![]() |
Atatürk Gerçeği
HACI ALİ ÖZHAN
*27 kasım 1998 Cuma dergisinde yayımlanmıştır.
Atatürk’ ün dediği gibi, onu tanımak yüzünü görmek, sesini duymak değil, fikirlerini bilmek, kavramak ve yönde çaba göstermektir.
Herkesin Atatürk’cü olduğunu söylediği, her yerde Atatürk heykellerinin dikildiği, her duvara Atatürk resminin konulduğu bu günlerde, şimdiler de bir de her yakaya Atatürk figürünün takılması moda olmuştur.
Böylesine çok Atatürk’ çünün bulunduğu ve Atatürk’ ün güya sevildiği bir ortamda, Atatürk gerçeği nedir ? kimler ve nasıl Atatürk’ cü olunur sorusu kuşkusuz daha bir önem taşımaktadır.
Atatürk’ çüyüm deyip Atatürk ü anlamamış olmak ne kadar acı bir trajedidir? Atürük’ cü olmayıp, rüzgarın etkisiyle menfaat çıkarları nedeniyle Atatürk sevdalısı gözükenlere ne denebilir, bilemiyorum.
Bütün bunlar bir yana, Atatürk gerçeğine bilimsel, objektif bakmaya çalışalım.
Bir kere Atatürk tabu değildir. 70 yıl önce türkiye de yaşayan günlük hayatıyla, sosyal ilişkileriyle, devlet adamlığıyla halk gibi, yaşayan çok boyutlu değerli bir insandır
. Resmi tarih bilgilerinin, tarih kitaplarının anlattığı sert simalı, yeşil gözlü cengaver bakışlı, hayattan koparılmış ilah değildir. Bizim gibi yaşayan, düşünen bir halk adamı dır.Kuşkusuz Atatürk'ün bir kısım görüşlerine katılmak mümkün olduğu gibi, birçok konudaki karşı görüşlerin açıklanmasını ve hatta örgütlenmesine saygı duyulmasını zorunlu kılar.
Hatta, bir insanın her konuda, her zaman doğru yaptığı da kolayca iddia edilemez. Bu nedenle karşıt düşünceler de özellikle ciddiye alınmalı, dinlenmeli ve doğru olanlar Atütürk'ü ne kadar seversek sevelim kabul edilmelidir.Atütürk' ü sevmemiz, görüşlerini benimsememiz, Atatürk'ün yanlışlarını, hatalarını kabul etmemize engel olmamalıdır. Aksine Atatürkü her şeyiyle bütün boyutlarıyla tanımak bizim görevimizdir. Ne yazık ki, resmi tarih anlayışı, Atatürk'ün günlük yaşamını, insan ilişkilerini, aile ilişkilerini görmezlikten gelmektedir.Atütürk insandır ve onu insan olarak görmek zorundayız.
Asıl olan, Atatük'ün kişisel beğenileri, davranışları değil onun savunduğu ilkelerin, fikirlerin bilinmesi ve kavranılmasıdır. Atatürk'ün türk milletine hedef olarak gösterdiği muassır medeniyet seviyesine ulaşmak fikri ne kadar anlaşılabilmiş, kavranılıp buna uygun davranılabilmiştir
.Atatürk devrimlerine bakıldığında, hilafet ve saltanatın kaldırılması, Türkçe dilinin ve latin alfabesinin kullanılması, laiklik ilkesi, kılık kıyafet devrimi v.b. devrimler, Osmanlı İmparatorluğu'nün sistemini kabul etmediğini reddettiğini göstermektedir. Bu görüşüne katılmasak da, referans olarak Batı medeniyetini ölçü ve hedef almıştır.
Bu gün ülkemizde Batı değerleri ülke gerçekliğimize sentez edilmeyip yalnızca taklitle yetinilmiştir. Bu taklitçilik ve ikilik bizi medeniyete yaklaştırmadığı gibi, çok boyutlu sorunlara neden olmuş karışıklık meydana getirmiştir.
Hukuk sisteminde, temel kanunların Batı ülkelerinden genellikle çevirisi yapılarak aynen alınmış olması kanımca ciddi bir sakınca yaratmıştır. Özellikle Medeni Hukukta, aile hukukunda, borçlar hukukunda da Türk ahlak ve değerlerinin kanunlara yansıtılamamış olması önemli sorunlar meydana getirmiştir.
Atatürk ilkeleri denilerek her defasında dile getirilen ve Anayasamızda dahi değişmez olarak görülen ilkeleri, bugün ne aşamadadır.
Örneğin halkçılık ilkesinin bu gün karşılığı nedir? Siyasi iktidarın asıl amacının halkın ihtiyaçlarını temel alarak, halk için projeler üretip uygulanması ise, bugün bu ne kadar yapılabilmektedir ?
Yine, halkın siyasi iktidarın oluşumuna katılabilmesi, katılımcı demokrasi denilen çoğulcu sistemin uygulanması ne kadar mümkün olmaktadır.Kısaca Halk ve iktidar birbirine ne kadar yakındır? Bu sorulara olumlu cevap verebilmek kanımca çok zordur.
Atatürkçü olmak, Atatürk'ün bu amacını iyi anlayıp bu yönde emek göstermekle mümkün olabilir. Bu ise, halkın taleplerini doğrudan bilmek, çözüme samimiyetle katkı sunmakla olabilir. Bütün kural ve kurumlarımızla da bu yönde amaçlar ve yöntemlerle uğraş gösterdiğimizde Atatürkçü olabiliriz. Yoksa yalnızca 10 kasımlarda Atatürkü hatırlamakla, Anıtkabir'i ziyaret etmekle Atatürkçü olunamaz.
Devletçilik ilkesinden bu gün ne kalmıştır? Bütün siyasi partilerimizin tamamı oybirliğiyle 'özelleştirmeden' yanadır. Atatürkün kurduğu, önemle gelişmesine katkı sunduğu birçok devlet kurumu, bugün özel mülkiyete açılmaktadır. Benim görüşüme göre, özelleştirme projesi Atatürk'ün devletçilik ilkesine temelden zıttır. Özelliştirmeyi savunup Atatürk'ün devletçilik ilkesini benimsiyorum denilemez.
Kuşkusuz özelleştirme fikri savunulabilir. Ancak bu Atatürk'ün devletçilik ilkesine aykırıdır. Hatta özelleştirme 1982 Anayasamızı da açıktan aykırıdır. Kaynağını da Anayasadan almamaktadır. Üstelikte de özelleştirme uygulamalarının mafyaya peşkeş çekildiği, kara para aklanma operasyonları olarak görüldüğünde Atatürk'ün kurduğu kurumların bugün hem de Atatürk adı kullanılarak ne hale geldiği gerçekten bir dram oluşturmaktadır.
Atütürk'ün devrimcilik ilkesi nerede kalmıştır. 1920 yıllarının Türkiye koşullarında yapılan devrimler, 1998 yılında aynı devrimlere sarılarak devrimcilik ilkesine sahip çıkılmış olunabilir mi? Devrimcilik her konuda tutuculuğu, mevcutu savunmaya karşıttır. Ülkenin koşullarında her zaman yeni, özgür değerleri savunmak devrimcilik iken, eski devrimleri savunmak devrimcilik değildir
.Bu kadar açı bir gerçeği göremeyenlerin, Atatürk'ü seviyor olmaları hem de devrimleri adına, devrimlere aykırı duruma düşmeleri gerçekten üzücüdür.
Laiklik ilkesi adına, bugün Diyanet işleri Başkanlığı aracılığıyla dini değerlere karışmak, din işlerini düzenlemek nasıl savunulabilir? 100 bin kadrosuyla, bütçenin çok önemli bir kısmını ayırarak butun camileri denetlemek ve ibadetin içine müdahale etmek ne kadar yerindedir? Cuma hutbelerinin tek bir metin olarak hazırlanıp bütün camilerde aynı anda zorunlu olarak okutulması ve ibadete gelenlerin dinlemek zorunda kalması laik devlet ile gerçekte bağdaşabilir mi?
Dini duyguları zayıf olan, fazla olan veya hiç olmayan arasında ayrım yapmak, kınama veya cezalandırma veya ödüllendirme yapılması laik devlette düşünülemez. Dolayısı ile bir dinsizi koruyamayacağı gibi, bir dindara da baskı yapamaz. Böyle bir uygulama insani olamayacağı gibi, özgürlük kavramıyla da bağdaşmaz.
Her dindar inancını serbestçe yasayabileceği gibi, yasamama hakkına da sahiptir. Dolayısı ile dini hiçbir kuruma , devlet teşkilatında yer verilmemesi gerektiği gibi, dini tamamen dini kurumlara bırakmak laikliğin zorunlu gereğidir. Dini siyasete alet etmek, dindar siyasetçilerin değil, aksine dindar olmayan, inancında samimi olmayan siyasetçilerin işidir.
Miting meydanlarında elinde Kur'an gösterip öpmek, Allah'ın adını anarak konuşma yapmak, başörtüsü takıp, müslüman görüntüsü veren dini gerçekte siyasete alet etmiş olur.Yoksa inanan dindar bir siyasetçinin dini söylem ve davranışları dini siyasete alet sayılmamalıdır kanısındayım.
Yine, Milliyetçilik ilkesi ne anlam taşımaktadır? Türk olmak ve Türk milletini sevmek doğal bir sonuç olup aksini düşünüp milleyetçilik sevdalısı gözükmek gerçekçi değildir.Türkün hatasını görmek, yanlışını eleştirmek milliyetçiliğin gereğidir. Bir Türkün hatalı olmaması gerektiğinin savunulması nedeniyle eleştirmek, yanlışı dile getirmek millet sevgisinin geregidir
.Milliyetçilik, yanlışlarımızı görmemizi engellememeli, aksine görerek dü-zeltmeye çalışmaktır. Milliyetçiyim diyen veya demeyenlerin ne kadar Atatürk milliyetçisi oldukları üzerinde gerçekten durulmalıdır.
Cumhuriyetçilik ilkesi, ne kadar yasama geçirilebilmiştir?
iktidarın sahibinin bir padişah olmaması, kral olmaması ve halkın kendisi olması fikri uygulamada istenildiği gibi, olması gerektiği gibi başarılamamıştır.
Siyasi iktidarın sahibi olan halkın, bunu demokrasi yöntemi ile gerçekleştireceği kuskusuzdur. Demokrasimizin ne kadar özürlü olduğu izahtan yoksundur.Seçim sistemleriyle milli iradenin oluşumunun çarpıtıldığı, engellendiği açık bir vakıadır.Kaldı ki, demokrasinin uygulanmasında çok önemli bir araç olan siyasi partilerimizin iç işleyişlerinin ne kadar demokratik esaslara uyduğunda her zaman tartışılan kronik bir hastalığımızdır.
Siyasi parti genel başkanlarını kurtarıcı yaparak, yeni krallar meydana çıkartarak cumhuriyetin oluştuğunu iddia etmek, üstelik Atatürk adına, cumhuriyet ilkesi adına bunu yapmak gerçekten dramın ağırlığını göstermeye yeterlidir.
Atatürk ilkeleri denilmesine karşın, ilkelerin bütününden uzaklaşıldığı, çoğu zamanda karşıt uygulamalara düşüldüğü bu durumda kim Atatürkçüdür, nasıl Atatürkçüdür tartışmaları da karışık birer polemik konusu olmaktan öteye gidememektedir.
Atatürk her boyutuyla her aşamada kullanılmaktadır. Buna en çok üzülecekler de kuşkusuz gerçek Atatürkçülerdir. Bu üzüntüyü de en çok kuşkusuz ancak onlar hissedebilir. Kimse, Atatürkçü olmak Atatürk'ü sevmek, bazı konulardaki görüşlerini beğenmek zorunda da değildir. Ancak bu söylenmeyip. Atatürk rozet ve heykelleriyle sahip çıkılması aslında çok ciddi temel bir sorunumuzdur.
Atatürk "Benim karakterim özgürlük ve bağımsızlıktır" demiştir. Emperyalist ülkelerin politikaları yönünde uygulamalar yapmak, onlara bağlı davranışlar içinde olmak bağımsızlık adına nasıl savunulabilir? Ülkenin ekonomik göstergelerinin ABD'den ayarlanması, insan haklan ve demokrasi uygulamalarının ABD talepleriyle belirlenmesi, ülkedeki yatırımların ABD ve diğer emperyalist ülkelerin tercihine göre yapılması (örneğin; demiryolu ve karayolu arasındaki tercih), komşularımızla kötü olmak pahasına emperyalist ülkelerin taleplerini kabul etmek nasıl Atatürkçü politika olarak izah edilebilir.
75 yıl sonra Kurtuluş Savaşının anlamı nedir? 75 yıl sonraki Türkiye, savaş mağduriyetlerindeki çilelere katlanmaya değecek düzeyde midir?
Yukarıdaki görüşler tarafıma ait olup, bir kısmına tamamen veya kısmen katılınmayabilir. Ancak, gerçek Atatürkçülük nedir, nasıl olmalıdır, sorularıyla Türkiye gerçeğine bir bakışı ifade etmektedir.Bu bakışı samimiyetle, bilimsel ve objektif olarak yapabilmeliyiz. Aksi halde Atatürk'ün çağdaş medeniyet hedefinden sapmış oluruz. Atatürk'e saygı, sevgi, kanımca böyle mümkün olabilir.
Hacı Ali Özhan
27 kasım 1998 Cuma dergisinde yayımlanmıştır.
|