DGM'lerin anayasadan çıkarılmasına karşın kanunun yürürlükte bulunması, haklı olarak bir kargaşaya neden oldu. Bunun farkında olan Hükümet derhal kanun hazırlığına girişte, ancak bu kez de DGM'lerin ne olacağı tartışmalara neden oldu.
Adli yargıda DGM'lerin neden olduğu en önemli sorun iki başlılık yaratmasıdır. Bu konunun üzerinde durulmamakla beraber, DGM'ler bu yönüyle yargının işini zorlaştırmakta, uzatmakta ve gereksiz karışıklıklara neden olmaktadır. Her il çevresinde kurulan mahkeme ve savcılıklar bir Adalet Komisyonu ve Başsavcılıktan oluşmaktadır. DGM'ler ile ayrı bir Adalet Komisyonu ve Başsavcılık kurulmuştur. Üstelik DGM'ler her il'de bulunmadığı için birden çok il'i içine alan bir anlamda bölge mahkemesi şeklinde kurulmuştur. DGM'lerin birden çok il'e ait yetkili kılınmış olması karışıklığın asıl nedenidir. Adliyede iki başlılık oluşturan DGM'ler, asıl bu nedenle kaldırılmalıdır.
Aslında olması gereken anayasaya paralel olarak DGM kanunun da kaldırılarak, önceki sisteme dönülmesi. Yani 1984 yılından önceki gibi Ağır Ceza Mahkemelerinin görevli kılınmasıdır. Ceza yargılamasında normal sistemden DGM'ler kurularak ayrılındı, şimdi eski hale geri getirilecektir. Ağır Ceza Mahkemeleri üzerinde bir bölge mahkemesi fikri kesinlikle yanlıştır ve bu yargıdaki ikili yapıyı sürdürmek demektir. Bazı suç grupları için ihtisas mahkemesi niteliğinde ağır ceza mahkemelerinden birisi görevlendirilebilir. Bu zaten yapılmaktadır, kimse uzman mahkemelere de karşı çıkmıyor. Örneğin basın suçlarıyla ilgili davalara 2. numaralı mahkemeler bakmaktadır. Böylece her il'deki ağır ceza mahkemeleri görevlendirileceği için adli yargıdaki ikili yapı sona erecektir. Böyle bir düzenleme DGM sorununun çözümü için yeterlidir ve en uygun çözüm de budur.
DGM'deki eski dosyalar için görevlendirilecek mahkemelerinin Doç. Adem Sözüer'in doğal hakim ilkesine aykırı olacağı iddiası ciddiye alınarak buna uygun bir düzenleme yapılması isabetli olacaktır. Aksi halde AİHM' de büyük tazminatlar ödemek zorunda kalınacağı açıktır.
Bilindiği üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi asker üyeli DGM'leri bağımsız mahkeme statüsünde görmeyerek Türkiye'yi mahkum etti. Şu an AİHM'de bulunan çok sayıda asker üyeli DGM'lerin verdiği mahkumiyet kararları görüşmeyi bekliyor. Bu davalar yalnızca bu nedenle Türkiye aleyhine bitecek. Bu nedenle Türkiye şimdiden AİHM' deki asker üyeli DGM dosyaları için dostane anlaşma yoluna gitmelidir.
Hatta asker üyelerin çıkarıldığı 1999 yılından sonraki DGM dosyaları için de, AİHM' nin önceki kararları incelenerek kaybetme ihtimali olan dosyalarda dostane anlaşma yoluna gidilmesi Türkiye açısından isabetli olacaktır. Keza DGM'lerin kaldırılmasından sonra bu dosyalarda da kaybetme ihtimali artmıştır. Böylece AİHM' deki dosya sayısı yarıya inebileceği gibi hem tarafları memnun etmiş olur hem de daha az tazminat ödemiş olacaktır. Keza AİHM nezdinde dava kaybetmekten de böylece kurtulmuş olacaktır.
Hatırlanacağı gibi Leyla Zana ve diğer milletvekilleri mahkemece tahliye edilmemeleri üzerine, CHP tarafından hazırlanan infazda eşitlik içeren kanun teklifi AK Parti tarafından da olumlu görülmüştü. Bu kanun terör suçlularına uygulanan eşitsizliği ortadan kaldırmak istiyordu. Terör suçlusu olarak görülen binlerce düşünce ve siyasi mahkum bu eşitsizlik nedeniyle cezalarını üç kat fazla çekmek zorunda kaldılar. Örneğin Leyla Zana'nın suçu adli suç olarak görülseydi 4 yıl hapiste kalacaktı. Çoktan cezaevinden çıkmış olacakken, kanundan dolayı terör suçu olarak görüldüğü için, cezası yarı oranında artırıldı ve cezasının dört de üçünü yatması gerekiyordu. Cezaevinde her siyaset ve düşüncede yaklaşık yedi bin civarında mahkum bulunmaktadır. Bunlar cezalarını fazlasıyla çekmiş durumdalar, ancak 1991 yılında çıkarılan bu kanun nedeniyle cezalarını üç misli yatmak zorunda kalıyorlar. İşte bu haksızlık ve eşitsizliğin mutlaka giderilmesi gerekir. Bunun için TMK m.5 ve 17 hükmü mutlaka değiştirilmelidir. Leyla Zana tahliye oldu denilerek bu kanunun çıkarılmaması, cezaevinde bekleyen binlerce insanın umutlarının boşa çıkarılması doğru olmayacaktır.
Bu kanun çıkarılırsa siyasi mahkumların yüzde doksanı tahliye olacağından, Leyla Zana ile başlayan barış havası daha da büyüyecektir. Topluma kazandırma kanunu ile sağlanamayan sonuç böylece gerçekleşmiş olacaktır.
Aslında DGM'ler kalktıktan ve infazda eşitlik sağlandıktan sonra yargılama usulü de daha önce ağır ceza mahkemelerindeki gibi olduğu için TMK' nın bulunması da bir anlam taşımayacaktır. Bilindiği üzere bu kanun 1991 yılında sayın Özal döneminde meşhur 141, 142, 163 maddelere karşılık olarak getirildi. Yasalar ihtiyaçlara göre belirlenecekse, gelinen bu koşullarda Terörle Mücadele Kanununa ihtiyaç kalmamıştır. 1991 yılının koşulları ile şimdiki koşullar farklıdır. Böylece kürtçe televizyon yayını, Leyla Zana ve DEP'li milletvekillerinin tahliyesinden sonra TMK'nın kaldırılmasıyla Avrupa Birliği sürecinde önemli adımlar atılmış olacaktır.
Hacı Ali Özhan
bu makale 26 haziran 2004 tarihli vakit gazetesinde yayımlanmıştır.
|
|
|