*26 KASIM 1997 yeni şafak gazetesi ve siyah beyaz gazetesinde 21/22 kasım 1997 tarihlerinde yayımlanmıştır.Yargılamada, duruşmaların açık yapılması, duruşmanın taraflara güven verici olması ve halk tarafından adalet dağıtımının kontrolünü sağlaması açısından önemlidir. Bunun yanında, davanın belgelerden çıkarak somut ve canlı hale gelmesi faydası ile taraflara usul işlemleri tanıması, ayrıca gerçeğin ortaya çıkması açısından, açık duruşma nın adaletin oluşumundaki rolü ve önemi de kuşkusuz büyüktür.Yargılamada, duruşmanın önemi gereği, Anayasa ve CMUK' ta davaların duruşmalı görüleceği ve duruşmanın usul koşulları ile halk tarafından izlenebileceği hiçbir izne tabi olmadan açıkça belirtilmiştir .Duruşma konusu, yargılamada bir ayrıntı değildir. Temel haklar 'düzeyinde, vazgeçilemez nitelikte bir haktır. İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi'nin 10. Maddesi'nde "Herkes :.. davasının açık 'olarak görülmesi hakkına sahiptir." amir kuralı ile, ayrıca, Avrupa insan Haklan Sözleşmesi'nin 6, Maddesi'nde "Her şahıs... davasının... aleni surette dinlenmesini istemek hakkına haizdir." kuralı ile, evrensel bir hak olarak tanınmıştır. Ulusal ve uluslararası düzeyde böylesine önemli bir kural, vazgeçilmez olarak sözleşme şartı olmasına ve en basit davalarda bile duruşma yapılmasına karşın, siyasi parti kapatma davalarında duruşma yapılmamaktadır. Aksine, tam da bu tip davalarda duruşma yapılması gerekirken, bir siyasi partinin kapatılması davasından bu esir genmiştir.Adeta kâğıt yığınları arasında bir siyasi partinin kapatılması gerçeği ile karşı karşıyayız. Duruşma konusundaki ilginç bir gelişmeyi sunmak istiyorum...1961 Anayasası'nın 148. Maddesi aynen, "... Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan sıfatı ile baktığı davalar dışındaki işleri, dosya üzerinde inceler" demesine karşın, Siyasi Partiler Kanunu' nda (SPK) aynen, "...Dava, Anayasa Mahkemesi'nde duruşmalı olarak görülür." denmekte, keza Anayasa Yargısı Usul Kanunu da aynen, "...Bu davalara duruşmalı olarak ve Cumhuriyet Başsavcısı'nın huzuru ile bakılır." Demektedir.1961, 1962 ve 1965 yıllarında yürürlüğe giren bu hükümler, 1968 yılında ilk kapatılan siyasi parti olan İşçi Çiftçi Partisi'nde uygulanmış, 1971 yılında ikinci siyasi parti kapatma davası olan Milli Nizam Partisi'nde, Başsavcılık ca duruşma yapılması hükümlerinin Anayasa' ya aykırılığı iddia edilmemiş, olmasına karşın, Anayasa Mahkemesi kendiliğinden Anayasa' ya aykırılık iddiasında bulunmuştur. Mahkeme, Milli Nizam Partisi'nin üçüncü duruşmasında davayı beklemeye alarak, kendi kendisine dava açarak yargılama yapmıştır. Anayasa Mahkemesi, Anayasa yargı tarihinde ilk ve son olarak bu hukuki ilginç gelişmede davacı olarak kendisini aynen "itiraz yoluna başvuran: Siyasi parti kapatılma davasına bakan mahkeme sıfatı ile Anayasa Mahkemesi" olarak tanımlamış, kararı da Anayasa Mahkemesi olarak kendi vermiştir. Yani davacı kendisi, karar veren kendisi, görülmekte olan bir dava da resen Anayasa' ya aykırılık gören ve iddiada bulunan yine kendisi... (1)Bu davada, SPK' nun ve Anayasa Yargılama Usul Kanunu' nun yukarıda sözü edilen kurallarının Anayasa' ya aykırılığına karar verilerek, ilgili maddeler 6.5.1971 tarihinde iptal edilmiş, Anayasa Mahkemesi, Milli Nizam Partisi'nin davasına duruşmasız dosya üzerinden bakmaya devam etmiştir. Milli Nizam Partisi yetkililerinin "Önceki duruşma yapılması hükümleri kazanılmış hakkımızdır ve tensiple duruşmalı dava yapılacağına dair hükümler uygulanmalıdır." itirazını reddederek dokuz gün sonra Milli Nizam"Partisi'nin kapatılmasına karar vermiştir.Anayasa Mahkemesi'nin bu kararının hakkaniyet açısından yerinde bulunmadığı açıkça gözüktüğünden, 15.3.1973 tarihli 1699 Sayılı Kanunla Anayasa değişikliği yapılmış ve aynen, "...Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan sıfatı İle baktığı davalar ile siyasi partilerin kapatılması hakkındaki davalar dışındaki işleri dosya üzerinden inceler." hükmü getirilmiştir.Açıkça duruşma yapılacağına dair bu hüküm, 1971 yılından 1979 yılına kadar sekiz yıl hiç dava açılmadığından uygulama imkânı bulamamış, 1979 yılında açılan, Türkiye Emekçi Partisi'nin kapatılması davasında ise bolca duruşma yapılarak (15 duruşma) uygulanmıştır. Maalesef bu uygulama ilk ve son olmuş, 1982 Anayasası, yeni SPK ve Anayasa Yargılama Usul Kanunu, duruşma yapılacağı hükümlerini düzenlememiştir. 1983 yılından bu yana açılan 28 adet siyasi parti kapatma davasında, davalı siyasi partilerce duruşma yapılması istenilmesine rağmen, bu talepler reddedilmiştir .Halen Refah Partisi ve Demokratik Kitle Partisi'nin kapatılması davaları da dosya üzerinden, duruşmasız olarak devam etmektedir. 1982 Anayasası, açıkça duruşma yapılacağı hükmü getirmemiş olmasına karşın, aynen, "...dosya üzerinde inceler. Ancak gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir." hükmünü getirmiştir. Keza, SPK 'nda ve Anayasa Yargılama Usul Kanunu'nda, Anayasa' ya paralel olarak yukarıdaki kural konulmuş ve son kelime "çağırır" olarak düzenlenmiştir.Buradan anlaşılacağı üzere, anayasa koyucu ve yasa koyucu, siyasi parti kapatılması davasında, duruşma hükümlerini açıkça düzenlememekle beraber , duruşmaya yakınlaşan, kendine özgü bir yöntem getirerek sözlü açıklama yapma imkanı tanımıştır. Kısmen duruşma hükümlerinin yerini almasını istediği bu sözlü, açıklama yöntemi, ne yazık ki şimdiye kadar hiçbir siyasi parti kapatma davasında uygulanmamıştır. Anayasa Mahkemesi de sözlü açıklama hükümlerindeki takdir haklarını hiç kullanmayarak siyasi partilerimizden esirgemiştir. Kuşkusuz, sözlü açıklama, dava ile ilgili ve konu hakkında bilgisi olanlar için düzenlenmiştir. Yoksa, siyasi partinin temsilcisi ve/veya yetkilisinin sözlü açıklamada bulunması, bu madde hükmü kapsamı dışındadır. Çünkü bir siyasi partinin yetkilisi, bu davada "ilgili" veya "konu hakkında bilgisi olan" diye nitelenemez. Temsilci ve/veya yetkili kişiler, doğaldır ki, ilgili ve konu hakkın da bilgisi, olanlardır. Madde hükmü, bunların dışındaki ilgili ve konu hakkında bilgili olanları amaç edinmektedir. Gerek talep halinde gerek mahkemece resen bu maddenin uygulanabilir olmasına karşın, hatta maddenin "çağırır" amir hükmüne karşın, bu takdir hakkının kullanılmamış olması, yerindelik açısından kanımca uygun değildir.Anayasa Mahkemesi bu konuda öylesine katı bir tutum içerisindedir ki; örneğin, Halkın Emek Partisi (HEP) Genel Başkanı Sayın Fehmi Işıklar, kendi konuşmalarından dolayı açılan partisinin kapatılma davasında dinlenilmemiştir. HEP' ten istifa ederek SHP'den milletvekili seçilen ve aynı partiden TBMM Başkan Vekili olan Sayın Işıklar, HEP' in iki yetkilisinin sözlü açıklaması sırasında Anayasa Mahkemesi salonunda bulunmasına ve sözlü açıklama talebinde, bulunmasına karşın, dinlenilmemiştir. En azından sözlü dinleme sırasında, yetkili olmasa bile Sayın Işıklar' ın ilgili ve konu hakkında bilgisi olan sıfatı ile mutlaka dinlenilmesi gerekirdi kanısındayım.Keza, eylem ve konuşmaları nedeniyle, bir anlamda "fail" sıfatı taşımaları nedeniyle partilerinin kapatılmasına neden olanların dinlenilmeleri, kanımca mevzuatımız açısından zorunludur. Hukuken yerindelik anlamında çok da gereklidir. Davanın uzamasına neden olmayacağı gibi, hiçbir kamusal zararı olmayan, aksine adaletin oluşumunda ve gerçeğin ortaya çıkarılmasında çok gerekli olan bu usul işlemleri, nedense Anayasa Mahkemesi'nce esirgenmektedir.Güncelliği nedeni ile değinmek istiyorum. Refah Partisi'nin kapatılması davasında, iddianamede ve delillerde ismi geçen milletvekili ve belediye başkanlarının dinlenilmeleri zorunlu olduğu gibi, diğer 150 milletvekilinin ve yüzlerce belediye başkanının ve il başkanlarının en azından temsilcilerinin mahkemece belirlenecek bir usulle dinlenilmeleri, odak olma iddiası karşısında yerinde olacağı gibi, kanımca zorunludur da. Hatta delil olarak gösterilen basın organları ve basın mensuplarının dinlenilmeleri de konu hakkında bilgisi olanlar sıfatı ile gereklidir görüşündeyim. Bu usul işlemleri, davanın uzamasına neden olsa da, ülkemizin en büyük, milyonlarca üyesi olan partisinden bunun esirgenmemesi gerekir. Adalet aceleye getirilmemeli, zamana feda edilmemelidir.Sözlü açıklama konusunda Anayasa Mahkemesi'ne talepte bulunan Sayın Abdurrahman Dilipak' ın müracaatı 'tarihi bir anı' olmasının yanında, bundan sonraki davalardaki uygulamaya örnek olması açısından önemlidir. Nitekim, Sayın Dilipak 'ın Refah Partisi davasındaki sözlü açıklama talebini Anayasa Mahkemesi'nin reddetmemesi ve bu talebi sözlü açıklama aşamasında değerlendirilmek üzere ertelemesine ilişkin kararı, umutlu ve iyimser bir gelişmedir. Bu konudaki kararı, doğrusu hukuki kaygılarımla merakla bekliyorum. Karar, 'küçük' olmakla beraber, tarihi bir gelişmeye neden olacak ve yasa gücünde adeta bir uygulama meydana getirilecektir.Anayasa koyucu, duruşma eksikliğini görmüş ve 1995 yılında kısmen iyileştirmeye giderek "...kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra, kapatılması istenen siyasal partinin genel başkanlığının veya onun tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler." hükmünü getirmiştir.Anayasa Mahkemesi, bu hüküm yokken de - isabetli olarak- yerinde bir uygulama başlatmış ve siyasi parti yetkililerini genel başkan veya genel merkez yöneticilerinden yetkili sıfatı ile bir veya iki kişiyi dinlemiştir. Bu uygulama, Anayasa değişikliği ile benimsenince, artık anayasal bir zorunluluk olmuştur.Refah Partisi davası nedeni ile basın organlarında duruşma, oturum, açık dinleme, kapalı dinleme vb. tartışmalar yapılmakta, Sayın Özden ve mahkemeye karşı bu konuda eleştiriler getirilmektedir. Yukarıdaki bilgilerimizden hareketle, Anayasa ve k anunlar "duruşma yapılır" hükmü içermemesine karşın, davaların dosya üzerinde yapılacağı hükme bağlanmıştır. Şimdiye kadar bütün kapatma davalarında, siyasi partilerce duruşma özellikle talep edilmesine karşın, Anayasa Mahkemesi bunları reddetmiştir.Duruşmada, doğaldır ki, savcılık ve davalı parti, 'duruşma salonunda kendilerine ayrılan makamlarda yer alır ve aynı anda, halka açık bir şekilde yargılama yapılır. 1995'teki değişiklikten önce mevzuatta, "sözlü açıklamaları dinlemek" ifadesi kullanılmıştır. Bu dinleme hali bir duruşma olmayıp, toplantı halidir. Sayın Özden, basına açıklamalarında, sanıyorum kastını aşar şekilde "oturum" ifadesini kullanmıştır. Oturum, duruşmanın bir tanesine verilen isimdir. Basın organlarında, sözlü açıklama dinleme hali sa nki duruşmaymış gibi yorumlanarak, mahkemeye yönelik "Neden halka açık değil?.." eleştirisi yapılmıştır.Kanımca, duruşma olmayan ve yalnızca dinlemeden ibaret olan bir toplantının takdir mahkemenin olmakla beraber- açık yapılması (davanın özelliğine göre) yerinde olacaktır. Şimdiye kadar Anayasa Mahkemesi bu takdir hakkını ve sözlü dinleme usulünü kapalı yapmıştır. Mahkemenin takdir hakkını kullanması eleştiri konusu -duruşma boyutuyla- yapılamaz. 1995 tarihli Anayasa değişikliği ile getirilen "Anayasa Mahkemesi, Başsavcı' dan sonra genel başkanı dinler." hükmüne de değinmek istiyorum.Dinleme, bir duruşma olmadığından, Başsavcı ve genel başkanın ayrı ayrı dinlenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki, dinleme kavramı gereği, sıradan mahkemenin bir müzakere benzeri toplantı hali olup kapalı yapılması, Anayasa' ya aykırılık teşkil etmez. Mahkeme uygulaması da şimdiye kadar bu yoldadır. Başsavcı' nın ve Sayın Erbakan' ın kapalı olarak dinlenilmesi, Anayasa' ya aykırı olmadığı gibi, mahkemenin takdirini bu şekilde kullanmasıdır.Hacı Ali Özhan Not: Bu makale ayrıca Anayasa Mahkemesinde Siyasi Parti kapatma davalarında duruşma başlığı ile Siyah beyaz isimli gazetede 21 ve 22 kasım 1997 tarihinde ve Yeni Şafak gazetesi 26 kasım 1997 tarihinde yayımlanmıştır. HAÖ. |