Sunma) metodu
"Şayet
eğitimin amacı sadece bir konuda veya alanda bilgi sahibi kılmaksa...
takrir metodunu kullanmak tartışma
metodunu kullanmaktan çok daha iyidir. Yok eğer, eğitimin amacı problem
çözümleyecek nitelikte bazı yetenek ve hünerlerin geliştirilmesi ise, o
takdirde en yetersiz sınıf tartışması bile bir çok takrirden daha
üstündür."
B. Bloom
Eğitim tarihinde ve günümüzde en yaygın ve en çok
kullanılan, ve aynı zamanda "en eski" niteliğini de taşıyabilecek bir
öğretim metodudur. Dolayısıyla, geleneksel bir metoddur. Eğitimin örgün hale
geldiği Antikçağ Yunan okullarında, Ortaçağ medreselerinde ve Hıristiyan
okullarında, okulda anlatılan konular dolayısıyla, öğretim genelde bu metoda
dayanıyordu. Gerek bilim ve toplum felsefesi gerekse dinî konular en iyi
şekilde ancak sözle anlatılabiliyordu. Öğrenciler genellikle pasif alıcı
durumda idiler ve sadece dinleyerek, not tutuyorlardı. Bu metod, bugün de
genellikle sosyal bilimler alanında ağırlıklı olmak üzere, sözlü anlatım
gerektiren hemen bütün eğitim-öğretim faaliyetlerinde kullanılmaktadır. İnsan
bilgisi, şimdiye kadar büyük ölçüde sözlü veya yazılı dil ile ifade edilip
saklana gelmiştir. Eğitim vasıtasıyla kısa zamanda organize bilgi sunulmak
isteniyorsa, kullanılacak en iyi metod budur. Bilgi düzeyindeki davranışların
kazandırılmasında çok etkili olan bu metod, aynı anda çok sayıda kişiye hitap
edilebilmesi dolayısıyla da avantajlıdır. Ancak bu metodun iyi kullanılabilmesi,
öğretmenin kişiliğine, bilgisine, ses tonuna, konuşma gücüne (konuşma temposu,
melodisi, telaffuzu, süre ayarlama), diyalektik metodu iyi kullanmasına, jest
ve mimiklerine bağlıdır.
Bu metotla ders anlatılırken drama tekniği, tasvir,
açıklama ve hikâye gayet ustalıkla kullanılmalıdır. Anlatım metodunun eksikleri
ve kusurlu yönleri: Anlatma yöntemi, çağdaş eğitimciler tarafından genellikle
çok kötü eleştirilmiş ve hattâ yasaklanması bile istenmiştir. Bu haksız ve
aşırı değerlendirmeler doğru değildir. Ama gene de anlatma metodunun bazı
kusurlu yönleri vardır: Anlatma yöntemi daha çok işitme organını
kullanmaktadır. Oysa eğitimde ne kadar çok duyu
organı kullanılırsa o kadar iyi olur. Görmeye dayalı
bilgilerin ve psikomotor davranışların bu metotla öğretilmesi çok zordur.
Öğrenci derse aktif olarak katılmadığı için dersi dinlemeyebilir, öğrenme
sorumluluğundan kaçabilir. Yarım yamalak dinlenilen bir derste de bilgiler tam
olarak özümsenemez ve kısa zamanda unutulur. Eğer öğretmen; bilgisi, ses tonu,
vurgulamaları, kullanacağı çeşitli tekniklerle dersi dinlenilebilir bir hale
getirmezse, öğrenciler kısa zamanda sıkılır, motivasyonları düşer ve dersten
koparlar. Kimi uyuklamaya başlar, kimi resim yapar, kimi etrafındakilerle
konuşmaya
başlar, kimisi de sınıfta dersi dinliyor gibi gözükmesine
rağmen zihnen ve ruhen başka yerlere gezmeye gider. İnsanın ilgi duymadığı
konularda dikkatle dinleme süresinin 15-20 dakikayı geçmediği, dikkati canlı
tutmak için sık sık jest, mimik, ses tonu, konu
değiştirme gibi dikkat çeken teknikleri kullanma gerektiği unutulmamalıdır. İyi
bir öğretim için, öğretmenin karşısındaki öğrencilerin bilgi, ilgi, ihtiyaç ve
yeteneklerini tanıması gerekir. Sürekli anlatma yöntemi ile ders yapan bir
öğretmen, tanımadığı bir gruba belli bir bilgi sistemini anlatmaya çalışır. Bu,
âdeta karanlığa kurşun atmak gibi bir faaliyet olur. Bu durumda öğrenme büyük
ölçüde tesadüfe bırakılmıştır. Bu metod büyük ölçüde kitabî bilgilere
dayandığından, öğrencileri araştırma ve inceleme yapma yerine, kalıp bilgileri
ezberlemeye sevk eder. Tarih boyunca da, bu metodun ortaya çıkardığı en çok
kullanılan öğrenme tekniğinin ezber olduğu görülmüştür. Bu metotla yapılan
derslerde öğrencilerle sağlıklı iletişim kurulamıyorsa, dersin anlaşılıp
anlaşılmadığını ortaya koyacak geri bildirimler (feedback) alınamaz ve ders
kontrolü zayıflar. Anlatım metodunun iyi yönleri: Tüm eleştirilere rağmen,
anlatım metodunun şu anda eğitim sisteminin her seviye ve dersinde hâlâ en
yaygın olarak kullanılan bir ders verme biçimi olması, onun bazı iyi yönlerinin
de olduğunu göstermektedir. Bunlar kısaca şöyle sıralanabilir: Anlatım yoluyla
ders verme metodu her şeyden önce ekonomiktir. Bir kürsü, bazen bir kara tahta,
bir mikrofonla mükemmel bir öğretim yapılabilmektedir. Öğretmenin derse hazırlanması
uzun sürmeyebilir. Her türlü bilgi, gözlem, araştırma ve inceleme bu
yolla öğrencilere aktarılabilir. Burada öğretmenin konuyu
iyi bilmesi, bilgi ve gözlemlerini akıcı bir dille anlatması,
gerektiğinde de bazı ders araç ve gereçlerinden (film,
diyapozitif, grafik v.s.) yararlanması mümkündür. Bu metod, en
esnek metotlardan biridir. Her derse, her türlü dinleyici
grubuna, her mekâna ve zamana kolaylıkla uydurulabilir. Küçük gruplarla
yapıldığında gerektiğinde bir sohbet tekniğine dönüştürülebilir. Grup büyüklüğü
50-60'ı geçince de konferans tekniği ile ders yapılabilir. Bazen yüzlerce
resimle anlatılamayacak bir bölge, orayı gezmiş, oralarda yaşamış bir
öğretmenin "ağzından bal damlayan" anlatımı ile tekrar oraları
geziyormuş, bazı önemli olayların içinde
yaşıyormuşçasına öğrenilebilir. Burada öğretmen,
gerektiğinde veya ilginin dağıldığını görürse, öğretim plânı üzerinde esnek
değişiklikler de yapabilir. Bu metotla dersin akışı, dolayısıyla belli bir
sıraya göre plânlanmış bilgilerin aktarımı kolay olur. Öğretmen fazla zaman
kaybetmeden, konunun özünden ve ciddiyetinden fazla uzaklaşmadan, öğrencilerin
dersi "kaynatmalarına" izin vermeden öğretimin yapılabilmesini
sağlar. Sınıf ve ders kontrolü burada bütün diğer metodlardan daha kolay sağlanabilir.
Öğretmen veya dersi sunan kişinin öğrencilerle kuracağı duygusal sıcaklık,
coşkulu veya mantıklı bir anlatım, öğrencilerle kurulan nezakete dayalı bir
diyalog, onların yapıcı olarak derse katılmaları, bazen drama tekniğini
kullanarak yapılan bir anlatım sınıfta çok iyi bir "öğrenme
atmosferi"nin oluşmasına ve dolayısıyla mükemmel bir öğrenmeye yol açar.
Bu metod, diğer bütün metodlarla birlikte kullanılabilir. Hattâ gezi, gözlem,
laboratuar, proje v.s. gibi çalışmaların hemen hepsinde yer yer bu metodun
kullanılması zorunlu olmaktadır. Başka bir deyişle, arada bu metodu kullanmadan
hiç bir metodla ders yapmak mümkün olmaz. Bu metodun diğer olumlu yönleri
arasında şunlar da sayılabilir: Konuların kalabalık gruplara sunulmasının en
iyi metodu budur ("Geniş Grup Tekniği"). Bu öğretim metodu sayesinde
öğrenciler dikkatlerini uzun süre bir konuşmaya vermeyi, sabırla dinlemeyi, not
tutmayı v.s. öğrenirler. Ayrıca dinleyerek öğrenmeye daha yatkın olan tipler
için, bu, en verimli öğrenme metodudur. Anlatım metodunun daha etkili olarak
kullanılabilmesi için dikkat edilecek hususlar: Eğer aşağıdaki hususlara dikkat
edilirse, her öğretmenin kullanmak zorunda olduğu bu metod, daha güçlü hale
getirilebilir. Bu metodun etkili kullanımı için, öğretmenlerin kullandıkları
dili çok iyi bilmeleri gerekir. Bu nedenle, hangi düzeyde ve hangi bilim
alanında olursa olsun, bütün öğretmenlere çok iyi bir Türkçe öğretimi
vermelidir. Dili, kuralları ve zengin kelime dağarcığı ile öğrenmek yetmez;
aynı zamanda öğretmenin diksiyonu da mükemmel olmalıdır. Telaffuzu,
vurgulamaları, ses tonu gibi özellikleri de mükemmel olmalıdır. Dilin iyi
kullanılabilmesi sadece yukarıda sayılan özellikleriyle olmaz; öte yandan
canlı, heyecanlı ve akıcı bir anlatım, gerektiğinde jest ve mimiklerle dilsel
anlatıma yardımcı olabilmelidir. Öğretmen derse başlamadan önce, karşısındaki
öğrenci grubunun yaşını, zihinsel seviyesini, bilgi düzeyini, ilgilerini v.s.
öğrenmeli; hattâ bunun için giriş yoklaması yapmalıdır. Ancak burada bir sınav
havası
vermeden ve öğrencileri sıkmadan, sadece derse zemin
teşkil etmesi için bir kontrol yapıldığı anlatılmalıdır. Gene derse başlamadan
önce öğrencilerin dikkatini, anlatılacak konu üzerine çekecek bir film,
fotograf, grafik gösterimi; problemler
üzerinde duran bir giriş konuşması veya öğrencilere
yöneltilecek bazı basit sorularla işe başlanmalıdır. Öğrenme için motivasyon
şarttır ve hattâ iyi yapılmış bir motivasyon çoğu kez zekâ kadar önemlidir.
Grup karşısında sadece yere veya havaya bakarak, gözlerini anlamsız bir sabit
noktaya dikerek, sürekli notları ile meşgul olarak ders yapılmaz.
Öğretmen sürekli grubu kontrol etmeli, dersten kopmalar
sınıfı veya dersin akışını rahatsız etmeye başladığı an müdahale etmelidir. Bu
müdahale çok nazik, ama kararlı olmalıdır. Eğer sınıfın çoğunluğu dersten
kopmuş ve disiplin
sağlanamıyorsa, orada zaten ders yapılamaz. Böyle
durumlarda öğretmen kendi hatalarını, konuyu veya sınıfın fiziksel atmosferini
kontrol etmelidir. Büyük gruplar karşısında ders yaparken gerek öğretmenin
bulunduğu yer gerekse öğrencilerin oturma düzeni de son derece önemlidir.
Anlatım metodu ile yapılan derslerde, öğrencilerle mutlaka güzel diyaloglar
kurulmalıdır. Miting meydanlarında bile, politikacıların halkla kurdukları
soru-cevap veya slogan diyalogunun toplantıyı ne kadar güzelleştirdiği
görülmektedir. Daha küçük gruplarda da, arada sorulacak veya
sordurulacak sorularla başlayan diyalog dağılan
dikkatleri toplayacak, öğrencilerin derse ısınmalarını ve düşüncelerini
aktifleştirmelerini sağlayacaktır. Bu şekilde soru-cevap tekniği, öğrencilerin
yanlış anlamalarını da engelleyecek veya yanlış anlaşılabilecek konuları
düzeltme imkânı sunacaktır. Ayrıca, önemle vurgulanmak istenen yerler birkaç
kez tekrar edilmelidir. Anlatım yoluyla ders yapan öğretmenin genel kültürü de çok
geniş olmalıdır. Bu, sınıf atmosferinin
bozulduğu zamanlarda sınıfın derlenip toparlanması için
veya yeri geldiğinde yapılacak nazik şakalar, fıkralar veya güncel sorunlar
üzerinde birkaç dakikayı geçmeyecek sohbetlerle öğrencinin tekrar derse hazır
hale getirilmesi
sağlanabilir. Ancak burada şuna da dikkat etmelidir:
Anlatım metodunda bir derste anlatılacak konu iyi seçilmeli ve
sınırlandırılmalıdır. Her şeyin bir derste anlatılamayacağı unutulmamalıdır.
Uzmanların önerisi, bir derste 5-9 ana nokta üzerinde durulmasıdır. Her dersin
sonunda ya bir değerlendirme konuşması yaparak veya küçük yazılı veya sözlü
yoklamalarla konu derlenip toplanmalıdır. Öğrenciler genellikle sınavlara
yönelik ders dinledikleri için, anlatılan konunun soru haline getirilmesi dersi
daha çekici kılar. Hattâ anlatımın içinde bile, o kısımların ilerde nasıl bir
soru haline getirileceği bahsi açılırsa, bütün öğrencilerin o kısımları
"can kulağı ile" dinledikleri görülecektir.
Bu metotla
kullanılan teknikler:
Konferans: Bazı eğitim çevrelerinde, konferans şeklinde
ders vermenin kötü bir metod olduğu, eğitimbilimi prensiplerine ters olduğu
şeklinde bir kanaat vardır. Hattâ konferans tipi ders anlatmanın ne kadar kötü
olduğunu anlatan kişi de o anda kötü bir konferans veriyor olabilir. Oysa bazı
kişiler yüzlerce kişiyi hiç sıkmadan ve vermek istediği mesajların tamamını
verecek şekilde güzel konferanslar verebilir. Tecrübe ve gözlemlerimiz,
konferansın kalitesinin önemli ölçüde onu veren kişinin yeteneğine, o andaki
havasına, konuya ve dinleyici kalitesine bağlı
olduğunu gösteriyor. İyi bir konferansçı: Anlatacağı
konuyu çok iyi bilmelidir. Ancak bu yetmez; çünkü bazen kendi konusunda uluslar
arası uzman olan bir kişinin, kendi konularında çok kötü konferanslar
verdikleri görülmüştür. İyi bir
konferansçı zamanı kullanmada, topluluk karşısında
gezinmede, jest ve mimiklerinde, ses tonunu kullanmada ve kendisine yardımcı
araç-gereçleri kullanmada da usta olmalıdır. Her öğretmenin tiyatroculuk yönü
olmalı, anlattığı şeyi zevkle anlatmalıdır. Konferans tipi ders üzerinde
"Dr.Fox Etkisi" unutulmamalıdır. Anlatacağı konuyu çok iyi
plânlamalı, açık ve kısa cümlelerle konuşmalıdır. Konuşması uygun bir hızda
olmalı, sesi çok açık olarak işitilebilmelidir.
Dinleyicilerin büyük çoğunluğunu her an kontrol
edebilmeli, bunun için bir köşeye, bir gruba değil, her zaman genele
hitap etmelidir. Gerektiğinde ilgiyi çekebilmek için soru
sormalı veya soru sorulmasına izin verip, gelen sorulardan konu ile veya
sınıfın geneli ile ilgili olanları cevaplândırmalıdır.
Soru sormak her türlü öğrenmenin başıdır. Kafasında
herhangi bir konu hakkında soru oluşturan kişi, artık meselenin farkına varmış,
onun çözüm yolunu aramaya başlamış demektir. Ona, rasyonel ve bilimsel yolla
soruya cevap arama
yolu öğretilirse, o problemi güzel bir metotla
çözebilecek demektir. Soru, her zaman öğretimdeki temel iletişim araçlarından
biri olmuştur. Soru-cevap metodu, başka metotların içinde ara sıra kullanılan
soru-cevap tekniğinden ayrı; dersi baştan sona soru-cevap tarzında işleme
demektir. Bu metodun tarihte esas kullanıcısı, Antik Yunan filozofu
Sokrates'tir. Onun idealist felsefesine göre, tüm bilgiler insanın kafasında
vardır, ama berrak ve uyanık halde değil, üstü örtülü ve uyur haldedir.
Eğitimin görevi, her insanın kafasında var olan bu bilgilerin üstünü açmak ve
uyandırmaktır. Yoksa, insana daha önce kafasında olmayan bir şey öğretilemez.
Öğretme, sadece soru sorarak yapılmalıdır. Burada öğrencinin bağımsız düşüncesi
pek söz konusu olmamaktadır. Verilen cevaplara göre yeniden sorular sorarak,
insana,
hiç bilmediğini farz ettiği bilgiler
"öğretilir". Sokrates de, hiç bir şey bilmeyen bir köleye, sadece
sorular sorarak karmaşık bir geometri problemini çözdürmüştür.
Sokrates'in bu metodu nasıl kullandığına kısa bir örnek,
Sokrates'in soru-cevap metodunu kullanması
"... Çılgınca yapılan şey çılgınlığın, ölçülülükle
yapılan şey ölçülülüğün eseridir, değil mi?
Kabul etti.
Kuvvetle yapılan kuvvetlice, zayıflıkla yapılan
zayıfçadır, değil mi?
Evet.
Peki, bir şey hızla yapılmışsa hızlı, yavaşça yapılmışsa
yavaş yapılmıştır, değil mi?
Evet.
Peki, aynı şekilde yapılan bir şey, aynı ilkenin; karşıt
şekilde yapılan bir şey de karşıt bir
ilkenin eseridir, değil mi?
Kabul etti.
Söyle bakalım şimdi, güzel diye bir şey var mıdır?
Evet.
Bir güzelin çirkinden başka karşıtı var mıdır?
Hayır.
Devam edelim, iyi diye bir şey var mıdır?
Evet.
Bir iyinin kötüden başka karşıtı var mıdır?
Hayır.
Aynı şekilde, seste tiz bir şey var mıdır?
Evet.
Bu tizin pesten başka bir karşıtı var mıdır?
Hayır.
O halde her karşıtın birçok değil bir karşıtı vardır,
değil mi?
Aynı fikirde olduğunu söyledi.
Hadi, şimdi üstünde anlaştığımız şeyleri bir daha gözden
geçirelim, dedim. Her karşıtın
birçok değil tek bir karşıtı olduğunda anlaştık, değil
mi?
Evet.
Karşıt bir şekilde yapılan bir şeyin, karşıt ilkelerin
eseri olduğunda da anlaşmıştık.
Evet.
Çılgınca yapılan bir şeyin ölçülülükle yapılan bir şeye
karşıt bir şekilde yapıldığında da
anlaşmıştık, değil mi?
Öyle.
Ölçülülükle yapılan şeyin ölçülülüğün, çılgınca yapılan
şeyin çılgınlığın eseri olduğunda
da anlaşmıştır.
Evet.
O halde bu şeyler karşıt bir şekilde yapılmışlarsa,
karşıt bir ilkenin eseridirler, değil mi?
Evet.
Oysa biri ölçülülüğün eseridir, diğeri çılgınlığın.
Evet.
Karşıt bir şekilde, değil mi?
Kuşkusuz.
Öyleyse karşıt ilkenin eseridirler.
Evet.
O zaman çılgınlık, ölçülülüğün karşıtıdır.
Öyle görünüyor.
Peki ama, demin çılgınlığın belgeliğin karşıtı olduğunu
kabul etmiştik, hatırlıyor musun?
Evet, dedi.
Bir karşıtın tek bir karşıtı olduğunu da kabul etmiştik.
Evet.
Öyleyse bu iki savdan hangisini geri alacağız,
Protagoras? Bir karşıtın tek bir karşıtı olduğunu ileri süreni mi, yoksa
bilgeliğin, ölçülülükten başka bir şey olduğunu, her ikisinin de erdemin
parçaları olduğunu, farklı olmakla kalmayıp yüzün parçaları gibi gerek
kendileri gerek özellikleri bakımından birbirine hiç benzemediklerini ileri
süreni mi? Bu iki savdan hangisini geri alacağız, diyorum. Çünkü bunlar,
birbirine uymadıkları ve uyum haline giremedikleri için aykırılık gösteriyor.
Gerçekten de, bir yandan bir şeyin ister istemez birçok değil tek karşıtı
olması gerekirse, öte yandan da, bir şey olan çılgınlığın bilgelik ve ölçülülük
gibi iki karşıtı olduğu ortaya çıkarsa nasıl uyuşabilirler, değil mi? Ne
dersin,
Protagoras? İstemeye istemeye benimle aynı fikirde
olduğunu söyledi. O halde ölçülülük ile bilgelik aynı şeydir; demin
de doğrulukla dindarlığın hemen hemen aynı şey olduğunu
görmüştük. Hadi Protagoras, yılmayalım, geri kalanları gözden geçirelim. Doğru
olamayan bir iş yapan, eğrilik ederken temkinli midir? ..."
Soru-cevap yöntemi ile doğrudan öğretim yapıldığı gibi,
bu metodu kullanarak yazılan eserler de vardır. Yusuf Has Hacib'in
"Kutadgu Bilik" adlı eseri Sokratvari soru-cevap yöntemi kullanılarak
ve dört kişinin soru-cevap tarzında konuşturulması şeklinde yazılmıştır. Sormak erkektir, cevap vermek de dişidir.
Beynin fikir üretebilmesi için soru sorarak onu tohumlamak gerekir. Soruyu
oluşturmak, bilgiye yarı yarıya ulaşmak demektir. Bilmeyen soru soramaz. Hattâ
bazen kişinin bir konuyu bilip bilmediği veya ne kadar bildiği, ona sadece soru
sordurularak da anlaşılabilir. Berthold Otto'ya göre, soru soran öğrenci, zihin
ve ruhunu bilgi almak için açmıştır. Öğretmen bu anı çok iyi
değerlendirmelidir. Yoksa o zaman veremediği bilgiyi, çocuğun arzu etmediği bir
zamanda zorla vermek durumunda kalabilir. Ortaçağlarda soru-cevap, sadece dinî
bilgilerin doğru öğrenilip öğrenilmediğini kontrol amacıyla
kullanılıyordu. Bunun için çeşitli alanlarda sınava
hazırlayan soru-cevap tarzında hazırlanmış kitaplar da çıkmıştı. Tıpkı
şimdiki "Kolejlere Hazırlık",
"Üniversiteye Hazırlık" kitapları ve özel dershanelerdeki yetiştirme
tarzı gibi. Günümüzde soru-cevap yöntemini Sokratvari şekilde uygulayan bir
sistem yoktur. Bu şekilde bir uygulama çok iyi alan bilgisini,
sağlam bir mantık yapısını ve diyalektik yöntemi çok iyi
bilmeyi gerektirir. Sorunun birçok
çeşitleri vardır. Bunları şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
En doğruyu seçme soruları
Tamamlama soruları
Hatırlama soruları
Sentez yaptırma soruları
Analizci sorular
Sentezci sorular (karşılaştırma, karar verme, sebep-sonuç
gösterme v.s.)
Soru-cevap yönteminin şimdiki uygulaması genellikle
tartışma ve yoklama (sınav) şeklinde olmaktadır. Burada diyalogdan ziyade, çok
kişi arasında belli bir konuda sistemli bir fikir alışverişi söz konusudur.
Tartışmayı, bilgili ve gruba hakim olacak şekilde yetkili bir kişinin yönetmesi
gerekir. Bu metod ayrı bir başlık altında incelenecektir.
Soru-cevap yönteminin faydaları:
Öğrencinin başkalarını dinlemesini; bunlara karşı kendi
fikirlerini üretme ve bunu nazik, mantıklı, etkili bir tarzda söylemesini
sağlar. Kişinin ifade etme gücünü geliştirir; öğrenci düşüncelerini belli bir
tertip ve düzene göre hür olarak ifade etmeyi öğrenir. Öğrencinin derse aktif
olarak katılmasını sağlar. Bütün eğitim tarihi boyunca sorunun zihni uyarıcı,
tohumlayıcı, mayalayıcı, doğurtucu gücünden yararlanılmıştır. Sorular hem
öğrencileri düşünmeye sev ketmiş hem de öğretimi disipline etmiştir. Öğrenciyi
güdüler, sosyalleştirir; ona öğrendiklerini uygulama ve yorumlama imkânı verir.
Sınıf içinde hem öğretmenle hem tartışma arkadaşlarıyla sağlıklı iletişim
kurmayı sağlar. Soru, herkesin zihnindeki
değişik cevapların, fikir ve görüşlerin ortaya çıkmasını,
bunların demokratik bir biçimde ifade edilmesini; buradan da kişilerin
tahammül, hoşgörü ve çoksesliliğe alışmalarını sağlar. Öğrenci,
"başkalarının mantığı" ile de düşünmeye alışır. Zaten demokratik bir
ortam da, çevredekilerin fikirlerini alarak, onları doğru yorumlayarak karşılıklı
işbirliği içinde olur.
Kişinin kendi kendini değerlendirmesini sağlar.
Öğrencinin hatırlama, yargılama, değerlendirme, karar verme ve yaratıcı
düşünmesini sağlar. Öğrenci, kendisine de her an soru sorulabileceği veya söz
düşeceği ihtimali ile dersi veya tartışmayı dikkatle izleme disiplinine alışır.
Öğrencinin derse ilgisini arttırır. Öğretmene, sınıf içindeki kişilerin
bilgilerini, bir konuyu kavrama, analiz, sentez, değerlendirme ve uygulama
güçlerini ölçme imkânı verir. Öğretmen, öğretmeye çalıştıklarının doğru
anlaşılıp anlaşılmadığını veya ne kadar öğrenildiğini ancak soru-cevap yöntemi
ile öğrenebilir. Bu şekilde dersin öğrenci seviyesine uygun hale getirilmesinde
de bu metoddan faydalanılır. Anlatılan konuların tekrar ve pekiştirmelerle daha
iyi öğrenilmesi sağlanmış olur. Konunun ana çizgilerinin belirtilmesinde ve
önemli yerlerinin vurgulanmasında önemli rol oynar. Ezberlemeyi de bir parça
engellemeye çalışır. Soru-cevap yöntemi, her dersin öğretiminde kullanılabilir.
Ayrıca, diğer metodlarla yapılan her öğretim metodunun mükemmel bir
tamamlayıcısı olabilir.
Soru-cevap
yönteminin sınırlılıkları:
Soru, bir konuyu bilen ve anlamış kişiler için bile,
sıkıcı bir şeydir. Dolayısıyla, hele sınav soruları tarzında yapılan bir ders,
öğrencilerin çoğunluğu için sıkıcı olur. Eğer öğrenci "bilmiyorum"a
alışırsa, sınıfın geneli cevap vermezse veya
cevaplamaya (tartışmaya) katılım azalırsa, dersin
kalitesi düşer. Sınıftaki öğretim atmosferi bozulur. Sorulara cevap veremeyen
öğrencinin kendine güveni azalır. Zamanla öğrenci bildiği konularda bile
konuşmamaya başlar. Dolayısıyla sınıfta derse aktif katılanların sayısı düşer;
ders de öğretmenin bazı öğrencilerle oynadığı bir tiyatro, sınıfın geneli de
seyirci haline gelir.
Yukarıdakine bağlı olarak, eğer sınıftan sürekli yanlış
cevaplar gelir veya hiç cevap gelmezse, öğretmenin de kendine güveni azalır.
Sorular iyi ifade edilemez ise, anlaşılmaz, kasıtlı ve yönlendirici olursa
öğrencinin serbest düşünmesi engellenmiş olur. Soru-cevap yönteminin en büyük
sakıncalarından biri de, konunun çok fazla dağıtılması, dersin
"kaynatılması" ve dolayısıyla programın yetiştirilememesidir.
Soru, dilbilgisi kurallarına uygun olarak sorulmalıdır.
"Niçin", "neden", "nasıl", "kim", "ne
zaman" gibi soru ekleri ile başlamalı veya soru ekleri ile bitmelidir.
"Evet-hayır" sorularından kaçınmalıdır. Öğretmen soru hazırlama ve
sınıfta öğrencilerin önünde soru sorma tekniklerini iyi bilmelidir. Soru; kısa,
açık, anlam bakımından doğru ve uyarıcı olmalıdır. Her sorun veya fikir için
ayrı ayrı soru sorulmalı, birkaç konuyu kapsayan genel sorulardan kaçınmalıdır.
Belirsiz ve karışık cevaplar düşündüren bir soru, sınıfta problem çıkartabilir.
Sorular dağınık olmamalı; dersin hedefine uygun, tutarlı, konu ile uyumlu
olmalıdır. "Merak soruları"ndan kaçınmalıdır. Soru; akla, mantığa,
gerçeğe ve bilimsel esaslara uygun olmalıdır. Soru; emir veya telkin
mahiyetinde olmamalıdır. Soru, gerektiğinde öğrencilerin dikkatini dersin
önemli yerlerine çekmek, dersi dinleyenlerin derse yönelmelerini sağlamak,
dikkatsiz öğrencileri uyarmak ve disiplin sağlamak amacıyla da kullanılabilir.
Öğretmen soru sorarken esnek olmalı, öğrencileri rahatlatmalı; soru veya cevap
anlaşılmadığı zaman, aynı söyleyiş kalıbıyla değil yeni ifadelerle, soru veya
cevap açılmaya çalışılmalıdır. Sorunun cevabı içinde olmamalı; yani soru cevabı
belli etmemeli, telkin etmemeli; öğrencileri düşünmeye, bilgi ve tecrübelerini
yoklamaya sevk etmelidir. Soru; sorunun içeriği, kolaylığı ve zorluğu
bakımından, öğrencilerin zihinsel ve ruhsal gelişim
seviyelerine uygun olmalıdır. Öğrencinin seviyesinin
altında veya üstünde sorular sormamaya özen göstermelidir.
Soru-cevap yöntemi dersi mekanikleştirmemeli, öğrencileri
ezbere sürüklememelidir. Öte yandan soru-cevap yöntemi
zaman israfına yol açmamalı; dersi
"kaynatacak", öğrencileri kutuplaştıracak uygulamalardan
kaçınmalıdır. Soru, bir öğrenciye veya belli bir öğrenci grubuna değil, sınıfın
bütününe yöneltilmeli ve sınıfın tamamından cevap beklenmelidir. Cevap verme
safhasına mümkün olduğu kadar çok öğrencinin katılması sağlanmalı, sınıftaki
öğrencilerden mümkün olduğu kadar çok sayıda cevap almak hedeflenmelidir.
Cevaplar aceleye getirilmemeli, "kerrat cetveli
sorgulaması" yapılmamalı; öğrencilerin düşünüp cevap hazırlaması için
yeterli bir zaman (wait time) bırakılmalıdır. Öğrenciler
cevaba zorlanmamalı, sıkıştırılmamalı, "manevî işkence"
yapılmamalıdır. Aynı zamanda "evet" veya "hayır" gibi kısa
cevaplar isteyen savcı sorgulamasından da kaçınmalıdır. Soru veya cevaplar çok
tekrarlanmamalıdır. Bu, öğrencilerin ilgisini dağıtır. Öğrenciler de soru
sormaya
isteklendirilmelidir. Soru formüle etmenin, dersin
anlaşılmasını kolaylaştırdığı, derse olan ilgiyi arttırdığı
unutulmamalıdır. Soru kadar, verilecek cevabın da açık ve
net olması sağlanmalıdır. Tahminî cevaplar çıkaracak soru sormamalıdır.
Sorulara verilecek cevaplarda, öğrencinin kişisel fikir ve tutumlarının
sergilenmemesi, belli bir dinî
veya ideolojik sistemin propaganda edilmemesi
sağlanmalıdır. Cevabın tek öğrenci tarafından verilmesi sağlanmalı, koro
halinde veya "her kafadan bir ses çıkarak" cevaplândırmalara imkân
verilmemelidir. Eğer isim söylenerek öğrenciden cevap istenecekse, öğrenci
numarasına göre baştan veya sondan
başlayıp sırayla gitme yerine, rasgele seçim
yapılmalıdır. Bu metod kullanılırken öğrencileri sınıf huzurunda utandırıcı,
mahcup edici, onur kırıcı durumlara düşürmekten kaçınmalı; bilakis
"iyi", "güzel" gibi sözler veya notlarla öğrenci
ödüllendirilmeli; bu şekilde daha sonraki soru veya
cevaplara katılmaları teşvik edilmelidir.
Tartışma, iki veya
çok kimsenin herhangi bir konuyu karşılıklı konuşarak, birbirini
dinleyerek, eleştirerek, gerektiğinde sorular sorarak incelemesine dayanan bir
öğretim yöntemidir. Tartışma, bir öğretim metodu olarak tarihte çeşitli
dönemlerde çeşitli öğreticiler tarafından başarıyla kullanılmış, hattâ eğitim
tarihinde bu metodun öğretisi bile yapılmıştır.
Antikçağ Yunan toplumunda ve özellikle Atina'da Sofistler, öğrencilerini
tartışmada kendi iddiasını karşı
tarafa kabul ettirecek tarzda yetiştiriyorlardı.
Ortaçağda Doğuda ve Batıda dinî bilimler ağırlıklı bir öğretim yapıldığı ve
çoğu dinî konuda da çeşitli taraflar arasında tartışmalar çıktığı için, eğitim
sistemleri de yetiştirdikleri kişileri bu tartışmalarda üstün gelecek şekilde
hazırlamaya gayret etmişlerdir. Bunun için Batının Gramer, Retorik ve
Diyalektik dersleri; Doğunun ise Meâni, Bediî ve Beyân dersleri Ortaçağ
üniversitelerinde ve medreselerinde yer almıştır.,
Günümüzde ise, gerek eğitim içinde öğrencinin
faaliyetlerine ve görüşlerine yer verilmesini isteyen akımlar gerekse toplumsal
yönetim alanında çoğulcu demokratik yapılar egemen olduğu için, çocukların daha
okulda iken tartışma
yoluyla görüşlerini karşı tarafa kabul ettirmeye
alıştırılması önem kazanmıştır. Çağımızın kitle iletişim araçları ve özellikle
televizyon vasıtasıyla birkaç kişinin katıldığı küçük grup tartışmalarından
büyük grup tartışmalarına ("açık oturum", "meclis" gibi
adlarla) rastlanmaktadır. Bu yayınlar da tartışma metodu ile ders yapmayı
teşvik etmektedir. Tartışma, gene Ortaçağlarda özellikle tasavvuf eğitiminde
sıkça kullanılan "sohbet" metodundan farklıdır. Sohbette, öğretmen
konumundaki bir kişinin belli konularda tek taraflı olarak anlatımı vardır.
Sorular onun izin verdiği ölçüde belli bir edeple sorulur veya hiç
sorulamaz. Tartışmanın soru-cevap
metodundan farkı, soru-cevap metodunda öğretmen ile öğrenci arasında sınırlı
konularda ve kısa süreli bir bilgi aktarımı olurken, tartışmada çok daha geniş
katılımla eşit düzeydeki kişilerin belli konuları geniş olarak konuşması söz
konusudur. Bu açıdan tartışma metodu soru-cevaptan
daha hür ve kapsamlıdır. Karşılıklı açıklamalar, çözüm
önerileri v.s. ile daha eğitseldir. Tartışma metodunda soru-cevap gene vardır,
ama değişik bir tarzda. Buradaki soruların da -aynı soru-cevap metodunda olduğu
gibi- çok iyi bir şekilde ortaya konması ve cevapların da net ve güzel olması
sağlanmalıdır.
Eğitim ortamlarında tartışma metodunu kullanmanın bazı ön
şartları ve sınırlılıkları vardır.
a) Tartışma metodunda ilk ön şartlardan birisi, eğitim
ortamındaki oturma düzenidir. Herkesin birbirinin ensesini seyrettiği
ortamlarda tartışma olmaz. Sağlıklı tartışma yapabilmek için herkesin
birbirinin yüzünü görmesi şarttır. Bunun için yuvarlak veya atnalı (yarımay)
biçimi oturma sağlanmalıdır. Sıra dizili sınıflarda konuşmak için ayağa kalkmak
veya geri dönmek de burada gereksiz olur.
b) Tartışma her sınıfta ve her derste veya konuda
uygulanamaz. İlkokulun ilk sınıflarında veya çok kalabalık sınıflarda (25
kişiden fazla) bu metod kullanılmamalıdır. Çok kalabalık ortamlarda bir
tartışma grubu seçilerek geri kalanlar dinleyici konumuna geçebilirler. Aynı
şekilde matematik, gramer gibi kuralları net olarak ortaya konmuş veya bilimsel
olarak kesin geçerli konularda tartışma açmak da abes
olur. Öğretmen "tartışılabilir" ve öğrencilerin ilgisini çeken bir
konu seçmelidir. Yapay, öğrenciler arasında gereksiz kırgınlıklara neden
olabilecek, kişisel konulara kayabilecek,
katılanları bilimsel esaslardan uzaklaştıracak konular
seçmekten kaçınmalıdır.
c) Tartışmada mutlaka bir yönetici bulunmalıdır. Yönetici
olmadan yapılan tartışmalarda kontrol kısa sürede kaybolur; yapılan işin
eğitsel değeri kalmaz. Yönetici arada sırada konuyu toparlamalı, konudan
uzaklaşmaları ve gereksiz zaman kayıplarını önlemeli, tartışma sonunda ulaşılan
sonuçları özetlemeli ve rapor haline getirmelidir. Yönetici olmazsa veya iyi
bir yönetim gösteremezse, toplantı kısa sürede istismar edilebilir; gevezelik,
laubalilik, dedikodu yapılmaya başlanır; veya hiç olmazsa yüzeysel bir muhabbet
konuşmasına dönüşebilir. Hem tartışma ortamının sessizliğini sağlamada hem
de uzun ve anlamsız konuşmaları gerektiğinde nazik bir
şekilde sona erdirmede, tartışma yöneticisine büyük işler düşmektedir.
d) Tartışma, karşılıklı güven içinde olmalıdır. Hem
yönetici (öğretmen) ile tartışmaya katılan öğrenciler arasında hem de
öğrencilerin kendi aralarında tam bir güven olmalı ve bu güven tartışma boyunca
da sürdürülmelidir. Eğer tartışmayı yöneten öğretmen, tartışmaya katılanları
azarlıyor, konuşma isteklerini reddediyor, bazılarını alaya alıyorsa, rahat bir
tartışma ortamı olmaz. Aynı şekilde öğretmen her konuşmayı yargılıyor, her
soruya cevap vermeye kalkıyorsa, gene
tartışma yürümez. Tartışma demokratik bir tarzda değil de
otoriter bir tarzda yönetiliyorsa, metod hedefine ulaşamaz.
e) Tartışma metodunu etkili olarak kullanmanın bir başka
ön şartı, tartışmanın eşit düzeyde kişiler arasında yaptırılmasıdır. Farklı
eğitim ve kültür düzeylerinden kişilerin katıldığı tartışmada, kısa sürede bir
grup diğerini baskı altına alır; karşılıklı bir fikir alışverişi olmaz. Böyle
bir durumda bazı kişiler kendini gösterme havasına girebilirler.
Tartışma metodunun faydaları
a) Tartışma, birlikte yaşamanın getirdiği bir şeydir.
İnsanların toplumsal hayatını geliştirir; onlarda yardımlaşma ve arkadaşlık
duygularının ilerlemesini sağlar.
b) Çocukları, daha sonra yetişkin birer üye olarak katılacakları
demokratik toplumun tartışmalarına hazırlar. Katılanlara,
tartışma sanatını öğretir.
c) Çocukları karşıt düşünceleri tahammül ve hoşgörü ile
karşılamaya alıştırır. Bu arada çocukların eleştiri yapma ve
eleştirileri hoşgörü ile karşılama yetenekleri de
gelişir. Öğrenci kendini kontrol etmeyi, disiplinli davranmayı öğrenir.
d) Çocuklarda sorumluluk duygusu geliştirir; kendi
haklarını nazik bir şekilde savunmayı öğretir. Kişilere, haklı oldukları
konularda bile kırıcı olmamayı, nazik olmayı öğretir. Tartışma grupları içinde
öğrenciler aidiyet, arkadaşlık,
dayanışma gibi yüksek sosyal duyguları öğrenir ve
geliştirirler.
e) Tartışma, öğrencilerin dil gelişimlerini sağlayan en
iyi metodlardan biridir. Öğrenci bu metod sayesinde hem karşısındakilerin konuşmasını
doğru anlamayı hem de kendi duygu, düşünce ve deneyimlerini en doğru ve etkili
şekilde anlatmayı öğrenir.
f) Bu metod, bir öğretmenin öğrencilerini tanımasının en
doğru ve etkili yollarından biridir. Tartışmaya katılan öğrenciler hem
bilgilerini hem de zeka ve diğer birçok ruhsal ve sosyal yeteneklerini berrak
bir şekilde ortaya koyarlar.
g) Tartışma metodu, geleneksel derse bir canlılık
getirir. Burada herkes gönüllü olarak derse katılmaya ve kendini ortaya koymaya
çalışır. Geleneksel metodlardaki öğretmenden öğrenciye doğru tek yönlü ve
otoriter bilgi akışı yerine, çocuktan çocuğa çok yönlü ve demokratik haberleşme
ve bilgi akışı sağlanmış olur.
h) Tartışma metodu, öğrenme ilkelerine uygudur. İlgi
uyandırma, alıştırma, pekiştirme gibi öğrenme ilkeleri burada sıkça
kullanılmaktadır. Konuyu çözümleme, kavrama, yorumlama, problem çözme gibi
noktalarda öğrencilere yardımcı olur.
Tartışma metodu uygulamasında dikkat edilecek hususlar
a) Tartışma başlamadan önce yönetici mümkünse tartışmaya
katılanları tek tek tanıtmalı, konuyu, tartışmada herkesin uyması gereken
kuralları (söz alarak konuşma, konuşma süresine uyma, başkalarının sözlerini
kesmeme, konudan uzaklaşmama, nezaket kurallarına uyma v.s.) açıklamalıdır.
Tartışmacıların kişiliklerle değil fikirler ve sorunlarla uğraşmaları
istenmelidir.
b) Tartışmanın
konu ve yönetiminin öğretmen merkezli mi, yoksa öğrenci merkezli mi (serbest)
olacağı baştan belirlenmelidir.
c) Tartışılacak konu büyükse, daha önceden alt gruplar
oluşturarak mini tartışmalar yaptırmalı; konunun bütünü üzerindeki tartışma
daha sonra sınıfın geneli önünde yaptırılmalıdır.
d) Sınıf tartışmalarında bütün öğrencilerin tartışmaya
katılmaları, hattâ eşit oranda söz alarak katılmaları sağlanmalıdır.
e) Tartışmanın tıkandığı, konunun dağıtıldığı, nezaket
kuralları dışına çıkıldığı durumlarda, öğretmen soracağı bazı sorularla
kontrolü tekrar eline almalıdır. Tartışmanın bilimsel ölçüler dışına
çıkmamasına dikkat etmelidir.
f) Tartışma konuları önceden verilmeli ve öğrencilerin
tartışmaya kaynak eserlerden hazırlanmaları sağlanmalıdır.
g) Tartışma giriş-gelişme-sonuç gibi safhaları olan bir
plân izlemeli; tartışma sırasında önemli hususlar (tartışmanın amacı, ana
sorunlar, tartışma süresi v.s.) tahtaya yazılmalıdır.
h) Tartışmadan çıkarılabilecek sonuçlar veya grupların
ana görüşleri, tartışma etapları arasında ve en sonunda öğretmen tarafından
ortaya konmalıdır.
i) Tartışma genelde yetişkinlerin yapabileceği bir iştir.
Eğer ilk ve ortaokul düzeyinde bu metod kullanılmak isteniyorsa ya -ödev olarak
verilen- okuma veya bir ön hazırlıktan veya bir gözlem gezisi, bir film
seyretme, bir deney yapmadan v.s. sonra yaptırmalıdır.
a) Münazara: Birbirine zıt görüşler içeren bir konuda iki
farklı grup oluşturulur ve her grup kendi görüşünü belli zaman
birimleri içinde tarafsız bir dinleyici grubuna anlatır.
Amaç, kendi tarafının görüşlerini doğru, diğer tarafınkileri yanlış
göstermektir. Dinleyici grup alkışlarla tartışmanın akışını etkilemeye
çalışırken, tartışmacıları çeşitli yönlerden tek tek değerlendiren ve kazanan
tarafı açıklamaya yetkili bir jüri vardır. Burada tartışmalar fazla bilimsel
olmaz; daha ziyade söz ustalığı ve hazır cevap olma gibi özellikler öne çıkar.
Ancak gene de öğrenciler herhangi bir
münazaraya, uzun süre kaynakları tarayarak ve bilgi
toplayarak hazırlanırlar. Öğrenci hem kendi tezini hem de karşı tezi iyi
bilmelidir. Eğer öğretmen münazarayı sınıfta düzenlemiş ise, daha sonra karşıt
görüşleri topluca değerlendirecek bir sınıf çalışması da yapmalıdır.
b) Sempozyum: Önceden belirlenmiş ve hattâ yazılı olarak
tartışmaya katılacaklara duyurulmuş bir konu üzerinde, uzman kişiler tarafından
konunun değişik yönlerinin genelde 15 dakikalık sunumlar olarak büyük dinleyici
kitleye sunulmasıdır. Oturuma katılacak kişiler 5-6 kişi olabilir. Uzman
kişilerin sundukları ve çoğu zaman yazılı olarak da düzenleme kuruluna
verdikleri konuşmalarına "tebliğ" denir. Bazı sempozyumlarda
tebliğlerin hepsi yazılı olarak sunulmaz, o anda özet olarak verilebilir. Daha
sonra sempozyum kitabı içinde ayrıntılı olarak yayınlanır. Bazı
sempozyumlarda da bir kısım tebliğler "poster
tebliğ" olarak, düzenleme komitesinin belirlediği bir yerde panolara
asılır. Sempozyum esnasında tebliğler üzerinde tartışma olmaz. Ancak daha
sonra, tebliğlerin sunulması bittikten sonra, o oturuma katılanlarla bir panel
(veya doğrusu forum) düzenlenerek,
dinleyicilerin sorularına cevap verilebilir. Bu anda grup üyeleri arasında
tartışma da yapılabilir.
c) Panel: Panel, belli bir konunun uzmanlarının (3-5
kişi), bir yöneticinin başkanlığında o konuyu derinliğine işlemeleridir. Eğer
uzman kişiler yoksa, panele katılanlar iyi bir ön hazırlıktan sonra, âdeta bir
uzman bilgisi ile tartışma
yapmalıdırlar. Buradaki tartışmalar, herkesin konuyu
çeşitli açılardan ele almaları ve samimi bir havada tartışmaları şeklinde olur.
Münazara grupları farklı masalarda oturdukları halde, panel grubu tek masada
oturur. Sınıfta panelvarî tartışmalarda öğretmenin panel yöneticisi olması iyi
olacaktır.
d) Kollekyum (Zıt panel): İki gruptan birinin sadece soru
soran, diğerinin ise cevap veren rollerini üstlenmesi ile olur. Genelde soru
soran grup, dinleyicilerden olur; cevap veren grup ise uzmanlar kuruludur. Soru
soran grup da daha önce konu üzerinde bir hayli hazırlık yaparlar. Sorular
genelde dinleyici grubun o konudaki ilgi ve ihtiyaçlarına göre şekillenir.
Sınıfın yarısı soru soran, diğer yarısı da cevap veren grubu oluşturabilir,
veya küçük gruplar oluşturulabilir. Soruların ve cevapların belli bir konuda
olması gerekir. Eğer iyi düzenlenirse, öğrencilerin ilgisinin canlı olduğu bir
ders yapılabilir. Tehlikesi ise, çalışkan birkaç öğrencinin gerek soru gerekse
cevap grubunda aktiviteyi ele alarak diğerlerinin pasif kalmasıdır.
e) Forum: Küçük bir grubun belli bir konuda geniş bir
kitleye uzman bilgisi aktarması (panel) ve daha sonra da dinleyicilerden
gelecek sorulara cevap vermesidir. Dinleyicilerin soruları bazen kısa sözlü
soru olarak alınır. Ancak bu arada uzun açıklamalar yapılarak konu dağıldığı
için, forum yöneticisi soruları yazılı olarak alır ve hangi kişinin konu
alanına giriyorsa o kişiye vererek kısaca cevaplandırılmasını sağlar. Sık sık
forum toplantıları bir geniş grup tartışmasına dönmektedir.
f) Açık oturum: Biçim olarak panele benzeyen bu toplantı
biçiminde, kişilerin tebliğvari sunuları yoktur. Konu üzerinde çeşitli defalar
söz alarak konuşabilirler. Eğer açık oturuma katılanlar sayısı geniş tutulursa
veya söz hakkı vermede
herkese eşit davranılmazsa, sık sık hoş olmayan ve
kontrolü zor durumlar meydana gelebilir.
g) Beyin (veya buluş) fırtınası: Belli problemleri
çözmede herkesin buluş yapma gücünden faydalanılmak için uygulanan bir
tekniktir. Meselâ, kurban etlerinin nasıl daha yararlı hale getirileceği
noktasında herkes fikrini söyler ve bunun uygulanabilir olup olmadığı
tartışılır. Burada "fırtına gibi" yeni görüşler sunulduğu için bu adı
almıştır ve problem çözme metodunu destekleyen tekniklerden biridir. Gerek
tekliflerin gerekse onları değerlendiren konuşmaların rasyonel temellerde ve
bilimsel bilgilerle yapılması sağlanmalıdır. Beyin fırtınası tekniği içinde de
bazı teknikler vardır.
h) Büyük grup (large, whole group) tartışması:
Televizyonlarda çok sayıda kişinin, öğretimde ise bütün sınıfın katıldığı
tartışma gruplarına verilen ad. Yönetici burada belli bir düzen içinde isteyen
herkese eşit oranda söz vermeye, arada
sırada konuyu özetlemeye dikkat etmelidir.
i) Kısa süreli tartışma grupları ("vızıltı
grupları"): Öğrenciler belli sayıda gruplar oluşturur ve belli konular
üzerinde herkes grup sayısı kadar dakika konuşma yapar. "Vızıltı 22"
iki kişilik bir gruptur ve ikişer dakika konuşurlar; "Vızıltı 55" beş
kişilik bir gruptur ve beşer dakika konuşurlar v.s. Bu teknikte çok büyük
gruplar oluşturulmaz.
j) Fikir taraması: Belli bir konuda 4-9 kişilik gruplar
oluşturarak grup üyeleri arasında bir fikir taraması yapmaktır. Dersin herhangi
bir noktasında, sınıfa canlılık getirmek için ciddî veya mizahî konularda kısa
süreli fikir taramaları yaptırabilirler.
k) Seminer: Bir grubun belli bir konuda ön çalışmalar
yapıp bunu bir dinleyici kitlesinin önünde tartışma yöntemi ile sunmasıdır. Bu
şekilde yapılan derslere de "Seminer" adı verilmektedir.
Tabiat içinde insanı diğer canlılardan ayıran en önemli
özelliklerin başında, onun karşılaştığı problemleri akıl, bilgi ve
tecrübelerini kullanarak çözebilmesi gelir. Her çevre ve her devir, insanın
karşısına yeni problemler çıkartır. Her yaşın, cinsin, mesleğin v.s. ayrı
problemleri olur. Problemler maddî olur, manevî olur; sosyal olur, psikolojik ve
bireysel olur. Tarihin her devrinde, her coğrafyada insanlar karşılaştıkları
problemleri kendilerine has yöntemlerle iyi veya kötü çözmüşlerdir. Problemler
ve insanlarda onu çözme gücü olmasa, insan uygarlığı olmazdı. İnsan
topluluklarının karşılaştıkları problemleri çözme biçimlerine
"kültür" denmiştir. İnsanlar bazen problemi kendi metodlarıyla
çözmeye çalışırken, bazen de başka toplum ve insanların çözüm biçimlerini
benimseyip uygulamaya başlamışlardır. Bu nedenle, bütün insan toplumları arasında
bir kültür yayılması ve buna bağlı olarak bir kültür değişmesi her dönemde var
olagelmiştir. İnsanlar arasındaki cinsel ilişkiler ve
çocukların büyütülme ve yetiştirilmesi, çok değişik aile çözümlerinin
bulunmasına neden olmuştur. Güvenlik sağlama, çeşitli şekillerde
"devlet" denilen organizasyonla sağlanmıştır. Motorlu taşıtların
artması ve şehirlerin kalabalıklaşması otoyolların ve trafik kurallarının
uygulanması ile çözümlenmiştir. Şehirlerde çok sayıda insan birikince, tek
katlı evler yerine çok katlı gökdelenler yapılmıştır v.s. İnsan, hayatta
karşılaşacağı problemleri soğukkanlı olarak karşılamalı; azim ve cesaretle,
bilimsel metod ve teknikler kullanarak onları çözmeye çalışmalıdır. Bu nedenle
okullarda, hemen her dersteki konular, problem çözme metoduna uygun olarak,
problem çöze çöze anlatılmalı; öğrencilere problem çözme metod ve teknikleri
öğretilmelidir. Problem çözme metodu ile öğretim yaklaşımı, aslında bilimsel
araştırma metotlarını işaret etmektedir. Burada John Dewey'nin "yapıcı ve
yaratıcı düşünce" modeline göre, problem çözmede şu ana aşamalar esas
olmalıdır. Öğrenci, tabiattaki ve sosyal hayattaki problemleri
algılayabilmelidir. Problemlerin farkına varmayan kişinin onun üzerinde
düşünmesi ve çözümler üretmesi mümkün değildir. Öğrenciye, problemleri buldurma
alıştırmaları yaptırmalıdır. Meselâ, trafikteki problemler, çevre kirlenmesi
problemleri, öğrencilerin okuldaki problemleri, gençlik problemleri v.s.
üzerinde sık sık taramalar
yaptırılmalıdır. Ortaya konan problemi bütün boyutları
ile anlamaya çalışma. Öğrenci gerek teorik olarak kitaplardan ve kaynak
kişilerden gerekse gözlem olarak çevreden, problem hakkında bilgi toplamalıdır.
Problemi iyice anlamadan, sınırlandırma ve tanımlamasını yapmadan onun üzerinde
çözüm üretemeyiz. Sorun anlaşılıp tanımlandıktan sonra, problemi doğuran
faktörler bulunmaya çalışılır. Problem neden kaynaklanmaktadır, hangi nedenler
problemi ne kadar etkilemektedir? Bu konuda çeşitli hipotezler geliştirilir. Bu
hipotezlerin doğruluğu bilimsel araştırma yöntemleri ile test edilir. Problemin
kaynağı olan faktörler tespit edildikten sonra, problemi çözebilecek bazı
öneriler (çözüm yolları) geliştirilir. Bunların problemi ne kadar çözdüğü gene
bilimsel tekniklerle ölçülmeye çalışılır. Bunun için, çözüm değişik örnek ve
durumlar içinde yeniden değerlendirilir. Öğretmenler, problem çözümünde yazılı
kaynaklardan ve kaynak kişilerden yararlanma aşamalarını öğrenciye öğretirken,
çözümü mutlaka buralarda aramamaları gerektiğini de
öğretmelidirler. Çünkü her problemin kendisine has yönleri
vardır. Bir yerdeki veya eski dönemlerdeki hazır reçetelerin, bu problemin
çözümünde uygulanamayacağı veya tam uyumlu olmayacağı iyi anlatılmalıdır. Her
problem kendi zamanı ve kendi şartları içinde ele alınmalıdır.
a) Öğrenciler, bazı problemleri algılayacak veya doğru
algılayacak olgunluğa erişememiş veya o tür şartlar içinde yaşamıyor
olabilirler.
b) Problemin çözümü için gerekli kaynaklar ve araç-gereç
bulunmayabilir. Öğrencilere maddî bir takım külfetler yükleyebilir.
c) Problemin çözümü için çok zaman ve emek gerekebilir ve
elde edilen sonuç bunlara değmeyebilir.
d) Tabiat ve fen bilgisi derslerinde kolay uygulanmasına
rağmen, bazı derslerde uygulanması mümkün olmayabilir. Eğer doğru uygulanmazsa,
çok ters sonuçlar verebilir.
e) Bu metodda, öğrenmenin değerlendirilmesi zordur.
a) Öğrenciler, ilerde karşılaşacakları problemleri,
bilimsel metodla nasıl çözümleyebileceklerini öğrenirler. Problemleri nasıl
algılayıp, onlar üzerinde nasıl düşüneceklerini (akıl yürütmeyi, en isabetli
kararı seçmeyi, sebep-sonuç ilişkilerini düşünmeyi) bir alışkanlık olarak
kazandırır. Öğrencileri, "zan"larıyla değil bilgileriyle hareket
ettirmeye alıştırır.
b) Öğrenciler ders kitaplarının dışındaki yazılı
kaynaklara ve kaynak kişilere ulaşmayı öğrenirler. Çok çeşitli kaynaklardan
elde edilen bilgilerin doğruluğu, karşılaştırma yöntemi ile bulunmaya
çalışılır.
c) Öğrenmeye karşı ilgi ve istek uyandırır. Öğrenci eğer
iyi çalışır ve sağlam bilgilere ulaşırsa, cesaretle bir takım önerilerde
bulunur, hipotezler geliştirir.
d) Öğrenci bir grup çalışmasına hazır hale gelir;
yardımlaşma ve başkalarının görüşlerinden faydalanmayı öğrenir.e) Öğrencinin
aktif olarak katıldığı, bilgi ve duygusal öğrenmenin bir arada olduğu bir
öğretim metodudur.
f) Öğrencilere kendine güven ve sorumluluk kazandırır.
Öğrenciler plânlı ve düzenli çalışmaya alışırlar.
g) İnsan, başarıları kadar hataları üzerinde de
yükselmeyi öğrenmelidir. Öğrenci nerelerde hata yaptığını anlamalı ve onu bir
daha yapmamayı bu metod içinde sık sık öğrenecektir.
Problem çözme metodunun iyi kullanımı için neler
yapmalıdır
a) Önce, öğrencilerin bir takım bireysel, toplumsal ve
bilimsel problemler karşısında duyarlı olmaları sağlanmalıdır.
Bunun için öğrencilerin kendilerinin, ailelerinin,
yakından uzağa toplumun çeşitli kesimlerinin problemleri karşısında
heyecanlanmaları, bunları bütün boyutlarıyla
algılamaları, bunlar üzerinde düşünmeleri sağlanmalıdır.
b) Problemin farkına varan öğrenci bunu bilimsel
metodlarla çözebilmek için nasıl sınırlayacağını ve tanımlayacağını
öğrenmelidir.
c) Problem tanımlandıktan sonra yazılı kaynaklardan ve
kaynak kişilerden bilgi toplanmalı, çözüm için uygun araç-gereçler
hazırlanmalıdır.
d) Öğretmen baştan sona öğrenciye rehberlik etmeli,
sıkıştığı her noktada ona gerekli yardımları sunabilmelidir.
Problem çözme metodunda kullanılan teknikler:
a) Sınama-yanılma: En çok başvurulan tekniklerden
biridir. Eğer bilgi ve tecrübe eksikse, yeterli araştırma ve inceleme vakti
yoksa, problem iyi tanımlanmamış, sınırlanmamış veya üzerinde fazla
düşünülmemişse, bu teknikle çözülmeye çalışılır. Eğitsel değeri yoktur. Ancak,
eğer bir probleme sınama-yanılma yoluyla çözüm aranacaksa, mümkün çözümler
arasından en isabetlisini seçme yolu da öğretilmelidir.
b) Tümevarım: Adeta keşfetme yoluyla öğretimin metodudur.
Tabiattaki birçok varlıklar ve olaylar dikkatli bir şekilde gözlemlenir. Bunlar
arasındaki benzerlikler ve farklılıklar bulunur. Daha sonra benzerliklerden,
"soyutlama" veya "genelleme" denilen tekniklerle genel
kurala veya yasaya ulaşılır. Bunun için önce benzer olayları sistemli bir
şekilde gözlem yolu öğretilmelidir. Sistemli gözlem sonuçları analiz ve sentez
yoluyla yeni işlemlerden geçirilir. Bu işlemler sonucu, olaylar veya varlıklar
arasındaki genel yasayı ortaya çıkartır. Çocuklara, hazır bilgiler vermek
yerine bu şekilde
keşfettirme çok daha doğru olacaktır. Hayat Bilgisi, Fen
Bilgisi, Geometri, Dil Bilgisi gibi derslerde tümevarım metodu sıkça
kullanılmaktadır. İlköğretim safhasında soyut kavramlar hazır olarak verilmeden
önce, çocuklara uzun uzun örnekler vererek o kavrama ulaştırmak gerekir.
Matematik, geometri, fizik, kimya, bir takım yüksek manevî kavramlar ancak bu
yöntemle rahat öğretilebilir. Bugüne kadar ki bilimsel bilgilerin çoğuna
tümevarım tekniği ile ulaşılmıştır.
c) Tümdengelim: Tümevarım tekniğinin tersidir. Daha
önceden ulaşılmış bazı genel yasalar veya kurallar, formüller çocuğa verilir ve
bunu birçok tekil olaya uygulaması istenir. Herhangi bir olayın genel yasaya
uygunluğu zihinsel olarak kontrol edilir. Öğretimde tümdengelim tekniği mümkün
olduğunca geç kullanılmalıdır. Çünkü bu teknik tamamen soyut kavramlardan ve
bilimsel yasa ve formüllerden hareket eder. Meselâ, üçgenin iç açılarının
toplamının 180 derece olması kuralı genel bir kuraldır ve bütün üçgenleri
kapsar. Bunun temeli olarak önce çocuğun kafasında soyut üçgen kavramını ve
değişik açı kavramlarını yerleştirmelidir. Benzer bilimsel araştırma
tekniklerinden yararlanma: Dünyanın değişik yerlerinde binlerce bilim adamı
değişik nesneler ve olguları bilimsel yöntemlerle inceliyorlar. Biz de yakın
çevremizde bilimsel araştırmalar yaparken, daha önce bu alanda benzer bilimsel
araştırmalar yapılıp yapılmadığını, yapıldı ise hangi teknikler kullanıldığını
ve ne gibi sonuçlara ulaşıldığını bilmeliyiz. Eğitimde genellikle daha önce
yapılmış deney ve araştırmalar özetlenir ve kısaca sınıf
huzurunda da yapılmaya çalışılır.
Gözlem metodu, her
çocukta var olan araştırmaya eğiliminin değerlendirilmesi olarak ortaya
çıkmıştır. Eğitim-öğretimde gözlem, varlık ve olayların kendi tabiî
ortamlarında plânlı ve amaçlı olarak incelenmesi demektir. Psikoloji bilimi gözlemi, dikkatin dış
dünyadaki olay ve varlıklara yönelmesi olarak tanımlamaktadır. Gözlem metodu
genelde eğitsel ders gezileri olarak da adlandırılır. Çünkü çoğu kez
öğrencileri fabrika, müze, kütüphane, çeşitli devlet kurumları, dağ, orman, göl
gibi yerlere götürerek oralarda doğrudan gözlem yaptırılarak bilgi
toplanabilir. Bunun yanında gözlem sınıflarda da yapılabilir. Sınıfa
getirilecek bir kuş, bir maden parçası, bir model, bir tablo, film vs.
incelendikten sonra gözlem sonuçları alınabilir. Öğretimde daha fazla duyuyu
etkileyen metod daha iyi olduğuna göre, yapılacak gözlemlerin
öğrencilerin daha fazla duyusuna hitap etmesi
sağlanmalıdır. Bu itibarla -metodun adı gözlem olmasına rağmen- göz yanında
başka duyularla da bilgi sağlanmaya çalışılmalı; göze, kulağa, koku almaya ve
dokunmaya yönelik gözlemlere de önem vermelidir. Daha çok duyuyu etkileyen
gözlemin, gözlemcilerin daha fazla ilgisini çektiği ve daha kalıcı öğrenme
yaşantısı sağladığı bilinmelidir. En sağlam ve unutulmayan bilgilerin doğrudan
doğruya nesnelerden ve olaylardan sağlandığı unutulmamalıdır. Gözlem yoluyla
öğrenciler, olay ve nesneleri gerçek biçimleriyle doğru olarak öğrenirler.
Gözlem, öğretimi kitaba bağımlılıktan ve sınıf atmosferinden kurtarmakta, daha
kalıcı yaşantılar sağlamaktadır. Gözleme katılan duyu organlarının fazlalığı
nispetinde, öğrenme yaşantısının kalıcılık oranı da yüksek olacaktır.
Gözlem çeşitleri:
Gözlemler; "tabiî gözlem", "kontrollü
gözlem" olarak iki tür olarak sınıflanabileceği gibi; "sürekli
gözlem", "bir kez yapılan gözlem"; "basit gözlem",
"sistematik gözlem" gibi çeşitli şekillerde sınıflanabilmektedir.
Süresine, yapıldığı yere, sayısına ve araç-gereç kullanma ihtiyacına göre de
sınıflandırma yapılabilir.
Tabiî gözlemde, bir olay nesne veya varlık,
kendi ortamında oluşu esnasında incelenir. Kontrollü gözlemde ise gözlemcinin
müdahalesi söz konusu olup, buna "deney" de denir.
Sürekli gözlem, periyodik kontroller olarak
tanımlanabilir. Bir olay veya varlık belirli zamanlarda sürekli olarak
izlenmekte ve bundan sonuç çıkarılmaktadır. Meselâ, meteorolojik gözlemler,
bitki gelişiminin incelendiği gözlemler bu tasnife girmektedir. Bu türde gözlem
konusu olan durum hakkında genel yargıya varabilmek için, periyodik olarak
yapılan sürekli gözlemlerden hareket edilmekte, toplanan bu bilgilerin ışığında
genel yargıya varılmaktadır. Bir kez yapılan gözlemde ise, gözlem konusu olan
durum veya varlık bir kez incelenmektedir. Meselâ, hücrenin yapısını incelemek,
fabrika gezisi, baraj incelemesi gibi etkinlikler bu türe özgü gözlemlerdir.
Bazı olaylar sık sık cereyan etmediği için, meselâ
bir ay veya güneş tutulması gözlemi de bu gruba girebilir.
Rastlantılara
dayalı,
tekrarlanması aynı şartlarda gerçekleşmeyebilen ve standart bir tekniği
bulunmayan gözlemler basit gözlemlerdir. Bu tür gözlemler özellikle sosyal
bilimciler tarafından sosyolojik araştırmalarda kullanılmaktadır. Bu tür
gözlemde, gözlemin güvenliği açısından, araştırmacının gözlem yaptığını
hissettirmemesi şarttır. Aksi durumda gözlenen olaydaki kişilerin
davranışlarında samimi olmamaları ve taraflı davranma söz konusu
olabilmektedir. Bu tür bir
gözleme araştırmacının kendinin katılması durumunda,
kimliğini gizlemesi veya kendinin katılmaması, dışardan izlemesi gereklidir.
Sistematik gözlemde standart araçlarla toplanan
bilgiler değerlendirilmektedir. Bu tür gözlem basit gözlemden daha geçerli ve
güvenilirdir. Çünkü gözlemcinin elinde araştırmaya başlamadan hangi noktaları
inceleyeceğine dair bir yol gösterici bulunmaktadır. Sosyal araştırmalarda
kullanılan "monografi"ler sistematik gözlem sayılmaktadır.
Gözlem ferdî olarak yapılabileceği gibi, küme çalışması
veya büyük grup çalışması olarak da yapılabilir. Büyük grup çalışması olarak
plânlanan gözlemler daha kapsamlı olup, bir ders gezisi veya demonstrasyon
yöntemiyle birlikte düşünülebilir. Ferdî gözlem yapabilecek kişinin bağımsız
olarak iş yapabilme gücünün ve plânlı programlı çalışabilme
becerisinin olması gerekmektedir. Sınıf olarak yapılan
bazı gözlemlere "eğitici gezi" de denilmektedir.
Aslında gözlem, deney, gösteri, yaparak-yaşayarak öğrenme
metodları içice girmiş bulunmaktadır.
Öğrencilerin kapalı kapılar ardından, sınıfın sıkıcı
havasından kurtuldukları için, sevinerek katıldıkları ve doğrudan bilgi ve
tecrübeye ulaştıkları bir eğitim ortamıdır. Öğrencinin birçok duyu organı
devreye sokulduğu için, daha sağlam ve kalıcı bilgiler oluşturulur. Kullanım
alanı çok geniştir; hemen her derste gezi ve gözlem metodu ile işlenecek birçok
konular bulunmaktadır. Bu metod kullanıldıkça, okul-çevre
ilişkisi daha iyi gelişir. Çevredeki birçok insan okul ve
öğrencinin faaliyetlerini tanır. Okulun öğrencileri da
çevrelerini daha iyi gezme, gözleme ve öğrenme fırsatı bulurlar.
Bazı durumlarda gözlem gezisi yapılacak yerler için
ilgili makamlardan izin almalıdır. Üstelik eğer o bölgede tehlikeli durumlar
varsa, gerekli güvenlik önlemlerinin de alınması gerekebilir. Gözlem yerine
gidiş-geliş konusunun da önceden ayarlanması gerekir. Bazen uzun öğrenci
kuyruklarıyla şehir içinde bir takım yerlere gidilmesi, istasyonda dolaşılması,
kırlara çıkılması, bir takım fabrikaların gezilmesi bir dizi önlemin alınmasını
gerektirebilir.
Öğrencilerin gidiş
gelişleri ve gözlemleri sırasında kargaşa çıkmaması için çok ayrıntılı bir
organizasyonun yapılması gerekir. Eğer bu yapılmazsa, faaliyetin pedagojik değeri
sıfıra inebilir. Gözlem yeteneği, öğrencinin yaşı arttıkça gelişir. Gözlemde
algı ve dikkatin gelişmesi çok önemlidir. Bunu geliştirmek için yazma, çizme
vs. Şeklide sürekli alıştırmalar yapılmalı; öğrenciler gözleme kişisel olarak
da hazırlanmalıdır. Öğretim düzeyi arttıkça gözlem ve gözlemle yapılacak
işlerde ayrıntıya gidilebilir, yorumlar yaptırılabilir. Gidiş gelişler de zaman
alacağı için, bu metodu kullanacak öğretmenin çok ince bir plânlama yapması,
zamanı çok dikkatli kullanması gerekir. Bunun için, gezi yapılacak yer veya
konu hakkında önceden ayrıntılı bilgi sahibi olunmalı, hattâ önceden bir kez
görülmeli, gözlem sırasında gerekli ses ve fotograf kayıtları alınmalı,
mümkünse numuneler toplanmalı ve bunlar daha sonra sınıfta yeniden değerlendirilmelidir.
Gözlem yapılırken
şunlara dikkat edilmelidir: Gözlenecek varlık veya olay kendi şartlarında
olmalıdır. Gözlemin amaç veya amaçları olmalıdır. Gözlem plânlı yapılmalıdır.
Plânsız gözlemin bilgi oluşturması çok zordur. Büyük bilimsel buluşlarda plânlı
gözlemin yeri büyüktür. Gözlem plânının öğrencilerle ve hattâ velilerle
birlikte yapılması, plâna öğrencinin ve velisinin katkısının sağlanması
gereklidir. Öğrenci katılımı, öğretmenin ilgisinden çok öğrencilerin ilgilerine
yönelmeyi sağlayacak ve öğretmenin önemsiz gördüğü fakat, öğrenciler için
anlamlı olan birçok ayrıntının ele alınmasına yarayacaktır. Gözlemin plânlama aşamasında öğrencilerin
gözlem konusuna ilgisinin çekilmesi şarttır. İlgi çekmeyen öğrenmelerin kalıcı
olmadığı biliniyor. Plânlama esnasında, gözlemin hangi aşamasına daha çok
dikkat edileceği belirtilmelidir. Öğretmenlerin yapılacak gözlemle ilgili ön
araştırmalar yapmaları, hattâ öğrencilere yaptırmadan kendilerinin önceden bir
kez gözlem yapmaları faydalıdır. Bir gözlem plânında; gözlem tarihi ve süresi,
gözlem yeri, gözlemin amacı, neyin veya nelerin gözleneceği, -gözlem gezisi
ise- hangi vasıta ile gidilip-gelineceği, gözleme kimlerin katılacağı ve
gözlemin nasıl yapılacağı gibi hususların bulunması gereklidir. Gözlemin bir gezi ile birlikte olmasının
gerektiği durumlarda, amacın dışına çıkılmaması gereklidir. Gezi içeren
gözlemlerde disiplin problemleri olabilir. Bu sebeple organizasyonun çok iyi
yapılması gereklidir. Uzak mesafe gözlemlerinin maddî külfetinin bulunması da
ayrı bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple geziye dayalı
gözlemlerde zamanlama ve plânlama diğer gözlemlerden
daha dikkatli yapılmalıdır. Gözlem gezisi için başta okul
idaresinden izin alarak, velilere o gün ... yere gözlem gezisine gidileceği
bildirilerek, bunun için gerekli âlet-edevat ve gerektiğinde giysiler bile
hazırlanarak, geziye gidilecek yerdeki yetkililere haber verip onların
danışmanlar görevlendirmeleri sağlanarak v.s. çok sağlam bir şekilde işe
başlamalıdır. Öğrenciler, gittikleri yerlerde neye dikkat edeceklerini, neyi
gözleyeceklerini iyi bilmelidirler. Yoksa gözlem gezisi alelade bir gezi, bir
zaman kaybı şekline de dönüşebilir. Gözlem sonunda gözlem sonuçlarını görmeye
yönelik bir değerlendirmenin yapılması esastır. Bu yapılırken gözlem sırasında
tutulan notlar, toplanan materyaller, alınan fotograf veya filmler, ses
kayıtları v.s. ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir. Gözlem sırasında
öğrencilere not tutturma
alışkanlığı kazandırılmalıdır. Böylelikle sınıf
değerlendirmesinde öğrenci unuttuklarını hatırlar, görmediği hayal unsuru
şeyler eklemez. Bu değerlendirme sırasında öğrencilere gezi-gözlemi anlattırma,
yazdırma, resmini yaptırma, modelini, haritasını çizme v.s. yaptırılabilir.
Öğrencilerin bilgilerini gözlem ve deneyler yaparak
kazandıkları, teorik bilgileri pratik olarak uyguladıkları bir metoddur.
Günümüzde fen derslerinin yanı sıra sosyal derslerde de kullanılmaya başlanan
bu yöntem, öğrencilerin el becerilerini geliştirirken, bir yandan yapılacak işi
idare kabiliyeti kazandırmakta, bir yandan da analiz, sentez ve gözlem
becerilerini artırmaktadır. Öğrencilerin öğretim konularını laboratuar veya
özel donanımlı dersliklerde bireysel veya gruplar halinde gözlem, deney,
yaparak-yaşayarak öğrenme ve gösteri gibi tekniklerle araştırarak
öğrenmelerinde izledikleri yoldur.
Laboratuar yöntemini ve bu arada kullanılan gözlem, deney
ve gösteri gibi teknikleri belirtmek için bazen "sezgisel metotlar"
kavramı da kullanılmaktadır. Şöyle ki, eşyalardan başlayarak, duyular yoluyla
yapılan öğretime "sezgisel öğretim" denir. Bu sezgisel öğretimi
gerçekleştiren laboratuar yöntemi ve onun içinde kullanılan gözlem, deney ve
gösteri tekniklerine "sezgisel yöntemler" denir.
Laboratuar yöntemiyle öğrenci deneyin nasıl
düzenleneceğini, neler yapılacağını ve deneyin nasıl sonuçlandığını görür.
Öğrenci, bilgi elde etme sisteminin içinde yaşar. Bütün bu aşamalarda aktif
olan öğrencidir. Yöntemin duyulara hitap
etmesi ve birçok duyunun kullanılmasını sağlaması öğrenmeyi
kolaylaştırmaktadır. Bilimsel bilgi kazandırmanın ilk aşaması olan bu yöntemde
öğrenciler bilgiyi (bu bilginin önceden keşfedilmiş olması öğrenci açısından
pek önemli değildir) keşfederler. Bu keşfedici yaklaşımla öğrenci, problem
çözmede ve bilimsel çalışmalarda yeni mesafeler katetmektedir. Öğretimde bireyselliğe yer verir. Öğrenme
kuvvetli ve etkili olur. Öğrenilenlerin unutulmaması ve
gerektiğinde hemen uygulanabilmesi veya kullanılabilmesi
özellikleri vardır. Yöntemin el
becerilerini geliştirmesi, araştırmayı teşvik etmesi, öğrencileri aktif hale
getirmesi, bilimsel ilgi uyandırması, yaratıcı düşünceyi geliştirmesi,
yapılan yanlışlıklara
anında müdahalenin söz konusu olması gibi başka olumlu yanları da vardır.
Laboratuar metodunu
kullanmanın sakıncaları
Ekonomik değildir; gerek laboratuarların kurulması,
temrin malzemelerinin temini gerekse gözlemler oldukça fazla maliyete sebep
olur. Birçok deneyde malzemeler öğrencilere aldırılmakta, gezi masrafları
öğrencilerden istenmektedir. Zaman bakımından da ekonomik değildir. Bilgi
aktarılması ve konuların işlenmesi (müfredatın yetiştirilmesi), meselâ bir
anlatma metodundaki kadar hızlı olmaz. Becerisi az olan veya çekingen olan
öğrencilerin katılımı sağlanamaya bilir. Bu nedenle deneyin birçok safhalarında
öğrenci ürkek ve korkak davranır. Az sayıda öğrenciye çalışma imkânı verir.
Okulların laboratuar imkânları, temrin malzemeleri ve daha önemlisi ders
programını yetiştirme zamanı laboratuar metodunu rahat kullanmak için yeterli
değildir. Bu nedenle öğretmenler ya kendileri veya becerikli bazı öğrencilere
birkaç gösteri deneyi yaptırarak işi kapatma yoluna giderler. Bilgiye değil
beceriye daha fazla ağırlık verir. Öğrencilerin yapılan deneylerden sonuç
çıkarmasından çok deney ortamını hazırlaması, öğretmene yardım etmesi gibi
hususlar ön plâna çıkabilir.
Laboratuar metodunu
kullanırken dikkat edilecek hususlar
Bu metod, laboratuar tecrübesi çok olan, bu konuda
değişik teknikleri kullanabilen öğretmenlerin rehberliğinde uygulanmalıdır.
Laboratuar metodu plânlı yapılmalı ve ünitenin bu tür çalışmaya elverişli
olup-olmadığı tespit edildikten sonra çalışmanın hedefleri belirlenmelidir.
Hedef belirlemesi sonrasında öğrenciler haberdar edilip ne tür işlemler
yapılacağı öğrencilerle birlikte plânlanmalıdır. Kullanılacak araç ve gereç, öğrencilerin
yardımıyla veya okul imkânlarıyla temin edilmelidir. Laboratuar çalışmasının tehlikeli olması söz
konusu ise güvenlik tedbirleri alınmalı, çalışmanın kimlerle veya hangi
öğrencilerle yapılacağı belirlenmelidir.
Laboratuar çalışmasının değerlendirmesinin nasıl yapılacağı ve nasıl
sonuç çıkarılacağı plânda yer almalıdır. Çıkan sonuçtan genelleme yapılacaksa
bu durum da plâna yansıtılmalıdır.
Laboratuar
metodunda kullanılan teknikler
a) Gözlem: Gözlem daha önce bir metod olarak da işlendiği
için burada bir teknik olarak fazla üzerinde durulmayacaktır. Ancak her türlü
deney, hem başlangıçta birçok dikkatli ve sistemli gözlemlere dayanır hem de
deney veya gösteri sırasında çok iyi bir gözlemci olmalıdır. Yani laboratuar
metodunda baştan sona gözlem tekniği kullanılmaktadır. Bilim adamı olmak, ilk
önce çok iyi bir gözlemci olmak demektir. Öte yandan öğretmenlikte, ticarette,
politikada, güvenlikte; yani sosyal hayatın hemen her alanında başarılı olmak
için, öncelikle çok iyi bir gözlemci olmalıdır. Bu hem olayları
değerlendirmede, hem bilgiye ulaşmada hem de tam zamanında doğru kararları
almada, kişilere büyük bir avantaj sağlar.
a) Deney:Deney gözlemin kontrollü olarak
yapılan ve istenildiğinde sunî ortamda defalarca tekrarı mümkün olan bir
biçimidir. Deney, gözlemin ileri safhasıdır. Deneyde araştırmacı olayın içinde
yer aldığı için, olayın gidişine müdahale edilebilir. Gözlemde bu mümkün
olmayıp, sadece izlemekle yetinilmektedir. Tabiatta var olan bir olayın kendi
şartlarında incelenmesine "gözlem" demiştik. Deneyde tabiattaki bir
olay, durum veya varlık araştırmacının oluşturacağı şartlarda incelenmektedir.
Bu şartlara basit olarak "laboratuar ortamı" da denmektedir. Deneyde bir varlığın öğelerine ayrılması ve
ayrılan bu öğelerin birleştirilerek yeniden varlık haline getirilmesi
mümkündür. Bilinmeyen bir şeyi bulmak,
bir ilkeyi, bir varsayımı sınamak amacıyla yapılan eylem veya işleme "deney"
adı verilir. Deney sonuçlarına göre prensipler çıkarılabilir. Hipotezlerin
doğru veya yanlış olup, olmadığı ispatlanabilir. Öğretimde yapılan deneyler genel olarak iki
çeşittir. 1) Öğretmen deneyleri, 2) Öğrenci deneyleri.
Öğretmen deneyinde, öğrenci pasif ve seyirci
durumundadır. Bu tür deneylere "gösteri" de diyebiliriz. Deneyde
kullanılacak malzemenin kısıtlı veya pahalı olması, yapılacak deneyin çok güç
veya tehlikeli olması durumlarında öğretmen deneyleri bir zorunluluktur. Bu tür
deneylerde öğrenci aktivitesini sağlamak için, öğrencilerden deneyin tehlikesiz
aşamalarında faydalanılabilir. Öğrenci
deneyleri yaparak-yaşayarak öğrenmede önemli sayıldığı için, öğretimde en çok
tercih edilmesi gereken deney türüdür. Burada öğrenci aktiftir. Öğrenci
deneyleri bedenî ve zihnî
hareketlilik sağlamaktadır.
Öğrencilere çok basit deneylerden başlamak şartıyla
sürekli deney yaptırılmalıdır. Öğrenciler deneye teşvik edilmeli, onlara
deneyin önemi hissettirilmeli ve deney plânları yaptırılmalıdır. İmkânların
elverdiği ölçüde her öğrenciye deney yaptırılmalıdır. Deneyin kullanılacak
malzemesinin kısıtlılık durumunda öğrencilere sırayla aynı deney
yaptırılabilir. Bu durum otomatik kontrolü de sağlamaktadır. Öğrencilerin
yaptıkları deneylerde başarısız olmaları durumunda deneyin öğretmen tarafından
tekrarlanması ve olumlu sonucun öğrencilere gösterilmesi gereklidir. Bu iki tür deneyin dışında analiz ve sentez
deneyleri yapılmaktadır.
Analiz deneylerinde bütünü parçalarına ayırmak, sentez
deneylerinde de parçalardan bütüne ulaşmak söz konusudur. Suyun ayrıştırılması
veya güneş ışığının prizmadan geçirilerek renklere ayrılması analiz deneyidir.
Hidrojen ve oksijenin birleştirilerek tekrar su elde edilmesinde ve prizmadan
geçirilen güneş ışınlarının tekrar tayftan geçirilerek güneş ışınına
dönüştürülmesinde ise sentez deneyi söz konusudur. Deney en güvenilir bilimsel metoddur.
Öğrencinin kendi kendine öğrenmesine yardımcıdır. Bilimsel düşünmeyi sağlar.
Öğrencilerin keşfedici yetişmelerine yardım eder. Deney metodunun
kullanılmasıyla öğretim konusu sıkıcı olmaktan çıkar. İlkokul Hayat Bilgisi ve
Fen Bilgisi dersleri deneyler ile işlenmelidir.
(a) bilimlerde gerçekleri bulmak için kullanılır,
(b) olaylar, olgular arasındaki bağlantıları ve bu
bağlantılarla ilgili yasaların açıklanmasını
mümkün kılar,
(c) öğretim çalışmalarında birer varsayım olarak kabul
edilen bilim yasalarının doğruluğunu
ispatlamak için kullanılır,
(d) öğretimde bilinen gerçeklerin tam olarak
anlaşılmasını sağlar.
Deneyin bir plân dahilinde yapılması ve plânda şu
öğelerin bulunmasına dikkat edilmelidir. 1) Deneyin konusu, 2) Deneyin amacı,
3) Deneyin kim tarafından yapılacağı, 4) Deneyin ne zaman yapılacağı, 5)
Deneyde kullanılacak araç ve gereçler, 6) Deneyin nasıl yapılacağı, 7) Öğrencilerin
yapacağı yardım ve etkinlikler (varsa), 8) Sonucun yazılması ve
değerlendirilmesi.
İlkokullarda muhteva derslerinde gözlem ve deneylerin
yapılması teşvik edilmiştir. Bu konuda programda şu açıklamaya yer
verilmektedir: "Çocuklar; Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler, Fen Bilgisi
alanında bitki ve hayvanların yetiştirilmesi, beslenmesi yönünden okul ve
uygulama bahçesinde gözlemler ve deneyler yapıp yazmak, çeşitli fen araçlarının
kullanılmasıyla ilgili denemeler yapmak, bu maksatla ilgili kitapları okumak, resim
ve grafikleri incelemek, koleksiyon için öteberi toplamak veya toplanan şeyleri
düzenleyip etiketlemek..." durumundadırlar.
c) Gösteri
(demonstrasyon) tekniği: Laboratuarda öğretmen veya yardımcıları tarafından bir deneyin veya başka
işin örnek olarak yapılması ve öğrencilerin bunu seyretmelerine denir. Burada
birtakım filmler, resimler, slaytlar,
harita ve modeller v.s. de kullanılabilir. Gösteri
tekniğinde aktif olan öğretmendir. Öğrenciler dinleyici ve seyirci
durumdadırlar. Bu tekniğin anlatımdan farkı, burada birçok âlet kullanılarak
bir deney veya iş yapılmaktadır. Anlatımdan ziyade yapılanlar önemlidir.
Öğrencileri dikkat ve ilgileri başarılı bir şekilde çekilebilir. Bu teknik
sadece fen derslerinin laboratuar metodu ile işlenmesi sırasında değil,
gösterip yaptırma, model olma veya gösterme, rol oynama, drama gibi şekilleri
ile sosyal bilimlerde ve diğer derslerde (müzik, spor, resim v.s.) de başarı
ile kullanılabilir. Bu konuda o derslerin özel öğretim metotları kısmına
bakılabilir.
7. Örnek olay incelemesi metodu: Son zamanlarda hemen
bütün öğretim kademelerinde, ama özellikle öğretimin seviyesi arttıkça daha çok
kullanılan bir metod olmaktadır. "Case-work", "case-study",
"case-method" da denilen bu metod, sık sık simülasyon oyunu, karar
veya plan oyunu gibi teknikleri kullandığı için, bu tekniklerin adı ile de
anılmaktadır. Örnek olaylar görsel, yazılı birçok kaynaktan derlenebilir.
Öğrenciler veya öğretmen, bir trafik kazasını, bir çevre sorununu, bir spor
kavgasını veya dostluğunu, tıbbî veya hukukî bir olayı sözel olarak veya resim,
film gibi tekniklerle sınıfa getirirler. Kısa bir sunumdan sonra öğrenciler bu
konu hakkındaki fikirlerini, yani olayın nedenlerini, gelişimini ve mümkün
sonuçlarını ortaya koyup tartışırlar. Seçilen olay iyi bir olay ise bunun
geliştirilip yaygınlaştırılması yolları, kötü bir olay ise bunun engellenmesi
ve düzeltilmesi yolları hep beraber ortaya konmaya çalışılır. Hemen her alanda
rahatlıkla uygulanabilecek ve verimli öğretim sonuçları alınabilecek bir
metoddur. Öğrenciler burada problem çözme tekniklerini, işbirliği içinde
öğrenme, rol oynama gibi teknikleri de rahatlıkla kullanabilirler.
Örnek olay
incelemesi metodunu kullanmanın faydaları
Hayata en yakın öğretim metotlarından biridir. Günlük
hayattaki birçok olay etrafındaki sosyal, kültürel ve bilimsel eğitim-öğretim
bu metod yardımıyla kolaylıkla yapılabilir. Öğrencilerin hepsi bir konuda veya
olay üzerinde yoğun bir zihinsel çaba gösterirler; bilgi ve tecrübelerini
burada uygulamaya koymaya çalışırlar. Soyut düşünceler burada pratiğe,
uygulamaya dönüştürülebilir.
Bağımsız düşünme, orijinal fikir üretme ve bunu ortaya
koyma ve tartışma özellikleri gelişir. Öğrenciler, sorunları tartışarak çözme
yeteneği geliştirirler.
Eğer örnek olaylar iyi seçilmez veya iyi ortaya konmaz
ise, olaydaki çatışma ve tartışmalar sınıfa da aktarılabilir. Olaylar öğrenci
seviyesine uygun seçilmez ise (meselâ ilkokulda AIDS veya karmaşık bir ticarî
mahkeme gibi), öğrenciler sağlıklı fikir üretemezler ve tartışamazlar.
Öğrenciler yeterli bilgi ve tecrübelere sahip değil iseler katılım az olabilir
ve değişik fikirler ortaya konamaz.
Olaylar iyi seçilmeli, olay içinde sınıfı korkutacak
dehşet sahneleri, tiksindirecek, ahlâkî değerlerini zedeleyecek unsurlar
ayıklanmalıdır. Pedagojik olarak tartışılabilecek ve eğitsel sonuçlar
çıkarılabilecek olaylar seçilmelidir. Seçilen olayların öğrencilerin seviyesine
uygun olması sağlanmalıdır. Örnek olay mümkünse film olarak, veya resim, ses
kaydı vs. olarak sınıfa getirilmelidir. Olayın doğru aktarılması hususunda
şüphe olmamalıdır. Olay güncel olmalı, sınıfın düşünme ve tartışmaya katılma
güdülerini arttırmalıdır. Öğretmen olay üzerindeki mümkün tartışmaları önceden
düşünebilmeli, gerektiği yerde konunun dağıtılmasını engelleyerek, gerektiğinde
tartışmaları yumuşatarak konunun eğitsel değerini her zaman yüksek tutmalıdır.
Zamandan tasarruf etmek için benzer olayların başka yerlerdeki gelişimleri ve
çözüm yolları üzerinde ön bilgiler hazır tutulmalıdır. Bunun için gerektiğinde
öğretmen ve bir grup öğrenci, olay üzerinde iyi bir ön araştırma yapmalıdırlar.
Örnek olay üzerine ortaya konan fikirlerin uygulanma biçimleri de iyi tartışılmalı
ve izlenmelidir (Meselâ trafik kurallarına uyma, hayvanlara eziyet etmeme,
çevre sorunların karşı duyarlı olma
gibi).
8. Drama,
dramatizasyon:Sosyal
hayat içinde ortaya çıkabilecek çeşitli durumları, öğrencilerin oyuncu olarak
katıldıkları çeşitli sahneler içinde ortaya koymak ve dersi bunun üzerine bina
etmek demektir. İnsan hayatında hayal gücünün en hür ve yaşama hakim olduğu
dönemler, çocukluk dönemleridir. İnsanlar, hayatlarındaki en iyi tiyatro
oyunculuğunu çocukluk dönemlerinde yaparlar. Her çocuk mükemmel bir tiyatro
oyuncusudur. Örneğini bir kere gördükten sonra oynayamayacağı rol yoktur. İnsan
büyüdükçe rol oynama alanlarını daraltmaya başlar. Dolayısıyla eğitim-öğretim
sırasında da çocukların bu özelliğinden faydalanmak gerekir. Drama metodu, çocuk
hayatında çok önemli bir yer tutan oyun yeteneğinin kontrollü bir şekilde
eğitim hayatına aktarılması demektir. Bu metodu iyi kullanmak için öğrencilerin
bilgisi kadar yaratıcılıkları da çok önemlidir.
Yararları:
Öğrenciler rol oynama içinde kendi duygu ve düşüncelerini
daha rahat ifade etme imkânı bulabilirler. Başkaları ile daha rahat ilişki
kurma becerileri geliştirirler. Öğrencilerin dinleme ve konuşma becerileri
gelişir. Tutum ve kavram geliştirmede, sosyal durumları analiz etmede,
toplumsal problemlerin çeşitli boyutlarını görüp çözüm geliştirmede, liderlik
ve yöneticilik özelliklerini ortaya çıkarmada yararlıdır. Öğrencileri belli
konularda araştırma yapmaya ve işbirliği içinde çalışmaya sevk eder. Drama
metodu içinde çeşitli teknikler kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
İnformal drama: Belli karakterleri öğrencilerin hazırlık
yapmadan hemen canlandırmaları demektir. Burada bir sınırlandırma yapılmadığı
için tamamen öğrenci yaratıcılığına dayanmaktadır. Burada kostüm ve dekor
gereksizdir. Meselâ, bir trafik kazası, bir hastalık, işsizlik v.s. gibi
konular hemen canlandırılıp üzerine ders anlatılabilecek konulardır.
Rol oynama (role playing): Burada da, öğrencilerden
kendilerine verilen bir rolü oynamaları istenir. Ancak burada öğrenci (kitap,
filim, ansiklopedi gibi kaynaklardan) belli bir hazırlık yaparak o rol hakkında
kendi kendine bir senaryo geliştirir, role daha sağlam bir kişilik kazandırır.
Meselâ, uyuşturucu kullanma üzerine bir gösteri yapılacaksa, burada bir dizi ön
hazırlığın yapılması gerekmektedir. Gerekirse uyuşturucu kullananlarla da
görüşme yapılabilir.
Formal drama: Burada öğrencinin oynayacağı rol tamamen
öğretmen kontrolünde ve bir yazılı senaryoya bağlıdır. Oyunda kostüm ve dekor
kullanılabilir. Okul temsilleri bu tip drama tekniğine girer.
Kukla: Bütün dünyada çocukların en sevdiği drama
türlerinden biri de kuklalardır. Burada kukla, çok değişik teknikler
kullanılarak öğrenciler tarafından geliştirilir ve kişi kuklaların arkasına
saklanarak söylemek istediği birçok sözü, vermek istediği birçok mesajı buradan
verebilir.
Pandomim: Duygu, düşünce ve olayları sözsüz olarak,
sadece el, kol, yüz ve beden hareketleriyle anlatma demektir. Yemek yeme, yüz
yıkama, trafik v.s. gibi birçok durumlar bu "sözsüz tiyatro" yolu ile
de öğrenciye gösterilebilir.
Parmak oyunu: Özellikle okul öncesi ve ilkokul döneminde
bazı şiir ve hikayelerin parmak hareketleri ile dramatizasyonudur. Yarım
bırakılmış hikâyeler ("Devamı nedir?"): Öğrencilere belli bir olay
bir yere kadar anlatılır ve ondan sonrasının nasıl devam edebileceği veya
etmesi gerektiği öğrencilere sorulu. Öğrenciler de drama yolu ile o hikâyeyi
tamamlamaya çalışırlar. Birçok davranış geliştirme ve problem çözme olguları bu
teknik içinde rahatlıkla verilebilir.
9. Ev ödevleri:Eğitim-öğretimde pedagojik değeri
sürekli tartışılan, sınırlanmak ve yasaklanmak istenen ama gene de anne-babalar
ve öğretmenler tarafından vazgeçilemeyen bir başka metod da, ev ödevleri veya
genel olarak ödevlerdir. Öğrencilerin bazen ev ödevleri (homework, Hausaufgaben)
bazen de okul ödevleri (guided study in school, Schulaufgaben) vasıtasıyla ders
dışı zamanlarda da
çalıştırılmasına, eğitimin hemen her kademesinde
rastlanmaktadır. Ödev, öğretmenler
tarafından çocukların ders dışı zamanlarda hazırlamaları için verilen; bazen
derse hazırlık ve çoğu kez de derste öğrenilenleri pekiştirme, genişletme ve
tamamlamayı amaçlayan çalışmalardır. Genellikle yazılı olmakla beraber sözlü ev
ödevleri de bulunabileceği gibi, genellikle bireysel olmakla beraber grup halinde
yapılan ev ödevleri de bulunabilir. Ev ödevlerine evde veya yakın çevrede
bulunan birçok yetkin kişi yardım edebilir, ama kaynak gösterme ve malzeme
temininin dışında öğretmenin doğrudan yardımı pek olmaz. Ev ödevlerinin çeşitli
fonksiyonları vardır. Bunlar; dersin etkisini arttıran didaktik fonksiyonu,
öğretim amaçlarına ulaşılıp ulaşılmadığını kontrol eden kontrol fonksiyonu,
çocuklarının neler öğrendiklerini anne-babalara bildirmesi bakımından haber
verme fonksiyonu, öğrencilerin kendi aralarında ve anne-baba ve kardeşler
arasındaki ilişkiler kurma açısından komünikasyon fonksiyonu, öğrencileri
değerlendirme fonksiyonu, birçok alıştırmayı ve konu hazırlığını okul dışı
zamanlara atması bakımından öğretmeni rahatlatma fonksiyonu, öğrencileri ders
dışı zamanlarda da kontrol ve disipline etme fonksiyonu gibi görevlerdir. Derse
hazırlık mahiyetindeki ev ödevleri materyal toplama, gözlem, bilgi toplama ve
bunları mukayese etme işine yararken, ders sonrası ev ödevleri konuları
pekiştirme, tekrar etme, sağlamlaştırma, uygulama gibi görevler üstlenirler. Ev
ödevlerinin etkisi konusunda birçok araştırma yapılmıştır ve bunlardan değişik
sonuçlar elde edilmiştir. Brooks, Amerika'da yaptığı araştırmada (1916),
anne-babaların ilgilendiği, gerektiğinde yardım ve kontrol ettiği ev
ödevlerinin yararlı, ama anne-babaların ilgilenmediği ev ödevlerinin faydasız
olduğunu belirlemişti. Di Napoli'nin 1937'de yaptığı bir araştırmada, ev
ödevlerinin etkili olmasında yaşın en etkili faktör
olduğu, yaş arttıkça ödevlerin daha ciddiye alındığı ve faydalı olduğu tespit
edilmişti. Dietz ve Kuhrt 1960'da yaptıkları araştırmada genellikle ev
ödevlerinin çeşitleri üzerinde durmuş ve kötü ev ödevlerinin öğrencileri daha
da kötüleştirdiğini, iyi ev ödevlerinin öğretimin kalitesini arttırdığını iddia
etmişlerdi. Wittmann'ın 1964'de yaptığı "Ev Ödevlerinin Anlamı ve
Anlamsızlığı Üzerine" adlı araştırmada, ev ödevleri
verilen deney ve verilmeyen kontrol gruplarının dört ay
sonraki yapılan başarı ölçümlerinde bir fark bulunamamıştı. Eigler ve Krum ise
anne-babalara sordukları sorularda, onların %97'sinin ev ödevlerinin yararlı
olduğunu söylediklerini yazmaktadırlar. Bütün bu araştırmalar, ev ödevleri
konusundaki fikir ve araştırma bulgularının farklılığını göstermektedir.
Çeşitli açılardan ev ödevlerini gruplara ayırmak
mümkündür. Ev ödevlerinin kendi özellikleri ve öğrencilerin çalışmaları
açısından 6 grup ev ödevi sayılabilir:
Bilgi ve beceriyi ortaya koyan ev ödevleri
Bilgiyi genişleten ev ödevleri
Bilgi ve beceriyi sistematikleştiren ev ödevleri
Önceden belli durumlara ve verilen örneklere göre bilgi
ve beceriyi uygulayan ev ödevleri
Yeni durum ve örneklere belli bilgi ve beceriyi uygulayan
ev ödevleri
Yeni bilgi ve malzemeleri işleyen ev ödevleri
Öte yandan ev ödevlerini şekil olarak
çeşitlendirdiğimizde, karşımıza sayfa, paragraf, ünite ve bölüm halinde; konu,
problem, proje halinde; egzersiz, alıştırma, deney halinde; bireysel ve grup
halinde ev ödevleri çıkabilir. Bir başka ev ödevleri sınıflaması da şu şekilde
yapılabilir: ders kitabını okuma; roman, deneme,piyes gibi eserleri okuma ve
özetleme; kitap veya kaynak listesi hazırlama; radyo-TV programları yapma;
müze, tarihî ve turistik yerleri gezme ve rapor etme; uzmanlarla görüşme,
kişisel ve grup halinde bazı projeler geliştirme vs.
Öğrencilerin öğrendiklerini pekiştirme ve çeşitli
durumlara uygulama imkânı sağlar. Sınıfta yapılan dersi sağlamlaştırır ve
genişletir. Öğrencilerin yeni bilgi, beceri ve yararlı alışkanlıklar
kazanmalarını sağlar. Öğrencinin kendiliğindenliğini, yaratıcılığını, görev
yapma bilincini geliştirir. Öğrencide kendi kendini kontrol duygusunu
geliştirir. Kalabalık sınıflarda bireysel farkları dikkate alan öğretim imkânı
sağlar (öğretimi ve öğrenme temposunu bireyselleştirir). Tabi bunun için ev
ödevlerinin herkese genel olarak verilmesi değil, öğrencilerin yetenek ve
seviyelerine göre farklı ödevler vermek gerekir. Yavaş anlayan ve yavaş çalışan
öğrenciler açısından iyi bir öğretim faaliyetidir. Öğrencilerin ders dışındaki
boş zamanlarını eğitsel ve faydalı çalışmalarla geçirmelerini sağlar. Aynı
zamanda öğrenciye bağımsız olarak çalışabilme sorumluluğunu da verir. Güzel ve
doyurucu ödev yapan öğrencilerde kendine güven ve tek başına iş yapabilme
isteği artar. Aynı zamanda birçok öğrenci arasında iyi bir evde çalışma
arkadaşlığı ve dayanışması da sağlar. Öğrencilerin tertip, düzen, okuma,
inceleme, araştırma, gözlem, özetleme ve rapor etme gibi özellikleri gelişir.
Gerek el becerileri gerekse alıştırma çalışmaları çoğu
kez ödevlerle kazandırılır. Öğrencilere aynı zamanda iyi bir zaman plânlaması
alışkanlığı da kazandırır. Öğretmen açısından derse iyi bir öğrenci hazırlığı
sağladığı gibi, aynı zaman da iyi bir öğrenme kontrol aracı da olur.
Ev ödevleri
metodunun sakıncalı yönleri
Öğrenci için çok zaman harcayan bir yüktür. Okula karşı
isteksiz olan öğrencilerde, ağır ev ödevleri verilerek bu isteksizlik daha da
arttırılabilir. Okula karşı olumlu motivasyonlar bozulabilir. Evde yeterli desteği, danışacak kişisi ve
araştırma malzemesi olmayan öğrenciler açısından büyük bir şans eşitsizliği
meydana getirir. Yazısı kötü öğrenciler de burada dezavantajlı duruma gelirler.
Öğrencilerde başkalarına bağımlılık yaratır. Başkalarının yaptığı ödevlerden
kopya çekmek, hilekârlık gibi negatif şahsiyet özellikleri oluşturmaya zorlar.
Öğrencinin ödevi ne kadar kendisinin yaptığı her zaman belirsiz kalır.
Öğrencinin ev ödevlerine yardım etme, çoğu kez anne-babaları ağır bir yük
altına sokar. Öte yandan eğer sayfalar dolusu ev ödevi öğretmen tarafından
satır satır değerlendirilip hataları veya eksikleri öğrencilere tek tek
gösterilecekse, bu, öğretmen açısından da büyü bir zaman kaybı demektir.
Yapılan masraf ve çabalarla mukayese edildiğinde, eğitsel etkisi oldukça
zayıftır. Genellikle başarı notuna katkı yapmadığı veya çok az katkı yaptığı
için de, aslında iyi bir eğitim aracı değildir.
Ev ödevi, öğretmenin öğrencileri zorda bırakmak, boş
zamanlarını zehir etmek için verilmemelidir. Ev ödevleri mutlaka öğretmenin
dersi ile ilgili olmalıdır. Ya işlediği bazı derslerdeki bilgi ve becerileri
genişleten, uygulayan ev ödevleri olarak veya ilerdeki bazı ders konularına
hazırlık olarak ödev verilmelidir. Öğrenci mutlaka yaptığı ev ödevinin derse
olumlu katkısını görmelidir. Ev ödevleri öğrencilerin seviyelerine uygun
olmalı, seviye ve miktar olarak öğrencinin, çevrenin ve kaynakların boyutunu
aşmamalıdır. Ev ödevleri öğrencileri birbirinden veya belli kaynaklardan kopya
çekmeye alıştırmamalı, onları araştırmaya, düşünmeye, gözlemler yapmaya ve
bulduklarını iyi sentezleyerek belli bir düzen içinde sunmaya yaramalıdır. Ödev
verilmeden önce alıştırmaların çözülebilirliği, araştırma konularında
kaynakların bulunması, ders kitaplarının ve ansiklopedilerin dışında birçok
kaynaktan derlenip işlenebilmesi ve en önemlisi de yapılan ödevin eğitsel
olması, çocuğun gelişiminde bir işe yaraması, ona olumlu özellikler
kazandırmasına dikkat etmeli; ödev çok dikkatli ve ayrıntılı bir biçimde
plânlanmalıdır. Bazı alıştırma ödevlerinin sözlü olarak öğrencilere
yazdırılması veya tahtadan not ettirilmesi hatalara neden olmaktadır. Bu gibi
durumlarda ödev konularının öğrencilere bir kaynaktan çoğaltılarak verilmeleri
uygun olacaktır. Ödev verilme zamanı ve ödevin hazırlanması için ayrılacak
zaman da çok dikkatli seçilmelidir. Bazen tatillerde ev ödevi verilmesini
anne-babalar istememekte, bazen öğrenciler ödev hazırlanması için ayrılan
sürenin yetersiz olduğundan şikayet etmektedirler. Bir öğrencinin günlük ödeve
ayıracağı zaman konusunda eğitimciler arasında farklı görüşle bulunmaktadır. Bu
konuyu muhakkak ki, ödevin konusu ve miktarı, öğrencinin zekâ, yetenek ve
çalışma temposu, araç-gereç ve yardımcı uzmanların hazır olması gibi birçok
faktör etkilemektedir. Ev ödevleri verirken anne-babaların da desteğini
sağlamalı, hattâ onların çocuklarına nasıl yardım edecekleri konusunda
anne-babalara yardım edilmelidir. Çünkü çoğu kez ev ödevi yapılırken
anne-babalar çocuğa değişik şekillerde yardım edecekler ve onun yaptığını
kontrol edeceklerdir. Ev ödevleri öğretmenler tarafından dikkatli bir şekilde
incelenmeli, üzerine eğitici notlar yazılmalı ve öğrencilere geri
dağıtılmalıdır. Eğer bu yapılmazsa, öğrenciler açısından ev ödevlerinin eğitici
değeri büyük ölçüde düşer.
Grupla Çalışma Teknikleri
Öğretmenlerin genel olarak sınıf içerisinde kullandığı
teknikler olup, gruba dahil olan üyelerin(öğrencilerin) kendi ilgi ve
istidatları doğrultusunda topluluk halinde belirlenmiş amaç veya amaçlara
yönlendirilmeleridir. Grup çalışmasının esası her ferdin üzerine düşeni
yapmasıdır. Amaca ulaşabilmek için bu şarttır. Grup çalışmasının özünde
öğrencilerin bir konu veya problemle ilgili olarak birlikte konuşmaları ve
çözüm yollarını aramaları vardır. Bunlar amaçlılık ve planlılıktır.
Öğrencilerin bir hedefe yönlendirilmediği ve planlamanın yapılmadığı durumlarda
grup çalışmalarından yararlanmak mümkün değildir. Grup çalışmaları küçük
gruplarla yapılması durumunda daha etkilidir. Öğrenci sayısının 25-30'u aşması durumunda
grup çalışmasından verim elde etmek zorlaşmaktadır. Eğitim örgütü olsun, başka
örgüt olsun grup çalışması yapılabilmesi için; grubu yapılandıracak ve onları
harekete geçirecek lider şarttır. Eğitim kurumlarında bu lider genelde
öğretmendir. Fakat ideal olan oluşturulan gruptaki öğrenciler arasından
seçilecek liderdir. Grup çalışmasına hem liderin hemde katılan öğrencilerin
hazırlanmaları gerekir. Grup tartışması, bireylerin öğretme-öğrenme sürecine
etkin katılımı, etkili iletişim kurma becerisini, kubaşmasını&, olayları
gözden geçirip, birlikte sonuca ulaşmalarını sağlayıcı bir yaklaşımdır. Petersen grup çalışmasıyla ilgili
araştırmalarını Jena Üniversitesi'nde uygulamış ve bu çalışmaya Jena Planı
denmiştir. Bu plana göre; "Her öğrenci üç yıllık bir çalışmadan sonra
gruba
katılıyordu. Öğrenciler sabit yerlerde oturmuyorlardı.
Öğrenci oturma yerini serbest olarak seçiyordu. Pedagojik duruma göre masalar
ve sandalyeler oynatılabiliyordu. Her türlü ders çalışmasının çıkış noktasını
öğrencinin tabii öğrenmesi oluşturuyordu. Okuldaki bu çalışmalar bu doğal
öğrenmeye bağlanıyordu. Çalışmalar bireysel olarak veya küçük gruplar hâlinde
yapılıyordu. Gruplar da kurs grupları, seviye grupları ve seçim grupları
halinde ayrılmışlardı." Tartışma bireysel öğretim tekniklerinden farklılık
arz eder. Çünkü öğretmen ve öğrencilerin rolü farklılaşmıştır. Tartışma
yaklaşımlarında öğretmen ya pasif dinleyici konumunda veya koordinatör
durumunda kalmaktadır. Diğer bütün aktiviteler öğrenciler arasından seçilen
temsilcilere yaptırılmaktadır. Grup
tartışmasının verimliliği, çalışmaların öğretmen merkezli olmasına bağlı
olmayacak, grup üyeleri arasında kurulan iletişimin yoğunluğu oranında
artacaktır. Planlı ve programlı birer faaliyet olarak yürütülen grup
çalışmaları ve grup üyeleri arasındaki iletişimin sağlıklı olması tekniğin
etkililiğini artıran önemli faktörlerdendir.
Grup çalışmalarında mutlaka bir grup lideri, üyeler ve grup
çalışmalarını belgelendirecek sekreter bulunmalıdır. Eğitim öğretim kurumlarında grup liderinin
grup üyeleri tarafından sıra ile yapılması yeğlenmelidir. Lider, grubun
lokomotifi olup, tartışmayı başlatmakla ve idarenin sevkiyle sorumludur. Lider,
üyelerin tartışmaya etkin katılılımını sağlamaya gayret eder. Bir üyenin diğer
üyelerin konuşma sürelerinden çalmalarına müdahale eder. Tartışmayı özetler,
nitelikli bir tartışma yürütülmesini sağlar. Grup üyeleri hem güzel konuşma hem
de iyi dinleme, dinlediğini anlayıp yorumlayabilme yeteneğine sahip olmalıdır.
Konuşmacı olan üyenin anlaşılır bir dil ile konuşması karşılıklı iletişim
sağlama açısından önemlidir. Etkili bir anlatım ancak konuya önceden
hazırlanmakla mümkün olmaktadır. Konuşmacı konusuyla ilgili yapacağı sunuyu
önceden çalışmalı, prova etmelidir. Sekreter
ise grup çalışmasında alınan kararları not etmekle sorumludur. Tartışmayı
yazılı olarak özetler ve öğretmenin de yardımıyla esas görevi olan tartışma
raporunu(tutanak) hazırlar. Grup
tartışması, izleyenler arasından seçilen bazı öğrenciler tarafından gözlenir.
Gözlemci öğrenciler, tartışmanın gelişimini, olumlu veya olumsuz yanlarını
rapor ederler. Tartışma sonunda değerlendirme şarttır. Amaca ulaşılıp
ulaşılmadığının tespiti, yanlışların düzeltilmesi, eksiklerin tamamlanması;
grup lideri, üyeleri veya sekreterya hizmetlerindeki aksaklıkların belirlenmesi
amacıyla değerlendirme şarttır. Grup tartışmasının değerlendirme aşamasında ;
tartışmaya hakim olan(diğer öğrencilerden daha fazla konuşan) öğrenci
olup-olmadığı, yetersiz durumların olup-olmadığı, bütün grup üyelerinin
tartışmaya katılıp-katılmadığı, tartışmada yetersiz görülen yerler var ise bu
yetersizliklerin sebeplerinin neler olduğu gibi sorulara cevap
aranmalıdır. Serbest Grup Tartışması,
Küçük Küme Çalışması, Panel, Sempozyum, Münazara, Dramatizasyon, Komisyon
Çalışması, Forum, Kollekyum, Çember Tartışması gibi çalışmalar grup çalışmaları
olarak kabul edilmektedir. Grup
tartışmasına sınıftaki öğrencilerin tamamı katılabileceği gibi bir kısmı da
katılabilir. Grup tartışmasının esası, problemin çözüm yollarını araştırmak,
problemle ilgili çeşitli görüşler ortaya koymak ve nihayetinde grup üyelerinin
ortak düşüncelerini ifade etmektir. Grup
çalışmasında iyi verim alabilmek için; tartışma konusu veya araştırma yapılacak
konunun öğrenciler tarafından daha önceden ön bilgilerinin olması gerekliliği
vardır. Öğrencilerin, tanıdığı ve ilgilerini çeken bir konuya karşı daha büyük
bir zevkle çalışma yapacakları bilinmelidir. Tartışılacak problemin çok uzun
tartışma veya olur-olmazla geçiştiriliverecek kadar kısa olmaması gereklidir.
Grupla tartışmanın
birçok yararı vardır. Bu yararlar şunlardır:
1. Tartışma, istenen nitelikte uygulandığı takdirde grup
içinde ve gruplar arasında etkili bir iletişim kurulup sürdürülmesini
sağlamakta; iletişim yeteneğinin gelişmesine yardımcı olmaktadır.
2. Grubun sosyo-kültürel durumuna uygun olarak bilgi ve
fikirlerin anlaşılmasını sağlar. Ortak ve bireysel sorunların çözümlenmesine
yardımcı olur; fikir birliğine ulaşmayı kolaylaştırır.
3. Uzman ve danışmanların, problemi betimlemede, yeni
problem çözme yolları önermede yardımcı olmalarını sağlayabilir. 4. Liderlik
becerisini geliştirir.
5. Dinleyicilik özelliğini geliştirir.
6. Çelişkileri uzlaştırır.
7. Yorumlama becerisi geliştirir.
8. Bireysel öğrenme gücü geliştirir.
9. Analiz, sentez ve değerlendirme gücü kazandırır.
10. İstendik sosyal becerilerin kazanılmasına ve dengeli
insan ilişkilerinin kurulmasına yardımcı olabilir.
11. Demokratik yaşama alışkanlığının kazandırılmasına
yardımcı olur.
İlk kez 1957 yılında ABD'de Dr. Trump'un ortaya çıkardığı
Ekiple öğretim yöntemi de grup çalışmalarının bir türüdür. Trump, "Okullar
gelecekte büyük, küçük gruplar ve bireysel öğretimle ilgilenen çok geniş
etkinlikler etrafında organize olacaklardır. Etkin bir organizasyon için en
önemli husus konunun öğretmen grupları ve teknik asistanlar tarafından
düzenlenmesidir." diyor. Bu tanıma
göre, grup çalışmasında etkili olabilmek için öğrencilerden daha fazla
öğretmenlerin grup oluşturmaları vurgulanıyor. Öğretmenler ve ekipte yer alacak
diğer ilgililer müşterek bir çalışma ile öğretim faaliyetlerini planlayacaklar,
işleyecekler ve değerlendireceklerdir. Burada "bir elin nesi var, iki elin
sesi var" atasözünden hareket edilmekte ve bir öğretmenin öğrencileri sevk
etmede düşebileceği yanılgıların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Elbette ki
2-3 öğretmenin bir konuda hemfikir olmaları ve öğretim aşamasında bunu icra
etmeleri öğrencilerin başarısını artıracaktır.
Öğrencileri grup halinde çalışmaya teşvik etme ve
araştırmaya yönlendirme ilkokullarda uygulana gelmiştir. Bu amaçla küme
çalışmaları adı altında faaliyetler yapılmaktadır. Öğretim programlarında yer
alan üniteler işlenirken küme ve sınıf çalışmaları adı altında öğrencilerin
müşterek çalışmalarına imkân sağlanmaktadır. Bu tür faaliyetler öğretmen
tarafından öğrencilerin durumu, ünitenin özellikleri, okulun imkânları
gözetilerek planlanmaktadır. Özellikle ilkokulun birinci devresinde öğretmenin
küme çalışmalarında dikkat etmesi gereken en önemli husus, öğrencilerin ilgi ve
seviyelerinin dikkate alınmasının gerekli olduğudur. Küme oluşturulurken
öğrenci ilgileri, yaşları, seviyeleri mutlaka dikkate alınmalı; öğrenciler
mutlaka bir kümede çalışması için zorlanmamalıdır.
Küme çalışmaları şu
bakımlardan yararlıdır:
a) Çocuk ilgi ve ihtiyacına uygun bir konuyu öğrenmek
için kendi isteğiyle bir kümede görev aldığından daha çok istekle çalışır;
b) Bir kümenin üyesi bulunmaktan ve kümeye yararlı
olmaktan ötürü kendine güveni artar, kıvanç ve mutluluk duyar;
c) Sorumluluk yüklenme, iş başarma, düşünme, kıyaslama,
konuşma, tartışma, inceleme, araştırma, dinleme, eleştirme... yetenekleri daha
çok gelişir.
d) Hayat boyunca baş vuracağı öğrenme yollarını kazanır.
e) İncelenen konuyla ifade, beceri etkinlikleri arasında
tabii bağlar kurulur;
f) Küme içinde daha olumlu ve toplumsal davranışlar
kazanır, başkalarıyla birlikte çalışmaya alışır;
g) Bu çalışmalarda en pasif çocuklara bile yapacakları iş
bulunur;
h) Çalışmalar sırasında çocuklar birbirlerinden daha
kolay öğrenirler;
i) Küme çalışmaları, bilgilerin ezberlenmesi yerine,
sevilip sindirilmesini sağlayarak öğrencide olumlu davranış değişikliklerine
imkân hazırlar.
Öğrencinin bir konuyu veya bir problemi kendi başına
öğrenme yoludur. Araştırma yoluyla öğretme yaklaşımının ve uygulama, analiz,
sentez düzeyindeki davranışların kazandırılmasında kullanılır. Öğrenci aktif
olup, yaparak-yaşayarak öğrenme söz konusudur. Öğrenci, öğrenme durumunu
ilgisi, ihtiyacı ve seviyesine göre kendisi ayarlayabilir. İlkokullarda kendi
kendine çalışmaya alışmak, bütün öğrenciler için, bilhassa birleştirilmiş sınıf
öğrencileri için gereklidir. Ferdî çalışmalarla beceriler geliştirilmeye
çalışılır. Öğrencilerin kendi kendilerine çalışmalarında göz önünde
bulundurulacak hususlar aşağıda gösterilmiştir:
1. Çocuklar kendi kendilerine çalışabilme alışkanlıkları
kazanmalı ve geliştirmelidirler. Öğretmenle yapılan çalışmalar kendi kendine
çalışmaların bir başlangıcıdır. Kontrollü çalışmada kazanılan alışkanlık ve
çalışma teknikleri kendi kendine çalışmalarda kullanılır. Kitaplarda ve çevrede
bilginin yerini tespit etmek, bulunan bilgileri yazmak, sanat ve iş araçlarının
kullanılmasını öğrenmek, ilgi kümelerinin, seviye gruplarının ve birleştirilmiş
sınıflarda öğretmensiz geçen saatlerde çalışma şekilleri gibi kendi kendine
çalışma etkinlikleriyle ilgili yollar ve gerekli alışkanlıklar
kazandırılmalıdır.
2. Kendi kendine çalışmalar, çocuklar için önemli ve okul
çalışmalarının bölünmez bir parçası olmalıdır. Kendi kendine etkinlikler
çocukların eğitim amaçlarını gerçekleştirecek nitelikte olmalı, yapılacak işler
çocuklar tarafından benimsenmeli ve onların işbirliği ile planlanmalıdır. Kendi
kendine çalışma saatlerinde çocuklara becerilerini geliştirme, ders kitaplarını
ve daha başka bilgi kaynaklarını inceleme, çeşitli araçları kullanma fırsatları
verilmelidir. Bu çalışmalar çocukların kavrayış ve takdir duygusunu
geliştirmeli ve bütün ders alanlarında gerekli becerileri
kazandırmalıdır.
3. Alıştırma kitapları ve daha başka basılı kaynaklar,
çocukları kendi kendilerine çalışmaya yöneltmede yararlı olabilir. Çocukların
seviyelerine uygun bu kitaplar dersliğin kitaplığında bulundurulmaya
çalışılmalıdır.
4. Bir okul aile birliği toplantısı, bir müsamere, sergi,
okul gazetesi çıkarma, çeşitli bayramlar, özel günler ve haftalar bütün
çocukların katılacağı çalışmalara yol açar ve kendi kendilerine çalışmalar için
ayrılan zamanın yararlı şekilde geçmesini sağlar. 5. Kendi kendine çalışma
saatleri için uygun olacak etkinlikler çocukların ilgi ve ihtiyaçlarına, ele
alınan üniteye göre ayarlanmalıdır(İlkokul Programı 1995 s.41-45). Bireysel çalışma yönteminde plan, amaç ve
zaman çok önemlidir. Plansız ve amaçsız faaliyetler boşa zaman kabıdır.
Bireysel öğretimde kullanılan tekniklerin başında Programlı Öğretim gelmektedir.
Bilgisayar Destekli Öğretim ve Bireyselleştirilmiş Öğretim de bireysel öğretim
teknikleridir.
Programlı Öğretim: Temelinde öğretimin
bireyselleştirilmesi vardır. Skinner Programlı öğretimin kurucusudur. Programlı
öğretim Skinner'in pekiştirme ile ilgili ilkelerinden hareketle ortaya çıkmış bireysel
öğretim tekniğidir. Skinner yaptığı öğrenme deneylerinde ödülü
"pekiştirici" olarak kullanmıştır. Skinner'e göre öğretim tesadüfi
olmamalıdır. Skinner'in pekiştirme ilkeleri şunlardır:
a) Küçük adımlar ilkesi: Bilgi üniteleri, adım adım
öğrenciyi ilerlemeye yöneltecek bir şekilde düzenlenmelidir. Bu adımlar bir
ünitenin öğrenilecek en küçük birimini oluşturmalıdır.
b) Etkin Katılım İlkesi: Her bilgi ünitesi bir ilerleme
aşaması oluşturmaktadır. Bu aşamada bir alıştırma veya bir soru bulunmaktadır. Soru,
verilen bilginin kazanılıp, kazanılmadığını yoklamadan başka bilgiyi edinmede
ve özümlemede de bir araç olmaktadır. Böylece soru bir işlemi, bir eylemi
başlatmakta yani öğrenme olayını sağlamaktadır. Öğrenme işi öğrencinin kendisi
tarafından yapılmaktadır. Böylece öğrencinin etkin katılımı sağlanmaktadır.
c) Başarı ilkesi: Öğrenciler hep başarmak zorundadır.
Sorular da öğrencilerin başarabileceği güçlük düzeyinde olmalıdır. Güçlüğü
aşmak bir sonraki öğrenmeler için gerekli olan güdüyü oluşturmaktır.
d) Anında düzeltme ilkesi:
Öğrenci soruyu cevapladıktan sonra doğru cevapla karşılaştırmakta böylece kendi
kendini kontrol etmekte ve düzeltme de hemen yapılmış olmaktadır. Anında
kontrol pekiştirmenin temel öğesidir.
e) Dereceli ilerleme ilkesi: İlerleme, aşamalı ve
mantıklı olmalıdır. Yapılacak işlemlerin düzeyi basitten karmaşığa, bilinenden
bilinmeyene, kolaydan zora doğru olmalıdır.
f) Bireysel hız ilkesi: Öğrenci, zamanı kendine uygun
olarak ayarlamaktadır. Başarısızlık veya sınıfta kalma söz konusu değildir.
Böylece sınıf ortamında öğrenciler arasında düzey farklılığının yarattığı
olumsuzluklar da ortadan kaldırılmak istenmektedir. Sınıf geçmede belirli süre
kuralı da geçersiz olmaktadır.
Programlı öğretimde; programlı öğretime göre hazırlanmış
kitaplar, programlı öğretim makinaları ve bilgisayarlar kullanılmaktadır.
Ülkemizde uygulanmakta olan Açık öğretim Fakültesi ders kitapları ve
ilkokullarda kullanılan doldurmalı alıştırma kitapları programlı öğretime uygun
yazılmış kitaplara örnek olarak verilebilir. Yine bazı bilgisayar programları
da programlı öğretimde kullanılmaktadır.
Bilgisayar Destekli
Öğretim:
Eğitim-öğretim faaliyetlerinde bilgisayardan faydalanmadır. BDÖ kavram olarak
1960'lı yıllarda ortaya atılmış 1970'li yıllarda da ABD üniversitelerinde
araştırılmaya başlanmıştır. BDÖ’ de
öğretmen konuyu işlerken sahip olduğu donanım ve yazılım olanaklarına, konunun
ve öğrencilerin özelliklerine göre bilgisayarı değişik yer ve zamanlarda
kullanabilir. Bu kullanım biçimleri:
1. Öğretmen konuyu işler, dersi kaçıran veya anlamayanlar
için tekrar bir fırsat sağlanabilir. Bilgisayar burada özel öğretmen görevi
görür.
2. Öğretmen konuyu işler, değerlendirme bilgisayar
yardımıyla yapılır.
3. Öğretmen konuyu sınıfta işler, alıştırma, uygulama ve
değerlendirme çalışmaları bilgisayar yardımıyla yapılır.
4. Konu bilgisayara işlenir. Öğretmen danışmanlık yapar.
Öğrencileri denetler.
Diğer bir anlatımla BDÖ programlarının uygulanışı
i)alıştırma ve tekrar, ii) bire bir öğretim, iii) problem çözme ve iv)benzetim,
programları olmak üzere dört çeşittir.(Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.
Özcan Demirel, Genel Öğretim Yöntemleri, Ankara: Usem Yayınları, 1994 s.73-77)
Bireyselleştirilmiş Öğretim: Sınıftaki öğrenci sayısı
kalabalıklaştıkça her öğrenciye düşen zamanda azalma olacaktır. Çocuğuna özel
ders aldırabilen aileler bunun başarıyı artırdığını bilirler. Çünkü bir
öğretmen sadece bir öğrenci ile ilgilenmekte ve onun eksiklerini yanlışlarını
anında görerek müdahale edebilmektedir. Yine bir sınıfta bulunan öğrencilerin yaşları,
yapıları benzer olsa da bunlar arasında büyük ferdî farklılıklar bulunmaktadır.
Bu durum öğrencilerin tamamının aynı anda öğrenmesine engel teşkil etmekte;
zaman sabitlendiğinde bazı öğrencilerin hemen öğrendiği, bazılarının daha geç
öğrendiği, bazılarının da hiç öğrenemediği görülmektedir. İşte bu
olumsuzlukların giderilebilmesinin ancak öğretimin bireyselleştirilmesi ile
mümkün olacağı bilinmektedir. Teknikte
öğrenci ve öğretmene farklı roller düşmekte ve öğrenci merkez alınmaktadır.
Öğretmen sınıftaki tüm öğrencilere değil, sadece 3-5 öğrenciye yönelmektedir.
Öğretmen genel anlamda planlama yaparken, öğrenciler kendi öğrenecekleri
konular hakkında kararlar almakta, değerlendirme aşamasında yapacaklarını
belirlemektedirler.
Plân yapma
Plân, bir faaliyette bulunurken güçlükle karşılaşmamak,
faaliyete önceden vakıf olabilmek amacıyla yapılır. Eğitim, ekonomi, askerlik,
fizik, kimya kısacası bütün alanlarda plân yapılmaktadır. Devletler de belli
hedeflere ulaşmak, kalkınabilmek için plân yaparlar. Plân kısa, orta ve uzun vadeli yapılabilir.
Ülkemizin "Beş Yıllık Kalkınma Plânı" adı ile yapmış olduğu plânlarda
beş yıl içinde gerçekleştirilecek yatırımlar plânlanmıştır. Öğretim faaliyetlerinin de plânlı yürütülmesi
esastır. Öğretim programlarında yer alan amaçların gerçekleştirilmesi için,
plânlama gerekli görülmektedir. MEB’ nın 1981 yılında yayınlamış olduğu
"Eğitim-Öğretim Çalışmalarının Plânlı Yürütülmesine İlişkin Yönerge"
gereğince, eğitim-öğretimde birlik ve bütünlüğü sağlamak, eğitimi, programda
öngörülen amaçlara yöneltmek, çalışmaları etkili ve verimli hale getirmek
üzere, MEB'na bağlı her derecedeki öğretim kurumlarında ve yurt dışında görevli
öğretmenler, derslerine plânlı, programlı olarak yeterli hazırlıklarını yaparak
gireceklerdir. Türk eğitim sisteminde, üniversiteler hariç, tüm derece ve
türdeki okullarda öğretimin plânlı yapılması bir zorunluluktur. Plânlama üzerinde bilhassa ilkokullarda
hassasiyetle durulmaktadır. Plânlama ilköğretimde, "İlköğretim Kurumları
Yönetmeliği" ile, ortaöğretimde ise "Lise ve Ortaokullar
Yönetmeliği" ile "mevzuat bağlayıcılığı" sıfatı kazanmakta ve
kanunî bir zorunluluk olmaktadır.
Plânlamanın bu kanunî boyutu dışında ayrıca
eğitim-öğretim faaliyetlerini kolaylaştıran bir de eğitsel boyutu vardır. Eğitsel yönüyle plân; öğretmenin
öğrencilerini eğitim kurumlarında belli sürede, belli hedeflere ulaştırabilmesi
için yapacağı öğretim faaliyetlerine hazır olmalarını sağlayacaktır. Öğretmenin, bir öğretim yılı boyunca yapacağı
tüm faaliyetleri aklında tutması beklenemez. Plânlı çalışan öğretmen hangi
faaliyeti, ne zaman ve nasıl yapacağını bilir ve kendini hazır hissetmenin
verdiği bir rahatlıkla derslerini işler. Plân amaca kısa ve doğru yoldan
ulaşmada en büyük etkendir.
Öğretmenlerin görevlerinden plânlama ile ilgili olanları
aşağıdadır:
Öğretmenler, kendilerine verilen sınıf veya dersleri,
programlarda belirtilen esaslara göre okutmak, bunlarla ilgili bütün
uygulamaları ve deneyleri yapmak zorundadırlar.
Sınıf veya branş öğretmenleri ders yılı başlamadan en az bir hafta önce
toplanırlar. Bu toplantılarda, program esaslarına göre -bir nüshası okul
müdürüne verilmek üzere- 2 nüsha halinde yıllık plân hazırlar ve müdüre
onaylattırırlar. Öğrencilerine daha faydalı olabilmek için derslere hazırlıklı
ve plânlı girerler.
Öğrencilerle birlikte yaptıkları çevre incelemeleri ve
gezilerle ilgili plânları hazırlar, okul müdürüne onaylatırlar. Daha sonra
inceleme ve gezi raporlarını değerlendirir ve bunların birer nüshasını dosyada
saklarlar. Öğretim plânı, bir problem veya bir konu üzerinde öğrencilerin
bireysel veya gruplar halinde bilgi, beceri, alışkanlık ve değerler
kazanmalarını sağlamak amacıyla -yerine göre öğrencilerin de katılmasıyla-
öğretmen tarafından hazırlanan bir çalışma kılavuzudur. Plân, öğretmenin amaca ulaşmasında,
zamanı tasarruflu kullanmasında ve yaptığı faaliyetlerden verim almasında
yardımcıdır. Mükemmel bir plân öğretmenin müfredat programındaki esaslar
çerçevesinde öğrencileriyle birlikte geliştirdiği plândır. Ünite dergilerinin eki olarak verilen veya
başka yollarla öğretmenlere intikal eden plânların harfiyen her okulda
uygulanması mümkün değildir. Bu tür plânlar bir fikir edinmek açısından kaynak
niteliğindedir. Çünkü öğretmen, çalıştığı yörenin ve öğrencilerin ihtiyaçlarını
da plâna yansıtmalıdır. Hazır plânlarda bu tür özellikler göz ardı
edilmektedir.
Plânlı çalışmanın şu yararlarından söz edilebilir:
a) Öğretimin plânlaması; öğretmenin, eğitim-öğretimde
neyi, niçin ve nasıl okutacağını düşünmesini sağlayarak verimi artırır.
b) Konuların ne zaman ve ne kadar süre içinde
işleneceğinin zaman sırasına göre düzenlenmesini, ayrıca, programların süresi
içerisinde tamamlanmasını sağlar.
c) Plânlı çalışma, öğretmen ve öğrencileri dağınıklıktan
kurtarır, onlara güven kazandırır.
d) Amaçları gerçekleştirecek en uygun yöntem, teknik,
araç ve gereçlerin seçilmesini, derslere hazırlıklı girilmesini sağlar.
e) Plânlama öğrencilerin ilgi, ihtiyaç ve yeteneklerine
göre yetiştirilmesini sağlar.
f) Plânlı çalışma eğitim öğretimin değerlendirilmesinin
sağlam ve güvenilir olmasını sağlar.
g) Öğretmen ve öğrencilere düzenli ve birlikte çalışma
alışkanlığı kazandırır.
h) Eğitim faaliyetlerinde düşünceye açıklık kazandırır.
Plân, harfiyen uyulması gereken bir materyal olmayıp,
gerektiğinde bulunduğu yere ve zamana göre değişebilmelidir. ilkokul öğretmenleri elden geldiğince, plânı
öğrencileri ile birlikte yapmalıdırlar. Plânın müşterek yapılması durumunda,
öğrenciler öğrenecekleri konular hakkında önceden bilgi sahibi olur ve –en
önemlisi- kendi katkılarıyla hazırlanmış olan bir öğrenme faaliyetine daha
etkin olarak katılırlar. Plânlar
"Yıllık Plân", "Ünite Plânı" ve "Günlük Plân"
olmak üzere üç türdür. Günlük Plân içerisinde "Ders Plânı",
"Gezi-Gözlem Plânı" ve "Deney Plânı" yer alabilir. Plânlar, "Zümre Öğretmenler Kurulu"
toplantısında görüşülür. Bu toplantılarda yıllık, ünite ve günlük plânlar ile
gezi, gözlem, deney ve inceleme plânları arasında birlik sağlanır. Yıllık Plân:
Öğretmenin bir öğretim yılı süresince ders vermekle yükümlü bulunduğu
sınıflarda, program uyarınca belli üniteleri veya konuları hangi aylarda,
yaklaşık olarak ne kadar zamanda
işleyeceğini gösteren ve öğretmence hazırlanarak ders
yılı başında okul yönetimine verilen çalışma plânına denir.
Yıllık plân, bir dizi özetlenmiş ünite plânından oluşur.
Yıllık plân yapacak bir öğretmen, öncelikle kendi okutacağı sınıf veya dersin
müfredatını bilmeli ve çevreyi iyi tanımalıdır. Müfredatta bulunan, ancak
çevreye uymayan konular plâna dahil edilmemelidir. Plân sadece öğretmen ve
öğrenciler tarafından yapılabilecek faaliyetleri içermelidir. Yıllık plân
ilkokul için yapılıyorsa bu plânda mihver ders(ler)in yanı sıra ifade ve beceri
dersleri, kaynaklar, araç-gereçler, ünitelerin süresi, ünitelerde yapılacak
gezi, gözlem ve deneyler yer almalıdır.
Branş derslerine giren öğretmenlerin de öğretim yılında kendi
dersleriyle ilgili -o dersin yayınlanmış müfredatına uymak şartıyla- konuları,
amaçları, derste kullanacağı araç ve gereçleri, gezi, gözlem ve deneyleri
plânına yansıtması gereklidir. Yıllık
plân yapılırken ilkokullarda aynı sınıfı okutan öğretmenlerin, orta okul ve
liselerde de aynı branşı okutan öğretmenlerin plânlama öncesinde fikir
alışverişinde bulunmaları esastır.
Plânın uygulanabilmesi için okul müdürünce imzalanması gereklidir. MEB’ nın 1983 tarihli ve 260 sayılı
genelgesine göre yıllık plânlar; ilkokul, ortaokul, lise ve dengi okullarda iki
nüsha hazırlanmakta ve biri okul idaresine verilmektedir. Ancak uygulamada
ilkokullarda yıllık plânın deftere yapılması, iki nüsha plân hazırlama
zorunluluğunu kaldırmış gözükmektedir.
Ünite Plânı: Öğretmenin gözetimi ve denetimi altında,
öğrencilere belirli bir süre içinde ve eğitimin amaçlarına uygun olarak bir
takım bilgi beceri ve anlayışları kazandırmayı öngören, belli bir konu veya
sorun çevresinde düzenlenmiş türlü etkinlikleri, öğrenme yaşantılarını ve
değerlendirme çalışmalarını kapsayan ayrıntılı ders plânıdır. Ünite plânı,
içerik olarak yıllık plânla aynıdır. Yıllık plâna göre daha ayrıntılı yapılan
ve yıllık plândaki bölümlere açıklık getiren bir plândır. Öğrencilerin neyi,
niçin, hangi yollarla öğreneceklerini bilmeleri bakımından, ünite plânlarının
öğrencilerle birlikte yapılması faydalıdır. İlkokul programı "ünite"
esasına göre düzenlenmiştir. Orta öğretim kurumlarında ünite plânı yapılmaz. Ünite plânı yaparken; ünite konusunun
programda yer alması; ünite süresi ve amaçları; ünitenin hangi yol ve
yöntemlerle işleneceği ve işlenişte kullanılacak başvuru kaynakları, araç ve
gereçleri; gezi, gözlem ve incelemeler ile değerlendirmenin nasıl yapılacağının
plâna dahil edilmesi gereklidir. Ünite,
Geştalt Psikolojisi'nin "öğrenmede bütünlük ilkesi"nin bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre, öğrenme ortamında bir öğrencinin
birbirinden ayrı ve ilgisiz parçaları öğrenmesinin çok zor olduğu, fakat birbiriyle
ilgili olan ve bütün olanı algılamasının daha kolay olduğu bilinmektedir. İşte
öğretmen rehberliğinde öğrencilerle birlikte hazırlanan bir ünite plânı,
öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçlarını da önemsediği için özel istidatların
gelişmesine imkân verecek ve çocuğun zihnî, bedenî ve sosyal gelişimini
sağlayacaktır. Çocuk, ünite çalışmalarına katkıda bulunurken, araştırdıkça
zihnî yönden gelişecek, başka arkadaşları ile birlikte çalışırken de iletişim
kurmayı öğrenecek, sosyalleşecektir. Konuların birbiriyle ilgili ve bütün
olarak sunulması çocuk açısından öğrenmeyi kolaylaştıracaktır. Ünitelerin
birbirine dayalı ve birbirini destekleyen konulardan oluşmasıyla konular
arasındaki kopukluklar önlenecek ve öğrenme kademe kademe gerçekleşecektir.
Ünite işlenişinde küme çalışması, takrir soru-cevap, problem çözme, proje gibi
birçok metot ve teknikten faydalanılabilir. Öğrencilerin bu aşamada okul ve
çevresiyle yakın temas kurması sağlanır. Yıllık plânda belirlenmiş olan ünite
süresi, ünite plânı yapılırken değişebilir. Ünite plânında amaç ve konu
ayrıntısı yapmak gereklidir. Bir
ünitenin işlenişinde öğretmen öğrencilerin izlemesi gerekli basamaklar vardır.
Bu basamaklar şunlardır:
1. Hazırlık
Öğretmenin hazırlığı
Çocuklarla birlikte hazırlık
2. Ünitenin öğrencilerle birlikte plânlaması
3. Ünitenin işlenişi
4. Ara değerlendirme
5. Gerekli beceriler üzerinde pekiştirici çalışmalar
6. Ünitenin işlenişine devam edilmesi
7. Genel değerlendirme
Ünite plânı, yıllık plân gibi çizelge üzerine
yapılabileceği (Şekil 2) gibi, içerik bozulmamak şartıyla, deftere de
yapılabilir.
Günlük Plân: Bir veya birkaç ders saatinde işlenecek
konunun ana çizgilerini, bu konuya ilişkin deneyleri, tartışma sorularını,
ödevleri, uygulama çalışmalarını, ders araç ve gereçlerini içine alan ve önceden
ilgili öğretmenlerce hazırlanan plândır. Başka bir tarifle, günlük plân, ünite
plânından faydalanarak öğretmen tarafından hazırlanan, bir
günde yapılacak faaliyetlerin gösterildiği plândır. Branş
öğretmenleri tarafından kendi branş dersi ile ilgili yapılan plân;
sınıf öğretmenleri için ise bir günde vereceği farklı
dersler ile ilgili yapılan plân "günlük plân"dır. İyi bir günlük plânda; derslerin nerede ve ne
kadar bir sürede işleneceği; konu amacına ulaşmada nasıl bir yol izleneceği ve
kullanılacak araç-gereçleri; konuyla ilgili örnekleri; önceki öğrenmelerle yeni
öğrenilecek konunun nasıl bağlanacağı gibi hususların bulunması gereklidir.
Diğer plânlar gibi, günlük plân da değişikliğe açıktır. Günlük plânın, derse başlamadan, plânlama
için ayrılan sürede öğrencilerle birlikte yapılması esastır. Bazı durumlarda
plânlamanın ders içerisine sarktığı da görülebilir. Bu durum o dersin akışını
bozmamalı ve daha önce plânlanmış faaliyetleri geciktirmemelidir. Günlük plânın
değerlendirme safhasında, plânın yapıldığı günde öğrenilenler ile ertesi gün
yapılacak faaliyetler üzerinde durulur. Fakat öğretimin değerlendirilmesi bir
günlük bir iş olmayıp; günlük, haftalık, aylık değerlendirmeler yapılabileceği
gibi; bir ünite işleniş esnasında ve sonunda, yarıyıl sonunda ve öğretim yılı
sonunda da değerlendirmeler yapılmalıdır. Çünkü değerlendirme sürekli bir iştir
ve o da plânlanmalıdır. Değerlendirme ile öğrencilerin sadece bilgi seviyeleri
değil; görgü, beceri ve değer duyguları da ölçülmelidir.
Günlük plân yaparken hataya düşmemek için, öğretmenlerin
şu hususlara dikkat etmeleri gereklidir:
Psikoloji, öğrencilerdeki bireysel farklılıklara dikkat
çekmektedir. Öğretmen her çocuğun değişik ilgi, ihtiyaç ve kabiliyetleri
olduğunu gözden kaçırmamalı, aynı davranış veya öğrenme durumunu her öğrenciden
aynı şekilde istememeli ve plânını ona göre yapmalıdır. Plânı uygulayacağı gün
kullanacağı araç-gereci önceden hazır etmeli, ulaşamayacağı araç-gereç ile
ilgili plân yapmamalıdır. Okulun bulunduğu çevreyi ve öğrenci velilerini çok
iyi tanımalı, plânda çevre ve velilerden yararlanmalıdır. Çevrede ve sınıfta
lider olduğunu hissettirmeli, ancak yerine göre öğrencilerini ve çevresini de
dinlemeli, onların fikirlerinden faydalanmalıdır. Konu amaç uyumunu sağlamalı
ve davranış kazandırmada en uygun metotları kullanmalıdır. Öğrencileri
araştırmaya sevk etme ve kendi kendine iş yapabilme yönünden geliştirecek
tedbirler alıp plânlamalı, fakat öğrencilerin boyunu aşan ödevler vermemelidir
(ilköğretim birinci devrede yazılı ödev verilemez). Zamanı çok iyi ayarlamalı,
plânlamaya gereğinden fazla zaman ayırmamalıdır. Plânlanan öğretimi belli
zamanda gerçekleştirmek hedeftir. Fiziki ortam, zekâ, yaş, sosyo-ekonomik durum
gibi öğrenmeyi etkileyen faktörler her sınıfta her öğrenci için farklı
farklıdır. Öğrenciler için öğrenmede farklı olmayan tek şey zamandır. Öğretmen
zaman faktörünü çok iyi değerlendirecek bir plân yapmalı; neyi, nasıl ve ne
kadar sürede vereceğini çok iyi plânlamalıdır.
Plân uygulamasında elden geldiğince bütün öğrencilere fikir beyan etme
hakkı vermelidir. Plânın aksayan ve uygulanamayan yönlerinin ne şekilde telafi
edileceğini, aynı günlük plânın son
kısmında belirtmelidir. Kaynak kitap, veya dergideki bir
parçayı aynen yazdırmak gibi zamanı boşa harcatıcı
faaliyetlerden kaçınmalıdır. Öğrencilere verilen her
türlü araştırma ve ödevi mutlaka kontrol etmelidir.
Plân öğrenci seviyesinin ne üstünde ne de altında
olmamalıdır. Plân yaparken aşırı kuralcı
olunmamalı ve kitaba bağlı kalınmamalı, plân esnek olmalıdır. Plân ne çok kısa ne de çok fazla ayrıntı
içerecek kadar uzun olmamalı, öğretmen ve öğrencilere ipuçları verecek
nitelikte olmalıdır. Bir günlük plânda ders ve konu adları; konu amaç(lar)ı;
süre; konunun ne tür yöntem veya tekniklerle işleneceği; hangi kaynak, araç ve
gereçlerin kullanılacağı; -yapılacak ise- gezi, gözlem
ve deney plânı (bunlara ait plân deftere veya ayrı bir
forma yapılabilir) yer alır. Günlük
plânı deftere yapmak mümkün olduğu gibi, her gün ayrı bir dosya kağıdına
yaparak dosyalamak da mümkündür. Günlük plân en önemli konuların öğretilmesini
kolaylaştırır, zamanı iyi değerlendirmeye yarar, öğretmenin yaptığı çalışmaları
gösteren belge niteliği taşır ve derslerin birbiriyle ilişkilendirilmesini
sağlar. Ayrıca günlük plân içerisinde "gezi plânı" ve "deney
plânı" da yer alabilir, veya bunlar müstakil olarak yapılıp ilgili günlük
plâna eklenir. Ders gezileri plânlı
öğretim faaliyetlerinden olup, öğrencinin bütün duyu organlarının katılımını
sağladığı için kalıcı öğrenmeler sağlamada çok etkilidir. Bir gezi plânında
gezinin hangi dersle ve konuyla ilgili yapıldığı, gezinin
amacı, gezi konusu, gezi yeri, gezinin süresi, geziye kimlerin katılacağı, gezi
gidiş-dönüşünde kullanılacak güzergah ve gezide alınacak tedbirler, gezi
yerinde yapılacak faaliyetler ile gezi değerlendirmesi bulunur. Belediye
sınırları içine yapılacak gezilerde okul müdürü izni yeterli olup; belediye
sınırları ve il dışı gezilerde İl Onayı gereklidir. Aynı şekilde gözlem ve
deneyler de öğrencilere kalıcı öğrenme yaşantıları sunmada etkilidir. Deney
için de "Deney plânı" yapmak esastır. Deney plânında deneyin hangi
derste yapılacağı, deney konusu, deneyin amacı, süresi, deneyin nasıl
yapılacağı, deneyin sonuçları ve değerlendirme bölümleri bulunmalıdır.
Eğitim Öğretim
Çalışmalarının Plânlanması İle İlgili Ortak Hükümler:
a) Temel eğitim 1. kademe okulları (ilkokullar),
"Eğitim Öğretim Çalışmalarının Plânlı Yürütülmesine İlişkin
Yönerge"nin esaslarına uymakla beraber, plân ve program hazırlıklarını
mevcut yönetmelikleri uyarınca sürdürürler.
b) Bakanlığa bağlı Temel Eğitim I. Kademe Okulları
(ilkokullar) dışında kalan her tür ve düzeydeki diğer eğitim öğretim kurumları
ile yurt dışındaki okullar "Eğitim Öğretim Çalışmalarının Plânlı
Yürütülmesine İlişkin Yönerge"de öngörülen esasları uygular.
c) Yıllık plânlar yukarıdaki "b" maddesinin
kapsamına giren kurumlarda, bu kurumların özelliklerine ve türlerine göre, bir
öğretim yılı, yarıyıl veya belirli bir eğitim etkinliğinin süresini kapsayacak
şekilde düzenlenir. Bu plânlar, öğretim programlarının özelliklerine ve
sınıflara göre (Edebiyat, Fen Şubesi gibi) gerektiğinde ayrı ayrı hazırlanır.
d) Ünite plânları, kurumların öğretim programlarının ve
derslerin özelliklerine göre hazırlanır.
e) Günlük plânlar, yukarıdaki "b)" maddesinin
kapsamına giren kurumlarda, o gün işlenecek ders veya derslerle ilgili örnekte
belirtilen içerik bilgilerini kapsayacak şekilde düzenlenir.
f) Yıllık plânlar, kurumların özelliklerine ve türlerine
göre öğretim yılı, yarıyıl veya etkinliklerin başlamasından önce; ünite
plânları, yıllık plâna bağlı olarak o ünitenin işlenmesine başlamadan önce;
günlük plânlar ise derslere girilmeden önce hazırlanır.
g) Plânların hazırlanması sırasında, kurumların türlerine
ve özelliklerine göre öğrencilerle birlikte çalışmaya olabildiğince özen
gösterilir.
h) Yıllık plânlar ile gezi, uygulama, deney vb. Plânlar,
okul müdürünün onayından sonra uygulamaya konur.
i) Her öğretmen ünite plânları ile günlük plânlarını,
istenildiğinde, müdür veya denetleme yetkisi olanlara göstermekle yükümlüdür.
j) Okul müdürleri öğretmenlerin çalışmalarında
"Eğitim Öğretim Çalışmalarının Plânlı Yürütülmesine İlişkin Yönerge"
esaslarına uyup uymadıklarını denetlemekle yükümlüdür.
k) Yıllık plân hazırlanırken okulun yöneticileri ve zümre
öğretmenleri yanında diğer ders öğretmenleri ile işbirliği yapılır. Böylece
yazılı sınavlar ile gezi, gözlem, deney vb. etkinliklerin aynı gün ve saatlere
toplanması veya çakışmaları önlenerek eğitim-öğretimde uyum ve bütünlük
sağlanır.
l) Her öğretim yılı sonunda yıllık plânların okulun
yöneticileri, zümre öğretmenleri ve diğer öğretmenlerin katılacağı bir
toplantıda değerlendirilmesi yapılır. Ders plânları, programları ve yapılan
hazırlıklar müfettişlerin denetlemelerinde aranır ve değerlendirmeye konur.
Teftiş, bütün devlet dairelerindeki görevlilerin kanun ve
nizamname hükümlerine göre, vazifelerini ifa edip etmediklerini, ayrı hareket
ederek memuriyet vazifelerini yerine getirmede ihmal ve dikkatsizlik gösterip
göstermediklerini, suiistimal yapıp yapmadıklarını tespit ederek, haklarında
gereken yasal işlemlerin yürütülmesi için devlet dairelerinin teşkilât
kanunlarına göre tayin edilmiş müfettişler, murakıplar veya bu işle
görevlendirilmiş memurlar vasıtasıyla yapılan murakabedir. Kurum çalışmalarının sürekli olarak gözetim
ve denetim altında tutulması, kaynakların
kullanılması durumlarının belirlenmesi zorunludur. Bundan
da önemlisi, ürün ve verimliliğin yakından izlenmesi ve sürekli olarak artışını
sağlayacak önlemlerin alınması gerekliliğidir. Bu açıdan bakıldığında denetim,
kurumlar için hayati bir önem taşır. Teftişin amacı kamu yararlarını korumadır.
Okul ve kurumların da kamu kuruluşu olması teftişi önemli hale getirmiştir.
MEB’ nda teftiş; ilköğretim okulları için ilköğretim müfettişleri, ortaöğretim
kurumları için bakanlık müfettişleri tarafından yapılmaktadır. Plânlama,
ilköğretim müfettişleri tarafından da "Normal teftiş" sürecinde
değerlendirilir. Normal teftiş, Teftiş
Kurulu Başkanlığı tarafından plânlanan teftiş türü olup; müfettişler, önceden
belirlenen tarihlerde bu plâna uygun olarak okul ve
kurumları ziyaret ederek eğitim-öğretim sürecini değerlendirirler.
"MEB İlköğretim Kurumları Rehberlik ve Teftiş
Yönergesi" ilköğretim okullarında yapılacak teftişlerde göz önüne alınacak
durumlarla ilgili yeterince açıklama yapmaktadır. İlköğretim Müfettişlerinin
teftişlerde plânlarla ilgili olarak aşağıdaki faaliyetleri değerlendirdikleri
görülmektedir.
Öğretmenler uyguladıkları öğretim metotlarında, plânlarla
tutarlı mıdır?
Öğretmen plânları dersin ve konunun amaçlarına uygun
mudur?
Öğretmenler öğrenci başarısını değerlendirirken
plânlamanın her aşamasında bilimsel yöntemlere
başvurmakta mıdır?
Öğretmenlerin eğitim-öğretim faaliyetlerinde yeterince
gezi, gözlem, inceleme ve deney yaptıkları
gözlenmekte midir?
Öğretmen derse hazırlık, plânlama ve uygulamalara
yeterince zaman ayırmakta mıdır?
Öğretmenlerin derslerin işlenişindeki konulara uygun
metot ve teknikleri kullanmadaki başarıları
olumlu mudur?
Öğretmenler velilerle irtibata geçmede ve çevreyi tanıyıp
çevre imkânlarından eğitim-öğretimde
faydalanmada başarılı mıdır?
Bir öğretim tekniği olarak ödev verme, çocukların belli
konularda önceden bilgi sahibi olmalarını sağlayan veya belli konularda
alıştırmalar yaparak bilgilerini pekiştirmeye yarayan ödevlerdir. Bu ödevlerde
çoğu kez ders kitapları veya yardımcı kaynaklar kullanılır. Bazen da öğretmen
kendi hazırladığı bazı malzemeleri tahtaya yazıp öğrencilere kopya ettirerek
veya çoğaltıp öğrencilere dağıtarak hazırlanma veya çözümlerini ödev olarak
verebilir. Öğrencilerin ders kitaplarını sadece sınav öncesinde değil, öğretim
içinde de etkin olarak kullanmalarını sağlamak gerekir. Ders kitaplarında daha
sonra işlenecek konular öğrencilere önceden verilerek konuya ısınmış olmaları,
bilmedikleri "yabancı" kelimeleri sözlükten bulmaları, metni
çözmeleri ve ana fikirler üzerinde ön tartışmalar yaparak derse hazırlanmaları
muhakkak ki çok yararlı olacaktır. Bu şekilde hazırlanan öğrenci, öğretmenin
sorularına hazır olabileceği gibi, kendisi de öğretmene anlamadığı konuları
daha bilinçli olarak sorabilir.
Yardımcı kaynaklardan (yardımcı ders kitabı, sözlük,
ansiklopedi, internet v.s.) faydalanma
Aslında eğitim bir taraftan insanların konuştukları dili
çözümleyerek fikir ve duyguları anlama, bir taraftan çeşitli tabiat olaylarının
arkasındaki yasal bağlantıları keşfetme ve bunlardan insanlığın geleceği
noktasında yararlanma, insanların kullandıkları teknolojik araç-gereçleri bilme
ve etkin olarak kullanma, sosyal hayatta genel geçerli olan birçok kuralları
bilme ve uyma, formül, şekil, tablo, grafik, harita, plan, kroki v.s. gibi
bilgiyi özet olarak gösteren birçok teknikleri öğretme demektir. İnsanların
bilgi ve tecrübeleri çoğu kez formüller, şekiller, tablolar, akış çizelgeleri,
grafikler vs.
içinde mükemmel olarak özetlenmiştir. Öğrencilerin hem bu
bilgi formatlarını doğru olarak okuyup çözümleyebilmesi hem de kendi
bilgilerini bu gibi formatlar içinde sistemleştirmesini öğrenmesi gerekir. Son
zamanlarda bütün dünyada bilgisayarların yaygınlaşması ile beraber, bilginin de
evrenselleşmesi ve kolayca ulaşılması yolları açılmış oldu.
Artık ciltler dolusu yazıların tek bir CD içinde
toplanması, seslerin, görüntülerin, hareketli filmlerin gene elektronik
ortamlara kaydedilerek bunların hepsinin bir arada "hypertext"ler
içinde etkileşimli olarak kullanılması (Interactive Multimedia, IMM) mümkün
olmaktadır. İletişim teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte ağ temelli
INTERNET, INTRANET gibi sistemler bütün dünya üniversitelerini, araştırma
kurumlarını, kütüphanelerini ve hattâ kişileri birbirine bağlamakta; kişiler ve
kurumlar arasındaki haberleşmeyi sağladığı gibi belli konularda çalışan kişi ve
kurumları, kitap ve dergileri, yazı ve resimleri de önünüze devşirip
getirmektedir.
Gelişmiş toplumlarda sadece önemli kurumlar değil, hemen
bütün okullar ve hattâ bilgisayarı olan herkes bu ağ içinde bulunabilmekte,
dünyanın her tarafındaki bilgilere ulaşabilmektedir. Bilgi hazır beklemektedir;
eğitim kurumlarına düşen görev, bu bilgilere nasıl ulaşılabileceğini ve
derlenen bilgilerin üst seviyelerde nasıl işlenip geliştirileceğini
öğretmektir.
Bunun bir başka gelişim yönü, bölgeye, tarihe ve kültüre
bağlı bazı bilgilerdeki ülkeler arası farklılıkların da kaldırılabilmesidir.
Kişilerin, ülkelerin, hükümetlerin meselâ tarih gibi bir alandaki
sübjektiflikleri, belki uluslarası bilgi akışı vasıtasıyla bir parça
kaldırılabilecek, veya bilgi ağı üzerinde büyük bir bilgi savaşı başlayacak
demektir.
ÖZEL ÖĞRETİM METODLARI
Öğretim yöntemleri iki bölümde incelenmektedir. Genel
öğretim yöntemleri, bütün derslerde ortak olarak kullanılabilen yöntemlerdir.
Özel öğretim yöntemleri ise her dersin, her konunun kendine has olan
yöntemidir. Sadece genel öğretim metotları
vermek, öğretim metotları konusunda oluşturulmaya çalışılan genel performansı
vermeye yetmemektedir. Ancak özel öğretim yöntemlerinden de –aşırıya kaçmamak
şartıyla- bazı örnekler verilirse, öğretmen adayı kişilerde sağlam bir metod
fikri
oluşabileceği kanaatindeyiz. Bu nedenle bazı derslerin
özel öğretim metotlarından kısaca bahsetmeyi uygun gördük. Ancak burada yapılan
kısa açıklamalarla yetinmek, bir dersin özel metotlarını anlamada son derece
yetersiz kalacaktır. Bu nedenle, her dersin özel öğretim yöntemleri bilgisini,
en azından bu kitapta verilen asıl kaynaklardan tamamlamak gerekmektedir. İyi bir öğretmen, işleyeceği konunun,
öğrencilerin ve dershanenin özelliklerine göre en uygun yöntem, teknik, araç ve
gereçleri seçebilmelidir. Aşağıdaki
bölüm, eğitim sistemimizde yer alan derslerden bazılarının hangi tür öğretim
yöntemleriyle ve hangi öğretim ilkelerine uyularak öğretilebileceği konusunda
fikir vermek amacıyla hazırlanmıştır.
İlkokulların ilk üç yılında okutulan ve öğrencilerin
çevreye uyumunu sağlayan bir "mihver ders"tir. İlkokullarımızda
dersler, ilk devrede (1., 2., 3. sınıflarda) Hayat Bilgisi, ikinci devrede (4.,
5. sınıflarda) Fen Bilgisi ve Sosyal Bilgiler dersleri etrafında
toplulaştırılmıştır. Toplulaştırma, ilkokul çağındaki çocukların varlıkları,
olayları ve öğretim konularını bilim dallarına göre kavrayamaması kaygısından
ortaya çıkmıştır. Hayat Bilgisi birinci devrenin mihver dersi olduğundan, diğer
bütün derslerin bu dersle ilgi kurularak işlenmesi gerekir. Bu yolla hem Hayat
Bilgisi konuları pekişecek, hem de diğer dersler önceki öğrenmelerle
ilişkilendirildiği için öğrenme kalıcı olacaktır. Meselâ, Hayat Bilgisi
dersinde "Çevremizde Kış" ünitesi işlenirken Türkçe dersinde kış ile
ilgili okuma parçaları ve şiirler, Matematikte kış ile ilgili problem ve
alıştırmalar, Müzik dersinde kış şarkıları, Resim-İş dersinde kış manzara
resimleri, Beden Eğitimi dersinde de kış sporları ve kış oyunları gibi konular
işlenmelidir. Günümüzde halen 1968 tarihli "Hayat Bilgisi Ders
Programı", uygulanmaktadır. Bu dersin ana amacı öğrencinin yakın çevresini
tanımasını sağlamak, milletini ve bayrağını sevdirmek, içerisinde yaşadığı
toplumun kurallarını öğretmektir. Bu derste öğrenciler:
1. Yakın çevreyi tanımayla ilgili yetenek ve
becerilerinin gelişmesi yönünden:
a) Çevresinin doğal olaylarını anlar ve doğru yorumlar,
bu olayların insan yaşantısına etkilerini bilir,
b) Çevreyi ve çevrenin doğal güzelliklerini sever,
c) Çevreyi tanır ve çevrenin yaşama imkânlarını
inceleyerek daha iyi yaşama yollarını öğrenir,
ç) Günlük olayları, her gün kullandığı eşyayı, yakın
çevrenin eserlerini, anıtlarını inceleyerek toplumsal gelişme bilinci
kazanırlar.
2. Yurttaşlık görevleri ve sorumlulukları yönünden:
a) Türk Milletine, Türkiye Cumhuriyeti'ne, Atatürk'e ve
inkılâplarına karşı sevgi ve saygı duyar, onlara güvenir,
b) Millet ve yurt işlerine karşı yakın bir ilgi duyar,
c) Yakın çevrede yaşamış büyük insanları ve çevrenin
gelişip ilerlemesine hizmet etmiş olanları tanır, onları takdir etme ve
değerlendirme duygusu kazanır,
ç) Demokratik davranışlara ve inanışlara sahip bir
yurttaş olur,
d) Aileyi, okulu ve yurdu sever, millî duygularını
kuvvetlendirir,
e) Ailelerin ve toplumun mutluluğuna en iyi şekilde nasıl
yararlı olabileceklerini araştırır; kendi mutluluklarının, toplumun yükselmesine
bağlı bulunduğunu kavrarlar.
3. Toplumda insanların birbiriyle olan ilişkileri
yönünden:
a) Evde, okulda ve çevrede beraber yaşadıkları insanlara
karşı sevgi ve saygı duyar,
b) Doğruluk fikri ve işlerini doğru yapma alışkanlığı
kazanır,
c) Dayanışma, işbirliği ve sorumluluk duygularına sahip
olur,
ç) Aileyi, okulu ve çevreyi inceleyerek topluluk halinde
yaşamanın önemini kavramaya ve toplumun istediği davranışları göstermeye
başlarlar.
4. Ekonomik yaşama fikrini ve yeteneklerini geliştirme
yönünden:
a) Ailenin geçim ve gelir durumunu dikkate alarak
parasını planlı harcamaya, tutumlu olmaya ve yerli malı kullanmaya önem verir,
b) Eşyalarını ve toplumun ortak mallarını iyi kullanır ve
gerektiğinde onarır,
c) Üretim, tüketim ve dağıtım hakkında temel bilgiler
kazanır,
ç) İnsanların ve grupların ekonomik yönde birbirlerine
bağlı olduklarını bilir,
d) Millî gelir kaynaklarını tanımaya ve gerektiği şekilde
değerlendirmeye çalışırlar.
5. Daha iyi yaşama yeteneklerini geliştirme yönünden:
a) Beslenme, sağlık ve trafik kurallarını, emniyetli ve
sıhhatli yaşama yollarını öğrenir,
b) Ev ve iş hayatlarını daha iyi düzenlemeye, etrafını
geliştirip, güzelleştirmeye; içinde bulunduğu hayattan daha üstün bir yaşama
seviyesine ulaşmaya çalışır,
c) Çalışmanın, dinlenmenin ve eğlenmenin gereğini ve
zamanını kavrar,
ç) Tarım, ticaret ve sanayi faaliyetleriyle ilgilenirler,
ürünlerini tanımaya ve çevrede bulunanların üretim yollarını öğrenmeye
çalışırlar.
Bu amaçlara ulaşmak için Hayat Bilgisi dersi yapılırken
göz önünde tutulacak eğitim-öğretim ilkeleri şunlar olacaktır:
Bütün konuların öğretilmesinde yakından uzağa, bilinenden
bilinmeyene gibi genel ilkelere dikkat etmelidir. Yakından uzağa bu dersin
temel ilkesidir. Meselâ, 3. Sınıf "Çevremizi Tanıyalım" ünite
konuları bu ilkeye uygun olup; önce evini ve okulunu öğrenen öğrenci, daha
sonra sokak ve mahallesini; son olarak da kasabasını ve şehrini öğrenmektedir.
Bu derste verilmek istenen bilgi ve beceriler inceleme,
gözlem, deney, alıştırma ve uygulama gibi yollarla kavratılmalı ve
öğretilmelidir. Öğrencilere yaparak, yaşayarak ve hattâ "yaratarak"
öğrenme fırsatı verilmeli ve sağlanmalıdır. Öğrenciler -yaş ve gelişim
seviyelerine uygun olarak- bizzat gerçek yaşam, eşya ve olaylarla
karşılaştırılmalı, öğrenme sürecine aktif olarak katılmalarına çalışılmalıdır.
Öğrencilere planlı, düzenli ve metotlu çalışma, öğrenme ve yaşama
öğretilmelidir. Öğrencilerin dikkat ve ilgilerini çekecek varlık ve olaylardan
yararlanmalıdır. Hayat bilgisi, araç-gerece dayanan bir derstir ve her derste
mutlaka uygun araç-gereçlerden yararlanmalıdır. Hayat Bilgisi dersinde gazete
ve dergilerden ilginç haber ve resimler toplatılmalı, çeşitli koleksiyonlar
yaptırılmalı, sınıfta köşeler hazırlatılmalıdır. Bunun dışında öğretmenin ve
öğrencilerin yaptığı araçlar; akvaryum, teraryum, enzektaryum gibi canlıların
sunî yaşantı ortamlarının sağlandığı araçlar ile DAYM tarafından okullara
gönderilen "araç dolabı"ndaki
araç-gereçler öğretime katkı sağlamaktadır. Ders
programında yer alan ünitelerin aynı sıra ile işlenmesi zorunlu değildir.
Öğretmen bulunduğu çevrenin ve zamanın durumuna göre ünitelerde gerekli
değişikliği yapıp, çevreye uygun hale
getirebilir.
Hayat Bilgisi dersinde kullanılacak metotlardan bazıları
şunlardır:
Anlatım: Anlatım bütün derslerde olduğu gibi Hayat
Bilgisi dersinde de en çok başvurulan metotlardan biri olacaktır. Öğretmenin
anlatım yöntemini kullanmak zorunda kaldığı durumlarda şekil, sembol, resim,
jest ve mimiklerden faydalanması ve konuyu ilgi çekici hale getirmesi
gereklidir. "Taşıtlar ve Trafik" ünitesinde trafik kazaları
işlenirken; iki öğrencinin birbiriyle çarpışması kazaya benzetilerek, sınıf
ortasında bir çizimle gösterilip, öğrencilere oynatılabilir. Bu durumda
öğrenciler de işlenişe katılacak ve konu ilginç hale gelecektir. Öğrenciler ara
yoldan hatalı çıkış yapan Ahmet'in kazaya sebep olduğunu fark edeceklerdir.
Gezi-gözlem: Hayat Bilgisi, gözlem ve yaşantı dersidir. Öğrencilerin çevreyi
tanımaları, bilgileri asıl kaynağından temin etmeleri, gerçek yaşam içinde
bulunmaları, öğretimde tüm duyu organlarını kullanmaları için gezi-gözlem
metodu ile dersler yapılması gerekmektedir. Öğretmen bazen öğretim konusuyla
ilgili olan yaşantıyı bizzat oluşturmaya çalışmalı ve öğrencilere gözlem
fırsatı tanımalıdır. Gözlem, bir olay veya
eşyayı kendi şartlarında önceden planlayarak ve amaçlı olarak oluşu esnasında
incelemektir. Bu dersin gözlemleri de öğretmen tarafından planlanmalı ve oluşu
esnasında öğrencilere izlettirilmelidir. 3. Sınıf "Yeryüzü ve Gökyüzünde
Gördüklerimiz" ünitesinin gözlemlerle işlenmesi gerekir. Aynı ünitenin
içerisinde "denizler-sular" bölümü işlenirken kontrollü gözleme
(deney) başvurularak sunî bir yağmur deneyi yapılabilir. Yine "gübreli ve
gübresiz fasulyenin büyümesi" gibi basit deneyler yapılarak bitkilerin
gelişimi öğrencilere gözlettirilebilir. Hayat Bilgisi dersinde, öğrencilere
gerçek hayatı tanımak amacıyla öğretmenler tarafından ders gezileri
(ekskürsiyon) düzenlenmelidir. Düzenlenecek geziyle ilgili planı öğretmen ve
öğrencilerin birlikte yapmaları idealdir. Ders gezileri öğrencilerin çevresini
tanıması için iyi bir fırsat ve eğitim-öğretim etkinliğidir.
Araştırma-inceleme ve deney: Öğrencilerin hem konuları
daha iyi anlamaları hem de hayatta karşılaşacakları çeşitli sorunları problem
çözme metoduna uygun olarak ele alıp çözümlemeleri gerekmektedir. Bu nedenle,
öğrencinin gelişim seviyesine ve ilgilerine uygun olarak birçok hayat bilgisi
problemleri gerek bireysel gerekse küme çalışması olarak bu derste ele
alınabilir. Burada hem gözlem ve problem analizinde hem kaynakların temininde,
denencelerin oluşturulmasında ve denenmesinde öğrencilere yardım edilmelidir.
Bu yaştaki çocukların olaylardan kanunlara ulaşması (tümevarım) beklenir. Tanım
veya kuralın hemen verilmesi yanlıştır. Öğrenciye, bir olayın sebepleri ve
olayla ilgili ilgi çekici örnekler gösterildikten sonra tanım veya kural
verilmelidir. Soru-cevap metodu: Hayat bilgisi dersinin her konusu, öğretmenle
öğrenci arasında karşılıklı sorular sorulup cevaplar verilerek işlenebilir.
Seviye iyi tutturulursa bütün öğrencilerin bu metotla yapılan derse kolaylıkla
katıldıkları görülecektir. Burada öğrencilerin güdülenmesi de son derece
kolaydır.
Dramatizasyon: Çocukların ve bebeklerin, cansız
varlıkları canlı gibi kabul ederek onları konuşturdukları görülür
(animizm-canlıcılık). Bebeğiyle konuşan, onu konuşturan; ay ile konuşan çocuk
burada bir animatörlük yapmakta ve masal dünyasında yaşamaktadır. İşte bu
sebeple öğretim konularının dramatizasyonla verilmesi ve Hayat Bilgisi
konularının öğrencilere temsil ettirilmesi, öğrenmenin daha kalıcı olmasına
yardımcı olacaktır.
Ev ödevleri: Gezi imkânının bulunmadığı durumlarda
öğrencilere araştırma ve gözlem ödevleri verilebilir. Öğretmen, bu tür
araştırma ve gözlemlerde öğrencilerin seviyesini aşacak araştırma ödevi
vermekten kaçınmalı, ulaşılabilecek bilgi ve gözlem konuları seçmelidir. Hayat
Bilgisi öğrenciyi hayatında planlı çalışmaya teşvik eden bir derstir. Bunu
sağlamak için öğretmen Hayat Bilgisi ders konularını öğrencilerle birlikte
planlamalı ve faaliyetler kısaca her dersin başında tahtaya yazılmalıdır. Bu
derste küme çalışmalarına önem verilmelidir. Öğretmen küme elemanı olan
öğrencilerin aralarında işbölümü yaparak kendi aldıkları konuyu başka
kaynaklardan da araştırıp, sınıfa sunmalarına ve böylece her öğrencinin faal
bir duruma gelmesine imkân vermelidir. Belirli gün ve haftalar, Hayat Bilgisi
dersi içinde mutlaka işlenmeli, önemsiz sayılıp geçiştirilmemelidir. 7-8
yaşındaki çocukların ilgisi hemen dağıldığı için, bu dersin öğretiminde,
öğrencilerin devamlı ilgisini çekecek araç gereçlere başvurulmalıdır. Öğretmen
öğrencilerin ilgisini artırmak için onun sevdiği konularda hareket edilmeli;
yerine göre bir fıkra, masal, şarkı veya gözlemle dağılan ilgiyi yeniden
toplamalıdır. Hayat Bilgisi öğretiminde
öğrencilere kumdan, kilden, çamurdan, mukavvadan, kartondan, kağıttan,
kutulardan, dezenfekte edilmiş ilaç şişelerinden işler yaptırılması bu dersin
bir "iş dersi" olduğunu da gösterir. Bir işi yapabildiğini fark eden
öğrenciler kendiliğinden motive edilmiş olurlar. Bu tür öğrenciler kendilerince
icatlar yapmaya çalışırlar. Bu
derste, iş yaptırma yolunun kullanılması mucitler ortaya
çıkarmanın ilk aşaması sayılabilir.
TÜRKÇE
Türkçe dersi, öğretimin temelini oluşturan bir
"araç-ders" niteliği taşıdığından, bu dersin inceliklerini öğrenmeyen
bir öğrencinin diğer dersleri anlaması da zorlaşacaktır. Öğretmenin diğer
derslerde anlattıklarını, ders kitaplarında okuduklarını anlayıp anlatabilmesi,
öğrencinin Türkçe dersindeki başarısı ile ilgilidir. Bu ders, öğrencinin anlama
ve anlatım gücünü en iyi biçimde kullanabilmesini sağlamak için plânlanmalıdır.
Türkçe dersi etkinlikleri, sadece Türkçe ders saatleriyle sınırlı kalmamalı ve
her derste Türkçe dersi ile ilgili hatalar düzeltilip, eksikleri tamamlama
yoluna gidilmelidir. Öğrenci güzel ve akıcı konuşmayı, anladığını sözlü veya
yazılı olarak ifade etmeyi bu dersteki etkinliklerle öğrenir. Türkçe dersi,
ünite ve yıllık planlamada "anlama", "anlatım
(yazılı-sözlü)", "dilbilgisi" ve "yazı" olarak alt
bölümlere ayrılmış olsa da, günlük plan uygulamasında bu tür ayrımlara
gidilmemekte, yeri geldikçe alt bölümlerden her ders saatinde
yararlanılmaktadır. Türkçe dersinin işlenişinde (günlük planlamada) anlama,
anlatım, dilbilgisi, yazı gibi ayrımlara gitmeye ve haftanın günlerinde bunları
ayrı ayrı göstermeye gerek yoktur. Çünkü Türkçe dersi bir bütün olup, anlama
veya anlatım faaliyetleri esnasında dilbilgisi veya yazı kurallarıyla ilgili
bir konuya temas etme ihtiyacı
hasıl olabilir. Fakat ünite planlarında anlama, anlatım,
dilbilgisi ve yazı dersleri ile ilgili olarak hangi
davranışların kazandırılacağının ayrı ayrı
gösterilmesinde sakınca olmayıp, bilakis öğretmene
faydalı olacak bir davranıştır. 1948 İlkokul Programı,
Türkçe dersinin bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğine işaret etmiş ve bu
durum günümüz programlarında da devam etmiştir.
Türkçe dersi öğrencilere doğru ve düzgün konuşma, ifade etmek istediğini
en kısa yoldan anlatma beceri ve alışkanlığı kazandırmayı amaçlamıştır. Okuma
alışkanlığı ve kitap sevgisi verme de bu dersin amaçlarındandır. Okuma ve
yazmayı yeni öğrenen çocuk için her okuma metni, keşfedilmeyi bekleyen,
bilinmeyen ve ilgi çekici bir hazinedir. "Türkçe'yi doğru olarak, bilinçle
ve güvenle kullanmayı alışkanlık haline getirmenin en etkili yolu, derslerde
öğrencilere, sık sık düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak anlatma imkân ve
koşullarını sağlamaktır. Öğretmen, onları, bir sistem içinde ve kendi seçeceği
konularda ne kadar çok konuşturur, yazdırırsa ve bu etkinlikler üzerinde ne
kadar çok düşündürür, onların eleştiri yapmalarını sağlarsa, olumlu sonuç
almayı o kadar kolaylaştırmış olur." Türkçe, bilgi dersinden ziyade ifade
ve beceri dersidir. Bu nedenle, bu derste ezber yönteminden kaçınmak gerekir.
Öğretmenlerin, bu derste bir takım kural ve kavramları ezberletmeleri yanlış
olur. Kural ve kavramlar üzerinde ders konuları içerisinde yeri geldikçe
durulmalı, bunlar öğrenciye tanıtılmalı ve bu davranışlar alışkanlık haline
getirilmelidir. Türkçe dersinde önemli olan, öğrencinin okuduğu veya dinlediği
bir konunun ana fikrini anlaması ve bu konuyu çözümleyebilmesini
ağlamaktır. Türkçe dersinde çözümleme,
bireşim, tümevarım, tümdengelim, direkt dil öğretim metodu gibi problem çözmede
kullanılan ve yargı ile anlama gücüne dayalı bilimsel yöntemler kullanıldığı
gibi; anlatım, soru-cevap, dramatizasyon, gösteri, küme çalışması, gözlem ve
inceleme gibi birçok yöntemden de faydalanmak mümkündür. Bu dersin özel öğretim
yöntemlerini "İlk okuma ve yazma", "Sözlü ve Yazılı
Anlatım", "Dilbilgisi" başlıkları altında incelemek gereklidir.
a) İlk okuma ve Yazma Öğretimi
Bu ders, öğrenciye hayatı boyunca kullanacağı dil ile
okuyup yazabilmenin genel kurallarını kavratmayı amaçlar. Ülkemizde 72 ayı
dolduran çocuklar ilkokul birinci sınıfa kaydolur ve ilk okuma ve yazma
öğretimine başlarlar. İlk okuma ve yazma öğretiminde göz önüne alınması gerekli
ilkeler şunlardır: Kullanılacak araç-gereçler çocuğun yakın çevresinden
seçilmeli ve bildiği şeyler olmalıdır. Burada somuttan soyuta, bilinenden
bilinmeyene doğru bir yol izlenmeli ve planlı çalışma yapılmalıdır.
Öğrencilerin daha fazla duyusuna hitap eden etkinliklerle davranış kazandırmaya
çalışılmalıdır. Ferdî farklılıklar dikkate alınmalı ve öğrenciler motive
edilerek derse katılmaları sağlanmalıdır. İlk okuma ve yazma öğretiminde
ülkemizde cümle tahlili de denilen "çözümleme yöntemi"
kullanılmaktadır. Ayrıca bireşim ve karışık yöntem de ilk okuma ve yazma
öğretiminde kullanılabilir. Çözümleme (tahlil, analiz), problemin daha iyi
öğrenilebilmesi için ögelerine ayrılması işlemidir. Çözümlemede asıl olan,
bütünün anlamlı ögelere ayrılmasıdır. Bütünün anlamsız ayırım işlemi özümleme
olmayıp, parçalamadır. Öncelikle ilk okuma ve yazma çalışmalarına başlamadan
çizgi alıştırmaları yaptırılmalıdır. Öğrencilerin parmak hareketlerine hâkim
oldukları hissedildiğinde çözümlemeye başlanır. İlk okuma ve yazmada,
öğrencilere çevresinden tanıdıkları, ilgi çekici yeterince cümle verildikten
sonra, bu cümlelerde kelime, hece ve harfe doğru giderek izlenen yol
çözümlemedir. Fakat, cümle
tahlilindeki bu çözümlemede kelimeler anlamlı, kesilen
bazı heceler anlamsız olabilir. Bu istisnaî bir durumdur.
Bu
yöntem hakkında İlkokul Programı'nda şöyle denmektedir:
"İlk okuma ve yazmaya öğrencilerin anlayabilecekleri
kısa cümlelerle başlanmalıdır. Zamanla bu cümleler kelimelere, kelimeler
hecelere bölünmelidir. Daha sonra heceler içindeki harflerin sesleri
sezdirilmeye çalışılmalıdır."
Kullanılacak cümleler
mutlaka öğrencinin kelime hazinesinden seçilmelidir. Meselâ, bir köy okulunda
"Ali cips al." cümlesi yerine "Ali ata bak." cümlesi; bir
şehir okulunda da "Oveyavara gitti." Cümlesi yerine "Oya eve
gitti." cümlesi tercih edilmelidir.
İlk okuma ve yazmaya emir
cümleleriyle başlanması eleştirilse de, öğrenciyi motive eden bu tür cümlelerin
hiç olmazsa başlangıçta yer almasında fayda vardır. Çözümlemede öğretilecek
cümle önce öğretmen tarafından söylenir ve öğrencilere tekrar ettirilir. Daha
sonra hazırlanan cümlenin büyük fişi öğrencilere gösterilir, cümle içeriği
oyunlaştırılır, tahtaya ve deftere yazdırılarak pekiştirilir. Öğretmen,
öğrencilerin evde çalışabilmeleri için küçük fişler de dağıtabilir.
Yeni cümleler verilirken,
öğrencilerin büyük çoğunluğu tarafından daha önce verilen cümleler içinde iyice
kavranan kelimeler tanıtılmaya başlanır. Bu işlem iyice tanınan kelimeleri hece
olarak tanıtmaya ve son olarak da harfleri
sezdirmeye kadar devam
eder. Kelime aşamasında yeni cümleler, hece aşamasında yeni kelimeler ve harf
aşamasında da yeni heceler yapılmalıdır. Öğrencilere sessiz harflerin bağımsız
olarak tanıtılması sakıncalı olup, bu harfler sesli harf sonuna gelecek biçimde
(aç, ad, af, ağ, ah, ek, il, ön, iş, at, ev) anlamlı heceler yardımıyla
sezdirilmelidir. Öğrencilere çözümlemenin her aşamasında öğrendikleri hecelerle
yeni kelime, cümle ve metinler yapılıp okutturulmalı ve yazdırılmalıdır. Bu tür
bir yöntemle çalışmanın sonunda, öğrencilerin arkası arkasına serbest okuma ve
yazmaya geçtikleri gözlenecektir. Bireşim (terkip, sentez), ögeleri
birleştirerek bir bütün oluşturma işidir. Okuma ve yazma öğretimine harflerden
başlama metoduna sentez denmektedir. İlk okuma-yazama öğretimine "sesli
harfler" tanıtılarak başlanır. Daha sonra sesli harflerin yanına
"sessiz harfler" getirilerek anlamlı heceler (aş,iş, iğ, ez) yapılır.
Anlamlı olarak öğrenilen bu heceler başka hecelerle birleştirilerek kelimeler
elde edilir ve son olarak bu kelimelerden cümle yapılır. Bireşim, çocuğun psikolojik kavrama
özelliklerine ters bir yöntem olduğu ve Türkçe’nin yapısına tam uymadığı için,
ilk okuma ve yazmada fazla tercih edilmemektedir. Bu yöntemde çocuk zor bir
kelime veya hece ile karşılaştığında daha önce okuduğu heceyi tekrar edip
duracaktır. Bu nedenle, bu yöntemle akıcı ve hızlı okumanın sağlanması mümkün
değildir. Ayrıca bireşimde çocukların cümleyi bütün olarak algılamaktan ziyade
kelime olarak algılamaya yönelmeleri, konuyu anlamalarını da zorlaştırmaktadır.
Karışık Yöntem; cümle,
kelime, hece ve harflerin hep birlikte verilerek okuma ve yazmanın kısa bir
sürede gerçekleştirilmesini sağlayan bir yöntemdir. "Ali ata bak."
cümlesi ile birlikte, "masa", "baba", "dayı",
"okul" gibi kelimeler, "aş-iş-aç-ev-kır-kel-koç-ma-ne" gibi
heceler ve sesli harfler verilir. Bunlar kavrandıkça yenileri verilir. Kısa bir
sürede öğrenciler kullandıkları hecelerin kelime ve cümlelerde geçtiğini fark
ederler. Hece ve kelimelerle yeni kelime ve cümleler oluşturulur. Bu yöntem çok kısa sürede okuma ve yazmayı
öğrenmeyi sağlasa da, öğrencilerin kelime ve heceleri birbirine karıştırması
ihtimali içinden çıkılamaz bir duruma sebep olabilir. Fakat kısa dönemli ve
yetişkinlere yönelik okuma ve yazma kurslarında bu metod rahatlıkla
kullanılabilir.
b)
Okuma-Anlama Öğretimi
Öğrencilerin yazılı
şekillerden anlam çıkarmaları, okumadır. Okumanın üç ana bölümü vardır ki,
bunların ilkinde kişi yazılı sembolleri algılar, ikincisinde sembolleri sese
dönüştürür ve son olarak da okuduğunun anlamını çözer. Okumanın ana amacı,
üçüncü merhale olan "okuduğunu anlama derecesini" yükseltmektir.
Meselâ, bir öğrencinin "Okul" kelimesini gördüğünde zihninde okulu
tasavvur etmesi ve bu kelimeyi okuması; öğrencinin hem bu kelimeyi okuduğunu,
hem de kelimenin içeriğini anladığını gösterir. Okuma bilen, yazılı
kaynaklardan faydalanarak bilgi dağarcığını ve kelime hazinesini
zenginleştirecektir. Anlama da, çok okumak ve araştırmakla kazanılan bir
kabiliyettir.
"Okuma, gözlerin, ses
organlarının çeşitli hareketleriyle, mânayı kavramayı sağlayan zihin
çalışmalarının neticesi olan karmaşık bir süreçtir. İyi bir okuma, bu
hareketlerdeki uyumluluğa bağlıdır. Okumada ilk faaliyet, yazı işaretlerinin
kavranmasıdır. Göz, bir yazıyı okurken satır üzerinde kayarak ilerlemez;
birbiri arkasına sıçramalar yaparak satırın belirli bir parçasını görür, her
sıçramanın arkasında belirli bir duraklama yapar, sonra yeni bir vaziyet alarak
satırın diğer bir parçasına geçer. Asıl okuma, bu sıçramalardan sonra gözün
belli bir noktaya dikildiği duraklama sırasında olur. İyi bir okuyucuda satırın
bir sıçramada kavranan kısmı, zayıf okuyuculara nazaran daha uzun ve bunun için
de duraklamalar daha azdır. Göz okunan kelimelere ne kadar alışık ise bir
sıçramada kavradığı alan da o kadar geniş olur. Kelime klişelerine ve bunların
muhtevalarına alışık olmadığı zaman göz, satır üzerinde ilerleme ritmini bozan
birtakım gerileme
hareketleri de yapar.
Gerileme hareketleri, çabuk okumayı ve okunanı çabuk anlamayı güçleştirir.
Sesli okumada satırın gözle kavranan parçası, seslendirilen kısımdan daha
uzundur. Hattâ başlangıçta böyle bir mesafe yoktur. Bütün bunlar, gözün okuma
sırasında harfleri teker teker değil, kelimeleri genel şekilleriyle, hatta
satırın büyükçe bir kısmını bir anda kavradığını ortaya koymaktadır. Okumanın asıl amacı mânayı kavramak olduğuna göre, kelime
şekillerinin, anlamlarıyla aynı zamanda kavranması gerekir. Mâna hem kelimelerin
özel şekillerini tanımaya, hem de söz gelişinden faydalanmaya hizmet etmesi
bakımından, okumanın en önemli öğesini teşkil eder." "İyi bir okuyucuda, satırın bir
sıçramada kavranan bölümü, zayıf okuyucularınkine göre daha uzun ve bunun için
de duraklamalar daha azdır. Göz, okunan kelimelere ne kadar alışık ise, bu
sıçramada kavradığı alan da o kadar geniş olur. Kelime klişelerinde ve bunların
anlamlarına alışık olmadığı zaman göz, satır üzerinde ilerleme ritmini bozan
birtakım gerileme hareketleri yapar; bu hareketler çabuk okumayı ve okunanı
anlamayı güçleştirir. Sesli okumada satırın gözle okunan parçası, seslendirilen
bölümünden daha uzundur. Bu göz ses uzaklığı, zayıf okuyucularda kısa, iyi
okuyucularda daha uzundur. Hattâ okumaya yeni başlayanda böyle bir uzaklık
yoktur. Bütün bunlar, gözün okuma sırasında harfleri teker teker değil
kelimeleri genel biçimleriyle, hattâ satırın büyük bir parçasını bir anda
kavradığını ortaya koymaktadır."
İyi okuyan bir öğrencinin, bir satırı birkaç göz sıçraması ile
algılanması gerekir. Okuma, her bir sıçrama arasındaki duraklamalar esnasında
olur. İyi okuyamayan öğrencilerin satırı kavrama bölümü daha fazla göz
sıçraması gerektireceğinden, duraklamalar daha fazla olacak ve okuma hızı
düşecektir. Okuma becerisine yeterince sahip olan bir kişinin gözü, her
sıçramada 18-20 harfi görecek ve zihninden geçirecektir. Sessiz okumada bu tür
tekniği kullanabilen yetişkinin bir kişinin dakikada 600-800 kelime
okuyabildiği görülür. Okuma "sesli okuma", "sessiz okuma",
"inşat", "sindirerek okuma", "hızlı okuma",
"seçerek okuma" gibi türlere ayrılır. Sesli okumada gözün her
sıçrayışında gördüğü bölgenin dil ile ifadesi de işleme dahil edileceğinden,
okuma hızı sessiz okumadan daha yavaş olacaktır. Hayatta en çok yer alan okuma
şekli, sessiz okumadır. Sessiz okuma, çocuğu kendi kendine çalışmaya alıştırır,
zaman ve enerjiden tasarrufu temin eder. Bunun için hem okulda, hem de okul
dışında çocukların sessiz okumalarına bol fırsat ve imkânlar hazırlamalıdır.
Daha ilk sınıftan
itibaren sessiz okuma
alıştırmaları yapmalı ve bunun arkasından da okunanların anlaşılıp
anlaşılmadığını bir konuşma ile kontrol etmelidir. Okunan bir metni iyi
dinleyen ve izleyebilen öğrencilerin anlama yeteneği artar. Dilini kullanmasını
bilen bir öğrenci kendisine anlatılan bilgi veya düşünceyi kavramada zorluk
çekmez. Yazılı metnin anlaşılması sözlü anlatımdan daha zordur. Anlatıcının
tavırları, jestleri ve mimikleri konuyu dinleyenlere yardımcı olabilir. Metni
anlamak için kişinin o metinde yer alan kavramların anlamlarını bilmesi veya
araştırması gerekir. Okuma-anlama için başlı başına bir yöntem söz konusu
olmamakla birlikte, konunun anlaşılabilir hale getirilmesinde dramatizasyon,
taklit, demonstrasyon, resim ve çizimlerden yararlanılabilir. Öğrencilere anlamayla
ilgili olarak; resim yorumlatma, konuya uygun başlık ve konu kahramanlarını
buldurma, konuda geçen olayın yerini ve zamanını fark ettirme çalışmaları
yapılabilir. Bunların dışında okuma ile ilgili birçok teknikler geliştirilmiş
bulunmaktadır. Okuma öğretiminde, grup
çalışmalarının sağladığı avantajlardan da faydalanmalıdır. Öğrenciler gerek
başarı düzeylerine gerekse ilgi ve becerilerine göre gruplara ayrılabilirler.
Homojen okuma grupları oluşturarak yapılacak öğretim (Joplin modeli), çok daha
başarılı sonuçlar verecektir. Öte yandan, tek tek çocuklara özel okuma
programları uygulamak da bazen çok yararlı olacaktır. 1936 İlkokul Programı,
inşat (etkili okuma - yüksek sesle şiir okuma) üzerinde durmakta ve
öğrencilere bir parçanın
inşat ettirilmesi konusunda şu önerilerde bulunmaktadır: "Talebe bir
parçayı inşat ederken, parçayı doğru ve tabii olarak ve parçanın mânasına uygun
gelen bir eda ile inşat etmelerine dikkat edilecektir. Talebenin bu parçayı
inşat ederken gayri tabii birtakım seslerden, hareketlerden ve işaretlerden
sakınması lâzımdır." İnşat
sırasında öğrencilerin ölçüsüz bağırmalara ve gereksiz jest ve mimiklere engel
olunmalıdır. Öğretmen, öğrencilerini bir sanatçı veya bir hatip gibi okumaları için
zorlamamalıdır. Etkili okunacak metinler, millî gün ve kahramanlık yazı ve
şiirleri olabilir. Öğrencilere ilk yıllarda konuşmayı akıcı kılmak açısından
çok kısa şiirler ve basit tekerlemeler ezberlettirilebilir. Bu tür çalışmalarda
uzun şiirler verip, öğrencilerin zihinlerini aşırı zorlamak yanlıştır. İnşaatın
amacı güzel ve vurgulu okumak olduğuna göre öğrencinin bir şiiri kağıt veya
kitaptan okumasında da sakınca yoktur. İnşat öğretiminde güzel şiir okuyan,
güzel konuşan kişiler dinletilebileceği gibi, kasetler dinletilip,
televizyondaki konuşmacılardan da yararlanılabilir.
c) Sözlü ve Yazılı Anlatım Öğretimi
Sözlü ve yazılı anlatımın genel amacı, öğrencilerin
okuduklarını, gördüklerini, yaşadıklarını, duyduklarını, inceleyip araştırdık-larını, hayal ettiklerini ve
düşündüklerini sözlü ve yazılı olarak ifade etmelerini sağlama becerisi
kazandırmaktır. Konuşma olarak da nitelendirilen
sözlü anlatım, kişinin görüp yaşadığı bir olayı; duygu ve düşüncelerini düzgün
bir ifade ile anlatabilmesidir. Buna kısaca "konuşma" denir. Konuşma, her dil dersinin temelidir.
Öğretmenler öğrencilerinin duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini sağlamak
amacıyla, onları devamlı konuşturmaya çalışmalıdırlar. Sözlü ve yazılı anlatımı
sadece Türkçe dersine has düşünmek yanlıştır. Sözlü anlatıma ayrı bir ders
saati ayırmaya gerek olmayıp, diğer derslerin öğretiminde de sözlü anlatımdan
araç olarak faydalanılmalıdır. Sözlü
anlatım (konuşma) öğrencinin derslere aktif katılımını sağladığı için her
dönemde teşvik edilmiş ve öğretmenlerin bu konuda hassas davranmaları istenmiştir.
Öğrenci bir şeyi anlatırken öğretmen, onun sözünü sık sık kesmekten
sakınmalıdır. Arada ifade yanlışlıkları yaparsa öğretmen bu yanlışların
düzeltilmesini öğrencinin sözünü bitirmesine bırakmalıdır. Çocuklar okula ilk
geldikleri günlerde içinde bulundukları yörenin ağzıyla konuşurlar ve bu
normaldir. Öğretmen yöre diliyle konuşmaları ilk anlarda görmezden gelmeli,
öğrencileri güzel konuşmaları için zorlamamalıdır. Aksi halde öğrenciler
öğretmeni sevmeyecek ve derse ilgileri kalmayacaktır. Bunun yerine öğretmen
kendisi örnek konuşmalar yapmalı ve güzel konuşan öğrencilerden
faydalanmalıdır. Çünkü diğer öğrenciler bunu gözlemleyecek ve taklit etmeye
çalışacaklardır.
Sözlü anlatımda yaparak-yaşayarak öğrenmeden faydalanılır. Gözlem
gezileri sonrasında çocuk görüp, yaşadığı bir olay veya durumu anlatabilir.
Gözlem ve incelemenin en göze çarpan özelliklerini anlatabilir. Sözlü anlatımı
geliştirmek için eğitici oyunlardan da faydalanılabilir. Bu oyunların yarışma
haline getirilmesi ile motivasyon artırılabilir. Öğrencileri araştırmaya sevk
etmek de, onların anlatım kabiliyetini geliştirir. Çünkü araştıran ve yeni
şeyler keşfedenlerin başkalarına söyleyecek bir şeyleri bulunur. Öğrencilerin anlatım kabiliyetlerini geliştirmek
için tartışma ve soru-cevap yöntemlerinden de faydalanmak gerekir. Araştırma ve
gözlemlerden elde edilen bilgileri öğrenciler kendi aralarında tartışmalıdır.
Öğrenci sayısının fazla olduğu sınıflarda her öğrenciye konuşma hakkı
verebilmek için öğrencilere küme çalışmaları yaptırılmalıdır. Öğretmen bu tür
çalışmalarda sadece rehber olmalı, öğrencileri konuşturmaya sevk etmelidir. İyi
öğretmen, konuşmaktan çok konuşturmayı tercih eden öğretmendir. Öğretmen, öğrencilerin derste anlatılan
konuları canlandırması yoluna giderek ilgiyi artırabilir. Bu, dramatizasyonla
mümkündür. Öğrencilerin dramatizasyonda yazılı bir tiyatro veya piyesi
oynamaları söz konusu değildir. İlkokul birinci sınıftan itibaren yapılabilecek
oyunlaştırma (dramatizasyon) çalışmalarında öğrenciler kendilerini, gördüğü, yaşadığı,
okuduğu veya duyduğu konularda geçen kişilerin yerine koyarak olayı temsil
ederler. Sözlü anlatımda "devamı
nedir?" tekniğini kullanılarak yarım bırakılmış bir olay, masal, hikâye de
öğrencilere tamamlattırılabilir.
Yazılı anlatım (tahrir), öğrencilerin sözlü olarak ifade
ettiklerini yazmaları demektir. Söyleneni yazma işi daha zordur. Belli kurallar
gerektirir. Öğrenciler yazılı anlatıma ilk başladıklarında çok basit şeyleri
düşünmeleri ve bunları yazmaları istenmelidir. Bu konudaki becerileri arttıkça,
öğretmen, öğrencilere gezi, inceleme, gözlemler
sonrasında görüp yaşadıklarını yazdırabilir. Hayalî konular, kişileri tasvir ve
portreleri yazdırma gibi konular da yazılı anlatım kapsamında
düşünülmelidir. Yazılı anlatımda
öğrencilere yeterince zaman verilmeli, öğretmen yazdıracağı konuyla ilgili
zamanı iyi ayarlamalıdır.(Yazılı anlatım) "çocuğa gördüğünü, yaşadığını,
duyduğunu, sonraları da imgelediğini, okuduğunu ve düşündüğünü yazı ile doğru,
maksada uygun ve güzel olarak anlatma yetkisini kazandırmaktır."
Öğretmenler yazılı anlatımda "Görüp, yaşadığınız bir trafik kazasını
yazınız." diyerek, çocukları yaşanmış veya izlenmiş bir olayı yazmaları
konusunda zorladığı takdirde, bazı
öğrencilerin trafik kazası görüp yaşamamaları sebebiyle
sıkılacakları veya uydurma bir anlatımda bulunacakları bilinmelidir. Öğrencilerin yazılı anlatımda imlâ
kurallarına ve yazı ilkelerine uymaları sağlanmalıdır. Yazılı anlatım
çalışmalarının kontrol edilmesi şarttır. Bu tür bir kontrolde (değerlendirme),
yazının imlâ kurallarına uygunluğu,anlatımdaki içtenlik ve sadelik, Türkçe'yi
doğru ve güzel kullanma, öğrencinin tasvir gücü ve düşünme yeteneği
(mantıkîliği), gözlem ve incelemeye uygunluk gibi noktalar göz önüne
alınmalıdır. Değerlendirme sonucu yapılan yanlışlar düzelttirmeli, eksikler
tamamlanmalıdır. Düzeltme, öğretmen tarafından veya öğrencinin kendisine
yaptırılabileceği gibi, arkadaşlarına, kümeye, veya sınıfa da yaptırılabilir.
Yanlış buldurmada öğrencinin bizzat kendinin yanlışını bulması ve düzeltmesi
ile hem tekrar sağlanmış, hem de öğrencinin o tür bir yanlışı bir daha
yapmasının önüne
geçilmiş olur.
d) Dilbilgisi Öğretimi
Dersin amacı, öğrencinin Türkçe’yi doğru anlama, konuşma
ve yazmasını sağlamaktır. Bu amaç İlkokul Programında, "çocuklara kendi
dillerine giren kelimelerin doğru yazılışını ve belli başlı imlâ kurallarını
öğretmek" şeklinde yer almıştır. Türk dilinin fonetik olması (söylendiği
gibi yazılması), kişilerin kelimeyi söyledikleri gibi yazmalarına yol açmakta;
bu da imlâ yönünden hatalara sebep olmaktadır. Kurallı yazabilmenin ilk şartı
doğru telaffuz edebilmektir. Dilbilgisi, bir milletin dilinin esaslarını
öğreten bir ders olması dolayısıyla, bunun okullarda önemli bir yeri bulunması
lâzımdır. Ancak çocuk psikolojisine uygun bir dilbilgisi öğretimi
gerçekleştirilmek şartıyla. Aksi halde bu, ilkokul talebeleri için hakikaten
bir dert olabilir. Dil öğreniminde taklidin büyük yeri vardır. Dilbilgisi
becerisini kazandırmak için, doğru yazılmış okuma parçalarından
faydalanılabilir. Okuma parçasındaki dilin kullanılış tarzına benzer, örnek
çalışmalar yaptırılarak kuralı ezberletmek yerine, kuralı doğru kullanma ve
konuşma alışkanlığı kazandırılmalıdır. İlkokulun ilk yıllarında dilbilgisi ile
ilgili terimler kullanılmaz. Birinci yıl çocukların bazı seslerde
zorlandıkları, hattâ o sesleri çıkaramadıkları, vurguları yuttukları görülür.
Bu tür yanlışlıkları önlemenin yolu çocuğun dikkatini çekmek ve kelimelerin
yazılışlarını da doğru öğretmekle mümkündür. Dilbilgisi konularının soyut ve
zihne dayalı olmasından dolayı öğretiminde "tümevarım" ve
"tümdengelim" kullanılır. Tümevarım, zihnin olaylardan yola çıkarak
genel kanuna ulaşması yoludur. Öğretmen önce bir takım örnekler vererek
öğrencinin kurallara ulaşmasına yardım eder. Dilbilgisinde örneklerden yola çıkarak
genel kurala ulaşılmasına tümevarım denilir. "Fiil" konusu
öğretilirken, tanım verilmeden iş, oluş, hareket bildiren kelimelere dikkat
çekilir ve fiil örneği olan kelimeler verilir. Bu kelimelerin özelliklerinden
yola çıkılarak fiilin tanımı öğrencilere yaptırılır. Tümdengelim, zihnin
kanunlardan yola çıkarak olaylara ulaşması yoludur. Bütünden parçaya doğru bir
yol izlenir. Soyut düşünmeyi gerektirdiği için ilkokulun ikinci devresinde
kullanılmalıdır. Meselâ, ismin beş hali olduğunu bilen çocukların, değişik
isimlerin beş halini söyleyebilmeleri gerekir. Dilbilgisi çalışmaları
içerisinde düşünülmesi gereken bir başka faaliyet de, noktalama işaretlerinin
doğru ve yerinde kullanılmasıdır. Bu işaretler yazının doğru anlaşılmasında en
büyük yardımcıdır. Dil öğretiminde yaygın olarak kullanılan bir başka metod,
doğrudan (direkt) dil öğretim metodudur. Bu, öğretim sırasında dilin çok iyi
kullanılması ile, çocukların doğal olarak o dili iyi öğrenecekleri varsayımına
dayanmaktadır. Bu nedenle, öğretmenleri konuşma, okuma, anlama ve yazma
konularında çok iyi yetiştirmeli ve her derste öğrencilere örnek olmasını
sağlamalıdır.
Matematik, biçim, sayı ve çoklukların yapıları,
özellikleri ve aralarındaki ilişkileri mantık yoluyla inceleyen ve sayı bilgisi,
cebir, uzam bilim gibi dallara ayrılan bilimdir. Matematik dersi ilkokulda
aritmetik ve geometri olmak üzere iki bölümde planlanır ve uygulanır. Öğretim
kademelerinde matematiğin cebir, trigonometri, analitik geometri, analiz,
olasılık, istatistik gibi daha alt dallara ayrılarak öğretildiği görülür.
Matematik, günlük hayatta karşılaştığımız problemleri çözmede başvurulan sayma,
ölçme ve hesaplama becerilerini kazandıran bir derstir. Matematik becerisiyle
donatılmış bir öğrencinin; düşüncelerini açık ve kesin bir şekilde ifade
edebildiği, bağımsız düşünebildiği, verileri sistematik olarak düzenleyebildiği
görülür. Matematik becerisi kazanan öğrencilerin, problem kurabilme ve
çözebilme yeteneği kazandıkları gibi; tümdengelim ve tümevarım yoluyla
düşünebilmeyi de öğrendikleri görülür. İlköğretimde matematik dersinin ana
amacı, günlük hayatta kullanılacak dört işlem becerisini kazandırmak ve
işlemlerle ilgili bazı hesaplamaları zihinden yapabilmeyi sağlamaktır.
Matematik öğretiminin ilkeleri şunlardır:
a) Öğretim, çocukların gelişim seviyelerine uygun
olmalıdır. Matematik öğretimi ile yıllarca uğraşan J. Piaget, çocukların kavram
öğrenmede dört dönemden geçtiklerini belirtmektedir. Bunlar:
1. Duyuşsal-motor dönem, doğumdan iki yaşına kadar sürer.
Eşya ve kişilerin çocuğun ilgi alanından çıkmasıyla yok olduğu, öğrenme için
elverişli olmayan bir dönemdir.
2. İşlem öncesi dönem, takriben 2-7 yaşlar arasını
kapsar. Bu dönemde çocuk eşya veya kişileri sembolleştirir. Bilginin muhafaza
edilmediği görülür. İki tane aynı kapta ve aynı seviyedeki su çocuğa
gösterildiğinde ikisinin aynı olduğunu söyleyen çocuk, Yine aynı suların
konulduğu biri ince biri kalın tüpten, ince tüpteki suyun daha çok olduğunu
söyler.
3. Somut işlemler dönemi, 7-12 yaşlar arasıdır. Çocuk bu
dönemde mantıklı düşünmeye başlar. Çocuk, yukarıda verdiğimiz örnekte kapların
değiştirilmesiyle suyun miktarında değişme olmadığını söyler.
4. Soyut işlemler dönemi, 11-12 yaşlardan sonra başlar.
Çocuk bu dönemde sembollerle düşünür ve genellemeler yapabilir.
5. Eğitim sistemimizde çocuğun zorunlu ilköğretime
başlama zamanı 7. yaşa girildiği dönemdir, ki bu somut işlemler dönemine
rastlamaktadır. Çocuğun mantıklı düşünmeye başladığı bu dönemdeki ders
konularının öğrenci gelişim seviyesinin üzerinde olması, matematik dersinin
öğrenciler gözünde aşırı büyümesine ve onların bu dersten soğumasına yol
açacaktır. Konuların somut olaylarla bağ kurularak seçilmesi öğrenmeyi
kolaylaştıracaktır.
b) Matematik dersinin ana ilkelerinden biri, öğretimin
her safhasında sağlam bir kavram öğretiminin esas olmasıdır. "İşlem",
"sayı", "üçgen", dörtgen", "toplama" v.s.
gibi kavramları bilmeden dersin işlenmesi ve ilerleme yapmak mümkün
olmamaktadır.
c) Matematik dersinde öğrenilenlerin uygulamada
kullanılması öğrencilerin, hayata başarılı bir şekilde uymalarına yardımcı
olur.
d) Matematik öğretiminde öğrencinin önceki öğrenmelerinin
sonraki öğreneceklerine temel teşkil ettiği bilindiği için ("ön şartlılık
ilkesi"), konuların hepsi aynı derecede önemli sayılmalı ve bütün konularda
tam öğrenme gerçekleştirilmelidir.
e) Öğretmen bireysel farklılıkları göz önüne alarak,
planlı öğretim yapmalıdır.
e) Öğrencilerin derse aktif katılımını sağlamak için
yerine göre ipucu ve dönüt verilmeli, düzeltmeler yapılmalıdır.
f) Matematik dersinde teknolojinin bütün imkânlarından
faydalanılmalı, kuru bilgi vermekten kaçınmalıdır.
Bunların dışında sayı ve diğer matematik kavramların
kazandırılmasında somuttan soyuta, yakından uzağa, basitten karmaşığa,
bilinenden bilinmeyene, kolaydan zora gibi genel öğretim ilkelerine
uyulmalıdır.
Matematik öğretiminde anlatma, alıştırma ve tekrar,
gözden geçirme, soru-cevap, tartışma, keşfetme, problem çözme, grup çalışması,
işbirliğine dayalı öğrenme, bilgisayar destekli öğretim ve matematik
laboratuarı gibi birçok metod ve tekniklerden faydalanmak mümkündür. Matematik
öğretiminde aritmetik ve geometri öğretimleri baştan birbirinden ayrılır.
Aritmetik Öğretimi:
Aritmetik dersinin amacı, sayıları kavratmak, öğrencinin
zihin gelişiminde ve günlük hayatta karşılaştığı problemlerin çözümüne yardımcı
olmaktır. Çocuğun okula ilk başladığı günlerde bazı kavramlarla ilgili bilgisi
olsa da, sayı kavram bilgisinin henüz gelişmediği görülmektedir. Meselâ,
ilkokula başlayan öğrencilerin çoğu büyüklük-küçüklük, azlık-çokluk gibi
kavramları bilir ve bir avuç şekeri çok, 5-6 şekeri az diye niteleyebilir.
Fakat, 50-100 sayılarını söyleyen bir çocuğu bu sayıları kavramış olduğunu
iddia etmek yanlıştır. 50 sayısının 5 onluk olduğunu ve 1 onluğun 10 tane
birlik olduğunu bilen bir öğrenci 50 sayısını kavramış demektir. İşte Aritmetik
dersinin ana hedefi her alanda gerekli sayıları ve sayı sistemini öncelikle
kavratmaktır.
a) Sayıların kavratılması: Sayı kavramının öğretiminde
"somuttan soyuta" ilkesine uyulmalıdır. İlkokulun birinci yılında
20'ye kadar sayıların kavratılması hedeflenmiştir. Sayıların öğretiminde gerçek
eşyadan ve öğrencinin yaşantılarından hareket edilmelidir. Meselâ, 1 sayısı
kavratılırken, önce öğrencinin çevresinde görebileceği, 1 adet olan cisimler
veya varlıklar gösterilmeli; "bir ağaç", "bir öğretmen",
"bir masa", "bir tahta" şeklinde dikkat çekilmelidir. Daha
sonra öğretmen "bir" ile ilgili yapmış olduğu sayı levhasını
öğrencilerin görebileceği bir yere asmalı, "bir" sayısını rakamla ve
yazıyla yazmayı öğretmelidir. Sayıları kavratmada izlenen
bir başka yol "tümevarım"dır. Meselâ, 3 sayısının öğretilmesinde 3
fasulye, 3 kibrit çöpü, 3 kalem, 3 parmak, 3 defter vb. üç aynı eşya
gösterilerek öğrencinin bunları iyice kavraması sağlanır. Sonra 1+1+1 ve 2+1
şeklinde iki veya üç parça halinde "3" gösterilerek, üç sayısının
bileşenleri fark ettirilir. Öğrenciler üçün 3 tane "1"den veya 1 tane
"2", 1 tane de "1"den meydana geldiğini kavrarlar. Sonuçta
"3" kavramına ulaşılmış olur. Burada bilinenden bilinmeyene (daha önce
öğrendiği bir ve iki sayısından hareketle üçe ulaşma), basitten karmaşığa ve
somuttan soyuta ilkeleri ve tümevarımın birlikte kullanılması söz konusudur.
Yukarıdaki yolla sayıları kavrayan çocuk, artık sözel
sembollerle ifade becerisini kazanmaya başlamıştır. "Sayıları kavrama
işinde çeşitli saymaların, şekilleri gözlemenin, eşlemenin, sayıları çözümleyip
karşılaştırmanın ve bunlar üzerinde çeşitli işlemler yapmanın büyük rolü
vardır. Bunun için, her sınıfın aritmetik konularının başında sayıları kavratmak
ile ilgili olan etkinliklere önemli yer ayrılmıştır." Sayıların
kavratılmasında toplama, çıkarma ve katlamalarla "abaküs" denilen
sayı bocuklarından yararlanılabilir. Öğrencilere, ilkokulun birinci yılında
20'ye kadar sayıları yazmayı ve okumayı öğrendikten sonra, ritmik yollarla sayı
levhaları hazırlanarak katlamalı saymalar da öğretilmelidir.
b) Dört İşlem: Aritmetiğin temeli olan sayıların
kavranmasından sonra, bu sayıların dört işlemde kullanılabilmesi
öğretilir. Dört işleme zihinden çok
basit toplama hesapları ile başlanır. Sonra çıkarma, çarpma ve bölme
işlemlerine geçilir. İlkokul birinci sınıfta 20'ye kadar sayıların kavratılması
ve bu sayılarla toplama, çıkarma işlemleri yaptırılır. Çarpımı ona kadar olan
sayılarda yazılı çarpma işlemleri yaptırılır. Yazılı bölme işlemi yaptırılmaz.
Sadece bir basamaklı doğal sayılarda bölme işlemi bilgisi verilir.
c) Problem çözme: Matematik dersinde problem çözümleri
üzerinde de sıkça durulmaktadır. Bu tür bir öğretimde önce problemin iyice
anlaşılması, daha sonra verilenlerin yazılması ve çözüm yollarının düşünülmesi
gereklidir. Problem çözme öğrencinin daha ilk yıllarında doğru düşünmesini ve
akıl yürütmeyi öğrenmesini sağlar. Öğretmen problemi seçerken öğrencinin
yaşantısını, okulun ve çevrenin ihtiyaçlarını göz önüne almalıdır. Problem
çözümünde basitten karmaşığa ilkesine uyulmalıdır. Öğrenciler problem çözmede
bazı güçlüklerle karşılaşabilirler. Problemi anlama güçlüğü; sayı kavramının
gelişmemesi, kelime hazinesinin yetersizliği, okuma ve anlama güçlüğüne
dayalıdır. Öğrenci problemin yapısını algılayamadığı için, analiz edemez,
veriler arası ilişkileri kuramaz. Daha önce aynı tür problemlerle
karşılaşmadığı için bu yapıdaki problemlerin temel gidiş yollarını kestiremez.
Problem çözümünde öncelikle problem anlaşılmalı, problem cümlesi yazılmalıdır.
Daha sonra işlemler yapılmalı ve sonucun doğruluğu kontrol edilmelidir.
Anlaşılmayan problemin çözümü de güçtür.
d) Alıştırmalar: Alıştırmalar matematik dersinin
vazgeçilmez çalışmalarındandır. Fakat alıştırma yaparken öğrencilerin doğru
yapabilecekleri kadar zamana ihtiyaçları vardır. Öğretmenin alıştırma
çözümlerini yarış havasında işlemesi öğrencilerin çabuk yapma endişesi ile
yanlış yapmalarına ve yeterince düşünmemelerine yol açmaktadır. Alıştırma
konusunda aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir:
1. Doğruluk, çabukluğa feda edilmemelidir.
2. Dikkat, ilgi, çaba birlikte yürütülmelidir.
3. Alıştırma çalışmalarının çocuğun isteğiyle olmasına
önem verilmelidir.
4. Gereksiz ve tek tip işlemler üzerinde alıştırmayla
boşuna zaman kaybedilmemelidir.
5. Alıştırmalar gerçek şartlara uygulanmalıdır.
6. Alıştırmalar bir defada değil, araya zaman katılarak
tekrarlanmalıdır...
7. Soyut bir ders olan matematiğin öğretiminde konuları
öğrencilerin anlayabileceği somutluğa çevirmek
gereklidir. Bu da öğrencinin gözüne hitap eden daha fazla materyal kullanmakla
olur. Öğretmen kendi bulacağı ve uygulayacağı eğitici oyunlardan bu derste
faydalanmalıdır. Matematik öğretiminde ilk aylarda "resimli kartlar"
ve daha sonra resimli kartlara göre daha soyut olan
"toplama(-çıkarma-çarpma) kartları" kullanılmalıdır.
Yine "kontrollü kart" denilen ve yabancı dil
öğretiminde kelime hazinesini artırmada kullanılan kartların, matematik
dersinin neşe ile işlenmesine yardımı olacaktır. Bu tür bir kartın ön yüzünde
işlem (toplama, çıkarma, çarpma, bölme) yazılı olur. Arka yüzünde ise işlemin
çözümü yazılıdır. Öğrenci işlemi okur ve cevabı verir. Verdiği cevabı kontrol
etmek amacıyla kartın arkasına bakar. Yaptığı işlem yanlış veya eksik ise bu kartın
arka yüzünden işlemi kontrol etme imkânı
olur. Çıkarma ve çarpma bölme işlemlerinde de aynı kart
oyunları ve öğretmenlerin kendi geliştirecekleri diğer eğitici oyunlar
oynanabilir. Eldeli işlemlerin
öğretilmesi esnasında genellikle yapılan bir yanlışlık da öğretmenlerin
"elde var bir", "komşudan ödünç alırız", "komşudan bir
isteriz" gibi yanlış telaffuzlarla öğrencileri çıkmaza sürüklemeleridir.
Bu tür işlemlerde basamak değerine itibar ederek davranış kazandırma yoluna gidilmelidir. Matematik öğretiminde oyun ve bilmecelerden
de faydalanılır. Öğrencinin düşünme becerisini artırmak ve istatistikî ihtimal
bilgisini ölçmek amacıyla şu tür bir soru sorulabilir. "Bir sınıftaki
öğrenciler birbirinin elini sıkacaktır. İki öğrenci karşılaşınca bir tokalaşma,
üç öğrenci karşılaştığında üç tokalaşma olacaktır. Dört öğrenci ve beş öğrenci
karşılaştığında kaç tokalaşma olacaktır?"
Geometri Öğretimi
Geometri de ifade ve beceri dersidir. 1926 İlkokul
Programı'nda "Hendese" adıyla müstakil bir ders olarak yer almış;
1936'dan sonra Matematik Programı içinde Aritmetikle birleştirilmiştir. Tabiattaki varlıklar ile insanların yaptığı
bütün eşyalar geometri dersinin inceleme alanına girer. 1-2 yaşlarındaki
bebeklerin uzak-yakın, küçük-büyük, kapalı-açık gibi kavramları fark ettiği
bilinir. Geometri öğrencilerde uzay fikrinin gelişmesine dayanır. Geometri
öğretiminde somuttan soyuta ilkesinden hareket edilmelidir. Tümevarım ve
tümdengelim yoluyla geometrik kavramlar kazandırılabilir. İlkokul aritmetik ve geometri derslerinde,
"tanım" veya "kavram", öğrenci tarafından bilinmesi ve
ulaşılması gereken en son nokta olmalıdır. Öğrenciler temel kavramları
kazanırken kendi gözlem ve incelemelerinin sonucu genellemeler ve kavram ile
ilgili kendi tanımlarını yapabilmelidirler. Bu tür bir kavramanın öğretmen
tarafından ezberlettirilen kavramlardan çok daha üstün ve kalıcı olduğu
bilinmelidir. Ülkemizde öğrencilerin büyük çoğunluğunun matematiği
sevmemelerinin ve bu dersteki genel başarısızlığın nedeni yanlış yöntem
kullanan öğretmenlerdir. Meselâ, geometride "dikdörtgen" yüzeyin
öğretiminde öğretmenin hemen tanım vermesi o seviyedeki bir öğrenci için çok
soyut, anlaşılmaz ve hayalde canlandırılamayan bir şeydir. Bu tür bir
öğretimde, önce yüzleri dikdörtgene benzer üç boyutlu eşyaların gösterilmesi ve
dikdörtgen yüzeylere dikkat çekilmesi gerekir. Öğrencinin gerçek eşyadaki
dikdörtgen yüzeyi fark etmesi sağlandıktan sonra tahtaya dikdörtgen çizdirilir.
Gerçek eşyadaki dikdörtgen yüzey ve tahtadaki şekillerden faydalanarak
dikdörtgenin kenarlarına, köşelerine dikkat çekilerek, öğrencinin kendi
tanımını yapması sağlanır. Üç boyutlu küp, dikdörtgen prizması, kare prizma,
silindir, piramit, koni gibi cisimlerin öğretilmesinde de bizzat eşyanın
kendisinden yararlanılır. Cismin benzerleri buldurulur, kartondan
yaptırılabilir. Bu üç boyutlu cisimlerin açılımları ile ilgili bilgiler
ilkokulun ileri sınıflarında verilebilir. Cisimlerin öğretiminde de kolaydan
zora ilkesine uyulmalıdır. Küp en önce verilirken, daha karışık cisimler olan
silindir ve kesik koni daha sonra kavratılmalıdır. Geometrik cisimlerin öğretiminde gözlemin
yanı sıra, öğrencilerin cisimlere dokunmalarına da fırsat verilmeli, öğrenciler
tarafından bu cisimlerin patates, mukavva, karton ve çamurdan benzerleri
yapılmalıdır.
Sosyal bilgiler dersinde öğrencilerin, çeşitli
kaynaklardan elde ettikleri bilgileri özümsemeleri ve bu bilgilerden sonuç
çıkarmaları esastır. Sosyal bilgiler dersinin bu özelliğinden dolayı, beceriye
yönelik yöntemlerden daha ziyade bilgi kazandırıcı ve benimsetici yöntemler
kullanılması gereklidir. Bu derste öğrenciler gereksiz bilgi ve ezbere
yönlendirilmemelidir. Sosyal Bilgiler
dersi içerisinde esas olarak tarih ve coğrafya bilgileri yer almaktadır.
İlkokullarda
"Sosyal Bilgiler" olarak alınan bu ders,
ilkokul sonrasında "Tarih" ve "Coğrafya" olarak ayrı ayrı
dersler halinde devam etmektedir. Dolayısıyla Sosyal Bilgiler öğretimi ile
ilgili tüm yöntem ve teknikler Tarih ve Coğrafya öğretimi için de geçerlidir. Sosyal bilgiler dersinde her konu için
geçerli olan uygun tek bir yöntem yoktur; yerine ve zamanına göre uygulanacak
yöntem ve teknikler vardır. Öğretmen, derste uygulayacağı yöntem veya teknikle
ilgili hazırlıkları önceden yaparsa, öğretimdeki başarısı artar. Sosyal
Bilgiler öğretiminde, bütün eğitim-öğretim faaliyetlerinde göz önünde tutulması
gereken öğretim ilkeleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Öğrencileri, dersin her safhasına aktif katılıma
sağlanmalıdır. Bunun için katılımcı öğretim yöntem ve teknikleri (küme
çalışması, drama, gezi-gözlem, işbirliğine dayalı öğretim gibi)
kullanılmalıdır.
2. Öğrencilerin derse aktif katılımlarını teşvik edecek
güdülemeler yapılmalıdır. Bunun için öğrencilerin meraklarını uyandırma,
başarılarını ödüllendirme gibi faaliyetler yapılmalıdır.
3. Öğrenmede bireysel farklılıklara dikkat edilmeli ve
saygı gösterilmelidir. Her yaş dönemindeki çocukların psikolojik ve sosyal
özellikleri bilinmeli, soyut kavramların, ahlâkî değerlerin, benlik
duygusunun gelişim durumuna göre öğretim yapılmalıdır.
4. Öğrenme ve benimsemenin başarılı olabilmesi için
olumlu pekiştireçler ("aferin" deme, gülümseme, başını okşama, yıldız
verme, defter, kalem verme v.s.) kullanılmalıdır.
5. Önemli kavramlar, isimler, tarihler v.s. tekrar tekrar
söylenilerek zihne iyice yerleştirilmelidir. Koro halindeki tekrarlar küçük
çocukların hoşuna da gider.
6. Yakından uzağa ilkesi, özellikle ilkokul kademesinde
uyulması gereken bir ilkedir. Örnekler yakın çevreden verilmeli, gözlem ve
incelemeler yakın çevrede yapılmalıdır.
7. İyi model olma da özellikle ilkokul düzeyinde dikkat
edilmesi gereken bir ilkedir; çünkü çocuklar özellikle bu dönemde iyi ve kötü
hareketleri, sözleri taklit ederler.
8. Sosyal Bilgiler dersinde, eğer büyük gruplarla ders
yapılıyorsa düz anlatım, soru-cevap, tartışma, gösteri ve problem çözme gibi
metotlar kullanılabilir. Ders yapılan gruplar küçük ise, küçük grup
tartışmaları (beyin fırtınası, vızıltı grupları, iş grubu, araştırma grubu),
işbirliğine dayalı öğretim ve bazı bireyselleştirilmiş öğretim yöntemleri kullanılabilir.
Ayrıca sosyal bilimler dersinde de tümevarım ve
tümdengelim tekniklerine göre düşünme sistemi öğrencilere iyice
yerleştirilmelidir. Sosyal Bilgiler içindeki birçok konular aynı zamanda
eğlendirici konular olduğu için, burada dramatizasyon çeşitleri, eğitici
oyunlar, benzetim v.s. teknikler de kullanılabilir. Ayrıca Sosyal Bilimler içindeki birçok
konular toplumdaki kaynak kişilere gidilerek, gerekli yerlere
eğitici geziler düzenleyerek ve çocukları belli işler
için örgütleyerek de öğretilebilir.
Anlatım (takrir) Yöntemi: Sosyal Bilgilerde verilecek
sözel bilgiler, kavramlar ve ilkeler anlatım yöntemi ile kazandırılabilir. Hele
grup büyük, anlatılacak kavram ve ilkeler soyut ise, anlatım metodu kullanma
zorunluluğu artar. Bu metod,
öğrencilerde fazla bir ön hazırlık gerektirmediği, öğretmeni oldukça özgür
bıraktığı, içinde birçok başka metod ve tekniklerin de kullanılmasına müsaade
ettiği için, öğretmenlerin de en çok tercih ettiği metoddur. Yöntem öğretmenin iletişim yeteneğiyle
bağlantılı olduğundan, öğretmenin iletişim tekniklerini iyi bilmesi,
öğrencilerine karşı olumsuz tutumlar takınmaması gereklidir. Öğretmenin
öğrencilerine arkadaşça ve içten davranması anlatım yöntemindeki etkililiğini
artırır. Genel özellikleri daha önce açıklandığı için, oraya gönderme yapmak
uygun olacaktır.
Anlatım metodunun içinde yer yer kullanılabilecek
teknikler şunlardır:
a) Diyalog: Öğretmen veya öğrenciler arasında karşılıklı
konuşmaya dayanan bir iletişim tekniğidir. Bu teknikte öğretmen bir veya iki
öğrenci ile karşılıklı konuşur, veya iki öğrenci bir konuda karşılıklı
konuşurlar. Bazen işlenen konu üzerinde uzman bir kişi (bir polis, avukat,
yönetici, çevreci v.s.) sınıfa çağrılarak, öğrencilerle karşılıklı konuşma
yoluyla bir konu daha iyi anlatılmış olur. Diyalog tekniği bazen görüşme
(mülakat, interview) şeklinde de yapılabilir. Öğretmenler, bilginin kavrama ve
değerlendirilmesi boyutunda bu şekli de sıkça kullanırlar. Görüşmenin, görüşme
yapan tarafından önceden belirlenmiş bir amacı vardır. Yani karşılıklı yapılan
her tür konuşma yöntem olarak görüşme sayılamaz. 4. Sınıf Sosyal Bilgiler
Programında "Yerinden Yönetim" konusu işlenirken Köy Muhtarı veya
İhtiyar Heyetinin görevleri ile ilgili olara, öğrenciler bu kişilerle bir
görüşme yapabilirler. Burada görüşmenin amacı ilgili kişilerin görevlerini
öğrenmektir.
b) Sohbet: Belli bir konuda uzman bir kişi veya kişilerin
konuşması ve öğrencilerin konuşmayı kesmeden onu dinlemeleridir. Anlatım
metodunun en yumuşak tekniklerinden biridir.
c) Nutuk: Dinleyicilerin duygularına hitap ederek onları
coşturmaya yönelik vurgulu konuşma tekniğidir. Sosyal bilgiler dersi ile
doğrudan ilgili olan Millî Bayramlarda, illerin kurtuluş günlerinde, anma
törenlerinde yapılan konuşmalar bu türdendir. Öğrencilere de bu tür günlerde
"nutuk attırılabilir". Nutuk kısa ve öz olmalı dinleyicileri
sıkmamalıdır.
d) Konferans: Bilim, eğitim, tarih, güzel sanatlar gibi
dallarda alan uzmanları tarafından bilgi vermek amacıyla yapılan bir
faaliyettir. Eğer konu biraz uzmanlık gerektiriyor ve grup da fazla kalabalık
ise, konferans tekniği de kullanılabilir. Konferans vermek için okula uzman
kişiler çağrılabilir veya öğrenciler hazır verilmekte olan konferanslara da
götürülebilir.
e) Problem Çözme Metodu: Çağdaş insanın en önemli
özelliklerinden biri, karşılaştığı problemleri bilimsel bilgi ve metotlara göre
çözebilmesidir. Çocuklara bu alışkanlığın verilebileceği en uygun yer ise
okullar ve derslerdir. Okulda problem çözme metodu ile yapılacak dersler,
öğrencilerde hem okul sıralarında hem de daha sonra, karşılaştığı problemleri
buna göre çözme alışkanlığı meydana getirecektir. Sadece fen ve teknik
bilimlerde değil, sosyal bilimlerde de problemin bilimsel bilgi ve metotlarla
çözülmesi gerekir. Okulda işlenen birçok konuda, bu metod rahatlıkla kullanılabilir.
Problem çözme metodu, hem bireysel hem de bir grupla çalışma metodu olarak
kullanılabilir.
Bu metodun uygulama basamakları şunlardır:
Problemi fark etme: Öğrenci, çevre sorunları, uyuşturucu,
trafik, sağlık gibi problemleri çözülebilir ve çözülmesi gereken bir problem
olarak algılayabilmelidir. Bunun için sık sık problem taramaları yaptırmalı,
geziler, basın-yayın kuruluşları izlettirilmelidir. Problemin özelliklerini
açık olarak anlatma. Burada problem tanımlanır ve öğrencinin araştırma yapması
için güdülenir. Problemin kitap, dergi, gazete, kaynak kişilerden toplanan
bilgilerle açık olarak ortaya konması sağlanır.
Problemin çözümü için yollar önerme (hipotezler kurma).
Problemin nedenleri bulunmaya çalışılır, ya nedenleri kaldırmak için veya başka
önlemlerle problem çözümü için denenceler kurulur. Önerilen çözüm yollarını
test etme
Sağlam olmayan çözüm yollarını eleme Problemin kesin
çözüm yoluna ulaşma
4. Sınıf Sosyal Bilgiler dersi "Yurdumuz
Türkiye" ünitesinin "Yurdumuzda Sel Baskınları, Erozyon ve
Deprem" konusu planlanırken; sel, erozyon ve depremin yol açtığı zararlar
bir problem olarak ele alınır ve bu problemin çözümü için öğrenciler harekete
geçirilebilir. Öğretmen bu yöntemi kullanırken öğrencileri problemlere karşı
duyarlı yapma, problemleri sistematik olarak sorgulama, sağlıklı denenceler
kurma, doğru veri toplama ve bu verileri bilimsel olarak kullanma hususunda
eğitilmelidir. Soru-Cevap Yöntemi, öğretmenin ünite konularıyla ilgili
hazırlamış olduğu soruları öğrencilerine sormasına dayanan yöntemdir. Soru,
değerlendirme amacına hizmet etmekten ziyade öğrencilerin işlenen konu hakkında
ne düşündüğünü anlamaya ve dersin işlenişini kolaylaştırmaya yönelik olmalıdır.
Bu metodun tek başına kullanılması, yani dersin baştan sona soru-cevap tarzında
götürülmesi oldukça zordur. Bu nedenle, genelde düz anlatım yöntemi ile ortak
kullanılmalıdır. Bu yöntemi kullanacak bir öğretmenin yöntemin ve soru
hazırlamanın tekniklerini bilmesi gereklidir. Soru-cevap yöntemi
öğretmen-öğrenci diyalogunun artmasında etkendir. Fakat soruların çok zor
seçilerek bu diyalogu bozmamasına dikkat edilmelidir. Sosyal Bilgiler dersinde
bütün ünite ve konularda soru-cevap yöntemine başvurulabilir. Gösteri (demo, demostrasyon) Yöntemi: Sosyal
bilimlerde gösteri metodunun birçok teknikleri rahatlıkla kullanılabilir.
Meselâ, birçok el ve beden becerisi, çocuklara önce öğretmen tarafından örnek
hareket gösterilerek yaptırılmaya çalışılır. Birtakım ahlâk ve saygı kuralı
gerek sınıfta küçük demolar yaparak gerekse bazı örnek (model) olay veya
kişiler gösterilerek verilmeye çalışılır. Burada bazen gerçek ortam ve gerçek
araç-gereçler kullanılır bazen de yapay ortamlar ve aletler geliştirilir.
Sosyal bilgiler dersinde fizikî, ekonomik, siyasî vb. harita çizimlerinde,
kroki ve plan çizimlerinde öğretmenin öncelikle çizim inceliklerini göstermesi,
yaptığı işlemleri aşama aşama tahtaya yazması; daha sonra öğrencilere
yaptırması gösterip yaptırmadır. Yurdumuz Türkiye Ünitesindeki "Sel
Baskınları" konusu işlenirken öğrencilerle bir sınıf gezisi planlanmalı ve
bu gezide öğrencilere çevredeki bir set veya baraj gösterilmelidir. Öğrenci
gezide gördüğü bu durumu; okulda veya çevresinde uygulama ortamı bulduğunda
küçük su akıntıları üzerinde minyatür olarak yapacaktır. Bu tür bir ortamda hem
gezi hem de gösterip-yaptırma teknikleri müşterek kullanılmış olur. Yine Osmanlı padişahlarının yaşantısıyla
ilgili tiyatroyu izleyen öğrencilerin padişahın davranışlarını taklit etmeleri
de Sosyal bilgiler dersinde taklit ile birlikte gösterip-yaptırma tekniğinin
müşterek kullanılmasına örnek verilebilir. Dolayısıyla bu teknik sık sık drama
tekniği ile birleşmektedir. Yöntem, gezi, gözlem, pandomim, taklit,
"devamı nedir?" gibi tekniklerle desteklenmesi halinde daha ilgi
çekici ve öğrenme yaşantıları da daha kalıcı olur.
Tartışma Metodu: İki ve daha çok kişinin belli konularda
fikirlerini ortaya koyarak konuşmalarına dayanan bu metod, insanlar arası
ilişkilerde en çok kullanılan, dolayısıyla okulda doğru kurallarını öğretmemiz
gereken bir metoddur. Birçok derslerde tartışma ortamları sık sık ortaya çıkar.
Veya öğretmen gerektiği noktalarda usta bir şekilde konunun tartışılacağı bir
ortamı oluşturabilir. Öğrencilerin birbirlerinin bilgi ve düşüncelerini
öğrenme, kendi bilgilerini gözden geçirme ve düzeltme, yıkıcı olmadan eleştirme
ve sorunları uygar bir şekilde çözme yeteneği kazandıkları bu metod ve bunun teknikleri, metodun teorik kısımda anlatılan
özelliklerine dikkat edilerek, usta bir şekilde kullanılmalıdır.
Burada, tartışma konu ve problemlerini seçerken, öğrenciler
arasında siyasî, dinî ve şahsî girdaplar yaratmayacak, onların bilgi ve
ilgileri içinde kalan, genelde ders konuları ile ilgili başlıklar seçilmeli;
tartışmanın fizikî ortamı hazırlanmalı, uygun teknikler seçilmelidir. Hem metod
ve teknikler hem de burada tartışılan konu öğrencilere doğru bilgiler ve iyi
özellikler kazandırmalıdır.
Bu metod içinde
kullanılabilecek bazı teknikler şunlardır:
Panel, panel başkanı ve panelistlerin
öğrenciler karşısında daha önce hazırlamış oldukları konuları sunmalarıdır.
"Yerinden Yönetim" konusu işlenirken bir panel düzenlenerek yörenin
belediye başkanı, meclis üyeleri veya muhtar ve ihtiyar heyeti çağrılarak
bunların kendi görevlerini anlatmaları ve yerinden yönetim konusunu
tartışmaları sağlanabilir.
Münazara, iki öğrenci grubunun, dinleyici
öğrenci grubu ve jüri karşısında belli bir konunun olumlu ve olumsuz yanlarını
tartışmaları tekniğidir. Sosyal bilgiler dersinde sıkça kullanılır.
"Demokrasi", "kalkınma ve çevre sorunları" gibi konular işlenirken
iki grup öğrenci konunun olumlu ve olumsuz yönlerini karşılıklı olarak ortaya
koyup tartışabilirler. Forum, aynı
konuda farklı görüşleri bulunan kişilerin tartışıp sonuca ulaşmaları
tekniğidir. Motive edici ve ilgi çekici bir tartışma biçimidir. Öğrenci
forumunda küçük bir öğrenci grubu büyük öğrenci grubuna bilgi verir. Dinleyen
öğrenciler konuyla ilgili soru sorarlar. Soru veya soruların cevabı konuyu
anlatan öğrenci tarafından verilir. Forum derse etkin katılım sağlamaktadır.
Sosyal bilgiler konusu olan "Mahallî İdareler ve Belediye Meclisinin
Görevleri" -bu konuda hazırlık yapmış- bir grup öğrenci tarafından diğer
öğrencilere sunulur. Dinleyen öğrenciler sunanlara sorular yöneltirler. Burada
önemli olan nokta, konuyu sunan öğrencilerin kitabî bilginin yanı sıra konu hakkında
güncel durumu da değerlendirip sorunlara çözüm arayıcı şekilde yaklaşmalarıdır.
Sempozyum, bilimsel bir ilgi uyandırmak ve
dinleyicilerin aktivitesini artırmak amacıyla belli bir konuda iki veya daha
fazla öğrencinin dinleyiciler önünde konuyu tartışmaları tekniğidir.
Dinleyicilerin de tartışmaya katılmaları ilgi artırıcı bir etkendir. Meselâ;
"Tarihteki Türk Devletlerinin Yıkılış Sebepleri" konusu ile ilgili
birkaç öğrencinin hazırlanıp bu konuyu sunmaları ve dinleyen öğrencilerin sempozyumda
bildiri sunan öğrencilere sorular sorması çok aktif bir ders yapılmasını
sağlayacaktır. Beyin Fırtınası, tekniğinin uygulanabilmesi için öğrencilerin
öğretilecek konu hakkında ön bilgilere sahip olmaları ve öğrenme konusunun
birden fazla çözüm yolunun bulunması ön şarttır. Teknik uygulamasında öğretim
konusu öğrencilere sorulur, öğrenciler değişik ve orijinal fikirlerini
söylerler. Bu fikirler birkaç öğrenci tarafından not alınır. Son olarak not
alınan bu fikirler sınıf ortamında tartışılır ve uygun fikirler tespit edilir.
5. Sınıf Sosyal Bilgiler Dersinde yer alan "Osmanlı
Devleti'nin Duraklamasına Etki Eden İç Sebepler" konusu işlenirken;
Öğrencilere "Duraklamayı önleyecek çareler neler olabilirdi?"
şeklinde bir soru sorularak, bu konuda öğrencilerin orijinal fikirler
söylemeleri sağlanabilir. Daha sonra en çok beğenilen, en rasyonel çözümler
öğrencilerle tekrar tartışmaya sunulur. Yukarıda açıklanan tekniklerin yanı
sıra küçük grup tartışması (small group discussion, grup 66), büyük grup
tartışması, zıt panel, açık oturum, çember tekniği gibi diğer "grup
tartışma teknikleri"nden de faydalanmak mümkündür.
Örnek Olay Yöntemi: Öğrencilerin hayattaki gerçek
problemleri görmesi ve bu olayı ders konularıyla bağdaştırmasına dayanan bir
metoddur. Kalabalık öğrenci gruplarında uygulanması zordur. Sosyal bilgilerde
özellikle vatandaşlık bilgisine dayalı ünite konularının öğrencilere
kavratılması durumlarında, okulun içinde ve dışında geçen olaylardan
faydalanmak gereklidir. Öğrenci veya öğretmenin yaşadığı bir olayı sınıfa
anlatması ve diğer öğrencilerin bu olayı öğrenmeleridir. Herhangi bir durumda
karşılaşılan problem, örnek olaydır. Örnek olaya öğrencilerin bizzat
katılmaları söz konusudur. Tek çözümü bulunan problemlerde örnek olay
uygulanamaz. Örnek olayda asıl olan yaşanmış gerçek olaylardan hareket
etmektir. Böyle bir olayın bulunmadığı durumlarda öğretmen planladığı öğretim
faaliyetine uygun olarak, öğrencilerin davranışlarını değiştirmek amacıyla
hayalî olarak da bir olay üretilebilir yani bir senaryo uydurabilir. Öğretmenin
gerçek bir olayı kullanması durumunda eğer anlatılacak konu kişilere zarar
verecek bir boyutta ise olayın yerini, zamanını ve kişilerini değiştirmesi
gereklidir. Hayalî bir durumun öğretmen tarafından anlatılmasının büyük
yararları vardır. Çünkü öğrenci örnek olayda anlatılan bir durumla
karşılaştığında daha önce öğrenmiş olduğu davranış formuna göre hareket ederek
problemi kolaylıkla bertaraf edecektir. Sosyal Bilgiler dersinin "İlimiz
ve Bölgemiz" ile "Yurdumuz Türkiye" ünitelerinde; Sel Baskınları,
Erozyon ve Deprem; Türk Tiyatrosu, Sahne Oyunları ve Spor, Yönetim Şekilleri;
Turizm; Yurdumuzun Komşularıyla İlişkileri; Yurdumuzun Ekonomisi gibi konularda
kolaylıkla ve başarıyla uygulanabilecek bir yöntemdir. Örnek olay yöntemi de
problem çözme, beyin fırtınası, küçük ve büyük grup tartışmaları, çember
tartışma, münazara gibi tekniklerle desteklenmelidir. Gözlem, Ders Gezisi ve
İnceleme Yöntemi: Öğrencilere hayatın gerçeklerini öğretmek amacıyla, bir olayı
oluşu esnasında incelettirme faaliyetine gözlem denir. Gözlem planlı yapılmalı
ve öğrencide kazandırılması düşünülen davranışlar önceden belirlenmelidir. Ders
gezisi, sınıf içinde yapılan eğitim etkinliklerini tamamlamak amacıyla okul
çevresine yapılan planlı faaliyetlerdir. Derste teorik olarak anlatılan
konuların daha anlamlı hale gelmesini sağlar. "Erozyon" konusu
işlenirken sel baskınlarından korunmak için çevrede bulunan; set, baraj ve
göletler ile su savaklarından birine bir gezi düzenlenir. Burada çalışan bir
yetkiliden tesisin ne işe yaradığı konusunda öğrenciler bilgi alır. Tesisin
çalışmasını gözlemler ve durumu yerinde incelerler.
Öğretmen, çevrenin tanınması, çevredeki hayat şartlarının
incelenmesi, ecdadımızın bıraktığı eşya, cami, kale, sur, araç, çeşme, köprü
gibi yerlerin görülmesi amacıyla gözlem-inceleme gezisi düzenleyebilir. Gözlem
gezisi yöntem olarak ele alındığında, basit bir ziyaretten ibaret değildir.
Burada edinilecek tecrübenin öğrenci açısından yararlı ve değerli olması için
en önemli husus öğretmenin hazırlığı ve ön incelemesidir. Ön hazırlığın
yetersizliği nedeniyle binlerce gözlem gezisinin boşa gittiği ve öğrencilerin
hiçbir tecrübe edinemediği bilinmektedir.
Fen Bilgisi, ilkokulların ikinci devresindeki
"mihver dersler"den biridir. İlkokulda sınıf öğretmenleri tarafından
okutulan Fen Bilgisi, ilköğretimin ikinci kademesi olan ortaokullarda branş
öğretmenleri tarafından aynı ad altında; temel öğretim sonrasında da Fizik,
Kimya ve Biyoloji dallarına ayrılmakta ve bağımsız birer ders olarak
okutulmaktadır. İlk fen dersleri "Malûmat-ı Nafia" adıyla 1869
tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'nde yer almıştır. Daha sonra dersin adı
1913'de "Eşya ve Ziraat" olmuştur. 1926'da iki ayrı ders haline gelip
"Tabiat Dersleri" ve "Eşya Dersleri" olarak okutuldu. 1936
ve 1948 İlkokul Programlarında "Tabiat Bilgisi", 1968 İlkokul
Programında "Fen ve Tabiat Bilgisi" adını alan ders, son olarak
1992'de "Fen Bilgisi" adını aldı. Bu ders, ilkokulların I.
devresindeki Hayat Bilgisi dersinin, fen ve tabiat alanlarında daha detaylandırılmış
bir biçimidir. Ülkemizde fen bilgisi ve diğer fen bilimlerinin gelişimini
sağlamak amacıyla 1960'lı yıllarda büyük aşamalar kaydedilmiştir. Bunların en
önemlisi eğitim kurumlarının laboratuar malzemesi ve ders araçlarını temin
etmek amacıyla "Ders Araçları Yapım Merkezi (DAYM)"nin 1961 yılında
kurulmasıdır. Aynı yıl Ankara Fen Lisesi'nin kuruluş çalışmaları başlatılmış ve
bu lise 1964 yılında kurulmuştur. 1973 yılında ortaokul fen öğretimini
geliştirme projesi başlatılmıştır. 1971-1972 öğretim yılından 1985-1986 öğretim
yılına kadar geçen sürede liselerde "klasik fen", "modern
fen" ayrımına gidilirken; 1985-1986 öğretim yılından itibaren bu ayrım
ortadan kaldırılmıştır. Yeni uygulamada fizik, kimya, biyoloji programları uygulanmaya
başlamıştır.
Fen Bilgisi dersinin genel amaçları şunlardır:
Çevreyi tanıma, sevme, koruma, iyileştirme ve değişen
çevre şartlarına uyum sağlama bilincini kazanabilme; insanın çevreye olan
etkilerini kavrayabilme. Öğrenciye, kendi aklını kullanabilme yollarını
gösterebilme. Canlılığı ve canlılık olaylarını kavrayabilme. Yapıcı, eleştirici
düşünme yeteneğini kazanabilme ve geliştirebilme. Bilimsel sonuçlara ulaşmada
ve kanunları anlamada gözlem, inceleme, deney gibi araştırma yöntemlerinden
yararlanabilme.
Araştırma, inceleme, gözlem ve deney sonuçlarını söz,
yazı, resim, şekil ve grafiklerle gösterebilme, yorumlayabilme ve
genelleyebilme. Araç ve gereç kullanmanın önemini kavrayabilme, bunları
kullanma, geliştirme yeteneği
kazanabilme. Edinilen bilgi ve becerileri, günlük
hayatında kullanabilme. Plânlı çalışmanın önemini kavrayabilme, çalışmaları
plânlayabilme. Bilim ve teknoloji arasındaki ilişkiyi kurabilme. Bilim ve
teknolojinin toplumun ilerlemesindeki etki ve önemini kavrayabilme. Fen
Bilimlerine ilgi duyabilme, yeni gelişmeleri izleyebilme, yeni gelişmelerin
önemini kavrayabilme. Sağlıklı yaşamanın gerektirdiği bilgi, beceri ve
alışkanlıkları kazanabilme. Doğal kaynakları tanıma, ortak koruma ve
geliştirme. Canlıların çeşitliliğini, özelliklerini, canlılık olaylarını,
birbirleriyle olan ilişkilerini, ekonomik yararlarını, onları korumayı,
geliştirmeyi ve gerektiğinde onlardan korunmayı kavrayabilme. Maddenin yapısını
özelliklerini, çeşitlerini, enerji ile olan ilişkilerini, kullanım alanlarını
kavrayabilme. Hareket, enerji, iş ve güç arasındaki ilişkileri, kullanım
alanlarını kavrayabilme. Işığın yayılmasını, yansımasını, kırılmasını, ışık
enerjisi ve optik araçlardan yararlanmayı kavrayabilme. Ses ve yayılmasını,
kullanım alanlarını ve algılanmasını kavrayabilme. Elektrik yükü, elektrik
akımı ve kullanım alanlarını kavrayabilme. Evrendeki yerimizi kavrayabilme.
Genetik ve evrim bilgisine sahip olabilme.
Bu amaçlara ulaşmak için, Fen Bilgisi dersinde hep göz
önünde tutulacak öğretim ilkeleri de şunlardır:
Bütünlük ilkesi: Ders içindeki bütün konular birbirine
bağlı olarak işlenmelidir. Diğer derslerle bağlantı ilkesi: Fen Bilimleri
dersindeki konular işlenirken bu konuların başka derslerdeki uzantılarıyla
bağlantıları kurulmalıdır.
Yakından uzağa ilkesi,
Hayata yakınlık ilkesi
Eleştirel düşünceye hazırlık ilkesi
Etkinliklerde çeşitlilik ilkesi,
Çocuğun gelişim seviyesine uygunluk ilkesi,
Planlı Öğretim ilkesi,
Etkinliklerde çeşitlilik ilkesi,
Sürekli değerlendirme ilkesi.
Fen Bilgisi dersinin gözlem, deney, problem çözme gibi
yöntemlerle ile işlenen bir ders olduğu bilinir. Bu yöntemlerin yanı sıra diğer
genel öğretim yöntemlerinden de faydalanılır. Gözlem, olay veya varlıkların
kendi şartlarında, önceden planlanarak izlenmesidir. Fen Bilimlerinde çok
önemli olan bu metod da, öğrenciye "bakmak" ile "görmek"
eylemlerinin farkı anlatılmalı, ayrıntılara dikkat ederek buralardan bilimsel
sonuçlar çıkarmaya çalışmalıdır. Gözlemci neyi, nerede, ne zaman, ne kadar
sürede ve nasıl gözleyeceğini bilmelidir. Gözlemlerin öğrenciler tarafından
gözlem defterine işlenmesi gerekir. Gözlem defterinde gözlem yeri, gözlem
konusu ve amaçları, gözleme kimlerin katılacağı gibi hususlar yazılmalı, gözlem
sonucu anlatılmalıdır. Fen Bilgisi
dersiyle ilgili olarak hemen hemen tüm konularda gözleme başvurulabilir.
İlkokul Programında yer alan "Dünyamız ve Gökyüzü", "Canlılar ve
Hayat", "Canlıların Çeşitliliği", "İnsan ve Çevre,
Enerji" orta okul programında yer alan "Canlılar ve Hayat",
"Canlıların Çeşitliliği", "İnsan ve Çevre", "Hareket
ve Kuvvet", "Güneş Sistemi ve Uzay", "Kuvvet, Hareket ve
Enerji", "Canlılarda Çoğalma ve Kalıtım" ile "Yerküre ve
Yeraltı Kaynaklarımız" üniteleri tamamen gözleme dayalı ünitelerdir.
Deney, daha önceden varlığı bilinen bir kanunun, ispat edilmesi amacıyla
çeşitli vasıtalar kullanılarak yeniden yapılmasıdır. Deneye "kontrollü
gözlem" de denir. Deneyin gözlemden farkı, istenildiğinde deney
şartlarının yeniden oluşturularak defalarca tekrarlanabilmesidir. Deney iki
türlüdür. "bilinmeyeni bulmak amacıyla yapılan bilimsel deneyler",
"bilinen bir kanun veya ilkeyi yeniden görmek amacıyla yapılan
deneyler". Okullarda yapılan deneyler ikinci türe girmektedir.
İlkokullarda yapılan deneyler tehlikesiz, masrafsız ve kısa sürede
gerçekleştirilebilen deneylerdir. Her deney için öğretimin planlaması bölümünde
örneklendirdiğimiz "deney planı" yapılması gereklidir. Deney
yönteminde öğrencilerin tümevarım tekniğini kullanmaları sağlanır. Öğrenci
deney yaşantılarından yola çıkarak, buradaki gözlemlerini kanunlaştırır. Gözlem
bazen ders gezileri şeklinde yaptırılabilir. Sınıfa getirilemeyen,
getirilmesinde sakınca olan eşya ve olaylar eğer yakın çevrede ise, buralara
okul veya sınıf gezileri düzenleyerek yerinde gözlem yaptırılabilir. Fen
konularının çocukların zihninde berrak olarak yerleşebilmesi için, sık sık okul
gezileri düzenlemelidir. Demonstrasyon (gösteri) yöntemi, öğretmenlerin
derslerini, birtakım araçları kullanarak öğrencilerin önünde işlemeleridir.
İlkokul II. devrede özellikle Fen Bilgisi dersinde sıkça kullanılan bir yöntemdir.
Öğrencilerin hem gözüne, hem de kulağına hitap eden bir yöntemdir.
Öğrendiklerimizin çoğu gözler yardımıyla edinilen yaşantılardan oluşmaktadır.
Öğretmenin bir deneyi kendinin yapması (öğretmen deneyi) ve bunun öğrenciler
tarafından izlenmesi, gösteriden başka bir şey değildir. Gösteride kullanılan
araç-gereç sayısının fazla olması öğrenilenlerin daha kalıcı olmasına yarar.
Gösteride bilgisayarlardan ve video-televizyon sitemlerinden yararlanma bu
yöntemi daha ilgi çekici hale getirmiştir. İnsanlar arası ilişkilerin ve
psikomotor becerilerin öğretilmesinde bu yöntem üstündür. İlkokul IV. Sınıf
Dünyamız ve Gökyüzü ünitesinin işlenişinde Güneş Sistemi modelinde güneş ve
diğer gezegenlerin hareketlerinin öğrencilere gösterilmesi veya dünya
katmanlarının bir model üzerinden öğrencilere izahı, gösteri yönteminin
uygulanması ile mümkündür. Problem çözmede, öğrenciler bilimsel düşünmenin
yollarını öğrenir. Problem çözmede bazen deney veya gözlem yöntemlerinden de
faydalanmak gerekebilir (daha doğrusu, gözlem ve deney, problem çözme metodunun
çeşitli aşamaları olarak yer alabilirler). Fen Bilgisinde problem çözme ile
ilgili 1968 İlkokul Programında şu bilgiler vardır: "7. Tabiata ait
olaylar üzerinde yapılacak gözlem ve deneylerden ana fikirlere varılmalıdır. Bu
derste, öğrencilere, bilimsel metotlarla düşünme yeteneği kazandırılmalıdır.
Bunun için, her ünite bilimsel metodun geliştirdiği:
a)
problemi belirtme,
b)
problemle ilgili olarak çeşitli bilgi toplama,
c) bu
bilgileri problemi çözmeye elverişli olacak şekilde sıralama,
d)
gerekli deneyleri yapma,
e) bu
deneylerden sonuçlar çıkarma,
f) bu
deneylerden bir genel fikre varma şeklinde beliren evreler(safhalar göz önünde
tutularak
işlenmelidir.
Varılan sonuçlar, çocuğun kendisi, ailesi ve çevresi için yararlı şekilde
kullanma
imkanları
araştırılmalıdır."
g)
Problem çözmede tümevarım ve tümdengelim tekniklerinden faydalanılır.
Tümevarım (endüksiyon), zihnin somut olaylardan hareket
ederek soyut kavramlar ve kanunlara ulaşmasıdır. Bütün derslerin öğretiminde de
yerine göre kullanılır. Meselâ, ilkokul Fen Bilgisi dersinde, havadan ağır
cisimlerin yere bırakıldığında düşmesi durumunu tümevarımla şöyle göstermek
mümkündür. Önce demir, çamur, taş, toprak, tahta parçası gibi cisimler yere
doğru bırakılır ve düştüğü gösterilir. Bunların birer cisim olduğu ve bunların
özgül ağırlığının havadan daha ağır olduğu söylenir. Son olarak "Özgül
ağırlığı havanın özgül ağırlığından fazla olan cisimlerin bırakıldığında yere
düştüğü" sonucuna ulaşılır.
Tümdengelim (dedüksiyon), soyut kavram ve kanunlardan yola çıkarak somut
olayları açıklamaktır. Genelden özele bir yol izlenir. Buluğ çağına kadar
çocukların zihnen soyut olayları pek doğru değerlendiremezler. Tümdengelimle
öğretim için buluğ çağının beklenmesi gerekir. Bu da ilköğretim okullarının son
yıllarında gerçekleşebilir. Bu yolla yeni bir keşif yapılmadan, daha önce
ulaşılmış kanunlardan hareket ederek örneklemeler yapılmaktadır. Meselâ,
yukarıdaki yerçekimi örneğinde işe tersinden başlayarak, "yerin
çekimi" bütün cisimleri kendine çeker diyerek; demir de bir cisimdir;
öyleyse yer çekimi demiri de çeker demek, tümdengelimdir. Küme çalışması
yoluyla Fen Bilgisi derslerinin işlenmesi öğrenci aktivitesi açısından
yararlıdır. Öğrenciler bu yolla daha önceden kendi ilgileri doğrultusunda
seçmiş oldukları konuları bir grup halinde araştıracak, inceleyecek ve
davranışlarını istenilen yönde değiştireceklerdir. Orta öğretim kurumlarında
Fen Bilgisi ile ilişkili dersler Fizik, Kimya ve Biyolojidir. Bunların özel
öğretim yöntemleri ayrıca ele alınacaktır.
Fizik, uygulamalı fen bilimlerinin ana derslerinden biri
durumundadır. Teknoloji ile yakından ilgilidir. Günümüz
teknolojik ilerlemelerinde fiziğin büyük katkıları
olmuştur. Teknolojik buluşların çoğu fizik biliminin verilerine dayalı olarak
geliştirilmiştir. Fizik dersini yaparken öğrencileri dershanede veya
laboratuarda bir sınıf halinde topladığımız gibi, büyük veya küçük gruplar
halinde toplayarak ders yapılması da mümkündür. Öte yandan fizik gibi bilgi ve
deney basamaklarının birbiri üzerine yükseldiği derslerde programlı öğretim
yapmanın da büyük önemi vardır. Dikkatli olmak şartıyla, bazı basit deneylerin
ev ödevi şeklinde yapılması bile istenebilir. Öğretmenin, fizik konularını
anlatırken öğrencilerin seviyelerine dikkat etmesi gereklidir. Öğrencilerin
fizikle ilgili çalışma ve deneyleri, bir bilim adamınınki kadar karmaşık ve
icada yönelik olmamalıdır. Okulda yapılacak fizik deneylerinin basit ve
anlaşılır şekilde düzenlenmesi,
öğrenciyi araştırmaya heveslendirmesi açısından önemlidir.
Fizik dersinde kullanılabilecek ders metotları, genel öğretim metotlarındaki
sınıflamadan biraz farklı olarak, şu şekilde gruplanabilir: Tümevarım
(Inductive) metodu: Aslında deneysel bilimlerin öğretilmesinde tümevarım ve
tümdengelim metotları içice kullanılır. Tümevarım, bir çeşit
tümdengelimdir. Tümevarımda önce tek tek
olgular incelenir ve hepsinin gösterdiği ortak sonuçlardan yasaya ulaşılır.
Meselâ, demir, bakır, alimünyum gibi çeşitli metaller yüksek ısılarda ısıtılır.
Bunların hepsinin genleştikleri gösterilir ve öğrencilerin bu deneylerden genel
bir yasaya varmaları sağlanır. Fizik dersindeki birçok bilimsel yasalar bu
metotla öğrencinin kafasında daha berrak hale getirilmiş olur. Tümdengelim
(Deductive) metodu: Bilimsel yasa ve genel hükümlerden mantık ve matematik
kurallarına göre çıkarılan hükümlerle, tek tek olayları açıklama demektir.
Burada da önce problemler ortaya konur, öğretmen bu problemi çözebilecek genel
yasayı söyler, öğrencilerle beraber bu özel durumun genel yasa çerçevesinde
nasıl çözümleneceği açıklanır ve mümkünse yapılan deneylerle bir de ispat
edilmiş olur. Birçok fiziksel olayları sınıfta açıklarken, genelde bu yöntem
kullanılır. Genetik ve tarihî öğrenme metodu: Genetik metod, öğrenen kişinin
zihinsel, ruhsal ve bedensel gelişim durumuna göre yaratıcı bir öğretme yolu
seçmek demektir. Kişi, kendi gelişimine uygun problemleri seçer, problem çözme
tekniklerinden gene kendi olanaklarına uygun bazıları ile
problemi çözmeye çalışır ve bir sonuca ulaşır. Tarihî
metod ise, bazı önemli fizik bilgilerine bilim tarihinde hangi yöntemlerle
ulaşıldı ise, öğrencilere bunu kullanarak ders anlatmak demektir. Fizik
dersini, fizik biliminin gelişim tarihi
tarzında anlatmak yöntemidir. Bu iki metod da, bilginin
insan zihninde ilk defa oluşması ile insanlık tarihinde ilk defa oluşması
safhalarına dikkat ederek ders anlatmanın daha doğru olabileceği esas
alınmıştır. Araştırıcı metod: Araştıran ve bulan öğrenciler yetiştirilmek
isteniyorsa, araştırıcı metod kullanılmalıdır. Çevredeki problemlere fizikçi
gözü ile bakan, onların özelliklerini iyice tanıyıp çözüm hipotezleri
geliştiren, yaptığı deneylerle hipotezleri test eden ve problemi çözen
öğrenciler yetiştirilmek isteniyorsa, öğretimde bu metod uygulanmalıdır. Hiç
olmazsa, fizik bilimini çok seven, bilim adamı olmak isteyen bireylere ve
öğrenci gruplarına bu imkân verilmelidir. Deneysel metod: Öğretmen,
öğrencilerin gelişim düzeylerine uygun deneyleri seçerek dersi büyük ölçüde bu
deneylere ve oradan çıkacak sonuçlara dayandırmalıdır. Aslında fizik, kimya
gibi derslerin ana öğretim metodu bu olmalıdır. Bilimsel araştırmalarda ve
teknolojik gelişmelerde deneyin önemi öğrencilere iyi anlatılmalıdır. Bunların
dışında, yukarıdaki bölümlerde anlatılan genel öğretim metotlarından gözlem,
demonstrasyon, soru-cevap ve anlatım gibi metotlar da sürekli kullanılmaktadır.
Düz anlatım yönteminin kullanıldığı durumlarda, fizik dersinin amacı ve
kazandırılacak davranışlar açıkça belirlenmelidir. Öğretmenin jest ve
mimiklerle konuyu desteklemesi, sürekli konuşmak yerine gösteri, soru-cevap
gibi yöntemleri ve göze, kulağa hitap eden araç-gereçleri de kullanması anlatım
yöntemini sıkıcı bir yöntem olmaktan kurtarır. Soru-cevap yöntemi, bütün
derslerde olduğu gibi fizik dersinde de rahatlıkla kullanılabilir. Çünkü insan
günlük yaşayışında sürekli fiziksel olaylar içinde yaşamakta ve bu bilim
sonuçlarına göre yapılan teknolojik aletleri kullanmaktadır. Sorular iki türlü
olabilir; doğru cevabı birden fazla olabilen "açık uçlu sorular" ve
doğru cevabı tek olan "kapalı uçlu sorular". Meselâ, "Yer çekimi
kanununu ispat etmek için ne tür deneyler yapabilirsiniz?" sorusu açık
uçlu bir soru olup cevabı birden fazla iken, "Saatteki hızı 120 km. olan
bir araç 20 dakikada ne kadar yol alabilir?" sorusu kapalı uçlu bir soru
olup cevabı birdir. Öğretmenlerin öğrencileri ezbere sevk etmemeleri için açık
uçlu soruları tercih etmeleri gerekir. Dersin soru-cevapla işlenmesi durumunda
konuya öğrencilerin hazır olmalarını sağlamak amacıyla, işlenecek konu veya
problemden öğrencilerin önceden haberdar edilmeleri gereklidir.
Kimya, canlı ve cansız varlıkların yapılarındaki madde
çeşitlerini ve bu maddelerin birbiriyle olan ilişkilerini inceler. Kimya dersi,
öğrencilerin ülke kaynaklarını verimli olarak değerlendirmeleri için
bir çok önemli bir ders durumundadır. Kimya dersinde;
öğrencilerin araştırmacı bir zihniyetle yetişmeleri için öğretmenler büyük çaba
sarf etmeli, problemler bilimsel yöntemlerle çözülmeye alıştırılmalı,
bilgilerin statik olmayıp teknolojik ilerlemelere paralel olarak gelişme
gösterdiği fark ettirilmeli, canlı ve cansız varlıkların insan hayatı için ne
kadar önemli olduğu ve bunların korunması gerektiği fikri verilmeli, tabiat
sevdirilmeli, öğrencilerin temel kimya bilgilerini öğrenmeleri ve bunlara
dayalı olarak yeni bilgilere ulaşma yollarını öğrenmeleri sağlanmalıdır.
Kimya öğretiminde "düz anlatım (takrir)",
"soru-cevap", "ders gezileri", "gözlem",
"demonstrasyon (gösteri)", "grup tartışmaları" gibi klasik
yöntemler kullanılmaktadır. Bunların yanı sıra "laboratuar çalışmaları
(kimya deneyleri)", "proje yöntemi", "keşfetme
yöntemi" gibi faaliyetlere de kimya öğretiminde yer verilmelidir. Kimya
dersinde de, Fizik kısmında anlatılan tümevarım, tümdengelim, genetik ve tarihî
yöntemlerle araştırmacı ve deneyci yöntemler kullanılmalıdır (Fizik kısmına
bakınız). Kimya dersinde Laboratuar
çalışmaları çok önemlidir. Kimya deneylerinde canlı veya cansız bütün varlıklar
ve çok çeşitli araç-gereçler kullanılır. Deneyler önceden planlanır ve
yapılışları belli bir sıra izler. Kimya deneyleri; 1- Sonucu önceden
belirlenmiş "kapalı uçlu deneyler" ve 2- Sonucu öğrenciler tarafından
bulunması istenen "açık uçlu deneyler" olmak üzere iki şekilde
yapılabilir. Meselâ, suyun ayrıştırılması deneyinde 2 hidrojen, 1 oksijen
oranının deneyin neticesinde deney tüplerine de yansıyacağı öğretmen tarafından
öğrencilere bildirilebilir. Bu deneyde sonuç önceden bellidir. Kapalı uçlu
deneylerde yapılacak işler ve deneyin neticesi öğretmen tarafından sırayla
yazılmış
veya kitapta gösterilmiş olabilir. Açık uçlu deneylerde
deneyin nasıl yapılacağı ve deney araçları önceden belirlenmiş olsa da deneyden
elde edilecek sonuçlar, deneyin yorumu, deneyden genellemeler çıkarma işi
tamamen deneyi yapanlara bırakılmıştır. Meselâ, Maddenin korunumu kanununu
ispat için, aynı ölçülerde 3-4 maddenin deneye tabi tutulması ve bu maddelerde
kayıp olup olmadığının öğrencilere buldurulması, sonuçların öğrenciler
tarafından yorumlanması, genellemelere gidilmesi açık uçlu deneydir.
Proje Yöntemi, bireysel öğrenmeyle ilgilidir. Öğrencilere
öğretim konusuyla ilgili inceleme ödevi vermekle işe başlanır. Öğrenci ödevle
ilgili incelemeyi yapar, kaynaklar toplar. Ödevle ilgili bulguları ispat için
hipotez kurar ve hipotezleri sınar. Hipotez testi sonunda ulaştığı sonucu bir
"proje raporu" olarak yazar. Proje, grup çalışması olarak da
yapılabilir. Bu durumda gruptaki kişiler kendi alanlarına düşen konuları
araştırırlar. Proje ile ilgili düzenlenen rapor sınıfa sunulur. Rapor, sınıfta
tartışılarak sonuca gidilir ve öğretim konusu proje yoluyla işlenmiş olur.
Ülkemizde proje çalışmaları devlet tarafından teşvik edilmekte ve
desteklenmektedir. Her yıl eğitim sistemimizde yer alan orta dereceli okullarda
TÜBİTAK tarafından bilimsel araştırma yarışmaları düzenlenmekte ve dereceye
giren projelere çeşitli ödüller verilmektedir. Keşfetme Yönteminde öğrenci
kendi zihni yeteneğini kullanarak bilimsel bilgi edinir. Öğrenci karşılaştığı
bir problemle ilgili verileri toplayıp, analiz ederek açıklamaya çalışır.
Keşfetme, öğrencinin problem çözme gücünü artıran bir tür tümevarımdır. Burada
öğretmen sadece yönlendiricidir. Keşfetme çalışmaları öğrenci merkezlidir.
Sonucu belli olmayan açık uçlu deneyler de keşfetme çalışması sayılabilir.
Beyin Fırtınası, öğrencileri heyecanlı bir ortama sürükleyerek, öğrencinin
kendine has görüşleri beyan etmesine ve probleme çözümler getirmesine yarayan
bir faaliyettir. Hayal yoluyla öğrenmeye fırsat verir. Öğrencinin uyuşukluktan
kurtularak fikir üretmesini sağlar. Öğrenciye
bu yolla çözdürülecek problemin basit ve sınırlı olması
gereklidir. Beyin fırtınasının amacı, öğrencilerin daha önce öğrendikleri bilgi
ve becerileri kullanarak yeni bir durum veya problemle karşılaştıklarında ne
kadar tutarlı çözümler bulacaklarını test etmektir. Beyin fırtınası tekniğinde
"her fikir kabul edilir", "hiç bir fikir eleştirilemez",
"ortaklaşa fikir üretmek daha sevindiricidir" gibi ilkeler vardır.
Biyoloji, canlı varlıkları ve onların içinde yaşadıkları
doğal çevreyi inceler. Biyoloji dersinin ana amacı, öğrencilerin temel
biyolojik bilgileri öğrenmeleri ve biyoloji alanındaki bilimsel gelişmeleri
izlemelerini sağlamaktır. Biyoloji, öğrencilere canlılar dünyasını ve
canlıların insan hayatındaki önemini kavratmayı hedeflemiştir. Ayrıca biyoloji
dersini alan öğrencilerin bilimi sevmeleri ve bilim adamına saygı duymaları
beklenir. Biyoloji dersinde göz önüne alınacak ana eğitim-öğretim ilkeleri
şunlardır: Hayata yakınlık: Biyoloji, canlı hayatın neredeyse bütün unsurlarını
onlarla içice bir şekilde vermelidir. Bu ilke kadar, eğitim-öğretimin
kendiliğinden olması ilkesi de sıkı bir şekilde izlenmelidir. Çünkü öğrenciler
büyük bir canlı hayatın içinde, âdeta birçok şeyi kendiliğinden
öğrenmektedirler. Zaman kavramı çok iyi verilmelidir, çünkü canlı hayat büyük
ölçüde zamana bağlıdır. Aynı zamanda biyoloji dersi çocuğun zihinsel, ruhsal ve
bedensel gelişimine uygun konu ve içeriklerle yapılmalıdır. Biyoloji dersinin
ana eğitim ilkelerinden biri de, eğitim öğretimin gözleme dayalı olarak
yapılmasıdır. Biyoloji dersinde öğrenilen bilgilerin başka derslere, başka
derslerde (fizik, kimya v.s.) öğrenilen bilgilerin de biyoloji dersine
transferleri kolaylaştırılmalıdır.
Biyoloji öğretiminde kullanılabilecek öğretim metotları
şunlar olabilir:
Öğretmen anlatımı (düz anlatım, takrir): Bir gözlem veya
deney sonucu, bir film izlenmesi üzerine v.s. öğretmen ders konusu ile ilgili
sözel bilgi yüklemeye başlar. Burada öğretmen ve öğrenciler ortak bir anlaşma
zemini üzerinde konuşmalıdırlar. Amaçtan uzaklaşılmamalıdır.
Soru-cevap metodu: Öğrenci canlı hayatta gördüğü birçok
varlık, olay ve gelişimi öğretmene sorabilir. Çünkü canlı hayatta birçok uyaran
vardır ve gözlem oldukça kolaydır. Buna göre öğretmen de öğrencilere sorular
sorabilir. Burada soruların yaşa, bilgiye ve gözleme uygun olması, fazla zor
veya geniş olmamasına dikkat etmelidir. Araştırma, Gözlem ve Deney: Öğrenci ve
öğretmen, biyoloji konuları üzerindeki araştırma, gözlem ve deneyler yapabilir
ve bunları sınıfta da anlatabilirler. Biyolojide gerek doğadaki ve seralardaki
bitkileri izlemek gerek hayvanat bahçesi veya gene doğadaki hayvanları görmek
için çok rahatlıkla birçok gözlem gezisi yaptırılabilir. Gözlem, deney arzusunu
doğurur. Biyoloji dersinde hem öğrenci deneyleri hem de öğretmen deneyleri
(gösteri deneyleri) yapılabilir. Aynı şekilde kimya deneyleri, modellerle
benzetme deneyleri de yapılabilir. Yalnız burada canlılarla yapılan deneylerin
özelliklerine dikkat etmeli, çocuğun ruh sağlığı ve insan ahlâkı (etiği)
zedelenmemeye çalışılmalıdır. Bunların dışında, Skinner'in anlattığı anlamda
adım adım mantıklı bir sıraya göre dizilmiş programlı biyoloji dersler
yapılabileceği gibi, belli projeler etrafında grup çalışmaları da
yaptırılabilir. Ders dışı zamanlarda ev ödevleri, yıllık çalışmalar, kelebek,
yaprak v.s. koleksiyonları, gözlem raporları, belli hayvanların modelini
hazırlama, bitki örneklerini kurutma, canlı resimleri yapma, fotograflarını
toplama, uzman kişilerle (çobanlarla, avcılarla, bahçıvanlarla v.s.)
konuşmalar, okul içi ve dışında yapılan yarışmalar da biyoloji
eğitim-öğretimini kolay ve zevkli bir hale getirir.
Din bir inanç sistemidir. Varolan her şeyin yaratıcısı
Allah, bütün insanların içine, onların doğru yolu bulmalarını, iyilik, güzellik
ve doğruluk üzere yaşamalarını sağlayacak gizli bir sistem yerleştirmiştir. Bu
sistemlerin bir düzen içinde sunulmasına "din" denilmektedir. İnsan
topluluklarının düzen içinde ve kişilerin de huzur ve güven içinde yaşamaları
için, çocuklara bir din eğitimi verilmesi gerekmektedir. Okullarımızda okutulan
din dersleri ifade ve beceri dersi olmayıp; Hayat Bilgisi, Fen Bilgisi ve
Sosyal Bilgiler gibi muhteva dersidir. Konular Sosyal Bilgiler ile bağlantılı
işlenebileceği gibi, bağımsız olarak da işlenebilir. 1926 İlkokul Programında
Din Bilgisi Dersi ilkokul üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıflarda haftada bir
saat olmak üzere okutulmaktaydı. 1930-1949 yılları arasında bu ders kaldırılmış
ve çocukların dinî eğitimleri ailelerine bırakılmıştır. 1949-1950 öğretim
yılından itibaren din dersi, velilerin isteğine bağlı olarak, ilkokul dördüncü
ve beşinci sınıflarda haftada ikişer saat okutulmaya başlanmıştır. Daha sonra
"Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi" adını alan bu dersin genel amacı; ilk
ve ortaöğretimde öğrencilere, Türk millî eğitim politikasının genel amaçlarına,
lâiklik ilkesine uygun, olarak İslâm dini ve ahlâkla ilgili yeterli temel bilgi
kazandırmak; böylece millî birlik ve beraberliğin dinî ve ahlâkî yönden
pekiştirilmesini sağlamak, iyi ahlâklı ve faziletli insanlar yetiştirmektir. Bu
derste öğretmenler düz anlatım (takrir) ve soru-cevap yöntemini sıklıkla
kullanmaktadırlar. Bunun dışında, doğru dinî davranışların verilmesi, yanlış
davranışların gösterilmesi amacıyla örnek olay yöntemi, gösteri yöntemi,
"dramatizasyon (oyunlaştırma, rol oynatma) yöntemi, tartışma, problem
çözme, grup çalışması gibi öğrenciyi aktif hale getiren yöntemler de
kullanılmaktadır. Din dersi öğretiminde sadece kuru teorik bilgiler verme
yanında "taklit" ve "telkin" teknikleri özellikle
kullanılmalıdır. Genellikle dinî ve edebî bilimlerde kullanılan bir başka
öğretim metodu da yorumdur (tefsir ve açıklama). Gerek dinî metinlerin
açıklanmasında gerekse bir takım edebi parça ve şiirlerin açıklanmasında çoğu
kez belli tekniklerle açıklamalar yapılır.
Bir ifade ve beceri dersi olan Resim-İş, genelde bir
"sanat eğitimi" olarak ele alınmalıdır. O zaman da ustalık ve beceri
kadar, çocukta bir estetik duyarlılık uyandırmak ana amaçlardan olmaktadır.
Resim ve iş, öğrencinin duygu ve düşüncelerini çizgi, hacim ve renklerle ifade
etmesidir. İlk defa 1913 yılında ülkemiz sivil okul programlarında yer alan bu
ders, 1948 İlkokul programına kadar "Resim" ve "Elişleri"
adında iki dersten meydana geliyordu. 1948'den itibaren Resim-iş dersi adını
almıştır. İş dersi daha öğrenciler hayata atılmadan beceriler kazanmasına
yardım eder, sanat ve becerilerini sergileme yoluyla ruhî yönden
rahatlamalarını sağlar. Günümüzde iş faaliyetleri Resim dersi ile birlikte
yaptırılmaktadır. Sanat eğitiminin dayandığı eğitim-öğretim ilkelerinin
başında, yaratıcılık ve özgürlük gelir. Öğretmen, bu ders vasıtasıyla,
öğrencideki "yaratıcı gizil güç"ü özgürce ortaya çıkarmalıdır. Bu
dersin dayandığı diğer ilkeler; çocukların gelişim seviyelerine uygun olarak
yapılması (çocuğa göre olması), öğrencilerin ilgilerine hitap etmesi, somuttan
soyuta geçilmesi, bireysel farklılıkların göz önünde tutulması, sanat
eğitiminin herkes için olması, iki boyutlu çalışmalar yanında üç boyutlu
çalışmalar da yaptırılması, çevre olanaklarının göz önünde tutulması, fırsat
eğitimine yer verilmesi, çalışmaların bir bütün olarak değerlendirilmesi gibi
ilkelerdir. Resim dersinde öğretmenin "Manzara resmi yapın!" veya
"İstediğiniz resmi yapın!" gibi soyut isteklerde bulunması ilkokul
öğrencisine anlamsız gelebilir. İlkokul öğrencisinin gördüğü ve içinde yaşadığı
çevresinden örnekler istenirse "Köyümüzdeki çeşmeler ve çevresinde
görülenlerin resmini yapın!" gibi bir istek daha somut ve anlamlı
olacaktır. Çocukların ilk resimleri birer karalamadan ibarettir. Çevrenin
çocuklar üzerindeki etkisi bu karalamalarda kendini gösterir. Onlar, ellerine
ne geçerse onunla bir şeyler çizmeye çalışırlar. Yapılan resimlerde (insan,
kuş, ağaç, araç vb.) kol ve bacaklar, kuyruk ve kanatlar, dal ve yapraklar,
ölçek ve biçimleri yerlerinde olmayabilir. Çok defa kol ve bacaklar baştan
çıkıvermiştir. Gövde yoktur, egzersizler çoğalıp gözlemler kuvvetlendikçe çocuk
noksanları yerli yerine koymaya başlar. Zaman geçtikçe ve yaptıkları
denemelerin yardımı ile istediklerini çizebilecek, daha iyi ve doğru ifade etmeye
başlayacaktır. Çünkü çocuk, gördüğünü bildiği kadarıyla ifade eder. Zaman
geçtikçe bazı çocukların resimlerinde kendiliğinden hareket başlar. Okul öncesi
yaşlarda da hareketli resimlere rastlanır. Daha sonra çocuklar, uzak ve yakın
eşyayı görünüşlerine göre ve üç boyutlu olarak ifade edebilirler. Perspektif,
çocukların beşinci sınıfta bile güç eriştikleri bir gelişim basamağıdır. Sanat
eğitiminin metod ve teknikleri, çalışma alanlarına göre değişir. Burada geçerli
olan belli başlı çalışma alanları şunlardır: çizgisel çalışmalar, renk
çalışmaları, biçimsel çalışmalar, yapısal düzenleme çalışmaları. Resim-iş dersinde, gözlem ve inceleme
(ortaokul yıllarında uygulanır), kopya yapma, modelden çalışma gibi metotlar
kullanarak öğretim yapmak ve beceri geliştirmek mümkündür. Kopya ile resim
yapmanın eğitim değeri az olsa da bazı öğretmenler tarafından sık
kullanılmaktadır. Tahtaya çizerek, kitap vb. yerlerden
yararlanarak bir resmin aynının yapılmasıdır. Kareleyip resim büyütmek, harita
yapmak da bir tür kopya tekniğidir. Modelden çalışma, ilkokul sonrasında
geçerli olan bir resim yapma tekniğidir. Öğrencilerin, önüne konulan bir modele
bakarak, modelin aynını resimle ifade etmeye çalışmalarıdır.
Aşamalı metod: Resim-iş eğitiminde karşıt, özdeş,
simetri, ritim, denge, dengesizlik gibi biçim ögelerini kullanarak, hem sanatta
hem de bütün hayatta diyalektik düşünme ve davranış alışkanlığı kazandırmaya
çalışma metodudur. Bunların yanında grup çalışması, tartışma gibi metotlar da
rahatlıkla kullanılabilir. Sanat eğitiminde doğrudan resim-iş yapmaya yönelik
çalışmaların yanı sıra göz eğitimi, duyu eğitimi ve temel sanat bilgilerinin
verilmesine dayalı dolaylı sanat çalışmaları da vardır.
Müzik dersi de ifade ve beceri derslerindendir. Son
olarak düzenlenen Müzik Programı sekiz yıllık ilköğretim okullarını
kapsamaktadır. Program üç devrelik olarak hazırlanmış ve 1. Devrede ilkokul 1,
2, 3. sınıflara; ikinci devrede ilkokul 4 ve 5. sınıflara; üçüncü devrede de 6,
7, 8. sınıflara yönelik planlanmıştır. Programın ilk iki bölümü ilkokulu
kapsadığı için mihver derslere bağlı olarak yapılması düşünülmüştür. Müzik
dersleri için "müzik odası" yapılması gereklidir. Bunun mümkün
olmadığı durumlarda derslerin normal dersliklerde yapılması mümkündür. Dersler
öğrencilerin yakın çevresinden yola çıkılarak işlenmelidir. Bu dersin
öğretiminde "somuttan soyuta", "bilinenden bilinmeyene",
"yaparak
yaşayarak öğrenme", "yakından uzağa"
ilkelerine uyulmalıdır. Dersin işlenişinde "tartışma",
"çözümleme", "örnekleme", "öyküleme" gibi yöntem
ve tekniklerden faydalanılabilir. İnsanoğlu, bebeklik döneminden itibaren
müziğe meraklı olup, çevresinde duyduğu şarkı, türküleri söylemeye başlar.
Çocuğun bu dönemde teşvik edilmesi müziğe olan ilgisini artıracak, örselenmesi
ise bu ilgiyi köreltecektir. Müzik öğretimi sınıf tarzında yapılabileceği gibi
bireysel ve özel ders şeklide de yapılabilir. Sınıf müzik öğretiminde yapılan
çalışmalar, şu başlıklar altında toplanabilir: Ses eğitimi, kulak eğitimi,zevk
eğitimi. Bunlara -yeri geldikçe verilecek- müzik sistematiğine ve müzik
tarihine ilişkin kuramsal bilgiler ile sınıfta topluca yapılan çalgı eğitimini
de katmak gerekir. Ses eğitimi altında nefes ve ses alıştırmaları, tek tek,
grup olarak veya sınıfın bütününün söylediği şarkılar, toplu ses eğitimi ve koro
çalışmaları sayılabilir. Kulak eğitiminde bona solfej, ritmik işitme, ezgisel
işitme, çok sesli işitme, müzik belleği, müzikal dikkat, müzik tasavvuru, renk
seslerini ayırabilme, yaratıcılık, müzik biçiminde tanıma gibi çalışmalar
bulunabilir. Zevk eğitiminde ise Türk ve dünya müziği çeşitleri, müzik türleri,
çeşitli müzik eserlerini dinleyebilme, üslupları ve bestecileri ayırdedebilme,
müzik-psikoloji ilişkileri verilmeye çalışılır. Kuramsal bilgiler altında müzik
sistematiği, müzik tarihi ve uygulamaları gibi konular vardır. Çalgı
eğitiminde, belli çalgılar seçip bunları tekniğine uygun olarak çaldırma
amaçlanır. Okulda belli çalgı grupları (blok flüt,bağlama, mandolin, orff,
gitar v.s.) oluşturulabilir. Müzik dersinin ilk konuları öğrencinin yakın çevresindeki
malzemelere dayalı olmalıdır. Çevrede söylenen tekerlemeler, maniler, ninniler,
sayışmalar, şarkılar, türküler, deyişler kolaydan zora doğru öğretilmelidir.
Daha sonra diğer bölgelerin müzikleri, ülke müziğimizden öğrenci seviyesine
uygun olanlar ve ülke bütünlüğümüzü, birlik beraberliğimizi sağlayan tarihî
marşlar ve kahramanlık türküleri öğretilmelidir.
Müzik dersinde şarkı iki yolla öğretilebilir.
1. Kulaktan öğretim: İlkokulun ilk yıllarında öğretilecek
tüm şarkılar kulaktan öğretilir. Kulaktan öğretilecek şarkıların çok basit
olması ve kolay bellenebilecek yapıda olması gereklidir. Kulaktan öğretimde
öğretmen önce şarkıyı kendisi müzik âleti ile veya sesiyle icra eder veya
-varsa- şarkının kasetini dinletir. Sonrra öğrencilerle birlikte tekrarlanarak
söyletilir. Kulaktan öğretimde şarkı, müzik dersinin sınırlarını açmayacak
şekilde tekrar edilmelidir. Derste öğretilecek şarkıların mihver derslerdeki
konularla ilişkili olması iyi olacaktır. Şarkı öğretiminde şarkının özelliğine
dikkat edilerek veya şarkının ritmi göz önüne alınarak
"bütün-parça-bütün" tekniği kullanılabilir.
2. Nota ile öğretimde dikkat edilecek en önemli husus
öğretilecek şarkı notalarının öğrencilerin daha önce tanıdığı seslerden
olmasıdır. "Çocuğun notaları
tanıması, bilmesi demek, sadece dizek (porte) üzerinde gördüğü notaların
isimlerini söyleyebilmesi demek değildir. Notaların
sesleriyle veya başka heceler üzerinde (na, hey gibi) doğru okuyamayan, gördüğü
nota şekillerini içinde ses olarak tasavvur edemeyen, duyduğu sesleri nota
yazısı ile yazamayan çocuk nota yazısını tanımıyor, bilmiyor demektir."
Nota öğretimine bilinçli olarak ilkokul ikinci sınıfın sonlarında veya tam
olarak üçüncü sınıfta başlanır. Çocuklara saat sesi, kalp atışı, yürüyüş ritmi
gibi seslerle ölçü fikri verilmeli ve bu tür sesler öğrencilere taklit
ettirilmelidir. İlkokulun ilk sınıflarında kullanılacak çalgılar, öğrencilerin
oyun oynar gibi çalabileceği cinsten olmalıdır. Bunlar zil, trampet, darbuka,
tef, zilli tef, küçük davul, teneke kutu, tahta kutu, tempo için demir maşa,
tahta ve demir kaşıklar, tencere kapakları gibi şeylerdir. İlkokul ikinci
devrede en uygun çalgı olan blok flüt ve eğitici olma niteliği az olsa bile,
eşlik etmede avantaj sağladığı için, mandolin gibi müzik âletleri çaldırılabilir.
Okulda sınıf koroları oluşturulur ve bu korolar arasında şarkı yarışmaları
düzenlenir. En güzel söyleyen sınıf korosunun çevrede konserler vermesi
sağlanır. Sınıf korolarından seçmeler yapılarak bir okul korosu
oluşturulabilir. Bu tür bir koroyu yetenekli bir öğretmen veya idarecilerden
biri çalıştırabilir. İlköğretimin ikinci kademesinde okul koroları müzik branş
öğretmenleri tarafından oluşturulur ve çalıştırılır.
Beden Eğitimi, okullarımızda 20. Yüzyıl başlarında bir
ders olarak okutulmaya başlamıştır. Ancak yüzyılımızda en hızlı gelişen
faaliyet alanlarından biri beden eğitimi ve spordur. Gerek spor çeşitleri
olarak gerekse buraya yapılan yatırımlar, insanların günlük hayatlarında ve
kitle iletişim organlarında aldığı yer bakımından sürekli gelişmektedir. Bugün
beden eğitimi sadece bir takım insanların beden hareketleri açısından değil bir
ders programı değil, çağdaş insanın çevresinde olup bitenleri anlaması
bakımından da önemli bir kültür dersi olmuştur. Beden Eğitimi ifade ve beceri
derslerindendir. İfade kısmı, her insanın çevresinde olup biten spor olaylarını
doğru öğrenip onlara gerek oyuncu gerek seyirci olarak katılması açısındandır.
Öte yandan çağdaş dünyadaki birçok teknoloji insanı bedensel faaliyetin dışına
itmekte; sağlıklı bir hayat için insanlara daha okul sıralarından itibaren
temel beden eğitimi hareketlerinin nasıl yapılacağının öğretilmesi ve
alıştırılması gerekmektedir. Beden Eğitimi, öğrencilerin işbirliği yapmasını ve
yardımlaşmalarını gerektirir. Okula başlayan çocukların oyun çağında olmaları
sebebiyle öğretim konularının oyun havasında sunulması gereklidir. Beden Eğitimi dersinde bütün çocukların aynı
becerileri göstermeleri beklenmemeli ve öğrencilerin her birinin kendi yapabildiği
oranda beceri geliştirmeleri beklenmelidir. Öğretmen, Beden Eğitimi dersini
işlerken öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçları, bedenî ve ruhî gelişmelerini dikkate
almalıdır. Beden Eğitimi dersinin uygulanmasında, birer eğitim ilkesi olarak,
aşağıdaki esaslar göz önüne alınmalıdır:
a) Çocuğun ilgisini devamlı kılmak için değişik
hareketlere yer verilmelidir. Durduğu yerde yapılan hareketler, yürürken
yapılanlar, sessiz yapılanlar, gürültüyü gerektirenler, neşe verenler, ciddilik
isteyenler v.s.
b) Yapılması ve anlaşılması kolay hareketleri öne almalı;
kol, baş, gövde hareketleri yaptırmak için sağlam ve rahat duruşlar
seçilmelidir. Çocukların bacakları, vücutlarına göre kısa ve zayıf, gövdeleri
uzun ve ağır olduğu için, kol hareketlerini çeşitli oturuşlara (bacaklar açık,
kapalı, bükülü, bağdaş, diz üstünde, sıra ve tabure üzerinde) daha kolay
yaparlar,
c) Ritmik hareketlere önem verilmekle beraber, bunlar
çocuğun hareket isteğini ve neşesini kırabileceğinden, yavaş tempolu
alıştırmalardan kaçınılmalıdır.
d) Kuralları az ve öğretilmesi kolay olan küçük koşular,
top oyunları ve danslı oyunlar, mücadele oyunlarına üstün tutulmalıdır.
Küçüklerin kişiliklerini belirtmekten hoşlandıklarını düşünerek, küçük yarışlı
oyunlardan da yararlanmalıdır.
e) Kollar üzerine çok yüklenmeyen asılmalarla kolay tırmanmalara
yer verilmelidir (kollara, bacakların yardımı ile ağaca tırmanma ve çerçeveden
geçmeler.. gibi).
f) Bir şekle bağlanmadan uzunluğuna, yüksekliğine ve
derinliğine engel aşmalar yaptırılmalıdır (çit, kasa, tabure, sıra.. gibi). Bu
atlamaları kolay ve neşeli taklitlere bağlamak yararlıdır.
g) Beden eğitiminde en çok kullanılan metod, gösterip
yaptırma metodudur. Öğretmen bir yandan kısa sözel anlatımlarla yapılacak
hareketi tasvir ederken bir taraftan da bir "demo" (gösteri)
mahiyetinde o hareketi yapacaktır. Daha sonra öğrenciler sırasıyla veya toplu
olarak bu hareketi yapmaya başlarlar.
Burada belli hareketleri iyi yapan öğrenciler model
olarak kullanılabileceği gibi; filim, slayt, grafik gibi teknolojilerden de
yararlanarak hareketin düzenli yapılması sağlanmış olur. Beden eğitiminde yanlış hareketler
düzeltilmeli, karmaşık hareketler parçalara bölünerek aşama aşama yaptırılmalı
ve sonra birleştirilmelidir. Öte yandan, aynı hareket değişik ortam ve şartlar
içinde de yaptırılmalıdır. Beden eğitimi derslerinde belli bir hareketin esası
öğrenildikten sonra, alıştırma hareketleri ve serbest hareketler de önemli bir
yer tutar. Alıştırma, beden eğitiminin esasıdır. Bu, bazen bir
yardımcı eşliğinde bazen de öğrenciye tek başına
yaptırılabilir. Beden eğitimi, ders dışı çalışmaların çok rahat yapılabileceği
bir derstir. Okuldaki dersler içinde ortamları ve âletleri çok çeşitli olabilen
derslerin başında gelir. Bu, öğretmen ve öğrencilere büyük bir hareket
serbestliği verdiği gibi, öğretmenin ve öğrencinin yaratıcılığına göre çok
çeşitli öğretim tekniklerinin de geliştirilebileceği bir ders olarak
gözükmektedir.
Bir dilin en iyi öğretildiği genel bir metod dan çok,
öğrenciye en uygun gelen metod ve teknik hangisidir; bunu bulmak önemlidir.
Ancak gene de yaygın olarak kullanılan bazı metotlar vardır: Ortaçağlarda
genellikle dilbilgisi kuralları ile öğretme yolu izlenirken, yeniçağda
biçimsel, sözlü, görsel, konusal, doğal ve uygulamalı yaklaşımlarla çeviri,
dilbilgisi-çeviri, Jacotot, akılcı ve özümleme yöntemleri kullanılmaya
başlandı. Daha sonraki yıllarda çıkan sesbilimsel yöntem ve Sauveur-Heness
yöntemi, doğal yöntem, diziler yöntemi, psikolojik yöntem, De Sauze yöntemi,
Berlitz yöntemi ve seçmeci yöntem; yabancı dil öğretiminde bir reform sayıldı.
20. yüzyılın ilk yarısında da yapısal ve bilimsel, bileşik, temel İngilizce
yaklaşımlarıyla eşdeşler, güdümlü dil, dolaysız, sözlü, "yeni",
Tan-Gau, insanbilimsel, okuma, birim ve uygulama kuram metotları yabancı dil
öğretiminin temel öğretim metotları olarak uygulandı. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise kullanılan
yaklaşım ve metotlar şunlardır:
a) Yaklaşımlar: işitsel-dilsel, durumsal, bilişsel,
işitsel-görsel, çok sicilli, dönel, çözümleyici, bileşimsel, insancıl,
işlemleyici, doğal, düzeltici, iletişimsel, toplumsal-psikolojik.
b) Metotlar: işitsel-dilsel, durumsal-bağlamsal, olgular,
CREDIF* , iki dilli, sessiz yol, danışmanlı dil öğretimi, esinlemeli, tüm
fiziksel tepki, tiyatro.
ÖĞRENCİYİ TANIMA, SINIF ATMOSFERİ VE DİSİPLİN Öğrenciyi
Tanıma Teknikleri İnsanların birbirinden farklı özellikler göstermeleri,
onların farklı kişilikler olarak tanınmalarını gerekli kılmıştır. Öğrenci
davranışları kişiliğinin bir göstergesidir. İnsan davranışlarının sebepleri
araştırılırken, bireyin tanınma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Öğrenciyi
tanıyabilmek için ailesi, sosyo-ekonomik ve kültürel durumu, gelişim dönemleri,
meslekî
tercih ve yönelimleri, gelecekte yapacaklarıyla ilgili
düşünceleri, sağlık durumu vb. konularda bilgi
sahibi olmak gereklidir. Öğrenciyi tanıma teknikleri
"anlatım ve yazılı ifadeye dayalı teknik ve araçlar", "gözleme
dayalı teknik ve araçlar" ve "ölçmeye dayalı teknik ve araçlar"
olmak üzere üç bölümde incelenebilir.
a) Anlatım ve yazılı ifadeye dayalı teknik ve araçları:
Görüşme: Problemli öğrenci ile rehber öğretmen veya
danışman arasında, amaçlı ve planlı, kendine has teknikleri olan konuşmadır.
Öğrenciyi tanıma fişi: "Soru listesi" de denir. Öğrenci toplu
dosyasında bulunması gerekli bilgileri temin etmek amacıyla (aile tarafından
doldurulması tercih edilir) kullanılır.
Otobiyografi: Kişinin kendi hayatıyla ilgili bilgileri
yine kendisinin yazmasıdır. Bu teknikte fert kendini sübjektif olarak
anlatmaktadır.
İstek listesi: Çocukların doyurulmamış isteklerini,
beklentilerini ve açığa vuramadığı hislerini
öğrenmek için, tam veya noksan ifadeli sorular verilerek
öğrencilerin cevaplamasına dayalı bir tekniktir.
Problem tarama envanteri: Öğrencilerin belli başlı
üzüntülerini ihtiyaç ve her türlü problemlerini tespit ederek, öğrencilere
yardım etmek amacıyla hazırlanan listelere denir.
b) Gözleme dayalı teknik ve araçları:
Ev ziyaretleri: Öğrenci hakkında yaşadığı ev ve ailesi
yoluyla şahsî dostluk ve nezaket kurallarına uyularak bilgi toplanması
tekniğidir.
Gözlem kartı: Bir olayı, olguyu veya nesneyi iyi anlamak
amacıyla, olay, durum veya nesnenin belirti ve şartlarını izlemek ve incelemek
ve bunları önceden hazırlanan karta işlemek işidir.
"Kimdir bu" tekniği: Ferdin bulunduğu grup
üyelerinin kendisi tarafından nasıl görüldüğünü anlamak için kullanılan bir
tekniktir.
Sosyometri: Grup içindeki fertlerin, sosyal uyum, ilişki
ve gelişimlerini ölçmek, grup üyelerinin birbirlerine olan uzaklık veya
yakınlıklarını anlamak için kullanılan tekniktir.
Kime göre ben neyim: Öğrencinin, grup içinde nasıl
görüldüğünü kendisinin ifade etmesi tekniğidir. Öğrenci annesi, babası,
arkadaşları ve kendine göre ne olduğunu, rehber öğretmen tarafından hazırlanan
sorulara cevap vererek açıklar.
Sosyo-drama: Bir grup, veya grubun ortak problemi ele
alınır. Problemli ferdin gruptaki diğer fertlerle olan ilgi ve ilişkilerine
dikkat edilir. Psiko-drama: İyileştirici bir tekniktir. Müzik, resim, dans ve
dramanın iyileştirici özelliğinden
yararlanılarak problemli kişiye, bir başkasının
yardımıyla, problemi oynatmak suretiyle, hareketlerinin altında yatan sebepleri
açıklaması istenir.
Grup tedavisi: Buna "grupla psikolojik danışma"
da denir. Ferdi danışma ilkelerinin iki veya daha fazla kişiye aynı zamanda
uygulaması tekniğidir.
c) Ölçmeye dayalı teknik ve araçları:
Öğrenciyi tanımak testler ve test dışı tekniklerle
mümkündür. Testler yetenek testleri, başarı testleri ve kişilik testleri olmak
üzere üç grupta incelenmektedir. Yetenek ve başarı testleri genelde
öğrencilerin zihnî, akademik ve öğretim programlarıyla ilgili becerilerini
ölçmede kullanılır. Kişilik testleri ise öğrenciyi psikolojik yönden tanımada
kullanılan projektif tür, yoruma açık testlerdir. Kişilik testleri projektif
testler, ilgi ve uyum envanterleri ve kişilik envanterleri gibi çeşitlere
ayrılır. Kişilik testleri de her ölçme aracında olduğu gibi geçerli, güvenilir
ve kullanışlı olmalıdır.
Genel yetenek testi: "Zekâ testi" de denir.
Soyut olarak düşünebilme kabiliyetlerini ölçmeye yöneliktir.
Özel yetenek testi: Öğrencinin eğitim-öğretim esnasında
en çok başarılı olduğu veya olabileceği alana yöneltilmesi için, o konuda
gerekli bilgilerin anlaşılmasına yönelik testlerdir.
Başarı testi: Belirli bir konuda bağıl başarıyı ölçmek
için hazırlanan testlere denir. Genellikle öğretim programlarının değerlendirilmesinde
ve seçme sınavlarında kullanılır.
İlgi testleri:Öğrencinin hoşlandığı ve hoşlanmadığı
şeylerin tespit edilmesini amaçlayan bir testtir. Ülkemizde en yaygın
kullanılan ilgi testi Kuder İlgi Alanları Envanteri'dir.
Kişilik testleri: İnsanın çeşitli özelliklerinin bütünü
kişiliğini oluşturur. Bu tür testler kişinin şahsî ve sosyal uyumunu ölçmek
için hazırlanmış araçlardır. 500 üzerinde kişilik testi vardır. En meşhurları
Minnesota, Rorschach, T.A.T.-C.A.T'dır.
Okullarda disiplinli bir eğitim-öğretim sağlayabilmek
için, öncelikle öğrencilerin kişilik özelliklerinin bilinmesi ve ferdî
farklılıkların dikkate alınması gereklidir. Bu da, iyi bir rehberlik hizmeti
verilmesi ve rehber öğretmenlerin öğrencileri tanıma faaliyetleri ile
mümkündür. Rehber öğretmenler uygulayacakları test ve teknikler ile elde
edecekleri sonuçları okul idaresi ve sınıf öğretmenlerine intikal
ettirmelidirler. Öğrencileri tanımak profesyonel bir iştir. Eğitim
programlarının öğrenci yapısına uygun olması, öğrenci velileri ile etkin bir
işbirliği, iyi bir öğretim sağlamaya yönelik diğer faktörlerdir. Okul idaresi
ve rehber öğretmenin, öğrenciler üzerinde uygulayacağı kişilik ölçme testleri
ve öğretmenlerin öğrenciler üzerindeki kanaatlerinin sentezi ile okulun genel
disiplinini sağlamak mümkün olacaktır.
Disiplin
Disiplin;
düzen, intizam ve itaat demektir. Disiplin, bir insan topluluğunun intizam
içinde yaşamasını temin etmek maksadıyla konulan kurallara ve hükümlere ve
bunların yerine getirilmesi için alınan tedbirlere denir. Bu genel tanımın
okula indirgenmesi durumunda ortaya çıkan "okul disiplini" tanımı
şöyle yapılabilir: Öğrencilerin düzenli çalışmalarının temini amacıyla konulan
kurallar ve hükümler ile bunlara uyumun sağlanabilmesi amacıyla alınan
tedbirlerdir. Okul disiplininin yanı sıra bir de "sınıf disiplini"
vardır. Disiplin, okul hayatında her zaman en önemli problemlerin başında
gelmiştir. Disiplini bozucu hareketler olarak genelde şunlar sayılmaktadır:
Öğrenci ve öğretmenlere fiziksel ve sözel saldırganlık, Dolandırma, yalan
söyleme, çalma gibi ahlâksızlıklar, Otoriteye meydan okuma, öğretmenin
isteklerini yapmama, Yüksek sesle konuşmak, bağırıp çağırmak, sınıf içinde
kabaca dolaşmak, eşyalara çarpmak gibi
sınıf
düzenini bozma, Ahmaklık, ödev yapmama, tembellik, hülyalara dalmak v.s.
Amerika'da sınıf disiplinini sağlama konusunda bir takım modeller geliştirilmiş
bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olarak kullanılanları şunlardır:
1. Redl-Wattenberg Modeli: 1950'li yılların başında Fritz
Redl ve William Wattenberg tarafından geliştirilmiştir. Bu bilim adamları
tamamen grup davranışlarını incelemişler, bunların ferdî davranışlardan
farkları ve sınıfın da bir grup olması dolayısıyla, öğretmenin istenmeyen grup
davranışlarını nasıl önleyecekleri hakkında teknikler geliştirmişlerdir. Bunlar
öğrencinin kendini kontrol etmesi, bu safha geçildiyse öğretmenin durumu
kontrol altına alması, davranışın sonucunun
ne olabileceğini açıklaması, ödül ve ceza uygulama gibi
tekniklerdir.
2. Yeni Skinnerci Model: B.F. Skinner, öğrenme psikolojisinde
klasik uyaran-tepki davranışçılığı yerine "tepki-uyaran" teorisini
(operant şartlanma) geliştirdi. Bu temel üzerine, Yeni Skinnerci ler
"davranış değiştirme" (behavior modification) geliştirdiler. Burada
cezalandırma yerine birçok pekiştiriciler (reinforcement) kullandılar. Önce
öğrencinin yanlış davranışları analiz ediliyor ve ona göre bir davranış
değiştirme tekniği geliştiriliyor.
3. Kounin Modeli: Jacob Kounin, öğrencinin davranış ve
öğrenmesini mükemmelleştirmek için öğretmenlerin ne yapması gerektiği üzerinde
durdu. Onun geliştirdiği modelde, öğretmen uyarıları ve azarları dalga dalga
sınıftaki diğer çocuklara da yayılacak ve sınıf disiplini sağlanacaktı.
4. Ginott Modeli: Haim Ginott, sınıf disiplininin
sağlanması için, öğrencilerle uyumlu bir iletişim içine girmenin şart olduğunu
söylüyor. Bu insanî, güvenli ve verimli iletişim sağlanırsa, hem disiplin olayı
olmaz hem de öğrenme daha mükemmel olur.
5. Dreikurs Modeli: Rudolf Dreikurs, sınıftaki
disiplinsizliğin nedenleri üzerinde durdu. Sınıftaki gruba ait olan ve orada
değerli bulunduğuna inanan öğrencilerde disiplinsizlik olayları azalmaktadır.
Sınıfta hatalı konmuş eğitim hedefleri de disiplinsizliğe neden olmaktadır.
Eğer bütün öğrencilerin ulaşabileceği doğru hedefler konur ve demokratik
öğretim ortamı yaratılırsa, sınıf disiplini sağlamak zor olmayacaktır.
6. Canter Modeli: Lee Canter ve Marlene Canter'in
modelleri otoriter disiplin olarak görülmektedir. Sınıfta öğretmen ve öğrenci
hakları ve bunların sınırları vardır. Bu sınırları koyup ayarlayan öğretmendir
(sert yönetici). Daha sonra sınıf kurallarının konulmasında öğrenci
ihtiyaçlarının göz önünde tutulması ve onlarla konuşma yapılması ilkeleri de
kabul edilmiştir.
7. Jones Modeli: Diğer eğitimciler sınıfta disiplin
sağlamak için sözel iletişim üzerinde dururlarken, Fredric H. Jones, sözel
olmayan iletişim üzerinde durmuştur. Bu iletişim öğretmenin beden dili, yüz
ifadeleri, jestleri, göz bağlantıları gibi yönleridir. Öğrenci bir noktada
takıldığında öğretmenin onun kendini kontrol etmesine yardım etmesi de disiplin
sağlamada önemli bir araç olacaktır.
8. Glasser Modeli: William Glasser'in modeli,
öğrencilerin sınıfta ve diğer yerlerdeki hatalarında başarılı olabilmeleri
için, onların iyi davranışlar seçmelerine yardımcı olmaya dayanmaktadır. Okul,
öğrencinin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir eğitim düzenleyip onları
tatmin etmelidir. Sınıftaki öğretimin kalitesi, disipline de olumlu olarak
yansıyacaktır.
9. Gordon Modeli: Thomas Gordon, kendine güvenen, kendini
kontrol eden, sorumlu ve işbirliğine hazır öğrencileri yetiştirmek için
öğretmenlerin ve anne-babaların neler yapması gerektiğini araştırmıştır.
Cezalandırıcı davranışlar çocukları anti sosyal ve yıkıcı davranışlara
sürüklemektedir. Gerçekten etkili disiplini her çocuğun
içinde yaratmalıdır. Öğretmenler, çocukların kendi kendilerini kontrol eden,
olumlu kararlar alan kişiler şekline gelmesine yardım etmelidirler.
10. Curwin ve Mendler Modeli: Richard Curwin ve Allen
Mendler tarafından geliştirilmiştir. Bu araştırmacıların sınıf disiplini
sağlama modeli, öğrenciye daha fazla değer ve ümit vermeye dayanmaktadır.
Özellikle iyice kötü davranışlar içine düşmüş, öğretimi bozan, öğrenmeyi
engelleyen ("ümitsiz vaka") çocuklarda bu model daha uygun
gelmektedir. Bunlara güven vermeli, motive etmeli, başarıları garanti edilmeli
ve sorumluluk vermelidir.
11. Eğitimde disiplin anlayışı içerisine; eğitim-öğretim
faaliyetlerindeki planlı etkinlikler, çevrenin eğitime etkileri (olumlu veya
olumsuz), öğrencilerin birlikte çalışması, grup kurallarına uyma ve oto kontrol
gibi faktörler girmektedir.
Otorite, disiplin sağlama yollarından biridir ve otorite
ile sağlanan disiplin arzu edilen disiplindir. Ancak otorite kırıcılıkla ve
zorbalıkla sağlanmamalıdır. Öğrencisinin gözünde kocaman görünen; fizikî ve
kimlik üstünlüğüne güvenen bir öğretmen, bu üstünlükleri ile otorite sağlamaya
çalışmamalıdır. Otorite fizikî güçle değil, öğrencinin ruh halini tanıyıp, onu
kazanmakla sağlanır. Fizikî güce dayalı otoriteler sonucu oluşan disiplin;
göstermeliktir, yapmacıktır ve içinde riya
vardır. Otorite, karşısındaki kişilerden itaat (uyma) ister. Disiplinde
otorite kadar uyma da önemlidir. İtaat, özdeşleşme ve benimseme, ilk kez Kelman
(1961) tarafından ayırdedilmiştir. Kelman bu kavramları sosyal etki ve tutum
değişimi süreçleri olarak geliştirmiştir. Öğrenci Kelman'ın ayırdettiği tasnife
göre, itaat ettiği sürece öğretmeni ve okul idaresi tarafından sevilecek,
ödüllendirilecek veya cezadan kurtulacaktır. İtaat davranışı eğitim veya sosyal
hayatta her şeye körü körüne bağlılık olmamalıdır. İlkokullarda öğrenciler
öğretmenlerini taklit ederler. Öğretmen bu durumun farkında olur, kendini
sorumlu hisseder ve davranışları ile öğrenciye örnek teşkil ederse öğrenciler
öğretmenin davranışları ile özdeşleşecek ve onu taklit edeceklerdir. Buradaki
özdeşleşme davranışı elbette taklide dayalıdır fakat yine de itaat
davranışından daha iyidir. Esas olan öğrencinin kural veya hükümleri içine
sindirmesi ve benimseyerek yerine getirmesidir. Uyma davranışının en ileri safhası
olan benimseme yoluyla disiplinin sağlanması, öğrencinin veya
kişinin, uymanın kendi görevi olduğunu düşünmesine yol
açacak ve disiplin bozucu davranışlarda bulunmasının önüne geçecektir. Ceza,
ödül ve emirler vasıtasıyla disiplin doğrudan kontrol altına alınabildiği gibi;
öğretmenin rolü,
dershane yönetim biçiminin rolü, öğretim
yönteminin/tekniğinin rolü, program dışı etkinlikler, öğrencilerin okul
yönetimine katılması, öğrenci arkadaşlıkları, iş ve oyun, kitaplar, öğrenciyi
gözetme, uygun bir eğitim programı, iyi bir rehberlik sistemi, etkin bir
okul-veli işbirliği ile okul binasının etkin kullanımı gibi faktörler
vasıtasıyla da disiplin dolaylı yoldan kontrol edilebilmektedir. Eğitim
kurumlarımızda daha düne kadar, "disiplin" denildiğinde kesin itaat
ve ceza motivenin ön planda olduğu bir anlayış hakimdi. Günümüzde ise,
disiplinin amacı, sınıf düzenini sağlamak ve öğrenciyi başarıya motive ederek
ona iyiyi ve doğruyu göstermek olmalıdır. Bu tür bir disiplin anlayışı, ceza
yerine ödülü motive edici olarak kullanır. Çocuğu sıkarak nefret ettirmek
yerine, gönlünü alarak sevgisini kazanmayı hedeflemektedir. Başarısızlığı
değerlendirmekten ziyade, öğrencinin yapabildiklerini göz önüne almakta ve
sınıf içi işbirliğine önem vermektedir. Disiplini sağlamak fizikî, ferdî ve
sosyal sebeplerle zorlaşabilir. Öğrenci davranışlarını doğrudan kontrol için,
arzu edilmeyen davranışların iyileştirilmesi için uygulanacak önlemlerde
uyulması gereken, geniş kabul görmüş bazı ilkeler vardır. Bu ilkeler şunlardır:
Öğretmen kendi disiplininden kendisi sorumlu olmalıdır.
Bir öğrenci için bütün bir sınıf cezalandırılmamalıdır.
Bir öğrenci için alınabilecek disiplin önlemleri, onu
diğer eğitim fırsatlarından mahrum edecek
biçimde olmamalıdır.
Ceza, şahsiyete kaçmamalıdır.
Ceza, öğrenci tarafından anlaşılabilmelidir.
Cezaî önlem gizli olarak alınmalıdır.
Cezanın mutlaka verileceği kanaati hakim olmalıdır.
Cezaî önlem derhal alınmalıdır.
Cezaî önlem (psikolojik) acı vermelidir.
Cezaî önlem işlenen kabahate uygun olmalıdır.
Cezaî önlem suçluya uygun olmalıdır.
Disiplin olaylarında cezanın olduğu kadar ödülün de
çocuklar üzerinde etkisi vardır. Ödül de, ceza da disiplini sağlamaya hizmet
eden zıt kutuplu iki araçtır. Olumlu bir olay neticesinde öğrenciye haz verecek
ödüllerin kullanılması neticesinde, diğer öğrenciler de etkilenecek ve müspet
hareket edeceklerdir. Bu tür bir yaklaşım, daha disiplin olayı cereyan etmeden
önüne geçmeyi sağlayacaktır. Ödül, maddî hediyenin yanı sıra, bir
"aferin" kelimesi ile, öğrenciye beğenildiğini hissettirme, onu övme,
notlarını yükseltme, takdir veya teşekkür belgesi verme şeklinde olabilir.
Öğrencilerin disiplini bozucu davranışlarda bulunmalarını önlemek veya en aza
indirmek, öğretmenin önceden alacağı bazı tedbirlerle mümkün olmaktadır. Bu tür
tedbirler şunlar olabilir: Bir öğrencinin belli bir konuda başarısızlığının söz
konusu olduğu durumlarda onu "illâ öğreneceksin" şeklinde zorlamamak,
ders saatlerinde öğrencileri motive etmek, öğrencilerin boş zamanlarında sosyal
faaliyet yapmaları veya okumaları için gerekli tedbirleri almak; öğrencilerin
kişilik özelliklerini tanımak ve buna saygı göstermek, ders dışı faaliyetlerde
bulunmalarını sağlamak, dersleri monotonluktan kurtarmak ve öğrencilerin
anlamalarını sağlayıcı yöntem/teknik kullanmak, varolan disiplin problemlerinin
sebeplerini araştırmak ve bir daha bu tür disiplin problemi olmaması için
sebeplerin olgunlaşmasını önlemek, derslere öğrenci katılımını sağlamaktır.
Eğitim alanındaki disiplinin ordu disiplini şeklinde düşünülmesi yanlıştır. Öğrencilerin,
her ne kadar üniformaları olsa da, birer asker olmadıkları bilinmelidir.
Disiplin anlayışını yanlış algılayarak öğrencileri yanlış değerlendiren ve
doğru-yanlış her şeye itaat eden bir öğrenci grubu yetiştirmek yanlıştır. Bazı
öğretmenlerin konunun içeriğinden veya eğitim-öğretimden çok işin görüntüsüyle
ilgilendikleri görülmektedir. Meselâ, bir öğretmen sorduğu bir soruya
öğrencisinin ayakta durarak esas duruşta cevap vermesini önemserken, bir başka
öğretmen duruşun önemi olmadığını sadece verilecek cevabın doğru veya
yanlışlığının önemli olduğunu önemseyebilir. Yine bir öğretmen için disiplin,
sınıfa girdiğinde bütün öğrencilerin birer küçük asker gibi ayağa kalkıp
öğretmenlerinin "oturun" demesini beklemeleri iken; bir başka
öğretmen bunu hiç önemsemeyebilir. Aslında burada öğretmen kendine saygı
gösterilmesini istemektedir. Fakat saygı istenmez, karşı taraf saygıyı
gösterir. İstenen saygılarda bir yapmacıklık ve gösteriş hakim olmaktadır. Eğitim ortamında yapılacak faaliyetlerin
sadece öğrenci bilgisini veya becerisini artırmaya yönelik olduğunun
düşünülmesi hatalı bir yaklaşımdır. Eğitim faaliyetlerinin aynı zamanda
öğrencinin kişilik özelliklerine müspet etkiler yapmasını sağlayacak tedbirler
de alınmalıdır. Bu tür faaliyetlerin gerçekleştirilebildiği oranda disiplin
problemlerinde azalma görülecektir. İlkokullarda sınıfta disiplin sağlamak,
okul disiplinini sağlamaktan daha kolaydır. İlkokullarda sınıf öğretmenin
öğrencileri ile sürekli birlikte olması bir avantaj olup, öğretmen, profesyonel
öğrenci tanıma teknikleri kullanmadan da öğrencileri hakkında bir yargıya sahip
olmaktadır. Sınıf disiplininde öğretmenin hareketleri, konuşma tarzı, sınıf
huzurundaki pozisyonu, jest ve mimikleri çok önemlidir. Öğretmenin hareketleri
gereksiz jest-mimikler içeriyor, her zaman komedyen edasıyla ders işlemeye
yöneliyor veya çok ciddi görünüyor, hakimiyeti bu yönde sağlamayı düşünüyorsa
sınıf disiplini otomatik olarak ortadan kalkar. Bu durum genelde tecrübesiz
öğretmenlerin veya öğretim elemanlarının konu alanı veya yeterli pedagoji
eğitimi almamalarından kaynaklanmaktadır. Meselâ, bir öğretmen elindeki ufak
hatırlatma notları ile ve takrir yöntemiyle (bu yönteme soru-cevap, drama gibi
teknikleri de dahil ederek) bir saatlik dersi -hattâ üniversitelerde 2-3 saatlik
blok dersleri- öğrenciyi hiç sıkmadan dinletip, disiplini bozmadan
verebilirken; bir başka öğretim elemanı işi eline ayağına bulaştırmakta,
kitaplar ve notlar kucağında derse girse de bir saatlik dersi cehenneme
çevirmekte veya öğrencileri uyutarak disiplini ancak sağlayabilmektedir. Sınıf
disiplini bu açıdan ele alındığında öğretmenlikte tecrübenin önemi bir kez daha
anlaşılmaktadır. Tecrübeli olan ve sanatını iyi icra edebilen öğretmenler,
öğrenci ilgisini daima zinde tutabilir. Öğrenci ilgisinin 10 dakika, yetişkin
ilgisinin de 15 dakika olduğunu göz önüne alırsak, öğretmenliğin bir ilgi çekme
sanatı olduğunu söyleyebiliriz. Monoton bir sesle öğretimi sürdüren bir
öğretmenin ilgi çekemeyeceği ve disiplin sağlayamayacağı bilinmelidir. Öğretmen
yeri geldikçe ses tonunu yükseltmeyi bilmelidir. Ancak bu yükseltme oranı
sınıftan koridorlara, bahçeye de taşmamalıdır. Disiplin sağlamada en önemli
unsurlardan biri de karşılıklı iletişim kurabilmektir. Sınıf ortamı sadece
öğretmenin söylediği öğrencilerin dinlediği, pasif kaldığı bir ortam
olmamalıdır. Aksi durumda öğretmenin söylediğini anlamayan öğrenciler
birbirlerine soracaklar ve o sırada sınıf disiplini yok olacaktır. Bu açıdan
ele alındığında öğretmen öğrencilerinin bildiği dilden konuşmalı, kısa kelime
ve anlaşılabilir cümleler kullanmalıdır. Uzun cümleler kullanan bir öğretmeni,
öğrencilerin izlemesi mümkün değildir. Öğretmenin kuracağı cümleler basit
olmalı ve kelimelerin anlamı öğrencileri tarafından bilinmelidir. Öğretmenin
öğrenci çalışmalarını kontrol etmesi de disiplin açısından önemlidir. Kontrol
edilmeyen öğrenci çalışmasının disiplinsizliğine yol açtığı bilinmelidir.
Öğrenci yaptığı faaliyetin,hazırladığı projenin, ödevin öğretmeni tarafından
kontrol edileceğini bilirse, disiplinli çalışma
alışkanlığı kazanacaktır. Öğretmenler sınıf içi
kontrollerde, daima disiplinin bozulduğundan şikayet ederler ve bu sebeple
dersi anlatmayı yeğlerler. Halbuki öğretmenler kürsüden kalkmak zahmetine
katlansalar ve öğrenci sıraları arasında dolaşsalar, sınıf içi kontrolde
kargaşa olmayacaktır. İlkokullarda yoğun olarak yapılan bir yanlış da
öğretmenin soruyu sırması ve "cevapları getirin" diyerek masasında
beklemesidir. Buna bir de ilkokul çocuklarının yarış heyecanı eklendiğinde
öğrencileri "paldır-küldür" koşacak ve sınıf bir anda savaş alanına
dönecektir. Ayrıca öğrencilerin masanın etrafını kuşatmaları sebebiyle, masanın
etrafına gelmeyen öğrencilerinde ne yaptığı öğretmen tarafından kontrol
edilemeyecektir. Disiplinsiz bir durumla karşılaşan bir öğretmen; hatalı
öğrenciyi başkaları önünde küçük düşürmemeli, ferdî olarak uyarmalıdır.
Öğretmenin kendi hal ve hareketleri de disiplin problemine sebep olmamalıdır.
Öğretmen aşırı sertlikten veya öğrencileri laubaliliğe, saygısızlığa sevk
edecek yumuşak davranışlardan kaçınmalıdır. Öğrenci grubu içinde işlenen, fakat
faili bulunmayan bir suçtan dolayı bütün grup suçlanmamalıdır. Disiplin problemlerinin çıkmasını önleyici
tedbirler problem çıkmadan alınmalı, yani daha çıkmadan önüne geçmeye
çalışmalıdır. Çünkü problem çıktıktan sonra onu düzeltmeye çabalamak çok uzun
sürecektir. Sınıf öğretmeni kendini aşan bir durum olmadıkça, ufak tefek
problemleri idareye yansıtmamalıdır. Bu durum idari kademelerde de görülebilir.
Bir sürü yardımcısı olan bir yönetici, yetkisini yardımcılarına devrettiği
halde yetkiyi kullanmaktan aciz yardımcılar her problemi üst yöneticilere
götürürler ve idarî disiplinin bozulmasına sebep olabilirler. Bu durum üst
yöneticiyi yıpratır. Doğru olan alt ve orta kademe yöneticilerin kendi yetki
dahiline giren problemleri kendi inisiyatifiyle halletmeleridir. Disiplin
bozucu bir davranış olduğunda, en son uygulanması gerekecek cezaî müeyyide veya
en son söylenecek sözü, en baştan söylememek gereklidir. Bu tepkinin
gösterilmesinden önce düşünmek ve başka çözüm yolları var ise o şekilde çözmek
daha faydalıdır.
Eğitim Sistemimizde Disiplin
Okullarımızda disiplin olaylarının oluşmasına mani olacak
tedbirler önceden alınmakta ve bunlarla ilgili hükümler, öğrencilere eğitimin
her kademesinde yönetmelik, yönerge ve genelge olarak bildirilmektedir. Bu
anlamdaki bir disiplin anlayışına "önleyici disiplin" denir. Önleyici
tedbirler ve disiplin vakalarına karşı yapılacak işlemlerle ilgili zaman zaman
MEB çeşitli mevzuat hükümleri yayınlamaktadır. En kapsamlı disiplin yönetmeliği
1978'de yayınlanan "Millî Eğitim Bakanlığı'na Bağlı Temel Eğitim II.
Kademe (ortaokul) ile Ortaöğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliği"dir. Son
olarak "MEB Ortaöğretim Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği"
1995'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yine ilkokul öğrencilerine maddî ve
manevî ceza verilemeyeceğine dair hükümler ve öğrenci intibaksızlıklarına karşı
alınacak tedbirlerden "MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliği"nde
bahsedilmektedir. İlkokullarda öğretimden çok eğitime önem verilmesi esasına
göre, öğretmenler disiplinle ilgili problemler oluşmadan önleme yollarına
gitmektedirler. Buna göre "ilköğretim kurumlarında disiplin cezası
verilmemesi esastır. Ancak, istenmeyen davranışlarda bulunmakta ısrar eden
öğrenciler hakkında, davranışlarının düzeltilmesi amacıyla okul yönetimi, veli
şube rehber öğretmeni ile işbirliği yaparak gerekli önlemleri alır. Her türlü
uyarılara ve alınan tüm önlemlere rağmen uslanmayan 6,7 ve 8. sınıf öğrencileri
hakkında Disiplin Yönetmeliğine göre işlem yapılır." denmektedir (Madde
118).
SON DEĞERLENDİRMELER
Hangi dersin öğretmeni olursa olsun, Öğretim İlke ve
Metotları dersinden, genel ve özel öğretim metod ve tekniklerinden öğrendikleri
ile, ideal bir öğretmen aşağıdaki becerileri kazanmış olmalıdır.
1. Öğretmen kendi dersinin konularına hakim olmalıdır.
Kendi ders alanıyla ilgili kavramları, olguları, prensipleri, genel hükümleri,
yasaları, modelleri, teorileri v.s. bilmelidir. Aynı zamanda bu konuların hangi
teknik ve metotlarla daha iyi öğretileceğini de öğrenmiş olmalıdır. Öğretmen
kendi ders konusu ile ilgili MEB’ nın hazırladığı müfredat programını da çok
iyi bilmeli ve öğretimde bunu uygulamalıdır.
2. Öğretmen, sınıftaki öğretme-öğrenme işine tamamen
hakim olmalıdır. Burada dikkat edeceği noktalar şunlardır: Dersin önceden planlanması ve hazırlanması:
Bu dersin, öğrenci davranışlarında hangi değişiklikleri yapmasının amaçlandığı
baştan yazılmalıdır. Bu amaçlara ulaşmak için genel ders planı yapılmalıdır.
Hangi öğretme-öğrenme faaliyetlerinin düzenleneceği belirlenmelidir. Uygun
kaynaklar ve âlet-edevat seçilip hazırlanmalıdır. Derste daha önce işlenmiş ve
daha sonra işlenecek konularla şu anda işlenilen konunun bağlantıları
yapılmalıdır.
Öğretim metotları kullanarak ders yapılması: Çocukların
yaşına, seviyesine, dersin konusuna, ders yapılan yere en uygun ve en etkili
ders metotları seçilmelidir. Sınıftaki bütün grupları ve öğrencileri aktif ve
olumlu yönde derse katacak çeşitli metod ve teknikler kullanmaya çalışmalıdır.
Dersin anlaşılmasını ve uygulamaların yapılmasını kolaylaştıracak elektronik
aletler ve bilgisayar teknolojisi de kullanılmalıdır.
Öğrencilerle açık ve sağlıklı iletişim kurulması: İdeal
öğretmen, ders esnasında uyulacak hususları açık ve anlaşılır bir yönerge
olarak ortaya koymalı, öğrenme-öğretme sürecinin uygun yerlerinde kolay
anlaşılabilir açıklamalar yapmalı, zamanında ve etkili sorular sormalı, ses
tonunu çeşitli durumlara göre değiştirerek en etkili şekilde kullanımlı,
öğrencilerin tepkilerini almalı ve bunlardan olumlu olarak yararlanmalı,
kelimeleri ve kavramları sınıf düzeyine uygun olarak seçmeli ve dili etkili
olarak kullanmalıdır.
Sınıfta devamlı bir eğitim atmosferi oluşmasını sağlama:
Bu, öğretmenin sınıfı mükemmel bir şekilde idare etmesi ve öğrencilerle
sağlıklı pedagojik ilişkiler kurabilmesi demektir. Derslerini amaçlı ve düzenli
biçimde sürdüren, derse zamanında başlayıp zamanında bitiren, öğrencilere ve
konuya uygun birey, grup ve sınıf yönetimi tekniklerini kullanan, öğrencilerle
yakın pedagojik ilişki kuran, öğrencilerin dikkatini çeken ve onları güdüleyen,
ceza ve ödülü etkili olarak kullanabilen, dersin sabote edilmesi ve
"kaynatılması" girişimleri karşısında kırıcı olmadan etkin önlemler
alabilen, amaçlara ulaşılıp ulaşılamadığını objektif ve güvenilir olarak ölçebilen,
sınıfta öğrencilerin soru ve problemlerini rahatça açıklamalarını sağlayacak
demokratik bir ortam oluşturan öğretmenler sınıfta öğretime uygun pedagojik bir
atmosfer oluşturmuş sayılırlar.
Ölçme ve değerlendirme: İdeal bir öğretmen, öğrencilerin
öğrenme seviyelerini en kısa zamanda ölçer, kayıtlarını tutar ve ölçme
sonuçlarını hem öğrencinin öğrenme düzeyi hem de kendisinin öğretme düzeyi
olarak değerlendirir.
3. Öğrencilere rehberlik edebilme: Öğretmen kendisine
verilen sınıfın ve hattâ dersine girdiği öğrencilerin kişilik sorunlarını iyi
bir rehber olarak değerlendirir, elinden geldiğince çözmeye çalışır ve
öğrencilerin sağlıklı şahsiyetler geliştirmelerine yardımcı olur. Bunun için
okul boyutunda yapılan rehberlik çalışmalarına ve ders dışı etkinliklere
katılır.
4. Bunların dışında, ideal
bir öğretmende şu kişisel ve meslekî özelliklerin de bulunması gerekir. Zamanı planlı ve etkili bir şekilde kullanma,
Bilmediği konularda uzmanlara danışma ve önerilerden yararlanma, Diğer
öğretmenlerle sağlıklı ilişkiler kurma; mesleği ile ilgili bilgi alışverişinde
bulunma, Hizmet içi eğitim, araç-gereç hazırlama, ders dışı sosyal etkinlikler
gibi okul etkinliklerine katılma, Öğrenci velileri ile iyi ilişkiler kurma,
Meslekî davranış ve görünüm standartlarına uyma, Kendi kendini gerek ders
konuları gerekse diğer sosyal konularda sürekli geliştirme.
KAYNAKLAR
Açıkgöz, K.Ü. Etkili Öğrenme ve Öğretme. İzmir 1996.
Açıkgöz, K.Ü. İşbirlikli Öğrenme. Kuram/Araştırma/
Uygu-lama. Malatya 1992.
Adlamini, Bijan. Didaktik und Methodik. 1981
Akgün, Şevket. Fen Bilgisi Öğretimi. Giresun 1995
(4.baskı)
Alıcıgüzel, İsmail. İlk ve Orta Dereceli Okullarda
Öğretim, İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitapevi,
1979.
Alperen, Nusret. Türkçe (Güzel Konuşma, Okuma ve Yazma)
Öğretim Rehberi. İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı yay. 1989.
Altun, Murat. Matematik Öğretimi. Bursa 1994.
Aschersleben, Karl. Einführung in die
Unterrichtsmethodik. Stuttgart:Kohlhammer-Urban 1984
(4.baskı)
Aytuna H.A., Orta Dereceli Okullarda Öğretmenlik ve
Problemleri, Ankara: MEB Basımevi, 1963.
Balcı, Ali. Sosyal Bilimlerde Araştırma. Yöntem, Teknik
ve İlkeler. Ankara 1995.
Barth, James L./Demirtaş, A. İlköğretim Sosyal Bilgiler
Öğretimi. Ankara: YÖK/Dünya Bankası
Milli Eğitimi Geliştirme Projesi yay. 1996.
Baymur Fuat, Türkçe Öğretimi I, II, İstanbul: Tan
Matbası, 1959
Bilen, M. Plandan Uygulamaya Öğretim. Ankara: Takav 1993.
Bolton, M. Towards a Theory of Drama in Education.
England:Longman 1979
Borowski, G./Hielscher, H./ Schwab, M. Einführung in die
Allgemeine Didaktik. Heidelberg:Quelle
und Mayer 1978 (3.baskı)
Borsum, W./ Posern, H.-G./ Schittko, K. Einführung in die
Didaktik. München: Urban &
Schwarzenberg 1982
Brown, J./Thornton, J.W. Yüksek Öğretim. (Çev.: F.Oğuzkan
v.d.). Ankara: Milli Eğitim
Bakanlığı yay. 1965.
Bruhn, Töpfer. Methodik des Physikunterrichts.
Heidelberg: Quelle und Mayer 1979.
Bulut, Safure. "Matematik Öğretiminde Kullanılan
Yöntem ve Teknikler". İlköğretim Okullarında
Matematik Öğretimi ve Sorunları. Ankara: Türk Eğitim
Derneği yay. 1994. S.81-93.
Burns, P.C./ Betty, D.R. / Ross, E.P. Teaching Reading in
Today's Elementary Schools. Boston:
Houghton Mifflin 1982 (4.baskı).
Charles, C.M. Building Classroom Discipline. USA: Longman
Publ. 1996 (4.baskı).
Christmann, Norbert. Einführung in die Mathematik
Didaktik. Paderborn: F.Schöningh 1980
Cunningham, R.T./ Turgut, M.F. İlköğretim Fen Bilgisi
Öğretimi. Ankara: YÖK/Dünya Bankası
Milli Eğitimi Geliştirme Projesi yay. 1996.
Çilenti Kamuran, Özçelik D.Ali,
Demircan, Ömer. Yabancı Dil Öğretim Yöntemleri. İstanbul
1990.
Demirel, Özcan. Genel Öğretim Yöntemleri. Ankara 1992.
__________. Yabancı Dil Öğretimi: İlkeler, Yöntemler,
Teknikler. Ankara: Usem 1993.
Dietz, B., Kurth, W. Wirkungsanalyse verschiedenartiger
Hausaufgaben. Schule und Psychologie,
7,1960. S.264-275.
Eigler, G., Krumm, V. Zur Problematik der Hausaufgaben.
Weinheim 1972.
Erden, Münire. Sosyal Bilgiler Öğretimi. Ankara: Alkım
t.y.
Ergün, Mustafa. Eğitim Sosyolojisine Giriş (Eğitim ve
Toplum), Ankara: Ocak yay. 1995 (3.baskı)
Ergün, Mustafa. Yunus Emre'de Tasavvuf ve Eğitim. Malatya
1991.
Ergün, Mustafa. "Profesyonel Paket Programların
Eğitim Amaçlı Kullanılması". A. Ü. Eğitim
Teknolojisi ve Bilgisayar Destekli Eğitim I. Sempozyumu.
Bildiriler. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
yay. 1991.
Geibler, Erich E. Erziehungmittel. Bad Heilbrunn/OBB 1981
(6.baskı)1982
Geissler, Erick E. Allgemeine Didaktik. Stuttgart: Klett
1981.
Gel, H.Yücel . "Türkiye'de Resim İş Öğretiminde
Yöntem ve Değerlendirme". Ortaöğretim
Kurumlarında Resim-İş Öğretimi ve Sorunları. Ankara: Türk
Eğitim Derneği yay. 1990.
S.179-201.
Gordon, Thomas. E.A.E. Etkili Anababa Eğitimi. (Çev.: S.
Cider). İstanbul: Sistem yay. 1995.
Gordon, Thomas. E.Ö.E. Etkili Öğretmenlik Eğitimi. (Çev.:
E. Aksay). İstanbul: Sistem yay. 1996.
Grupe, Hans. Biologie Unterricht. Köln: Aulis Verlag 1977
(4.baskı)
Günay, Edip. "Müzik Öğretiminde Yöntem ve
Değerlendirme", Ortaöğretim Kurumlarında Müzik
Öğretimi ve Sorunları. Ankara: Türk Eğitim Derneği yay.
1990. S.131-149.
Güneş, Firdevs. Hızlı Okuma Tekniği. Ankara: Ocak yay.
1993.
Haller, Hans Dieter. Didaktische Organisation des
Unterrichts. München:Juventa Verlag 1978
Hänsel, Dagmar. Didaktik des Sachunterrichts. München:
Diesterweg 1980
Haring, N.G./ Schiefelbusch, R.L. Methods in Special
Education. New York: McGraw-Hill 1967
Hesapçıoğlu Muhsin, Öğretim İlke ve Yöntemleri-Eğitim
Programları ve Öğretim, İstanbul: Beta
Yayıncılık, 1994
Hızal, Alişan. Programlı Öğretim: Kuramları ve
Uygulaması, Ankara: A.Ü. Eğitim Fakültesi
Yayınları, 1977
Kantarcıoğlu Selçuk, Rehberlik El Kitabı, İstanbul: MEB
Basımevi, 1987
Kavcar Cahit, Oğuzkan Ferhan, Sever Sedat, Türkçe
Öğretimi, Ankara: Ergin Yayınevi, 1995
Kerry, Trevor. Teaching Religious Education. London:
Macmillan 1984
Keskinok, Kayıhan. "Biçimsel Sorunlara Dayalı Aşamalı
Yöntem". Ortaöğretim Kurumlarında
Resim-İş Öğretimi ve Sorunları. Ankara: Türk Eğitim
Derneği yay. 1990. S.290-307.
Komisyon, Birleştirilmiş Sınıflar İçin Hayat Bilgisi
Dersi Öğretmen Kılavuzu (Birinci, İkinci ve
Üçüncü Yıl) Ankara: MEB-UNICEF yay. 1995.
Knoll, Karl. Didaktik der Physik. Theorie und Praxis des
Physikunterrichts in der Sekundarstufe I.
München: Ehrenwirth 1978
Köksal, Erhan "Türkiye'de Merkezi Hükümetin Taşra
Örgütünün Denetimi", Amme İdaresi Dergisi,
7,1974
Kutz, R.E. Teaching Elementary Mathematics. Boston: Allyn
and Bacon 1990
Kuzgun, Yıldız. Rehberlik ve Psikolojik Danışma, Ankara:
ÖSYM Yayınları 1988
Küçükahmet Leyla, Öğretim İlke ve Yöntemleri, Ankara:
Gazi Büro Kitabevi, 1995
Lawton, Denis. An Introduction to Teaching and Learning.
1982
Leu, D. J./ Kinzer, C. K. Effective Reading Instruction
in the Elementary Grades. Colombus: Merill
1987.
Maley, Alan/ Duff, Alan. Drama Techniques in Language
Learning. Cambridge: Cambridge
University Press 1982.
MEB, 1936 İlkokul Programı, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi
MEB, 1948 İlkokul Programı, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi, 1969
MEB, 1995 İlkokul Programı, Ankara: Millî Eğitim
Basımevi, 1995
MEB, 1995 İlköğretim Okulu Programı, Ankara: Millî Eğitim
Basımevi, 1995
MEB, Orta Okul ve Orta Öğretim Kurumlarındaki
Öğren-cilerin Ders Dışı Eğitim-Öğretim
Faaliyetleri Hak-kında Yönetmelik. Resmi Gazete 8 Kasım
1989. S.24-28)
MEB, 1995 Ortaokul Programı, Ankara: Millî Eğitim
Basımevi, 1995
MEB, İlkokul Matematik Programı, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi, 1983
MEB, 1968 İlkokul Programı, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi, 1969.
MEB, 1988 İlkokul Programı, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi, 1988.
MEB, İlköğretim Kurumları Yönetmeliği, Tebliğler Dergisi,
Sayı: 2245-2300.
MEB, Eğitim Öğretim Çalışmalarının Plânlı Yürütülmesine
İlişkin Yönerge, Tebliğler Dergisi,
Sayı: 2089, 25.5.1981
MEB, İlköğretim Kurumları Rehberlik ve Teftiş Yönergesi,
Tebliğler Dergisi, Sayı:2346,
28.Ekim.1991
Meschkowski, Herbert. Didaktik der Mathematik I,II,III.
Stuttgart: Ernst Klett 1972
Monstler, G./ Krumwiede, D./ Meyer, G., Methodik und
Didaktik des Biologieunterrichts.
Heidelberg: Quelle & Meyer 1979 (2.baskı)
Noding, S./ Flohr, F. Methodik Didaktik und Praxis des
Chemieunterrichts. Heidelberg: Quelle &
Meyer 1979 (4.baskı)
Oğuzkan, Ferhan. Orta Dereceli Okullarda Öğretim (Amaç,
İlke, Yöntem ve Teknikler), Ankara:
Emel Matbası, 1985.
Özyürek, Leyla. Öğretim İlke ve Yöntemleri. Ankara:
Eğitim Bilimleri Fak. Yay. 1983.
Rehfus, Wulff D. Didaktik der Philosophie. Düsseldorf:
Pädagogischer Verlag Schwann 1980
San, İnci. "Sanat Öğretiminde Yaratıcılık".
Ortaöğretim Kurumlarında Resim-İş Öğretimi ve
Sorunları. Ankara: Türk Eğitim Derneği yay. 1990.
S.145-173.
Schröter, Gerhard. Stromungen der Gegenwarts Didaktik.
Düsseldorf: Pädagogischer Verlag
Schwann 1980
Stokrocki, M./Kırışoğlu, O. İlköğretim Sanat Öğretimi.
Ankara: YÖK/Dünya Bankası Milli
Eğitimi Geliştirme Projesi yay. 1996.
Sutton, Clive. Communicating in the Classroom. 1983
Tan Hasan, Psikolojik Danışma ve Rehberlik, İstanbul: MEB
Basımevi, 1989
Taymaz Haydar, Teftiş-Kavramlar, İlkeler, Yöntemler,
Ankara: Kadıoğlu Matbası, 1993
Topfer, Erich. Methodik des Physikunterrichts. 1979
Volk, Dieter (yay.). Didaktik und Mathematik Unterricht.
Weinheim: Beltz 1980
Weber, Erich. Erziehunsstile Donauwörth: Ludwig Auer 1978
Wittmann, B. Vom Sinn und Unsinn der Hausaufgaben.
Neuwied 1970.
Yönetken, H.Bedi. Okulda Müzik Öğretimi ve Öğretim
Metodları. İstanbul: Milli Eğitim yay.
1952.
Ergün, Mustafa / Ali
Özdaş. Öğretim İlke ve Yöntemleri, İstanbul 1997 adlı eserden, yazarlarının
izni ile alınmıştır.