GİTMEK İLE İLGİLİ...
(Sargun Ali TONT'un TÜBİTAK Yayınları tarafından
basılan "Sulak
Bir Gezegenden Öyküler" adlı kitabından derlenmiştir)
Herşeyi
geride bırakıp uzun bir yolculuğa çıkma özlemi
hemen hemen hepimizde vardır. Monoton bir hayatın
getirdiği sıkıntılardan kutulmak, dertlerimizi kısa
bir süre için bile olsa arkamızda bırakmak, yeni
diyarlar görmek, yeni dostlar edinmek, bu özlemin altında
yatan belli başlı nedenlerdir. Bazı insanlarda ise bu
özlem yukarıda sıraladıklarımızın çok daha ötesinde,
çok daha büyük boyutlara ulaşır.
SLOCUM
Bundan
yüzyıl kadar önce Slocum adında, sıradan bir
Amerikalı kendi yaptığı bir tekne ile dünyanın çevresini
dolaşmaya çıkar. Slocum'un bazı yetenek ve malzeme
eksiklikleri vardır, yüzme bilmemesi bunlardan sadece
bir tanesidir. O zamanlarda daha konserve icad edilmemiştir,
telsiz ve radyo da yoktur; ayrıca Slocum'un uğrayacağı
bazı limanlarda beyaz insan etinin karaborsada satılması
yaygın bir olaydır. Seferinde Slocum'un başına
gelmedik kalmaz. Korkunç bir fırtınada teknesi
devrilir. Can havli ile yapıştığı teknesi ile sahile
sürüklenerek canını zor kurtarır. Issız bir sahilde
gece uyurken yamyamlar hoşgeldine gelirler, fakat böyle
bir ziyareti bekleyen Slocum'un güverteye bol miktarda
serpiştirdiği raptiyelere basınca çığlık çığlığa
tekneyi terk ederler. Sözün kısası, Slocum, karşılaştığı
bütün güçlüklere rağmen bu inanılmaz geziyi başarı
ile bitirip Boston'a döner. Adını duymayan kalmaz,
yazdığı kitap, verdiği konferanslar ona epeyce bir
gelir sağlar. Fakat şan, şöhret ve para Slocum'u
ancak bir süre tatmin eder, aklı hep uzaklardadır. Onu
enginlere çeken bir kuvvet vardır, kendinin de
anlayamadığı bir kuvvet. Bir gün dayanamayıp ikinci
bir dünya turuna çıkar. Gidiş o gidiş. Bugüne kadar
Slocum'dan haber alan yok...
WİLLİAM UNSOLD
William
Unsold, Oregon Devlet Üniversitesi'nde okurken benim
felsefe hocamdı. Kendi halinde, pek suya sabuna
dokunmayan, her üniversitede bulabileceğiniz bir hoca.
Unsold'un farklı bir özelliği olduğu bir iki sene
sonra ortaya çıktı. Bizim munis hocamız Everest Dağı'na
tırmanmayı başaran ilk Amerikan ekibinin üç elemanından
biri oldu. Hocamız bu zaferin bedelini donup kangren
olan ayak parmaklarının kesilmesi ile ödedi. Bu büyük
zaferden sonra paşa paşa evinde oturmak varken Unsold
yine tırmanmaya devam etti. Bir gün, bu sefer yanına kızını
da alarak, Himalayalar'ın başka bir zirvesini
fethetmeye gitti. Bu sefer fatura biraz daha ağır oldu,
dağın başında aniden ateşli bir hastalığa
yakalanan kızı ufacık bir çadırın içinde babasının
kolları arasıdan yaşamını yitirdi. bu işin nereye
varacağını artık hepimiz az çok tahmin edebiliyorduk.
Çok sürmedi, amansız bir heyelan onu o kadar çok
sevdiği dağların kucağında aramızdan ayırdı.
TİBETLİLER
Modern
bilim ve teknolojinin uğramadığı veya dokunmadığı
bazı toplumlarda yol çağrısı doruk noktalara ulşaır.
Bir çok dinde olduğu gibi Tibet inancında da hacca
gitmek koşulu vardır. Tibetli, bu yolculuğunda eşyalarını
bir hayvana yükler, fakat kendisi hayvana binmez, yanında
yürür. Bu yolculuğun en ilginç yanı, Tibetli hacının
aklında belirli bir rota ve ziyaret edecek belirli bir
mabet olmayışıdır. Aklı nereye eserse, gönlü
nereye isterse oraya gider. Kısacası Tibetli için hac
ve yolculuk aynı şeydir.
PLUWATLILAR
Buna
benzer bir olayı Pasifik Okyanusu'nun en ücra köşelerinden
biri olan Mikronezya'daki Pluwat adasıdan görürürüz.
Pluwat doğal kaynaklar açısından fakir bir ada, bu yüzden
ada sakinleri ihtiyaçlarını ancak öbür adalara yaptıkları
seferler ile karşılayabiliyorlar. Adalılar Fransız
hegemonyası altına girdikten sonra, Fransız hükümeti
yerlilerin bütün ihtiyaçlarını kendi gemileri ile
karşılamaya başlar; fakat Pluwatlılar yine eskiden
olduğu gibi, ağaçtan oydukları kanolara binip
bildiklerini okurlar. Yolcular arasında yalnız yetişkin
erkekler değil, kadınlar çocuklar ve yaşlılar vardır.
Bu yolculuklar ufak gezintiler değil, günlerce, bazen
haftalarca süren, yüzlerce kilometreyi kapsayan
seferlerdir. Böyle bir sefere katılan ünlü antropolog
Thomas Gladwin, East is a Big Bird adlı kitabında, eğer
bu seferler yapılmazsa Pluwatlıların ne geçmişi ne
de geleceği olur, der.
HUSREVİ
Bazı
gezginler ise işi kitabına uydurmak için yoğun çabalar
harcar. zevk ve sefasına çok düşkün 11. yüzyıl İranlı
şair ve gezgin Husrevi, bir gece rüyasında kimliğini
bilmediği bir adam tarafında ziyaret edildiğini görür.
Bu kişi şaire şaraptan vazgeçmesini ve "aklı
fikri arttıracak" bir şey bulmasını önerir.
Husrevi "Bunu nerde elde ederim?" diye sorduğunda
esrarengiz kişi eliyle kıble yönünü gösterir ve
kaybolur. Husrevi şaraba tövbe edip hacca gider. Döndüğünde
yepyeni bir insan olmuştur, işi gücü de iyidir, fakat
Husrevi de aynı kolomb ve Slocum gibi tası tarağı
toplayıp tekrar yola çıkar ve söylendiğine göre tam
2220 fersahlık -yaklaşık 11.100 km.- yol kateder.
EVLİYA ÇELEBİ
Evliya
Çelebi'nin de rüyasında gördüğü Hz.Muhammed'e
"şefaat ya Resullah" diyeceğine, "seyahat
ya Resulallah" demesi, peygamberin de ona, gönlüne
göre gezip görme izni verdiğini, Evliya Çelebi'nin de
bunun sonucu yola çıktığını hepimiz biliriz. Kitabına
uysun uymasın, yol çağrısı, belki şuuraltına gömülmüş,
belki de genetik haritamıza çizilmiş, hepimizin benliğinde
yatan bir tutkudur.
SONUÇ
Gördüğünüz
gibi, yol çağrısı sadece şan, şöhret ve maddi
kazançlardan kaynaklanan basit bir olay değil. Burada
her fırsatta ağırlığını ortaya koyan, kimliği
belirsiz bir faktör daha var. Bazı gezginler ve seyahat
temasını işleyen yazarlar "üzümünü ye, bağını
sorma" gibi bir tavır takınarak bu çok tabii gördükleri
olayı izah etmeye bile gerek görmezler. Örneğin J.Mallory
neden Everest'e tırmanmak istediğini soran bir
gazeteciye "orada olduğu için" yanıtını
verirken, Baudelaire bir mısrasında "gerçek
yolculuk, sadece yolculuk için yapılır"
demektedir. Gezginlerin çoğunun anılarında ve temayı
işleyen büyük yazarların eserlerinde yol çağrısı
çeşitli kılıklara bürünerek karşımıza çıkar.
Herman Melville'in Moby Dick adlı kitabında olayları
anlatan İshmail neden ilkokul hocalığını bırakıp
bir balina gemisine sıradan bir tayfa olarak yazıldığını
evvela alışagelmiş nedenlere bağlar. Hürriyet, temiz
hava, değişik yerler görmek ve avdan düşecek para.
Fakat hemen sonra, bütün bu nedenlerin dışında,
kendisini enginlere çeken gizli bir kuvvetin varlığından
bahseder.
VE SONSÖZ...
Beşbin
yıl önceden seslenir annenin biri: "Ey Tanrılar,
oğlumun (Gılgamış) göğsüne bu kıpır kıpır
kalbi neden koydunuz?"
VEEEEEE...
Sahi
sizin kalbiniz de böyle kıpır kıpır mı?
HÜRRİYET'E DOĞRU
...
Heeey!
Ne
duruyorsun be, at kendini denize;
Geride
bekleyenin varmış aldırma;
Görmüyor
musun, her yanda hürriyet;
Yelken
ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git
gidebildiğin yere. (O.Veli)
Eski
Türkler ve Anadolu'da Yaylacılık ve Göç Üzerine
 
|