Hacıalinin websitesi

Hukuk devleti üzerine Mustafa Şahin’ in Hacı Ali Özhan’ la yaptığı röportaj.

Cuma dergisinde 10 mart 2000 tarihinde yayımlanmıştır.

Soru 1- Türkiye'nin bir hukuk devleti mi, yoksa kanun devleti mi olduğu en çok tartışılan konuların başında geliyor. Sizin bu tartışmalara yaklaşımınız nedir ?

Soru 2 - Hukuk devleti ile kanun devleti ayrımını misallendirir misiniz? Ne gibi özellikler taşırlar?

Soru 3- Sizce Türkiye hukuk devleti olma vasıflarını taşıyor mu?

Soru 4- Türkiye'ye egemen olan anlayışın toplumu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel' inde ifadesinde açıklığa kavuştuğu gibi "tek tip' leştirme projesi var. Buna kimileri "toplum mühendisliği" diyor. Böylesi bir devlet anlayışının nedeni ne olabilir?

Soru 5- 76 yıllık tarihinin yarısını muhalefete tahammül edemeyen bir yönetimle geçiren rejim, geri kalan yarısında da muhalefeti hep susturmak istedi. Bunu yaparken de sık sık komplo teorilerine baş vurdu. Legal bir muhalif hareketi susturmak için illegal örgütlenmelerle zoraki bağlantılar kuruldu ve hala da bu yönteme devam ediliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Soru 6- Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş ve DGM savcısı Nuh Mete Yüksel gibi isimler sizde ne gibi çağrışımlar yapıyor ?

Soru 7- Bu isimler adlarını daha çok puslu ortamlarda duyuruyorlar. Ülkede bir şeyler iyi gittiğinde, bunların yaptığı bir açıklama gündemin değişmesine ve tekrar kaos ortamına dönülmesine sebep oluyor. Bu ilginç değil mi?

Soru 8- DGM' lerın varlığı da sürekli tartışılmakta....

Soru 9- Yaptığımız röportajlarda son olarak, "Ülkenin selamete çıkması için neler yapılmalı?" diye soruyoruz. Bu sorunun cevabı size göre ne?

 

 

 

Soru-1-Türkiye'nin bir hukuk devleti mi, yoksa kanun devleti mi olduğu en çok tartışılan konuların başında geliyor. Sizin bu tartışmalara yaklaşımınız nedir ?

HAÖ-- Kanunla, bir ülkede yürürlükte bulunan bütün yazılı kurallar kastedilir. Yazılı kurallara uyan ve uyulmasını sağlayan devlete de, "Kanun Devleti" denir. Hukuk, kanun kavramını da içine alan, yazılı olmayan kuralları, örneğin gelenekleri, görgü kurallarını ve hukukun genel ilkelerini, uluslararası sözleşmeler, prensip kararları gibi kuralları da kapsayan haklar bütünüdür.

Dünyada temel insan haklan ve özgürlükleri sürekli gelişmekte ve derinleşmektedir. Bu konuda Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi belgeleri dahil evrensel sayılabilecek bütün hak ve özgürlüklerin hukuk devletlerinde tanınması ve uygulanması gereklidir. Türkiye, 1949 yılında hazırlanan "İnsan Hakları Evrensel Bildirisi" ve 1950 yılında hazırlanan "Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerini Koruma" sözleşmesini imzalamış ve onaylamıştır. 1961 Anayasası ve 1982 Anayasası hazırlanırken bu iki belgeden çok sayıda hatta tıpkı denilebilecek alıntılar yapılmıştır. Anayasa böyle olmakla beraber, kanunlardan ve uygulamadan kaynaklanan sorunlar nedeniyle haklı olarak hukuk devleti özlemi ve beklentisi ileri sürülerek devlet uygulamaları eleştirilmektedir.

Soru-2- Hukuk devleti ile kanun devleti ayrımını misallendirir misiniz? Ne gibi özellikler taşırlar?

HAÖ--Kanun ile hukuk arasındaki fark, "olan" ile "olması gereken" arasındaki fark olarak da görülebilir. Kişilere ileri düzeyde hak verilmesi, özgürlüklerin çoğalması, fikri iyidir de, ancak Türkiye'nin özel koşulları buna müsait değil gibi tartışmalar, kanun ye hukuk arasındaki ayırıma işaret etmektedir. Sorun yaklaşım biçimiyle doğrudan ilgilidir. Örneğin; kişi haklarına mı, yoksa devletin haklarına mı öncelik vereceksiniz? Bu temel bir ayırımdır. Bakış açınıza göre de değerlendirme yaparsınız.

Yine, kanunların suç gördüğü şeyin niteliği, suçla mücadele anlayışının ne olduğu konusu bu tartışmanın özüdür. Yani tartışma bir perspektif sorunudur.

Siyaset yoğunluğu olan bir hukuki tartışmadır. Tıp biliminde, mühendislik biliminde nasıl ki kesinleşmiş doğrular vardır. Hukuk alanında da bilinen, tüm uygar ulusların benimsediği ilkeler vardır.

Devletin bütün organları kanunlara ve diğer hukuk kurallarına tümden tam bir bağlılık göstermeli, kendini bağlı görmeli, uyulmadığında da yapılan işlem geçersiz olmalıdır. Vatandaşından kurallara uymasını bekleyen devlet, eğer hukuk devletiyse öncelikle ve kesinlikle kendisi buna uymalıdır

Soru-3- Sizce Türkiye hukuk devleti olma vasıflarını taşıyor mu?

HAÖ--Türkiye, gerek kanunlardan gerekse de uygulamadan kaynaklanan nedenlerle hukuk devleti kavramından uzaktadır.

Türkiye'deki temel kanunlar örneğin Ceza Hukuku, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu ve usul kanunlarımız Avrupa ülkelerinden aynen alıntı yapılmıştır. Batı medeniyeti adına, 1920 yıllarının en gelişmiş kanunları denilerek alınmış olsa da, bu yöntem doğru değildir, bilimsel değildir.

Nitekim bütün kanunlarımızda her yasama döneminde düzeltmelerle onlarca kez değiştirilmişlerdir. Anayasa kişi hakları bölümünde geniş haklar tanınmasına rağmen istisnalarla bu haklar neredeyse tümden geri alınmaktadır. Kanunlardaki anayasaya uygunluk değişiklikleri yapılmamıştır. Hepimizin yakındığı düşünce açıklama özgürlüğü konusunda gerek anayasa gerekse ceza kanunlarımız çok geridedir.

"Kürt" kelimesinden, "din" kavramından bahseden her konuşmacının cezalandırılma ihtimali vardır.

Örgütlenme özgürlüğü konusunda da Türkiye çok geridedir. Bir kere siyasal partilerin kapatılması demokratik bir devlette olamaz. Hem de mutlak anlamda hiçbir parti kapatılmamalıdır. Nitekim Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunda partilerin kapatılması tedbiri kaldırılmıştır. Kuşkusuz suç işleyen parti yöneticisi işlediği suçun cezasını kişisel olarak çeker. Bizdeki yasaklar tam uygulanırsa kapatılmayacak parti yok DSP, ANAP ve DYP'de bile kapatılabilir.

Dernek üyeliği, siyasal parti üyeliğine getirilen sınırlamalarda aşırı düzeydedir. Geçmişte hapis cezası almış kişilerin yaşam boyu örgütlenme özgürlüğünden mahrum olması ne kamu düzeniyle ne de toplumsal fayda adına savunulmaz. Örneğin Akın Birdal İHD Genel Başkanlığını yasal engeller nedeniyle bırakmak zorunda kaldı. Yine Hasan Celal Güzel' in, Recep Tayyip Erdoğan'ın bir siyasi parti üyesî olmalarını engelleyen kanun hükmü demokrasilerde savunulabilir mi?

Vatandaşların sosyal güvenliğini, iş güvenliğini, ortalama ekonomik yaşam koşullarını sunamamış bir devlet suçları önleyici, azaltıcı olamayacaktır. Bu konulardaki evrensel genel ilkelere "kapalı" bir devlet uygar bir devlet sayılamayacağından hukuk devleti de sayılamaz. "Kanunlarımız vardır, uymayanları da cezalandırırız" yaklaşımıyla çağdaş devlet olunamaz, Suçların nedenine, suç işleme eğilimlerine, insani ihtiyaçlara ve beklentilere kapalı kanunlar hiçbir ülkede başarılı olmamıştır.

Soru-4- Türkiye'ye egemen olan anlayışın toplumu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel' inde ifadesinde açıklığa kavuştuğu gibi "tek tip' leştirme projesi var. Buna kimileri "toplum mühendisliği" diyor. Böylesi bir devlet anlayışının nedeni ne olabilir?

HAÖ-- Kanunlar, sosyal ihtiyaçları karşıladığı oranda çağdaştır. Toplumsal ihtiyaç ve beklentilere ters düşen bir kanunun gerçekte başarı şansı yoktur Örneğin kaçak yapılaşmayı, gecekondulaşmayı ne kadar ceza yaptırımı da koysanız önlemeniz mümkün değildir. Çünkü arsa üretimi ve kente göçü düzenlemeyen sosyal yasa hükümleri olmadan, bu problemin gecekondu yıkımı ile önüne geçilemez. Nitekim kanunlarımız başarılı olmamış,

yer yer çıkarılan af kanunlarıyla konu geçiştirilmeye çalışılmış ve kentlerimiz çarpık, kötü, kullanım sorunlu yapılanmışlardır.

Toplum Mühendisliği kavramını söyleyenlerin, toplumsal ihtiyacı karşılama amaçları ve niyetleri yok. Dışarıdan topluma kanun dayatılması olarak görüyorum. Toplumun geri olduğu, uygar kanunlara hazır olmadığı, kendi yararını düşünecek yeterlilikte olmadığı gibi değerlendirmelerle birilerinin toplum adına ihtiyaç tesbiti yapıp onun kanunlaşmasını istemesi yöntemi doğru da değildir, demokratik de. Burada asıl gizlenen niyet, o birilerinin kendi istek ve beklentilerinin gerçekleşmesini istemeleridir. Tek tip düşünce ve insan istenilmesi, egemen düşünce ve kesimin çıkarlarının zedelenmesine denk düşer. Başka düşüncelere kapalı olmak, mutlaka çıkarcı olmayla ilgilidir. Her konuda, her alanda başka düşüncelere kapalı olunması, farklı önerilerin suçlanmasının temelinde o konudaki egemenlerin çıkarlarının azalması vardır.

Toplumun ihtiyaçlarının tesbiti mühendisliği gerektirmeyecek kadar açık, ortada duruyor. Yeter ki, gerçekten toplumun gerçek sorunlarıyla, onların gerçek nedenleriyle ilgilenilip çözümler bulunması istenilsin. Böyle bir devlet mutlaka faşist özellikler taşır. Bu faşist özelliklerin boyanarak sunulması, toplum mühendisliğini tarif ediyor.

Soru-5- 76 yıllık tarihinin yarısını muhalefete tahammül edemeyen bir yönetimle geçiren rejim, geri kalan yarısında da muhalefeti hep susturmak istedi. Bunu yaparken de sık sık komplo teorilerine baş vurdu. Legal bir muhalif hareketi susturmak için illegal örgütlenmelerle zoraki bağlantılar kuruldu ve hala da bu yönteme devam ediliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

HAÖ-- Her düzenin kendisini koruyacağı, devletin temeli olan kavramlara zarar veren düşüncelerin yasaklanması gerektiği, özgürlüklerin sonsuz olamayacağı gibi gerekçelerle, devlete hakim olan resmi düşüncelerin dışındaki fikirlere karşı yasaklamalar, cezalandırmalar ne yazık ki, her dönemde yaşandı. Hatta mevcut düzeni korumak adına darbe yapılabileceği görüşü bazı hukukçularımızca dahi söylenmekte. Değişik dönemlerde değişik tehlikeler üretilerek yoğun baskılar yapılabilmektedir. 1985 yılına kadar komünistler üzerindeki yoğun baskı hepimizin malumudur. 1980 yılından sonraki Kürt konusundaki sorunlar, 28 Şubattan sonra İslami kesime yönelik sorunlar yaşamımızı, hak ve özgürlüklerimizi doğrudan etkileyecek nitelikte ve kapsamda halen mevcuttur.

Bir sorunun çözümü. hiçbir zaman yasaklama, baskı olmamalıdır. Yasaklama ve cezalandırma ile sorun çözülmez, azalmaz da. Aksine daha da tehlikeli ve çözümsüz hale gelir. Nitekim şimdiye kadar da hiçbir sorun yasakla, ceza ile çözülmemiştir. rkiye'de bazı düşünceleri açıklamak suç. Suç olan düşüncelere yada onları çağrıştıran düşünce açıklamaları da bu nedenle cezalandırabilmektedir. Aydınların yaşadığı sorun budur.

Siyasi hayatın demokrasinin vazgeçilmez, unsuru dediğimiz siyasi partilerimizi de bu baskılar altında tutmaktayız.

Bazı fikirleri programına alan, bazı konularda çözüm önerileri getiren bir siyasi partinin kapatılması kanunun açık hükmüdür. Yani rejim, bir partinin halkın önüne çıkıp istediği fikirleri açıklayıp oy almasını, bunu meclise yansıtmasını, iktidara gelip bu yönde uygulama yapmasını yasaklıyor. Kanımca sorunda buradan çıkıyor.

Anayasa Mahkemesi kurulduğu 1961 yılından bu yana 1980 yılına kadar 6 adet siyasi partiyi kapattı. 1983 yılından bu yana ise 33 tane kapatma davası görüldü. Bunlardan 17 tanesinin kapatılmasına karar verildi. 1983'den bu yana kurulan siyasi partilerimizin sayısı 105'dir. 23 tane hülle, muvazaa partisi ile 12 tane kendi iradesiyle kapanan partiler çıkarırsak, geriye kalan partilerimizin yarısı kapatma davalarıyla yüz yüze kalmıştır. Vazgeçilmez dediğimiz partilerin yaşama hakkı ne yazık ki böylesine müdahalelere açıktır.

Kapatma çözüm olmadığı için, kapatılan partilerin yerine, onların fikirlerini taşıyan partilerin kurulması halinde bahsedilen kanuni, polisiye tedbirlerle önleri kesilmek istenmektedir.

Bir parti yöneticisi, üyesi suç işleyebilir, ancak bunların soruşturulmasında, dosya kapsamının gerektirdiği özen gösterilmelidir. Bir parti binası, parti toplantısı ancak Yargıtay Başsavcısının denetimine tabidir, o da yâlnızca gözlemci olarak. Bir parti binası deyim yerinde ise Büyükelçilik gibi dokunulmazlığa sahiptir. Savcılıklar bu nedenle usul kurallarını uygularken buna uygun şekilde davranmalıdırlar.

Soru-6- Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş ve DGM savcısı Nuh Mete Yüksel gibi isimler sizde ne gibi çağrışımlar yapıyor

HAÖ-- Biz hukukçular kanunları uygularken bir görev yapıyoruz. Bu görev kanunlarla sınırlıdır. Kanun koyucunun amacıyla, dedikleriyle, demek istedikleriyle yani lafzı ve ruhuyla bağlıyızdır. Kuşkusuz kanunların uygulandığı konular hakkında bir hakimin, savcının kişisel görüşleri, tercihleri, değerlendirmeleri olabilir. Ancak, kişisel düşüncelerini görevini yaparken tamamen bir kıyıya bırakabilmelidir. Aksi halde hakimler devletinden bahsedilir. Özellikle siyasi alandaki siyasi kavramlarla, siyasi konularla ilgili davalarda kendi kişisel görüşlerimizin hiçbir etkisinde kalmadan, mümkün olan tam bir tarafsızlık ve yargılama yapılmalıdır. Başka türlü adaletin tecellisi mümkün olmaz. Bir hakim veya savcı gerçekte böyle olduğu düşünülmelidir. Yani kamuoyu ve yargılanan tarafların bu yönde bir şüphe duyacakları her şeyden kaçınılmalıdır.

 

Soru-7- Bu isimler adlarını daha çok puslu ortamlarda duyuruyorlar. Ülkede bir şeyler iyi gittiğinde, bunların yaptığı bir açıklama gündemin değişmesine ve tekrar kaos ortamına dönülmesine sebep oluyor. Bu ilginç değil mi?

HAÖ--Sizin belirttiğiniz kişiler, görev yaparken sürekli tartışma konusu olmuşlar, toplumun bir kesimince ödüllendirilip, siyasi tartışmaların içine çekilmişlerdir. Bir hakim ve savcının böyle bir ortama meydan vermemesi, ortaya çıkmış bir durum varsa da bunu önlemeye çalışması gerekir. Tartışmaların halen devam ettiği, tarafsızlık kavramının zedelendiği ne yazık ki, bir vakıadır. Bir uyuşmazlıkta hak dağıtmak, hakkaniyeti bulmak, adaleti kurmak gerçekte zor bir görevdir. Her hakim ve savcı görevin bu hassasiyeti ile hareket etmelidir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, kanunlardaki açık, anlaşılır olmayan soyut ifadeler hakimlerin, savcıların işini zorlaştırmaktadır. Bu kesinlikle kabul edilemez. Bu durumda hakim ve savcı kendi değerlendirmeleri, bakış açısı ile yasayı uygulamak zorunda kalıyor. Benzer olaylarda farklı kararlar çıkabiliyor. Bazı yakınmaların nedeni, kanunlardan kaynaklanmaktadır.

Soru-8- DGM' lerın varlığı da sürekli tartışılmakta...

HAÖ-- 1983 yılında kurulan DGM' lerin kuruluş amacı, devletin varlığı ve devamlılığıyla ilgili suçlarda çabuk ve isabetli kararlar verecek özel uzman mahkemelerin bulunması ihtiyacı olarak belirtilmiştir. Uygulamada hiçbir zaman uzman mahkeme sayılacak görevler verilmemiş, ağır ceza mahkemesinin benzeri olarak, bir kısım ağır cezalık suçları yargılamakla görevlendirilmiştir.

Üstelik hızlı bir yargılama amaçlanmışken Ağır Ceza Mahkemeleri ile arasındaki görev uyuşmazlıkları nedeniyle gecikmelere neden olmuştur. En son örneği kamuoyunun Ulucanlar davası olarak bilinen Cezaevindeki ölümle sonuçlanan davadır.

Yine isabetli kararlar verme oranı, Ağır Ceza Mahkemelerinden daha fazla değildir. Ceza yargılamasında iki başlılık doğurması nedeniyle başka sorunlara neden olduğu da bilinmektedir.

1982 Askeri darbe anayasasının ürünü olan DGM'lerin tümden kaldırılması hiçbir mahsur doğurmayacaktır. Geç kalınmış olsa da AB adaylığı nedeniyle de isabetli olacaktır. Ayrıca hukukun siyasallaştığı tartışmalarını azaltacağı içinde tercih edilmelidir. En azından DGM'lerin varlığı, uygulama ve sonuçlan üzerinde objektif olarak bilimsel yöntemlerle tesbitler yapılarak ciddi tartışmalar dizisi ile ülke gerçeklerine uyarlanmalıdır.

Soru-9- Yaptığımız röportajlarda son olarak, "Ülkenin selamete çıkması için neler yapılmalı?" diye soruyoruz. Bu sorunun cavabı size göre ne?

HAÖ-- Öncelikle, Silahlı kuvvetlerin kurum olarak görev alanı ve yetkilerinin çok açık olarak belirlenmesi gerekir. Genelkurmayın, Hükümetle, Başbakanla, MS Bakanı ile ilişkisi net olmalıdır. İç güvenlikle ilgili hangi konularda hangi hallerde görevlendirme yapılacağı anlaşılır olarak kanuna aktarılmalıdır.

1982 Darbe kanunlarını koruyan Anayasanın geçici 15. maddesi mutlaka kaldırılmalıdır.

İç hizmet kanununun 35. maddesi tartışmaya neden olmayacak şekilde düzenlenmelidir.

Yargı kuvvet olarak anılmasına karşın uygulamada Adalet Bakanlığı'nın içine sıkışmış, onun bir parçası kadar zayıf kuvvette bırakılmıştır. Yargı ayrı bir kuvvet olarak yasama ve yürütmeden bağımsız ve özerk olarak yapılanmalıdır. Bunun için Yargı Konseyi veya başka bir isimle, tamamen hakim ve savcıların seçimiyle veya Yüksek mahkemelere ayrılan oranda yüksek mahkeme üyelerinin seçimiyle belirlenen kişilerden Yargı Konseyi oluşmalıdır. Görev süresi emekli yaşıyla değil belirli bir süreyle sınırlanmalıdır.

Hatta üyeliğin düşümüne karar verecek bir yöntem dahi bulunmalıdır. Keza yüksek mahkeme üyelerinin seçiminde de Cumhurbaşkanının yetkileri kesinlikle tümden kaldırılmalıdır. Yargı organları tamamen kendi içinden seçim yöntemi ile oluşmalıdır. Yargı konseyi, hakim ve savcı sayısı ile mahkeme sayısını belirlemeli, buraya atanacak hakim ve savcıyı kura usulü ile atamalıdır.

Mesleğe kabuldeki Adalet Bakanlığı'nın bütün işlemleri kaldırılmalı bu görev tamamen Yargı Konseyi'ne verilmelidir.

Keza hakim ve savcıların özlük haklarına, maaşlarına, disiplin koğuşturmalarına Yargı Konseyinde karar verilmelidir.

Hakim ve savcıların, Adalet Bakanlığı müfettişlerince disiplin yönünden soruşturulması, görevle ilgili teftiş yapılıp rapor verilmesine son verilmelidir. Bu yetkiler tamamen yargı bağımsızlığını doğrudan etkileyen konular olup Yargı Konseyi'nce yapılmalıdır.

Adliyelerin altyapısı, personeli, bütçesi Yargı Konseyi'nce Maliye Bakanlığı'na bildirildiğinde, aynen ve derhal ödenmelidir.

Bütün hukukçuların kabul ettiği istinaf Mahkemeleri, bölge mahkemeleri artık kaçınılmaz zorunlu bir ihtiyaçtır.

Yine mahkemeleri fuzuli yere hem de fazlasıyla meşgul eden kira tesbiti ve tahliye davaları, karşılıksız çek davaları (mahkemelerin iş yükünün 1/3 oranındadır), veraset davaları, nüfus davaları gibi davalara idari çözümler bulunmalı, mahkemelerden bu dava türleri kaldırılmalıdır.

hacialiozhan@hotmail.com......................

hacialiozhan@mynet.com

Not: Sayın Halis Mutlu ya bu röportaj için teşekkürlerimi belirtmek isterim.

Hacı Ali Özhan

Cuma Dergisinde 10 mart 2000 tarihinde yayımlanmıştır.

.................................................................................................ana sayfa / main page