YAŞAM DOĞADA GEÇER DE
ANILAR İLGİNÇ OLMAZ MI?
Çoğunlukla malzeme
eksikliğinden; bazen de deneyimsizlikten kaynaklanan anılarla
dolu; doğada geçen zamanlarımız, birkaç ilgincini sıralamak
istedim.
HAVLAYAN KÖPEK ISIRMAZ-MIŞ
DERLER
İzmir'de yaptığımız
ilk trekkinglerden birindeyiz. Yedi kişi kamp yerinde
fazla oyalandığımızdan olacak dönüşte karanlığa
kaldık, ay ışığı çevreyi aydınlatıyor bereket,
elimizde baton olarak kullandığımız sopalar ile bir
tepenin yamacında ki patikadan konuşa konuşa
ilerliyoruz, köy ışıkları ileride... bir süre sonra
gecenin sessizliğini köpeklerin canhıraş havlamaları
bozuyor. Sesler gittikçe bize doğru yaklaşıyor,
tepeden aşağı doğru kalabalık bir köpek sürüsü
üzerimize geliyor, ne yapacağız derken hemen bir
savunma düzeni alıyoruz, herkes sopaların savrulma
mesafesinde açılarak köpekleri bekliyoruz fakat yine
de içimizde bir korku yok değil, hiç bu kadar kalabalık
bir köpek sürüsü ile karşılaşmadık şimdiye dek,
sanki köyün tüm köpekleri ipini koparmış bize doğru
geliyor, iyice yaklaştıklarında birimiz nasıl olduysa
ya korkudan ya da refleks olarak can havliyle bağırmaya
başlıyor, bir anlık şaşkınlıktan sonra hepimiz bir
ağızdan çok sesli müzik korosu gibi bağırmaya başlıyoruz,
bağırıyor, uluyor ağzımızdan geleni ardımıza
koymuyoruz, ortalık sesten geçilmiyor, bir yanda köpek
havlamaları diğer yanda bizim havlamayla karışık bağırmalarımız...
neyse istenen oluyor, köpekler bu toplu feryadı duyunca
az ilerimizde duruyorlar, biz de bundan faydalanıp
topukları yavaştan yağlıyoruz...
ATEŞTEN DAİRE
Kışın ortasında soğuk
bir havada orman içinde bir gece kampındayız. Hava o
kadar soğuk ki bardaklarımızı derede yıkadıktan
sonra suları süzülsün diye taşların üzerine bırakıp
bir süre sonra aldığımızda bardakların taşlara yapıştığını
ve küçük olanları kaldırdığını görüyoruz. Çevreden
topladığımız kırık çürük ağaç parçaları ile
kuvvetli bir ateş yakıyoruz, yarım saatte bir bir kaç
kişilik gruplar halinde odun toplamaya çıkıyoruz, o
gece belki de bir ailenin bir kışlık odununu yakıyoruz
kamp yerinde. Sabah kadar yanacak bir kaç büyük ağacı
da ateşe bırakıp nöbetleşe uyuyoruz. Sabah kalktığımızda
bir de bakalım ki, her yere kırağı düşmüş, yerler
bembeyaz kesilmiş... fakat bizim ateşin çevresinde 10
metre çapındaki bir alanda bir tek kırağı tanesi gözükmüyor,
beyaz bir tarlanın ortasında yuvarlak bir daire gibi
ateşimiz bizi kırağıdan korumuş; eeee o kadar odun
yakarsak korur tabiki...
OVALI-DAĞLI AYRIMI
İlk defa trek yapacağımız
bir bölgeye gidiyoruz, köyde yaşayan Rıza adındaki
tanıdığımızdan o sabah ayrıntılı bir yol tarifi
de alıyoruz. Tarifte iki tane ayrıntı var; birinci
kerteriz yangın kulesi, diğeri ise "düzlük"
diye tabir edilen bir bölge, "geniş bir düzlüğe
geleceksiniz oradaki ağaçların arasındaki patikaya
girmelisiniz, oradan devam edin, diyor. Yola koyuluyoruz
fakat ortalığı kaplayan sis ile birlikte ilk
kerterizimiz olan yangın kulesini görmek mümkün değil,
burnumuzun ucunu dahi göremiyoruz bir süre, sis biraz açıldıktan
sonra yola devam ediyoruz fakat bu kez de bir türlü
"düzlük" göremiyoruz, saatler ilerliyor,
herhalde daha baştan yanlış yola saptık diyerek
ilerliyoruz, tarifte yer alan hiçbir nokta ile karşılaşmıyoruz
ve kendimizce uygun olan bir yerde mola verip "iki
panço-bir çadır" kampımızı kuruyoruz. Gece yarısı
yağmaya başlayan şiddetli bir yağmur ile birlikte
askeri pançolar yarım saat sonra suyu bir basma-pazen
gibi içeri alıyor, sabahı her yerimiz ıslak bir şekilde
kalkıyoruz, yağmur bir ara kesilir gibi oluyor, fırsat
bu fırsat deyip kampı topluyor ve dönüşe geçiyoruz.
Akşamüstü köy kahvesindeyiz; kahvedekiler daha sonra
"siz içeri girdiniz dışarıya dere gibi su aktı"
diyerek ıslaklığımızı bize vurguluyorlar. Az sonra
kahveye tarif aldığımız Rıza geliyor; "nasıl
yolu buldunuz mu" diyerek yüzümüze bakıyor,
"yahu Rıza sen bize nasıl tarif yaptın, çizdiğin
hiç bir yeri göremedik" diyoruz. Gece köy konağında
kurulandıktan sonra sabahı bir kez daha denemeye karar
veriyoruz, bu sefer halimize acımış olmalı; Rıza
bize rehberlik yapmayı teklif ediyor, memnuniyetle kabul
ediyoruz. Ve Rıza önde biz arkada bir gün önce geçtiğimiz
yerleri tekrar geçiyoruz. İşte diyor; size tarif ettiğim
düzlüğe geldik, siz burayı nasıl oldu da bulamadınız,
şaşırıyor ve birbirimizin suratına bakıyoruz, yahu
Rıza biz burayı bulduk bulmasına da burası düzlük mü
Allahaşkına... evet diyor Rıza, köylüler buraya
"düzlük", der. Anlıyoruz sonunda, aradaki
farkı, bizim gibi ovada yetişmiş birinin düzlük
anlayışı ile dağda yaşayan birinin düzlük anlayışı
çok farklı, biz düzlük dendiğinde geniş bir alan
hayal ederken, Rıza için düzlük "Ceza Sahası"
kadar geniş(!) bir yer-miş...
(Bu sayfaya girecek anılar
henüz bitmedi, yani sayfa inşa halinde)

|