hacialinin websitesi

       MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞI, İTTİFAKLAR, YURTDIŞI SEÇMENLERİ,
      SEÇİM BARAJI, HAZİNE YARDIMI VE YSK KARARLARININ NİTELİĞİ

       milletvekili adaylığı
       milletvekili adaylarına
       YSK kararlarının iptali
       partilerin ittifakları
       seçime girebilmek
       seçim barajları
       serbest seçimler
       yurtdışındaki seçmenler
       hazine yardımı
       partilerin televizyon progandaları
       Sonuç

araştırmanın pencereli makale görüntüleri   basınız

       *3 kasım seçimleri nedeniyle güncel ve pratik başlıklar halinde seçim hukukuyla ilgili degerlendirmeleri içermektedir.
          Hacı Ali Özhan                     ana sayfa

MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞI

1924 Anayasası, milletvekili seçilmeye engel olan suçları; Yabancı devlet resmi hizmetinde çalışanlar, yabancı devlet vatandaşı olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, kısıtlılar, okur yazar olmayanlar ile hırsızlık, sahtecilik, dolandırıcılık, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas suçlarından mahkum olanlar ile sınırlandırmıştır.

1961 Anayasası bu sınırları, askerlik yapmayanları, ağır hapis cezası alanları ve beş yıldan fazla hapis cezası alanları da kapsayacak şekilde genişletmiş ve bu suçlar affa uğramış olsalar dahi milletvekili seçilemezler hükmünü getirmiştir. Affa uğramış olsalar da ifadesi 1801 sayılı kanunla anayasa metninden çıkarılmıştır.

1982 Anayasası mevcut yasaklara, hapis cezası sınırını bir yıla indirerek yasak sınırını genişletmiş, kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma, ideolojik ve anarşik eylemlere katılma ve bu gibi eylemleri tahrik suçlarını da eklemiştir. Ayrıca affa uğramış olsalar bile ifadesini tekraren getirmiştir.

1983 yılında Milletvekili seçilme kanununda, anayasadaki sınırlar zorlanarak biraz daha genişletilmiş ve 158, 159, 169, 312/2 gibi düşünce suçu diye bilinen maddelerde milletvekili olmaya engel görülmüştür.

Bu yasaklamaların olup olmaması gerektiği ciddi bir tartışmayı gerektirir. Ancak egemenliğin oluşumunda, seçmenin siyasi takdir ve tercihinin önüne hukuki engeller çıkarmak yerinde değildir kanısını taşıyorum. Dolayısıyla hiçbir engel olmadan milletvekili adayı olunabilmelidir görüşü çokta yanlış olmayacaktır.

Bazı suçların ve yasakların milletvekilliğine engel olması düşünülse bile, bu suçların mahiyeti ile milletvekilliği görevinin niteliği arasında mutlaka mantıki, siyasi ve toplumsal bir bağ olmalıdır.

Örneğin hükümete hakaret (TCK m.159) etti denilerek 1 yıl hapis cezası almış bir kişinin milletvekili seçilememesi yerinde midir ? Halkı kin ve düşmanlığa tahrik (TCK m.312/2) etti denilerek 1 yıl hapis cezası alan kişinin milletvekili olmaması ne kadar gereklidir ?

Rüşvet almış, hırsızlık, dolandırıcılık, kaçakçılık suçlarının milletvekilliği niteliğiyle ilgili olduğu açıktır. Ancak, hayatının bir döneminde bu suçları işlemiş bir kişiye, yaşam boyu bu hakları yasaklamak kanımca gerekli değildir. Bir dönem kötü hayat sürmüş kişilerin, hiç değişmeyeceklerini düşünerek sürekli hak yoksunluğu yaşaması toplumsal faydayı azaltıcıdır.

1993 yılında DSP 'nin anayasa değişikliği önerisinde (1) "...gençlik heyecanıyla bazı eylemlere katılmış kimselerin bir çoğu, yaşları ilerledikçe yasalara saygılı ve ergin kişiler olabilmektedirler. Onlara ömürleri boyunca milletvekili seçilebilme yasağı uygulamak doğru değildir. Bu hüküm maddeden çıkarılmalıdır" denmiştir. Ayrıca affa uğramış olsalar bile ifadesi 1961 anayasasından çıkarıldığı gibi tekraren maddeden çıkarılmalıdır.

Bu nedenle yüz kızartıcı suçları işleyen kişilerin milletvekili olamayacaklarına ilişkin yasaklar suçun bir defa işlenmesi, tekerrürü ve suç müptelası olma hali gibi ayırımlar yapılarak yasaklamada derecelendirme yapılmalı ve yasaklama mutlaka belirli bir süreye tabi tutulmalıdır. 158, 159, 169, 312/2 gibi düşünce suçları yasak kapsamından çıkarılmalı ve affa uğramış olsalar bile ifadesi anayasadan çıkarılmalıdır.

MİLLETVEKİLİ ADAYLARINA

Hasan Celal Güzel ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin verdiği karar, birçok mahkumun, hak yoksunluklarını ilgilendirmesi nedeniyle üzerinde durulmalıdır. Öncelikle belirtmek isterim ki, konunun sn. Erdoğan ve sn. Erbakan isimleri etrafında tartışılması konunun özünün anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Hatta sn. Güzel, sn. Erdoğan ve sn Erbakan'ın siyasi karşıtları ve yandaşları yalnızca siyasi tercihleri nedeniyle hukuki konularda taraf olarak, konuyu hukuki olmaktan çıkarmaktadır.

Demokrasi ve özgürlük kavramları ile binlerce sol, sosyalist görüşlü mahkumu ilgilendiren ve hukuki içerikli bir konunun gerçek anlamı ve değerini anlamak için hukuk zeminin de tartışılması gerekir.

Hasan Celal Güzel ile ilgili kararı, kısaca özetlemek gerekirse; Yargıtay Başsavcısı 46l6 sayılı kanunun tamamen infaz edilmiş cezalar için uygulanamayacağını bu nedenle de Hasan Celal Güzel' in parti üyeliğinden çıkarılması için ihtar davası açmıştır. Anayasa Mahkemesi, (2)"...asli cezaya bağlı olarak gerçekleşen fer'i ceza yada hak yoksunluklarının ertelenemeyeceğine ilişkin herhangi bir ayrıksı kural yoktur. Bu nedenle asli cezaya bağlı olarak gerçekleşen fer'i cezalarla hak yoksunluklarına ilişkin yaptırımlarında ertelenme olanaklarından yararlanması gerekir...Bu yasa kapsamına giren bir suçtan dolayı mahkum edildiğine göre, infazı devam eden fer'i cezaları ve hak yoksunlukları yönünden ertelemeden yararlanması gerekeceği....4454 sayılı yasanın 2 maddesinde belirtilen üç yıllık deneme süresinin bitimi beklenmeden fer'i cezalarla hak yoksunluklarına ilişkin yaptırımların bu süre içinde uygulanmamasının kabulü gerekir. Üç yıllık deneme süresi bittikten sonra bu hakların kullanılabileceğini savunmak ertelemenin amacına ters düşer. Kişinin fer'i cezalarıyla hak yoksunlukları da deneme süresince ertelenmiş ve askıya alınmıştır... Açıklanan nedenlerle, ertelemenin amacı, bölünmezliği, fer'i cezalarla hak yoksunluklarının etkisi gözetildiğinde, 4454 ve 46l6 sayılı yasaların öngördüğü olanaklardan Hasan Celal Güzel' in yararlanması gerektiği ve Yeniden Doğuş partisi üyesi olmasında yasal bir engel bulunmadığı sonucuna varıldığından..." gerekçesi ile 4/7 oy çokluğuyla davanın reddine karar vermiştir.

Bu davada somut olarak, bir parti üyesi olup olmamak konusu tartışılmıştır. Ancak, Bir parti üyesi olmak, dernek üyesi veya vakıf üyesi olmak, mahalli seçimlerde veya milletvekili seçimlerinde aday olmak, kamu hizmetinde çalışmak, sürücü ehliyeti almak gibi hakları sınırlayan yasaklayıcı hükümler, Anayasa mahkemesinin tanımı ile 'hak yoksunluğu' yaratan hükümlerdir. Gerçekte bu konuları düzenleyen özel kanunlarda bazı suçlardan mahkum olanların bu hakları kullanamayacakları düzenlenmiştir. Asli cezaya bağlı bu 'hak yoksunluklarını' düzenleyen kanuni neticeler, mahkum hapis cezasını çektikten sonra yasaklayıcı kurallar uygulanmaktadır.

Anayasa Mahkemesi, parti üyesi olup olmamak örneği üzerinden uyuşmazlık hakkında bir genel kural saptamıştır. Bununla da, asli cezasını yani hapis cezasını çekmiş mahkum kişilerin de 'hak yoksunlukları' nedeniyle, erteleme kanunu kapsamından faydalanacakları içtihadını getirmiştir. Dolayısıyla hapis cezasını çekmiş kişilerin hapis cezasının fiilen ertelenmesi mümkün olmamakla beraber, bu asli cezaya bağlı fer'i cezalar ile hak yoksunluklarını düzenleyen yasaklayıcı kuralların erteleneceğine hükme bağlamıştır.

Bu karara göre, nisan 1999 tarihinden önce mahkum olan ve cezasını çeken on birlerce mahkumun hak yoksunluklarının uygulanmayacağı karara bağlanmış olmaktadır. Yani beş yıl önce, on yıl önce, yirmi yıl önce mahkum olup cezasını çeken bütün mahkumlar için hak yoksunluklarını düzenleyen yasaklayıcı hükümler uygulanamayacaktır. Hatırlamak gerekirse 4616 sayılı kanun, üst ceza sınırı 12 yıla kadar olan bütün cezaları kapsamaktadır.

3 kasım milletvekili seçimlerinde aday olacak, 1999 yılından önce suç işlemiş bütün mahkumların adaylık başvuruları İl Seçim Kurullarınca kabul edilmek zorundadır. İl Seçim Kurullarında oluşabilecek tereddütleri gidermek açısından Anayasa Mahkemesinin Hasan Celal Güzel kararına atıf yaparak başvuruda bulunmaları isabetli olacaktır.

Ayrıca, mahalli seçimlerdeki adaylıkta, Dernek ve vakfı üyeliğinde, devlet memuriyeti ve diğer kamusal hizmetlerde veya memuriyetten çıkarılanların geri iade başvurularında, sürücü ehliyeti istemlerin de aynı karara atıf yapılarak oluşabilecek hukuki uyuşmazlıkların giderilmesi mümkündür.

YSK KARARLARININ İPTALİ

Kişilerin seçilme hakları gibi çok önemli bir konuda karar veren YSK nun, kararlarının hukuki değeri, niteliği üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Anayasada 'Yüksek Seçim kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz' demektedir. (m.76) Bu hüküm karşısında Yüksek Seçim Kurulu kararları aleyhine idari yargıda dava açılabilir mi? YSK bir idari kurul mudur? Yoksa bir yargısal kurum mudur?

Uygulamada fazla görülmemekle beraber Yüksek Seçim Kurulu aleyhine idari mahkemelerde iptal davası açılabilir. Neden ? YSK'nu bir idari kurul kabul ettiğimizde, kararları aleyhine iptal davası açılması mümkün olacaktır. Kanımca YSK bir idari kuruldur. Anayasadaki başka bir mercie başvurulamaz hükmü, idari kesinlik anlamındadır. İdari işlemin kesin olması, yargısal denetime kapalı olduğu şeklinde yorumlanamaz. Anayasa "idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır" hükmünü getirerek yargı yolunu istisnaları hariç bütün idari işlemlere tanımıştır.(m.125)

Diğer yandan YSK üyelerinin hakim olması, YSK' nın mahkeme olduğu anlamına gelmez. Hakim ve Savcıların idari görevleri 'yargısal işlem' değildir. Yargısal kurumlar yorumla kurulamaz. Anayasa ve yasalardan doğrudan kaynağını alan amir hükümler sonucu kurulurlar. Üyelerin hakim olması değil yapılacak yargılama usulü bir yargı kurumunun niteliğini belirler. YSK' nın itirazlar üzerine, karar verme süreci yargısal süreç değildir. Yargılama usul kurallarına göre işlem yapılmamaktadır. İdari kurul özelliğinde itirazı sonuçlandırarak son kararı vermektedir.

Kaldı ki Yüksek Seçim Kurulu Anayasada Yargı bölümünde düzenlenmemiştir. Gerçi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluda bir yargı kurumu olmamasına rağmen Yargı bölümünde düzenlenmiştir. Yargı bölümünde düzenlenmesi bir yargısal kurum olduğu anlamına gelmez.

Yine Sayıştay, Yargı bölümü içinde bir hesap mahkemesi niteliğinde görülüp yer verilmesine karşın, MGK gerekçesinde 'ilk ve son derece hesap mahkemesi' nitelemesi metinden çıkarılmıştır. Nitekim maddenin gerekçesinde de görülen hizmetin mahiyeti, çalışma usulünün yakınlığı nedeniyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi Yargı bölümünde yer verildiği açıklanmıştır.

Kısaca, Yüksek Seçim Kurulu hakim üyelerden oluşmasına ve anayasada son karar merci gösterilmesine karşın bir yargı kurumu değildir. Yargılama usul kurallarını uygulayarak uyuşmazlıkları çözmemektedir. Bir idari kuruldur. Anayasanın belirttiği son karar merci olması idari kesinlik anlamında ve niteliğindedir.

Bu durumda, milletvekili adaylığı talebinin reddi kararları aleyhine Danıştay'da iptal davası açılabilir. Milletvekili adaylık başvurusu reddedilen adayların Danıştay da açacakları davalardan sonuç alabilmeleri mümkündür. Hatta yürütmenin durdurulması talebi ile 3 kasım seçimlerine girme hakkı kazanılması dahi mümkündür.

SEÇİME GİREBİLMEK

Seçim kanununda, bir siyasi partinin seçimlere katılabilmesi için illerin yarısında altı aydan önce örgütlenmiş olması ve büyük kongrelerini yapmaları veya TBMM de grubunun bulunması gerekmektedir. Bir ilde örgütlenmiş sayılabilmek içinde ilçelerin üçte birinde teşkilatı olmalıdır. (m.14)

3 kasım erken seçim kararı alındığında bazı siyasi partilerin, örgütlenme il sayılarını tamamlayamadıkları veya altı aylık zaman koşulunu yerine getirememeleri sonucu seçime girememektedirler.

Seçime giremeyen partiler, seçime giren partilerle birleşme veya hülle ittifaklar yapmaya zorlanmaktadırlar. Nitekim sn. Cem Uzan' ın liderliğinde kurulan Genç Parti kendini fesih ederek Yeniden Doğuş Partisine katılmış, YDP adını Genç Parti olarak değiştirerek seçime girme hakkı kazanmıştır. Yine Yurt Partisi adıyla seçime giren sn. Sadettin Tantan liderliğindeki parti sn. Gökhan Çapoğlu' nun lideri olduğu DEPAR ile birleşerek seçime girebilmektedir.

Partiler seçimlerde başka partiyle ittifak kuramayacakları, başka partileri destekleyici açıklama yapamayacakları düşünüldüğünde seçime giremeyen partiler, 'vazgeçilmez' olarak nitelenmelerine karşın seçim yarışı dışında tutularak adeta vazgeçilmiş olunmaktadır. (m.90)

Bu nedenle hülle ittifaklar kurularak siyaset ahlakı zedelenmektedir. Örneğin DTP genel başkanı sn. Mehmet Ali Bayar, ATP genel başkanı sn. Tuğrul Türkeş DYP listesinden seçime girmek için partilerinden ayrılmışlardır. Genel başkanlar, başka parti listesinde seçime girerek adeta iki yüzlü olmaya zorlanmaktadır.

İttifak veya birleşme yapamayan yeni kurulan siyasi partilerimizin, seçim dışında kalarak mağdur oldukları açıktır. Hatta bu partiler iki dönem milletvekili seçimine katılmazlarsa kanuna göre kapatma davası ile karşılaşmaktadırlar. Örneğin Diriliş partisi bu nedenle Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır.

Yeni kurulan partiler, diğer partiler gibi trilyon miktarlı hazine yardımı alamamaları ve %10 seçim barajı nedeniyle seçmenlerden ilgi ve katılım görmemeleri nedeniyle 41 ilde ve her ilin üçte bir ilçesinde yönetim organlarını kurmaları ve sürekli devamını sağlayabilmeleri gerçekten zordur.

Kanunda 2/3 oranında ilde örgütlenme ve bir ilde örgütlenmiş sayılabilmek içinde 2/3 ilçede teşkilat kurma şartı getirilmiş, Anayasa Mahkemesi bu sınırlamayı yüksek bularak iptal etmiştir. Daha sonra illerin yarısında ve ilçelerin 1/3 orgütlenmiş olmak şartı getirilmiştir. (3)

Örgütlenme il sayısının düşürülmesi ve altı aylık sürenin erken seçim kararında geçerli olmaması çözüm olarak önerilebilir. Seçime giremeyen siyasi partilerin başka partileri destekleyici açıklama yapabilmeleri, bazı üyelerini başka partilerin listesinde seçime sokabilmeleri, bazı seçim bölgelerinde başka partilerle ittifak yapabilecekleri gibi hakların verilmesi demokrasiye, egemenlik ve milli iradenin oluşumuna daha uygun olacaktır.

PARTİLERİN İTTİFAKLARI

Siyasi partilerin seçimlerde ittifak yapamayacakları, başka bir partiyi destekleme kararı alamayacaklarına ilişkin konuyu, kapatma davaları örneği üzerinden Anayasa Mahkemesi üyelerinin görüşlerini aktararak değerlendirmek istiyorum.

Anayasa değişikliği ile, bir siyasî partinin kapatılabilmesi, tüzük ve programının Anayasaya aykırı olması, eylemleriyle Anayasada yasaklanan fiillerin işlendiği odak olması veya yabancı kişilerden maddî yardım alması halleriyle sınırlandırılmıştır. Anayasadaki kapatma nedenleri, Siyasî Partiler Kanununda 1999 yılında yapılan değişiklikle kanuna aktarılarak, anayasa ile uyumlu hale getirilmiştir. Ancak Kanunda partilere ihtar kararı verileceği, aykırılığın altı ay içinde giderilmemesi durumunda partinin kapatılması için dava açılacağı hükmü korunmuştur. (m.104)

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, parti üyeliğine kabul edilen Hasan Celal GÜZEL'in üyelikten çıkarılması için Yeniden Doğuş Partisi'ne ihtar kararı verilmesi için Anayasa Mahkemesinde açtığı davanın reddinde gösterilen ek gerekçe bu konuda çok dikkate değer önemdedir. Aynen;(2)"...Anayasa'da bulunmayan bir yaptırımı öngören Siyasî Partiler Kanunu'nun 104. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı açık olduğundan ya iptal edilmesi ya da ihmal edilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi'nin itiraz ve iptal davaları dışında, uygulayacağı bir kuralı iptal edebilmesi için elinde Yüce Divan sıfatı ile baktığı bir dava, ya da bir siyasî parti kapatma davası bulunması gerekir....Bu nedenle, Anayasa'ya aykırılığı açık olan bir kuralın bu evrede iptali mümkün olamayacağından, böyle bir durumda yasa kuralının ihmal edilerek üstün hukuk normu olan Anayasa'nın uygulanması gerekir. Bu aynı zamanda Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesini düzenleyen 11. maddesinin gereğidir. Siyasî Partiler Kanunu'nun 104. maddesi Anayasa'da bulunmayan bir yaptırım öngördüğünden, ihmal edilerek uygulanmaması gerekir....Böyle bir durumda ihtar kararı verilerek, siyasal partilerin Anayasa'da bulunmayan bir kapatma tehdidi altında tutulması demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının hukuk güvenliğinden yoksun bırakılması sonucunu doğurur. Kararda belirtilen görüşlerle birlikte yukarıda açıklanan ek gerekçeyle de ilgili siyasî partiye ihtar verilemeyeceği düşüncesindeyiz."

Bu görüşü savunun Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, Başkan vekili Haşim Kılıç ile üyeler Yalçın Acargün ve Sacit Adalı' nın bu değerlendirmeleri gerçekten içtihad niteliğinde hukuki değere sahiptir. Bu değerlendirmeden, siyasi partilerin ittifak yapabilecekleri, ülke genelinde veya bazı seçim bölgelerinde başka bir partiyi açıktan destekleyici olabilecekleri sonucu rahatlıkla çıkarılacaktır.

Seçimlerde ittifak veya destekleyici açıklama yapan siyasi partilere ihtar davası ve kapatma davaları açılması mümkün olmayacağı gibi, açılsa dahi kanunun iptali veya kanunun ihmali yöntemi ile dava reddedilebilecektir. Aksi halde uyum kanunları yapılmadığı sürece anayasa değişiklikleri hiçbir kıymet ifade etmeyecektir. Normlar hiyerarşisine ve anayasanın üstünlüğü ilkesine aykırı bu çelişkiyi "kanunların ihmali" yolu gibi orijinal bir yöntemle uygulamayarak geçersiz kılacak bu görüşü savunan, Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerinin, anayasanın yorumunda büyük değere sahip görüşlerinin, zamanla benimseneceği ve kabul göreceğini düşünüyorum.

BARAJLI SEÇİMLER

Seçim sistemi ve barajın yüksekliği sürekli tartışılmış ve yakınma konusu olmuştur. Barajın altında kalan partiler, barajı geçtikten sonra ne yazık ki seçim barajının indirilmesine karşı çıkabilmekte veya indirilmesi için gerekli katkı yapılmamaktadır.

DSP nin 1993 yılında hazırladığı anayasa değişikliği teklifinde ileri sürülen görüşlere karşın, ne yazık ki DSP iktidar olduktan sonra baraj konusunda zamanında ve yeterince katkıdan kaçınmaktadır. Teklifte hazırlanan değerlendirmelere aynen katıldığımı belirtir, DSP nin bu görüşlerini, DSP' ye ve diğer partilerin bilgilerine sunmak istiyorum.

"....Maddede seçimlerin eşit oy esasına göre yapılması ilkesi vurgulanıyor. Oysa yürürlükteki adaletsiz seçim sistemi oy eşitliğini ortadan kaldırmıştır. Öyle ki son milletvekili genel seçimlerinde bir parti ortalama 37.000 oyla bir milletvekili seçtirebilirken, bir başka partinin bir milletvekili seçtirebilmek için, bunun on katı yani 375.000 oy alması gerekmiştir.

Yine bu seçim sistemiyle oy dağılımının rast gelmesi durumunda bir partinin yüzde 25-35 arası oyla, mecliste rahat bir çoğunluk elde ederek tek başına iktidara gelebilme hatta Cumhurbaşkanını seçebilme olanağı vardır. Bu kadar düşük bir oy oranıyla tek başına iktidara gelen bir parti tarafından kurulacak Hükümetin, yasal açıdan değilse de siyasal açıdan meşruluğu tartışma konusu olabileceği gibi, böyle bir iktidarca seçilecek Cumhurbaşkanının ulusal birliği temsil edemeyeceği de denenerek görülmüştür.

Yürürlükteki adaletsiz seçim sisteminin bir gerekçesi, siyasal yaşamın iki-üç partiyle sınırlı tutulmak istenmesiydi. Oysa hiçbir yasama döneminde TBMM' de şimdiki kadar çok sayıda parti bulunmamıştır. TBMM' si parti sayısı 10' u aşmak üzeredir. Meclis dışındaki partilerin sayısı da artmaktadır. Üstelik meclis içindeki partilerin yarısı seçim sınavından geçmeksizin yasama organında yer almışlardır.

Yürürlükteki adaletsiz seçim sisteminin bir başka gerekçesi "yönetim istikrarı" sağlanmasıydı. Fakat bu gerekçeyi öne sürenler, bizce çok yanlış bir yorumla, istikrarı hükümette aramaktadırlar. Oysa istikrar hükümet de değil devlette aranmalıdır. Nitekim bazı demokratik avrupa ülkelerinde istikrarlı hükümetler hiç kurulamadığı ve sık sık hükümet değiştiği halde, devlet istikrarı sağlanabilmiştir ve bu ülkeler gelişmelerini sağlıklı biçimde hızlandırabilmiş, demokrasilerini güçlendirebilmişlerdir. Bunu kanıtlayan ülkelerin başında Finlandiya ve İtalya gelir. İtalya da sık sık, Finlandiya da ortalama her yıl hükümet değişir.

Bir başka gerekçe koalisyonların önlenmesiydi. Oysa koalisyonun çoğu kez karşıtlar arasında uzlaşma sağlanmasını kolaylaştırdığı, yine bir çok demokratik avrupa ülkelerinin deneyimleriyle görülmüştür.

Almanya, Avusturya ve İtalya, uzun totaliter rejim dönemlerinin olumsuz etkilerinden, koalisyon hükümetleriyle kurtulmuşlardır. Bu ülkelerde koalisyon hükümetleri gelenekleşmiştir ve demokratik uzlaşma kültürünü geliştirip kökleştirmiştir. Ortalama her yıl hükümet değiştiren Finlandiya genellikle iki partili değil, birkaç partili koalisyon hükümetleriyle yönetilir. Hollanda, Belçika, Danimarka da sık sık koalisyon hükümetleriyle yönetilen ülkeler arasındadır. Bu saydığımız ülkelerden hiç birinde, koalisyonlar yüzünden istikrarsızlık devlet işlerinde aksama, siyasal tıkanıklık veya rejim bunalımı görülmemiştir..."

1982 yılı koşullarında oy eşitliğine aykırı seçim sistemi ile %10 seçim barajının, 2002 yılı Türkiye gerçeklerine uymadığı, haksızlık ve mağduriyetler yaratarak demokratik sistemi zedelediği, artık çok net görülmektedir.

Bu sistemin amacına rağmen çok partili meclis ve koalisyon hükümetlerinin oluşumu engellenememiştir. Türkiye 1960 yılından bu yana çoğunlukla koalisyonlarla yönetilmiştir. 1961 yılında kurulan AP-CHP koalisyonu 8 ay, CHP-YTP-CKMP koalisyonu bir buçuk yıl sürmüş, AP-YTP-MP-CKMP koalisyonundan sonra 1974 yılında CMP-MSP koalisyonu bir yıl 4 ay sürmüştür.199l yılından sonra kurulan SHP-DYP koalisyonu 4 yıl sürmüş, 1995 seçimleri sonucu bir yıl süreli DYP-RP koalisyonundan sonra, ANAP-DSP-DTP koalisyonu kurulmuştur. 1999 seçimlerinden sonra kurulan ANAP-DSP-MHP koalisyonu 3 yıl sürdükten sonra erken seçime gidilmiştir.Her seçim döneminde koalisyon deneyimleri, koalisyonlardan kaçmayı değil aksine uzlaşma ve dayanışma gerektirdiği için faydalı sonuçlar çıkardığı için tercih dahi edilmelidir. Bundan sonraki dönemlerde de koalisyonların oluşması pek muhtemeldir.

Bu seçim sistemi ve barajı ile amaçlananı sağlayamadığından değiştirilmesi hukuki, siyasi ve toplumsal bir gerekliliktir. Avrupa Birliği sürecinde, diğer ülkelerdeki seçim barajlarıyla yakınlığı olan olan bir baraj oranının, hatta barajsızlığın ve seçim sisteminin tercih edilmesi ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı, 3 kasım seçiminden sonraki TBMM, gündeminin ilk maddesinde yer vererek karşılamalıdır.

SERBEST SEÇİMLER

Anayasada, seçimlerin serbest oy ilkesine uygun yapılması belirtilmiştir. Serbest oy ilkesi, adayların serbestçe tespitini, özgür propaganda yapılmasını ve seçmenin dilediği milletvekilini seçebilmesini gerektirir. Bu üç aşamadaki her türlü engel seçimlerin serbest olmadığı anlamına gelir. İnsan Hakları Mahkemesi de serbestlik oy ilkesini, aday olmak, oy kullanmak, propaganda özgürlüğü kapsamında değerlendirmektedir. Bu kuralın istisnaları olması gerektiği savunulabilirse de bunun makul, meşru, amaçla orantılı ve hakkın özünü zedelemeyecek sınırda olması gerekir. Milletin kendisini yönetecek vekilleri seçerken, sınırlamaları bizzat milletin kendisine vermek gerektiğinden, işin niteliği gereği bu konudaki her türlü mevzuat sınırlamasının "egemenlik ve milli irade" kavramına aykırı olduğu kanısındayım.

Serbest oy ilkesi konusunda Anayasa Mahkemesi (4)"seçmenin hiçbir yasadışı el atmaya, baskıya, tek yanlı etkiye kapılmadan oyunu kullanmasını, oy kullanmayı etkileyecek, seçmenin özgür iradesini saptırabilecek her tür etkileme dolaylı da olsa, olumsuz tek yanlı etkiye açık tutacak her girişimin baskı olacağından önlenmesi gerekir" değerlendirmesini yapmıştır.

Seçimlerde adayların, hiçbir ceza yaptırımına uğramadan her türlü düşüncelerini söylemeleri bu ilkenin kapsamı içindedir. İyi, kötü, zararlı, faydalı, tehlikeli vb. gibi nitelemelerle bazı adayların düşüncelerini yasaklamak, cezai yaptırıma bağlamak adayların propaganda özgürlüğünü sınırlamaktadır. Bu düşüncelerin yasaklanması

3 kasım seçimlerine giderken, partilerimizin tamamı milletvekili adaylarının büyük çoğunluğunu ön seçimle değil, merkez yoklaması ile tespit etmişlerdir. Yani parti genel merkezlerinin sundukları listedeki sıralara göre adaylar seçime girmektedir. Yani adayların tespiti serbestçe oluşmamıştır. Diğer yandan seçmen oyunu ancak bir partiye verecek, her hangi bir adayı tercih edemeyecektir. Adayların tesbitini yapan genel merkez sırasına, seçmenin müdahalesi kabul edilmeyecektir. Demokrasiye uygun olan tercihli sistemdeki, seçmenin doğrudan adayı tercih imkanı bu seçimlerde verilmemiştir. Dolayısıyla seçmen serbestçe oyunu kullanarak istediği adayı seçememekte, ancak bir parti tercihinde bulunabilmektedir.

Anayasa Mahkemesi bir kanun maddesini yorumlarken,(5) "...önseçimin yasaklanması yurttaşların oy hakkını olumsuz yönde etkileyecektir. Seçmenin siyasi partiyle birlikte temsilcisini de seçmek konusunda sahip olduğu yetkiyi kısıtlamak, demokratik olmayan bir yöntemle saptanmış adaylara oy vermek zorunda bırakmak, daha demokratik saptama yöntemi için seçenek tanımamak oy hakkını zedeler. Milletvekillerini seçmenin ilk koşulu adayları saptamak olduğuna göre ön seçimin yasaklanmasıyla oy hakkının zedelenmesi kaçınılmazdır. Bu durumun anayasanın seçme ve seçilme hakkına açık bir aykırılık oluşturduğu ortadadır..." gerekçesiyle iptal kararı vermiştir.

1920 den 1931 yılına kadar üç seçim için, CHP'nin milletvekili sayısı kadar tek listeli adaylar ile 1931-1946 yılları arasında uygulanan dört seçim için CHP tek listesinden milletvekili sayısından fazla aday gösterilerek seçim yapılmıştır. (6)Mevcut sistem ile tek partili dönem arasında, yalnızca parti sayısının çokluğundan başka bir fark yoktur.

Önseçim ve tercihli sistemin, halkın katılımını artırıp, çoğulculuğu saylayacağından demokrasiye daha uygun olacağı açıktır. Uygulamadaki yanlışlar, bu esaslardan vazgeçmeyi değil aksine olumsuzlukları önleyici tedbirlerle daha da geliştirmeyi gerektirir. 3 kasım seçimlerinin "serbestlik ilkesine" uygun olduğunu söylemek zordur. Adayların tespiti, özgür propaganda ve istenilen adayı isim olarak seçme hakkı bulunmadığından anayasanın aradığı serbest oy ilkesinden uzak bir seçim yaşayıp, ne yazık ki liderlerin vekillerini seçerek demokrasicilik oyununa devam edeceğiz.

YURTDIŞINDAKİ SEÇMENLER

Yurtdışındaki vatandaşların bulundukları ülkede oy kullanabilmeleri 1987 yılında kanunla tanınmış, 1995 yılında anayasa eklenerek anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. 1995 yılında çıkarılan kanunla; Yüksek Seçim Kurulunun gerekli gördüğü hallerde Dışişleri Bakanlığı personelini görevlendirmesi ve kararların Dışişleri Bakanlığınca uygulanacağı belirtilmiştir. Yine Seçimlerin yurtdışında gerçekleştirilmesi için fiili veya hukuki engel veya sair zorunlu haller gerektirdiğinde, YSK' nın gümrük kapılarında oy kullanmaya karar verebileceğine amirdir.

Mevzuat böyle olmasına karşın, aradan 7 yıl geçmesine karşın hala YSK tarafından uygulanabilir tedbirler alınmadığından, yurtdışındaki seçmenler ancak gümrük kapılarında oy kullanabilmektedirler. 1995, 1999 seçimlerinde görüldüğü üzere yaklaşık 100 bin vatandaş gümrük kapılarına gelerek oy kullanmaktadır. Değişik ülkelerde bulunan 2,5 milyon Türk seçmenin, bulundukları ülkelerden Türkiye sınırına gelerek oy kullanması, zahmetli emek, mesai ve mali külfet getireceğinden katılımın çok düşük olması normaldir. Nitekim 3 kasım seçimlerinde de ancak 100 bin civarında seçmenin oy kullanabileceği rahatlıkla tahmin edilebilir.

Anayasal hakkın kullanımını zorlaştıran, sınırlayan bu halin anayasaya aykırı olduğu da açıktır. Nitekim 1995 yılında kanun yapılırken, komisyon ve meclis genel kurulunda, yurtdışındaki vatandaşların oy kullanma haklarını düzenleyen bir kanun yapılmadan seçimlere gidilmesinin anayasaya aykırı olacağı belirtilmiştir. Anayasa Komisyonunda uygulanabilir somut bir kanun maddesi hazırlanmış, genel kurulda da madde, kısmen kabul edilmiştir.

Mevcut maddenin yeterli şekilde oy kullanmayı sağlayıcı olmadığına ilişkin 1995 yılında açılan davada, Anayasa Mahkemesi;(7) "...oy kullanmayı güçleştirme, sınırlama, kimi koşullara bağlama, az yada tümüyle olanaksız kılarak yoksun bırakma, hukuksallıkla asla bağdaşmaz. Devletin yurt içindekilerin olduğu kadar, yurt dışındakilerin de oy verme haklarını kullanmaları için gereken çalışmaları yapması kaçınılmaz bir görevdir." gerekçesiyle maddenin yetersiz olsa da, uygulanabilir hükümler içerdiğini belirtmiştir.

Maddeyi yetersiz ve eksik bularak, karara muhalefet eden sn. Ahmet Necdet Sezer; (7)"...yurtdışındaki vatandaşların oy kullanmaları anayasal bir hak olarak düzenlenmiştir. Ne var ki anayasada yurtdışındaki vatandaşların oy kullanabilme amacıyla uygulanabilir tedbirlerin yasa ile alınması gerektiği belirtilmesine karşın, geçici 2. maddede bu konuda hiçbir tedbir öngörülmemiş böylece düzenleme yetkisi Yüksek Seçim Kuruluna devredilmiş, diğer yönden yurtdışındaki vatandaşların bulundukları yerlerde oy kullanmaları konusunda bir engelin bulunması durumunda yasanın gümrük kapılarında oy vermeye ilişkin maddesinin uygulanacağı belirtilerek oy verme hakkı sınırlandırılmıştır. Bu nedenlerle, geçici 2. maddenin kalan bölümünde Anayasanın 7 ve 67 maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali gerekir." değerlendirmesi yapılmıştır.

Bazı ülkelerin uyguladığı, mektupla oy verme, kendilerine gönderilen oy pusulalarını büyükelçiliklere teslim etme, doğrudan Büyükelçiliklerde oy kullanma, vekaletname ile oy kullanma gibi yöntemlerin Türk seçmenine uygun olanları pekala tercih edilebilir. Ayrıca, Büyükelçiliklerde yapılacak oy verme işlemleri seçim olmayıp, vatandaşlık işlemi olarak nitelenebileceğinden hukuki engellerde aşılabilir. Kaldı ki devletlerin büyük çoğunluğu bu konuda hukuki ve fili zorlukta çıkarmamaktadır.

Gümrük kapılarında oy verme işlemi, Türkiye sınırları içinde yapıldığından, aslında yurtdışında bulunan vatandaşların oy verme işlemi olarak da görülemez. 1999 seçimlerine 8 ay önceden karar verildiğinden, yeterli zaman ve imkanın varlığına karşın, yurtdışındaki seçmenlerin oy haklarını bulundukları ülkede kullanmaları için gerekli düzenlemeler yapılmamıştır.

%7 gibi önemsenecek bir seçmen kitlesinin Mecliste temsil edilememesi, milli iradenin eksik oluşumu, egemenliği ciddi anlamda zedeleyeceği açıktır. Keza yurtdışında bulunan ve yerel sorunları yaşayarak bilen seçmenler içinden çıkabilecek adaylardan 25-30 milletvekilinin TBMM' ne girememesi de ayrı bir kayıptır.

YSK' da konuya uygun yeterli düzenleme yapmaktan kaçınması yanında, TBMM si yıllara rağmen böylesine önemli bir seçmenin anayasal hakkını yeterli şekilde düzenlemeyerek ve hatta sınırlayarak anayasaya aykırılık oluşturmaktadır. Seçim kanun değişikliğinin gündeme geldiği bu günlerde, bu konuda yeterli ve anayasaya uygun bir düzenlemenin yapılması gereklidir.

HAZİNE YARDIMI

Seçim nedeniyle siyasi partilere yapılacak hazine devlet yardımı, normal zamanlardaki miktarın üç katı oranında yapılmaktadır. Yardıma hak kazanan siyasi partilerden DSP, MHP, DYP, ANAP, AKP, SP, CHP ile BBP,ÖDP ve Yurt Partisine 122 trilyon hazine yardımı yapılacaktır.(8)

Bu durumun yardım alan partiler ile yardım almadan seçime giren partiler arasında adaletsiz, haksız bir eşitsizlik yaratacağı açıktır. Anayasaya uygun düzenleme; seçimlere girmeye hak kazanmış bütün siyasi partilere, aldıkları oy oranında yardım yapılmasını gerektirir kanısındayım. Seçimlerde üç kat hazine yardımı yapılması, seçimlere giren her partiye "seçim adaleti" gereği yardım yapılmasını zorunlu kılar.

Hazine yardımına ilişkin hükümlerine baktığımızda, yardım yapılması 1984 yılında kanunla getirilmiştir. İlk haliyle seçim barajını aşmış partilere verilen yardım daha sonra, %7 üzerinde oy almış partilere de uygulandı. Sonra 10 milletvekili olanlara daha sonra da 3 milletvekili olan partileri de kapsayacak şekilde genişletilerek uygulanmaktadır. Seçim dönemindeki yıl hazine yardımı mevcut miktarın üç katı olarak verilmektedir.

Anayasada hazine yardımıyla ilgili bir hüküm yokken, 1995 anayasa değişikliği ile anayasal hüküm olarak düzenlenmiştir. Buna göre, "siyasi partilere, devlet yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar. Partilere yapılacak yardımın......tabi olduğu esaslar kanunla düzenlenir" demektedir. Anayasa böyle demesine karşın siyasi partiler kanununda önceki kanun hükümleri değiştirilmediğinden, Maliye Bakanlığı mevcut kanun hükümlerini uygulamaktadır.

Mevcut kanun hükmünün anayasanın getirdiği ölçütlere ne kadar uyduğu ciddi bir tartışma konusudur. İddiam odur ki anayasaya aykırıdır. Anayasaya aykırı kanun hükmü, uyum kanunu yapılmadığı gerekçesiyle, yürürlükte tutulmaktadır. Anayasanın üstün kanun olduğu ve sonraki kanun olması nedeniylede doğrudan uygulanacağı açıktır. Bu durumda anayasayla çelişen, aykırı bulunan kanun hükümlerinin zimmen kaldırıldığını kabülü gerekir. Meclis kanunu değiştirmezse ki yedi yıldır değiştirmemiştir bu durumda, anayasa değişikliğinin bir anlamı olmayacaktır.

Anayasanın getirdiği 'yeterli düzeyde' ve 'hakça' ölçütleri soyut olsa da, doğrudan uygulamaya elverişli bulunmasa da, mevcut kanun hükümleriyle çeliştiği görüldüğünde, Maliye Bakanlığının kanun hükümlerini uygulamaması gerekir. Anayasaya aykırı kanun zımmen yürürlükten kaldırılmıştır ve ortada somut uygulanabilir bir kanun bulunmadığından, hazine yardımını ödemeyerek kanun çıkıncaya kadar depo edilebilir.

Böylece meclisin uyum kanununu bir an önce çıkarması da sağlanmış olacaktır. 2001 anayasa değişikliği üzerine uyum kanunu çıkmadan Yargıtay ve Yerel mahkemelerin çek, mal beyanı gibi ticari konulu suçların cezalarını uygulamaması kanımca isabetlidir. Hukuken aynı değerdeki bu konuda da Maliye Bakanlığı anayasa hükmü uyarınca bir uygulama içine girebilirdi. SPK de değişikliğin gündemde olduğu bu günlerde, Meclis 1995 anayasa değişikliğinin karşılığı olan uyumlu kanuni düzenlemeyi yapmalıdır.

Meclisin hazine yardımı hakkındaki kanun değişikliğini yapmaması halinde, seçimlere girmeye hak kazanmış siyasi partilerimizin idari yargıda dava açabileceklerini düşünüyorum. 3 kasım seçimleri nedeniyle eylül-ekim ayında yapılacak ödemeler nedeniyle ihtiyadi tedbiren yardımın durdurulması dahi mümkün olabilir.

TELEVİZYONDA PARTİ PROPAGANDASI

Radyo ve televizyonlar, siyasi partiler hakkındaki yayınlarından dolayı, Yüksek Seçim Kurulu tarafından kapatılmaktadır. Seçimin dürüstlük içinde yapılmasını sağlamakla görevli YSK, seçim dönemi süresince, seçimleri etkileyecek her konuda görevli kılınmıştır. RTÜK ile YSK arasındaki yetki tartışması karara bağlandıktan sonra, bazı televizyonların kapatılması basında tartışmalara neden olmaktadır. YSK kararları kesin olduğu içinde yargıya başvuru imkanı verilmeden derhal kapatılmaktadır. (YSK ' nın idari kurul olması ve kararlarının kesinliği idari kesinlik niteliğinde olduğu için yargı denetimine açık olduğu görüşümü tekraren belirtmek isterim.)

YSK' nın bu yasaklarına karşı, özgürlük adına olumsuz tepkiler, yorumlar basında yer almaktadır. Mutlak özgürlük taraftarı olmama karşın, bazı partilerin sahibi oldukları televizyonlarda, sıkça ve uzun süreli yayınların denetlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Sermayenin gücünün veya yalan, yanlış, abartılı, maksatlı haberlerin seçimleri etkilemesine müdahale kamusal gerektir. Bu sınırlama, makul ve somut gerçekliğe uygun istisnai yasaklamadır.

Siyasi partilere, televizyonlarda parasız propaganda imkanı verilirken, paralı propaganda yapabilme imkanı tanıyan kanun çıkarılmıştır. Seçim döneminde siyasi partilere paralı propaganda imkanı tanıyan kanunun iptali için açılan davada, "...Propagandanın amacı, siyasi partiler yönünden kendilerini en iyi biçimde tanıtarak olabildiğince çok seçmenin oyunu almak, vatandaşlar yönünden, oyunu serbestçe ve en uygun biçimde kullanabilmesine olanak sağlayacak bilgilerle donatılmasıdır. Radyo ve televizyonlardan eşit yararlanma hakkı, kişilere siyasi görüşlerini olabildiğince objektif ölçü içinde yansıtılmasını, partilere ise toplumlardaki ağırlıklarına göre orantılı olarak seslerini duyurma olanağının sağlanmasına yabancı olan "para" öğesi bağdaşmaz. Parası ödenerek yapılacak propagandanın ayrıca görüntülü yapılabilmesi de düşünülürse parası daha çok partilerin faydalanma olanağı artmaktadır. Bu ise siyasi partilerin devlet hizmetlerinden eşit yararlanacağı ilkesine aykırı olduğu, kamuoyunun serbestçe oluşumunu da engellemektedir. Kamuoyu oluşturma da para' nın etkili bir araç olarak kullanılmasının ve bunun yasa kuralı haline getirilmesinin anayasal dayanağı yoktur..." (9) diyerek Anayasa Mahkemesi, kanunu iptal etmiştir.

Paralı propaganda yani parti tarafından hazırlatılmış programların yayımı anayasaya aykırı bulunmuştur. Naçizane katıldığım bu yoruma göre, televizyon sahibi kişilerin mensubu bulundukları partilerin propagandasını yapması da, doğal olarak anayasaya aykırı olacaktır.

Tekraren sürekli ve uzunca yapılan yayınlar ile yayım ilkelerinin de ihlal edileceği açıktır. Özel tanıtımların yanında, objektif ve tarafsız haber gerekleri ihlal edilerek, partiler arasında fırsat eşitliğini bozan sermaye kaynaklı propaganda, seçimlerin dürüstlüğünü de bozmaktadır. Dolayısıyla yayın haklarını, kendi çıkarları için kötüye kullanan televizyonların "program" sınırı ile kapatılması yerinde ve isabetli bir tutumdur.

SONUÇ

Yukarıdaki öneriler genel kabul görmüş ve herkesce yapılan degerlendirmelerdir.

Seçim sistemi ve lider diktası her zaman yakınma konusu olsada ne yazıkki değişiklikler yapılmamaktadır. Sorunların tesbiti ve çözümleri konusunda her parti aynı çözümleri önermesine karşın değişikliğin yapılmıyor olması sorunları iyice çıkmaza sokmaktadır.

Meclis seçim kararı aldıktan sonra 'küskünler' diye nitelenen milletvekillerinin bu konuları gündeme getirmeleride mecvliste gerekli ilgiyi ve coğunluğu görmemektedir. 1 ekim 2002 tarihli meclis toplantısında çok önemli bir çoğunluk oluşturan küsünkün milletvekilleri ve bazı partilere karşın, TBMM başkanı sn. Ömer İzgi' nin maksatlı yönetimi sonucu başarıya ulaşamamışlardır.

Küskün milletvekillerinin tarzı her ne kadar 'etik', 'ahlaki' bulunmasa da yapılmak istenen şeyin isabetli ve doğru olması nedeniyle ilgi ve destek görmesi demokrasi adına faydalı olacaktı. Seçim ve partiler mevzuatının normal zamanlarda değişmediği ve ilerdede ne yazıkki değiştirilmeyeceği düşünüldüğünde, küskün milletvekillerinin öncülüğünde de olsa kanunların değişimi tarihi fırsatı kaçırılmamalıydı.

Bu durumda seçim ve partiler mevzuatının değişmesini daha çok söyleyeceğiz ve söyleyip oyalanmaktan öteye gitmeyeçek olması demokrasi açısından haklı karamsarlık oluşturmaktadır.

Not: Bu araştırma bölümler halinde, 12 eylül, 19 eylül, 28 eylül, 5 ekim, 8 ekim,12 ekim, 19 ekim, 25 ekim 2002 tarihlerinde vakit gazetesinde yayımlanmıştır.

1-Anayasa değişiklik önerileri, derleme kurulu Nur Nalıncı v.s.mayıs 1993 Arena yy.
2- Anayasa Mah. 19.07.2001 tarih 2001/3 (siyasi Parti ihtar)
3- Anayasa Mah. 1986/17 esas sayılı kararı
4- Anayasa Mah. 1987/6 esas sayılı kararı
5- Anayasa Mah. 1987/23 esas sayılı kararı
6- Süleyman Çoşkun, Türkiyede Politika 1995, cem yy.
7- Anayasa Mah. 1995/54 esas sayılı kararı
8- Akşam gazetesi 25 eylül 2002 tarihli sayısı
9- Anayasa Mah. ..............esas sayılı kararı

Araştırmalar
ana sayfa / main page

hacialiozhan@mynet.com