Hacıalinin websitesi

Cumhuriyetin neresindeyiz

HACI ALI ÖZHAN

30 ekim 1998 Cuma dergisinde yayımlanmıştır.

İnsan Haklan Derneği' nin 8. Olağan Genel Kurulu'nda, Genel Başkan Sayın Akın Birdal, Anıtkabir'de cumhuriyet yürüyüşü yapıldığı sırada şöyle konuşuyordu:

'........................Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. yılına ulaşmış olması, kuşkusuz önemlidir. Ne var ki, 75 yıldır, cumhuriyetin ilanıyla belirlenen hedeflerden her geçen gün uzaklaşılmış, sözde bir laik yönetimiyle övünülür hale gelinmiştir. Bu yıl dönümleri bizlere övünme payı kadar, yıldönümü olan günün ve dönemlerin sorgulanması fırsatını sunmaktadır. Eğer her kurum ve kuruluş kendi alanında bu sorgulamayı yapacak olursa, çok da övünülecek bir sonuçla karşılaşılmadığı görülecektir.

İnsan hakları ve özgürlükler açısından gelinen nokta, bu yaklaşımımızı doğrulamaktadır. "Halka rağmen halk içiniktidarlar ve politikalar yeğ tutulmuş, baskıcı, yasakçı ve yadsıyıcı tutum ve uygulamalar temel alınmıştır. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü sözde kalmış, emekten, barıştan, tam bir demokrasiden ve özgürlüklerden yana düşünce ve çabalar sürekli boğulmak istenmiştir. Bu günlerde 75. yıl düzenleme kurullarınca; gazete ve televizyonlarda anons edilen, demokraside, barışta, kardeşlikte, eşitlikte ve çağdaşlıkta buluşma istemleri gerçekçi ve inandırıcı değildir...................."

Sayın Akın Birdal' ın bu tespitlerine katılmamak ne yazık ki mümkün değildir.

Cumhuriyet gösterilerinin, bir yıldönümü kutlaması niteliğinden çıkarılarak cumhuriyet karşıtı bir kesim varmışcasına adeta gövde gösterisine dönüştürülmesi, aslında cumhuriyetin ne halde olduğunu göstermektedir.

Cumhuriyet herkes tarafından benimsenmişken, toplumun bir kesimim cumhuriyet karşıtı göstererek, cumhuriyeti kendisiyle sınırlayan bir anlayış ve sözde cumhuriyet nutukları samimi olmadığı gibi gerçeğe de uymamaktadır. Cumhuriyet kimsenin malı değildir, kimse kimseyi de cumhuriyet karşın nitelemesi ile kendi cumhuriyet anlayışını dayatmaya hakkı yoktur.

Atatürk, cumhuriyet, laiklik gibi kavramlar genel kabul görmüş ortak değerlerimizdir. Bu kavramları farklı yorumlayanlar olabileceği gibi, karşıt düşüncede olanlar da olabilecektir. Düşünce özgürlüğü adına karşıt düşüncelere de saygılı olunması zorunludur. Kaldı ki, toplumun önemli bir kesimini, dini değerlere duyarlılığı var diye, cumhuriyet karşıtı saymak, cumhuriyet karşıtı imiş gibi de tepkisel ve yasakçı tavırlarla 75. yıl kutlamalarını sloganlarla, meydan, okurcasına içi boşaltılmış, yapay gösterilerle kutlamak, gerçekçi ve yerinde değildir.

Resmi kurumlarımızın yanında, bir kısım vatandaşlarımızın bayraklarla, yaka rozetleriyle birilerine karşıt gösteri duygularıyla, güya kutlamalar yapılması doğru değildir. Üstelik de kirletilmiş, siyası ortamda, günlük politikaların, yozlaşmış polemiklerin, ilkesiz ve saygıdan uzak düzeyde bu ortak değerlerin kirletilmesi gerçekten üzücüdür.

Bir cumhuriyet kutlaması, ilk defa bu kadar şova dönüşmüş, gerçek bir yıldönümü kutlamasından uzaklaşmıştır. 74. yıl kutlaması veya 76. yıl kutlaması ile 75. yıl kutlaması arasında, matematik farkın dışında ne vardır?

Kuşkusuz çok geniş ve boyutlu olan böyle bir değerlendirme istatastik verilerle, uzmanlarca bilimsel yöntemlerle tartışılarak yapılmalı, ulaşılacak sonuçlarla, cumhuriyete güç verilmelidir.

Bir yönetim biçimi olan cumhuriyetin, olmazsa olmaz koşulu halkın yönetime katılması olan, demokrasidir. 1923'ten 1946'ya kadar olan tek partili yönetimden sonraki, 50 yıl içinde 3 kez TSK'nin yönetime el koyarak askeri darbe yapması, üzerinde önemle durulması gereken, çok önemli bir konudur.

75 yılda hem de askeri yönetimler tarafından 3 tane anayasa yapılmasının yanında, bütün hukuk sistemi karıştırılarak, evrensel hukuk ilkeleriyle çelişmek pahasına, kanuni düzenlemelerle toplumun yönetilmek istenmesi üzerinde siyaset adamlarımız, hukukçularımız önemle durmalıdırlar.

İnsan Haklan Evrensel Bildirisi "nin 50. yılında; insan hak ve özgürlüklerinin neresinde olduğumuz, hedeflenen amaç ve evrensel ilkelere ne kadar yaklaşabildiğimiz objektif olarak tesbit edilebilmelidir.

1923 yılından bu yana kurulan 94 adet siyasi partimizin birçoğunun siyasi hayattan çekilmek zorunda bırakılması yanında, 1981 yılında 12 Eylül askeri döneminde bütün siyasi partilerin fesih edilmesi üzerinde siyasi tarihçilerimiz düşünmelidirler.

Keza, 1983 yılından bu yana kurulan 97 adet siyasi partimizin 21 tanesinin kapısına Anayasa Mahkemesi'nce kilit vurulması, kamu hukukçularımız tarafından cevaplandırılmalıdır. Siyasi partilerimiz, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak nitelenmekte olmasına karşın, hakim görüşe karşıt düşünceleri savunan veya azınlık görüşleri savunan siyasi partilerimize devlet kuruluşlarımız neden soğuk yaklaşmakta, hatta dışlamaktadır.

75 yılda 55 tane hükümet kurulmakta, bir buçuk yılda bir bakanlarımız değişmekte, olağan seçim dönemleri unutulmakta, erken seçimlerle ülke yönetilmek zorunda kalmaktadır. Hem de adil olmayan, iktidar faydalı seçim sistemleriyle, toplam oyların yüzde 15'i, barajlar nedeniyle milletvekili çıkaramazken, yüzde 10 oy alan bir siyasi parti 50 milletvekili çıkarmışken, yüzde 20 oy alan bir siyasi parti 150 milletvekili çıkararak ülke yönetilmektedir.Temsilde adalet, yönetimde istikrarın neresindeyiz, gerçekten düşünmeliyiz.

Hiçbir altyapısı olmayan köylerde nüfusun yüzde 40'ı, yoksulluk sınırında ilkel düzeyde yaşarken ülkenin batısıyla doğusu arasındaki gayri safı milli gelirde 10 kat fark varken nüfusun 1 milyonunun toplam geliri 30 milyonunun toplam gelirine eşitken,10 milyon işsizle Türk ekonomisi 75. yılında neden böyledir sorusu düşünülmelidir.

Büyük şehirlerimizin yarısı köylerini terk edip gelerek, gecekondularda sağlıklı konutlarda yaşarken, 4 milyon vatandaşımız geçimini sağlamak için yabancı ülkelere konuk oluyorsa, daha serbest olduğunda milyonlarca vatandaşımız yabancı ülkelere gitmek isteyecekse. 75 yıl sonra gerçekten düşünmeliyiz.

Bu örnekler, her konuda çoğaltılabilir. Kuşkusuz övünülecek olumlu gelişmeler de aranılarak bulunabilir. Kısaca genel olarak bütün göstergelerin eksi olduğu Ülkemizde, coşkulu ve heyecanlı olmak ne kadar mümkündür? Bu gerçeklerden kopuk bir cumhuriyet kutlaması eksik olacaktır. Böyle bir kutlamayı yapay ve karşıtlara gösteriye dönüştürmek, gerçeğe dayanmamaktadır.

Cumhuriyet bilincimizin, demokrasi anlayışımızın az gelişmiş olduğu da açık bir vakıadır.Atatürk'ü tanımadığımız, hatta onu yanlış tanıdığımız iddiası da geçerlidir. Bu gün Atatürk ilkelerinden hangisi kaldı sorusu gerçekten ciddi bir sorudur.

Halkçılık ilkesinin yaşamdaki karşılığı nedir? Devletçilik ilkesi, bugün hem de, bütün siyasi partilerimizin ortak kararı ile özelleştirme uygulamalarıyla anayasaya aykırı olarak açıktan ihlal edilmektedir. Üstelik de çete bağlantılı işadamlarıyla mafyanın gölgesi altında adeta peşkeş çekildiği iddialarıyla zararına özelleştirme uygulamalarıyla devlet işletmeleri elden çıkarılmaktadır.

Devrimcilik ilkesinin günümüzdeki karşılığı nedir? Milliyetçilik ilkesinin anlamına uygun hangi uygulamalar yapılmaktadır? Atatürk'ün resmini yakasında taşıyanlara, bu sorulan içtenlikle soruyorum.

Tabii ki Atatürkçülük, yalnızca heykellerinin dikilmesi, Anıtkabir'e gidip hatırlanması değildir.Yine Atatürk'ün dediği gibi, ilkelerini tanımak, kavramak ve çağdaş medeniyet düzeyine eriştirmek için çalışmaktır

Atatürk'ü tanımak böyle olacağı gibi, sevmek de böyle olur.

Laiklik, dinin devlet işlerine karışmaması olduğu kadar, devletin de din işlerine karışmamasıdır. Çok büyük bir teşkilât olan Diyanet İşleri Başkanlığından bir devlet kurumu olarak, maliye hazinesinden bütçeden pay ayrılarak, her bir caminin ibadetini düzenlemesi, laiklikle nasıl bağdaşıyor, gerçekten kavrayamıyorum. Üstelik de bir dinin veya bir mezhebin egemenliğinde olması devlet açısından nasıl savunulabilir?

Cuma hutbelerinin tek bir metin olarak hazırlanması ve ibadet için gelenlerin mutlaka dinlemek zorunda kalması, din özgürlüğüyle bağdaşıyor mu? İbadete, bir müdahale değil midir?

Cumhuriyetimizin 75. yılında, belki 75 tane olumlu yorumlanacak başarı bulmakta zorlanabiliriz, ama 175 tane olumsuz, başarısız konu bulmakta hiç zorlanmayız.

Cumhuriyet sevgimiz; eksiklerimizi, olumsuz yanlarımızı görmeyi engellememeli, aksine bütün gerçekleri görerek, bilerek, sorunlara sahip çıkarak çözmeye çalışmalıyız. Sorunlarımızı çözdükçe, başarılı oldukça cumhuriyetinizi daha çok sevecek, cumhuriyetimizi daha içten kutlayabileceğiz.

Cumhuriyet kimsenin değil hepimizindir. Kimsenin kimseyi cumhuriyet karşıtı göstermeye hakkı yoktur. Atatürk'ün kurduğu ve genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisi 'nin adını taşımak. Atatürkçü olmak için, cumhuriyetçi olmak için yetmez.

Hatta Atatürk'ün ilkeleriyle çelişen düşünce ve uygulamalara rağmen cumhuriyetten bahsetmek (örneğin özelleştirmeden yana olmak, devrimci olmamak, tam bağımsızlığı savunamamak, tam özgürlükten yana olmamak) hem de cumhuriyetin tek sahibi gibiymişcesine nutuklar atmak, gerçekten düşündürücü trajedidir.

SHP içerisinde 3 kez genel başkanlık yarışına giren ve hepsinde de seçimi kaybeden bir grup siyasetçinin, yeni açılmış bulunan CHP'ye geçerek grup egemenliği ile bu günlere gelen CHP yönetiminin kendisini Atatürk CHP'si ile bir görmesi, herhalde bir karikatür olabilir ancak.

Hacı Ali Özhan

hacialiozhan@hotmail.com

30 ekim 1998 Cuma dergisinde yayımlanmıştır.