Hacıalinin websitesi

Bizim de mahkememiz

hacı ali özhan

Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümünde yapılan sempozyum, toplumda Başkan sayın Sezer' in Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışılırken, yeterli düzeye ve doyuruculuğa sahip geçmiştir.

Avrupa hukukunun iç hukuktaki etkileri, yansımaları ve sonuçları 2 gün boyunca çok yönüyle tartışılmış ve ortaya kıymetli bir çalışma çıkarılmıştır. Sempozyumun tüm konuşmalarını içeren (tebliğler, sorular, ek açıklamalar dahil) bir kitabı Anayasa Mahkemesi yayınlayacaktır. Umarım çok sayıda basılır ve dilerim hukuk camiası geniş bir ilgi gösterir.

Sözleşmelerin, AİHM' nin kararlarının ulusal organları, yani ulusal mahkemeler ve ulusal idari organları nasıl etkilediği konusu her ülkede tartışılmış ve halen de tartışılmaktadır. Ülkemizde yeni başlayan bu tartışma gerçekte yoğunlaşacak ve uzun' tartışmaya muhtaçtır. Türkiye'nin AİHM' ce daha fazla sanda mahkum olmaması, vatandaşlarımızı daha fazla mağdur etmememiz ve de taahhütlerimize bağlı kalmamız nedeniyle, milli duygulardan ve ulusal önyargılardan uzak bir şekilde hukuk içinde kalarak çözüm bulmak zorundayız.

Sempozyumda, Anayasa üstündür görüşünden sözleşme üstündür görüşüne kadar tebliğciler bildirilerini açıklamış ve sunmuşlardır. Kolay bitmeyecek bu tartışma, soyut olmaktan ziyade somut olarak günlük yaşamımızı etkileyecek çeşitlilik ve kapsamdadır. Bu nedenle sempozyumda sunduğum üç örnek soru üzerinden, hukukçuların ve okuyucuların dikkatini çekeceğini düşündüğüm için görüşlerimi açıklamak istiyorum.

Birinci sorum: AİHM, TPKP, SP, ÖZDEP davalarından dolayı Türkiye'yi mahkum elti. AİHM' nin mahkumiyet gerekçesi ve kararında şu çok açık ki, kanun ve anayasamızda sözleşmeye aykırılık vardır. Ocak 1998, Temmuz 1999 ve Aralık 1999 tarihlerinde 3 ayrı davada AİHM ihlal tespiti yapmıştır. Bu ihlal bizzat kanundan ve anayasadan kaynaklanmakladır.


Meclis aykırı kanun ve anayasa değişikliği yapmamakta ve Anayasa Mahkemesi de aykırılığı bilinen kanun ve anayasa hükmünü uygulamaya devam etmektedir. Örneğin DKP Şubat 1999 tarihinde kapatılmıştır. AİHM' nin kararına aykırı olduğu bilinmesine karşın ve mahkum edilen gerekçelerin tekrarı gerekçelerle kapatma kararı verilmiştir. Bu durumda Türkiye'nin DKP davasından mahkum olmaması mümkün değildir.

Bu mahkumiyet bilinerek Anayasa Mahkemesi bu kararı vermiştir. Önümüzde HADEP ve FP davaları bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi; Türk kanun ve anayasasının hükümlerini mi uygulayacak, yoksa bunları ihmal edip sözleşme ve AİHM' nin kararlarını mı?. Kanımca kanun ve anayasadaki sözleşmeye ve AİHM kararına aykırı kanun ve anayasa hükümleri ihlal edilerek uygulanmamalı, sözleşme ve AIHM'deki karar kriterlerine göre iddianame değerlendirilerek karar verilmelidir. Aksi halde Türkiye'nin AIHM'ce mahkum edilmesi kaçınılmazdır.

ikinci sorum: Haziran 1998 tarihinde ve Ekim 1998 tarihinde AİHM, DGM'lerdeki asker üyenin bulunmasını tarafsızlığı kuşkuya düşürücü olarak değerlendirerek sözleşmeye aykırı buldu. Meclis, Haziran 1999 tarihinde asker üyelerin kanun ve anayasadan çıkarılması değişikliğini yaparak sözleşmeye ve AİHM kararlarına uyum sağladı. Ancak, Haziran 98-Haziran 99 arasındaki asker üyelerin imzasını taşıyan DGM mahkumiyet kararları Yargıtay'da bulunmakta. Yaklaşık 2000 dosyanın,üzerindeki bu davaların durumu ne olacaktır ?

Aslında Meclis, geçici bir madde ile sorunu çözebilirdi. AİHM'de Türkiye'nin sırf bu nedenle mahkum olacağı açık bu davalar için Yargıtay bir çözüm bulabilirdi. Şöyle ki, asker üyelerin kaldırıldığı gerekçesiyle, temyiz incelemesi yapmadan dosyanın DGM'lere geri gönderilmesiyle sivil üyenin katılımıyla yeniden karar verilmek üzere gerekçesiyle bir içtihat yapabilirdi. Bu konudaki açık taleplerimiz hiç incelenmemiş, hiç değerlendirilmemiş, bu yöndeki taleplerimize hiç cevap verilmemiştir. Halen bir kısmı Yargıtay'da bulunan bu dosyaların, eğer Türkiye'nin mahkum olması istenmiyorsa, DGM'lere geri gönderilmesini Yargıtay Ceza Daireleri sağlayabilir. Yargıtay Başsavcılığı da bu yönde tebliğname sunabilir. Buna kanunen Hiçbir engel olmadığı gibi, pratik bir çözüm olacaktır.

Üçüncü sorum: Çok uygulanan ve düşünceyi yasaklayan denilerek çok yakınılan Ceza Kanunu 158 ve 159. maddelerindeki hakaret kavramı kanunda açık içerik ve kapsamda değildir. Bu durumda Türk toplum değerlerine göre mi hakaret kavramı anlaşılacak, yoksa AİHM' nin kararlarına göre mi anlaşılacaktır? AIHM bir çok kararında, şoke eden, toplumu sarsan, çok aykırı görüşlerin açıklanabileceğini, keza siyasi kişilerin eleştiri hakkının daha geniş olduğunu, yine kamu kurumlarının eleştiriye daha fazla hoşgörü göstermesi gerekliğini ısrarla, tekrarla vurgulamaktadır. Cumhurbaşkanına, hükümete, adliyeye, askeriyeye yapılan sert eleştiriler, 158 ve 159. maddelerce cezalandırılabilmekle ve haklı yakınmalara neden olmaktadır. Ceza hakimi ve Yargıtay Ceza Daireleri hakaret kavramının içeriğini, kapsamını pekala AİHM' nin yorumlarına göre tanımlayarak karar verebilir, vermelidir. Aksi halde AHİM' ce mahkum olmaktan Türkiye kurtulamaz. Buna kanuni bir engel de yoktur.

Kısaca, kanımca sözleşme anayasadan da üstündür. AİHM, 41 ülkenin olduğu gibi bizim de mahkememizdir. Bulun yargı organları AIHM kararlarına uygun karar vermek zorundadır, başka çare yoktur.

Hacı Ali Özhan

hacialiozhan@hotmail.com


akit gazetesi l mayıs 2000 tarihinde yayımlanmıştır.