hacıalinin websitesi
yargı sayfası

Özgürlükçü hukukçular

Hacı Ali Özhan

Bozulmaması gereken mutlak kurum "yargı"dır. Bir ülkede yargı kurumlarının saygınlığı, güvenirligi bozulmuşsa artık tuz da kokmuş demektir. Böyle bir ülkede yaşamak, sorumlu vatandaş veya bir hukukçu olarak yasamak gerçeklen çok zor olacaktır.

Yargı kararlarında amaç, gerçeğin açığa çıkıncısı ve adaletin tecelli etmesidir. Ayrıca adaletin tecelli ettiğine milletin de inanması gereklidir. Ne yazık ki ülkemizde son yıllarda yargıya, mahkemelere güven zedelenmiş, çok yaygın derecede yıpranmış durumdadır. Ben genel olarak bu görüşlere katılmıyorum. Çok yakından bildiğim örnekler var ki mahkemenin kararını beğenmediğimizde, istediğimiz kararlar verilmediğinde hemen isin kolayına kaçıp hakimleri, mahkemeleri siyasallasmakla suçlamaklayız. Kamuoyundaki yargının siyasalaştığı eğiliminin büyük kısmının bu nedenle oluştugunu düşünüyorum. Burada amacım, hakimleri korumaktan ziyade gördüğüm gerçeği ifade etmektir. Ancak böyle düşünmeme karşılık önemli olan vatandaş gözünde yargının nasıl gözüktüğüdür.

Hakimlerin degerleri, siyasal görüşleri, kişisel bilgi ve görüşleri, verdikleri kararları etkilemesi hiçbir zaman tümden yok edilemez. Doğal olarak baskıcı hukuktan yana alan hakimler olabileceği gibi özgürlükçü hukuktan yana olan hakimlerin de olması normaldir. Ancak az sayıda olduğunu düşündüğüm özgürlükçü yorum taraftarı hakimlerin verdikleri kararlar gerçekten çok kıymetli değere sahiptir.

Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Başkanı M.Hulusi koca k, üye Abdurrahman Serel, üye Hasan Yalçıntaş'ın, 1999 yılında verdikleri kararlar gerçekten ciddi bir demokrasi dersi verecek degerdedir.

Hasan Celal Güzel, Akın Birdal ve Lütfi Şehsuvaroglu hakkında askeri kuvvetlere hakaret etmek suçlamasıyla verilen iki adet davada aşağıdaki mükemmel gerekçe ile beraat kararı verilmiştir. işte mahkemenin gerekçesi:

“....'Düşünme ve düşüncenin açıklanması ozgürlügü çoğulcu demokrasınin kurucu ve olmazsa olmaz öğesi bulunduğuna ecre, düşüncenin açıklanması ortamı yok edilerek yurttaşlara "içinden düşün" denilemez. Bu tutum "düşünme" demek anlamına gelir ki, çoğulcu demokrasi ile bağdaşmaz. Çünkü, dış dünvaya yansıma olanağı verilmediği takdirde düşünce özgürlüğü işlevini yapamaz ve varlık nedenini yitirir. Kişiler ve toplum özgür beynin ürünlerinden yararlanamaz. Düşünceleri "tartışarak ve tartarak doğruyu yanlıştan ayırma" imkânından yoksun kalır. Düşüncenin çokluğu ve eşitliği bu ülkenin zenginliği ve ilerlemesinin itici gücüdür. Onun içindir ki, çoğulcu demokrasiyi benimseyen ülkeler gelişmekle, ötekiler geri kalmaktadır.

Düşünme özgürlüğü çoğunluk gibi düşünememe, kurulu düzeni sorgulama ve hatla eleştirme hakkını da içermelidir. Eğer bir toplumda düşünme özgürlüğü yerleşik düzeni eleştirme ve kınama hakkını kapsamıyor ve yalnızca onu övmeyi öngörüyor ise, orada bağnazlık kaçınılmaz hale gelir. Zira "bir toplumda herkes aynı şeyi düşünüyorsa kimse bir şey düşünmüyor" demektir. Böyle bir toplum duraganlaşır, gelişme gücünü yitirir. Çünkü "mutlak hakikat", ya da "gerçeğin gerçeği" diye bir şey olamaz. "Bir düşünce o an için doğru bile olsa, yarın için yetersiz" kalmaya mahkumdur. Tarihsel süreç, 19. yüzyılın doğrularının 20. yüzyılda yanlış çıktığını, Karadeniz'in kuzeyinde doğru sayılanların güneyinde yanlış sayıldığını söylemektedir. Her an ve her yerde, "değişmez" değişmekte ve bugünün doğruları yarının yanlışları olabilmektedir Yeryüzünün son gerçeğini henüz kimse bulamadı ve bilinen tek "gerçek" budur. Düşünme özgürlüğü, çoğulculuk ve çok seslilik iste bunun için yaşamsal önemde bir temel hak ve hürriyet sayılmıştır.

Gerçeğin anlaşılmasına engel olan şey alışkanlıktır. Dokunulmaz bilinen düşüncelere karşı çıkanlar, çoğu kez düşman ilan: edilmiş, kimi zaman da öldürülmüşlerdir. Başkalarından ayrı düşünenlere hain gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü, insanlık büyük ilerlemelerin çoğunu farklı düşünenlere borçludur. Bunlar düşünce özgürlüğünün bekçileri olup, cesaretle yerleşik düşünceleri eleştirmek yürekliligini göstererek onları geliştirip değiştirebilmişlerdir. Rabeiais, "Calvin, Vollaire, Come ve Atatürk böyledirler.

Ünlü bir hukukçunun dediği gibi, eğer çoğulcu demokrasiyi yerleştirmek istiyorsak, Voltaire bilincini- mutlaka benimsememiz gerekmekledir. O Valtoire ki, Rousseau'nun yapıtlarını ve görüşlerini hiç begenrnedigi halde, kitabı yakılıp kaçmak zorunda kaldığında onu yanına çağırmış ve çağrı mektubunda şöyle demişti: 'Düşüncelerinizin hiçbirine katılmıyorum, ama onları söyleme hakkınızı sonuna kadar savunacağım.' İşte ulusun çoğunluğu boyle bîr bilince eristiği zaman çoğulcu demokra si kalıcı bir şekilde köklü olarak kurulmuş olur.

Geri kalmis ülkelerdeki en büyük eksiklik, eleştiriden kaçmak, hatta korkmaktır. İnsanın değeri gercekle yüz yüze çekebilme yeteneği ile ölçülür. Bu yargı toplumlar İçin de geçerlidir. Düşünce farklılıkları, çalışmaları bizi incitip alt üst etmemeli, yalnızca uyandırıp harekete geçırmelidir. Eleştirdiğimiz zaman öfkelenmek yerine dikkatimiz uyanmalı ve eleştiriye kulak vermeliyiz. Çünkü hiç kimse bize düşündüğümüz veya yaptığımız şeyin neresinin vanlıs olduğunu göstermeden daha çok iyilik edemez. Yanlıştan arınmanın biricik yolu budur. Eleştirileriyle sürekli yanlış yapmaktan bizi koruyan kişi adeta çarpık kravatımızı düzelterek bizi gülünç durumdan kurtaran bir centilmen gibi kabul edilmelidir.

Başka bîr açıdan bakılır ise, coğulcu demokrasi, sivil toplum, hukukun üstünlüğü "insan evriminin bugün ulaştığı son kavşağı" ifade etmektedir. Çok sesliliğin korunabildiği oranca top!um gelişme yeteneği kazanmakta olup , ilerlemenin esrarı burada yatmaktadır.

Bu yüzdendir ki, demokratik hukuk devleti, bireysel Özgürleşmeyi, farklı düşünmeyi özendirmekle kalmamalı, her 'din inanç ve görüşe eşit uzaklıkla durarak, tarafsızlığını korumalı, bunların barış içinde yanyana yasamalarını sağlayaçak ve birinin diğerini yok etmesini önleyecek bir çerçeve çizmekle yetinmesi, düşünceleri susturmaya kalkışmamalıdır..."

Sîyasal düşünceleri farklı kişiler Hakkınca verilen bu güzel gerekçelere katılmamak mümkün müdür? Boyle düşunmeyen hakimlerimizin bulunması da normal görülmelidir, ancak tarih özgurİukten yana akmakla ve akmaya da devam etmektedir. Yargıtay Başkanı Sami Selçuk gibi ve yukarıdaki gerekçeyi yazan hakimler gibi hakimlerin var olduğunu bilelim. Yargının bağımsızlığı için, demokrasinin İslemesi İçin boyle hakimlerin varlığı küçük ama çok güzel bir umut değil mi?

Hacı Ali Özhan


4 aralık 1999 akit gazetesinde yayımlanmıştır.


anayasa mahkemesi     insan hakları mahkemesi    yargıtay    daniştay    baro      main page / ana sayfa
hacialiozhan@yahoo.com