KIBLENİN
DEĞİŞTİRİLMESİ ve BUNA BAĞLI GELİŞMELER
Okuyacağımız
ayetlerde yahudilerin İslam'a ve müslümanlara yönelik desiselerinin ve
hilelerinin açıklanmasına devam ediliyor. Müslüman cemaat, onların oyunları
ve entrikaları, müslümanlara dönük içlerinde gizledikleri kin ve kötü
duygular, onlar için hazırladıkları tuzaklar ve yıkımlar konusunda uyarılıyor.
Yine müslüman cemaate, gerek söz ve gerekse davranış bakımından Ehli
Kitab'ın bu kâfirlerine benzememeleri telkin ediliyor. Bu ayetlerle Allah
(c.c) yahudilerin İslâm birliği aleyhinde hazırladıkları fitne, oyun,
desise, komplo, maksatlı söz ve davranışların ardından saklı olarak gerçek
sebep ve niyetler müslümanlara açıklanıyor.
Bilindiği
gibi İslâm'ın ortaya çıktığı ortamın şartları uyarınca, müslüman
cemaati kuşatan şartlar ve gelişmelere bağlı olarak bu dinin bazı emir ve
yükümlülükleri değişikliğe uğruyor, yürürlükten kalkıyordu. Anlaşılan
yahudiler bu durumu bahane ederek söz konusu emir ve yükümlülüklerin kaynağı
hakkında kuşku uyandırmaya çalışıyor ve müslümanlara, "Eğer bu
emir ve yükümlülükler Allah'tan gelselerdi, yürürlükten kaldırılmazlar,
daha önceki emri bozan ya da değiştiren yeni bir emir verilmezdi"
diyorlardı.
Özellikle
Hicretten onaltı ay sonra gerçekleşen kıblenin Beytül Mukaddes'ten Kâbe'ye
döndürülmesi olayı sırasında bu kampanya iyice şiddetlendi. Bilindiği
gibi Peygamber efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) Hicretten sonra
yahudilerin kıblesi olan Beytülmukaddes'e dönerek namaz kılmaya başlamıştı.
Yahudiler bu olayı gerekçe göstererek dinlerinin gerçek din, ve kıblelerinin
gerçek kıble olduğu propagandasına hız verdiler. Bu yüzden Peygamberimiz kıblenin
Beytülmukaddes'ten Kâbe'ye döndürülmesini arzu ediyor, fakat bu arzusunu açığa
vurmuyordu. Bu surenin ilerde okuyacağımız ayetlerinde görüleceği üzere
Peygamberimizin vicdanını sürekli biçimde etkileyen bu dileği nihayet yüce
Allah tarafından kabul edilerek kıblenin yönü Kâbe'ye, yani O'nun arzuladığı
yöne doğru döndürüldü.
Bu
değişiklik yahudilerin önemli bir silâhının etkisiz hale gelmesi sonucunu
doğurduğu için, bu önemli gerekçeyi kaybetmek çok ağırlarına gitmişti.
Bu yüzden, müslümanlara yönelik aldatıcı bir propagandaya girişerek
Peygamberimizin buyruklarının kaynağı ve kendisine vahiy geldiğinin doğruluğu
hususunda şüphe uyandırmaya yönelmişlerdi.
Başka
bir deyimle yahudiler, oklarını müslümanların vicdanlarındaki imanın
temeline yönelterek onlara şöyle diyorlardı; "Eğer Beytülmukaddes'e yönelmek
yanlış ve geçersiz idiyse, o takdirde bunca zaman kıldığınız namazlar ve
yaptığınız ibadetler boşa gitti. Eğer oraya yönelmek doğru ve yerinde
idiyse o zaman başka bir yöne dönmenin gerekçesi nedir?." Yani
yahudiler, oklarını müslümanların vicdanlarında bulunan yüce Allah'tan
sevap alacakları hakkındaki güven duygusunun temeline, hatta her şeyden önce
Peygamberimizin rehberlik yeteneğine beslenen güven duygusunun temeline yöneltmiş
oluyorlardı.
Anlaşılan
bu iğrenç ve yanıltıcı kampanya bazı müslümanların vicdanlarında
etkisini göstermişti. Nitekim bu müslümanlar bu konuda Peygamberimize endişe
ve tereddüt kokan sorular yöneltmeye ve ondan kanıtlar ve gerekçeler
istemeye başladılar. Bu durum gerek inancın kaynağına ve gerekse
Peygamberimizin liderliğine dair beslene gelen sarsılmaz güven duygusu ile bağdaşmıyordu.
Bunun
üzerine az sonra okuyacağımız konuyla ilgili ayet inerek daha önce yürürlükte
olan bazı hükümlerin kaldırılıp yeni hükümler konmasının gerekçelerini
açıklayarak bu konudaki şüpheleri ortadan kaldırdı. Buna göre, bazı
ayetlerin ve emirlerin iptali herşeyin en iyisini seçen ve müslümanlar için
neyin yararlı neyin zararlı olduğunu bilen yüce Allah'ın bir hikmeti
sonucudur. Bu ayetin inmesiyle yapılan değişikliklerin amacı müslümanlara
açıklanıyor aynı zamanda da yahudilerin asıl hedefleri konusunda dikkatli
olmaya çağrılıyorlardı. Yahudilerin amacı ise müslümanları iman
ettikten sonra tekrar kafirliğe döndürmekti. Bu çirkin amacın kaynağı
ise, yüce Allah'ın müslümanları yahudilere tercih etmesi, son hakk kitabı
kendilerine indirerek rahmet ve faziletini onlara tahsis etmesi ve onları bu yüce
göreve atamış olması karşısında duyulan kıskançlıktan başka bir şey
değildi. Bu ayetlerde aynı zamanda yahudilerin söz konusu yanıltmacalarının
ardında gizli duran kötü niyet açıklanıyor ve Cennet'in sırf onların
hakkı olduğu biçimindeki kuru iddiaları çürütülüyor; bu arada iki Ehli
Kitap kesiminin birbirlerine yönelttikleri karşılıklı suçlamalar hatırlatılıyor.
Bu suçlamalardan birine göre yahudiler, hıristiyanların hiçbir gerçeğe
dayanmadıklarını ileri sürerlerken; hıristiyanlar da yahudilerin hiçbir
gerçeğe dayanmadıklarını söylüyorlar, ayrıca putperest müşrikler de
her ikisinin de gerçekten uzak olduklarını vurguluyorlardı!
Bu
ayetlerin devamında yahudilerin kıble olayı arkasına sakladıkları gerçek
niyetleri açığa vuruluyor. Bu niyetin yüce Allah'ın evi ve yeryüzündeki
ilk mescidi olan Kâbe'ye yönelmeyi engellemek olduğu belirtiliyor ve bu
davranışın, yüce Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel
olmaya ve söz konusu mescidleri yıkmaya çalışmak anlamına geldiği ifade
ediliyor.
Bu
tür telkinleri sıralayarak devam eden bu ayetler sonunda müslümanları,
yahudilerin ve hıristiyanların, başka bir deyimle Kitap Ehli'nin gerçek ve
ortak maksatları ile yüzyüze getiriyor. Bu maksat, müslümanları kendi
dinlerinden ayırarak Ehli Kitab'ın dinlerine çevirmektir. Bundan dolayı
Peygamberimiz onların dinlerine girmedikçe ne yahudiler ve ne de hıristiyanlar
onu hiçbir zaman sevmeyecekler, kendisinden hoşnut olmayacaklardır. Aksi
halde sözü edilen savaşlar, tuzaklar ve hileler sonuna kadar devam edecektir!
İşte müslümanlara dönük saçma iddiaların ve yanıltıcı propagandaların
ardına saklanan ve sözde inandırıcı delillerin gerisinde gizlenen kıyasıya
mücadelenin içyüzü budur!
104-
Ey müminler, sakın Peygambere; "Bizi de dinle" demeyin; "Bize
bak" deyin ve onu dinleyin. Kâfirleri acı bir azap beklemektedir.
105-
Ne Kitap Ehlinin kâfirleri ve ne de puta tapanlar Rabbinizden size herhangi bir
iyilik inmesini istemezler. Oysa Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah
büyük lütuf sahibidir.
106-
Biz herhangi bir ayetin daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe onu ne
yürürlükten kaldırır ve ne de unuttururuz. Allah'ın herşeye kadir olduğunu
bilmiyor musun?
107
Göklerin ve yeryüzünün egemenliğinin Allah'a ait olduğunu bilmiyor musun?
Allah'tan başka hiçbir dostunuz ve destekçiniz yoktur.
108-
Yoksa vaktiyle Musa'yı sorguya tuttukları gibi siz de peygamberinizi sorguya
tutmak mı istiyorsunuz? Müminliği kâfirlik ile değiştirenler hiç kuşkusuz
doğru yoldan sapmış olurlar.
109-
Kitap Ehlinin çoğu gerçeğin ne olduğunu kesinlikle öğrendikten sonra sırf
içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi iman ettikten sonra tekrar kâfirliğe
döndürmek isterler. Allah'ın emri gelinceye kadar onlara aldırış etmeyin,
yaptıklarını hoş görün. Hiç kuşkusuz Allah herşeye kadirdir.
110-
Namazı kılın, zekâtı verin, kendi hesabınıza önceden gönderdiğiniz her
iyiliği Allah katında bulursunuz. Hiç şüphesiz Allah yaptıklarınızı görür.
Bu
ayetler "iman edenlere" hitap ederek başlıyor. Müslümanlara,
kendilerini başkalarından ayırdeden, Rabbleri ve peygamberleri ile ilişki
kurmalarını sağlayan, vicdanlarında kabul etme ve benimseme duygusunu
harekete geçiren vasıfları ile sesleniyor.
Bu
vasıflarına bağlı olarak onlara Peygamberimize "gözetmek ve
ilgilenmek" kökünden gelen "raina (Bizi de dinle, bizi de gözet)"
sözü ile hitap etmemelerini söylüyor, bunun yerine O'na bu sözün Arap
dilindeki eş anlamlısı olan "unzurna (Bize bak)" sözü ile
seslenmelerini tavsiye ediyor. Ayrıca onlara "itaat etme" anlamına
gelmek üzere "söz dinlemeyi" emrediyor ve kendilerini kâfirlerin akıbeti
olan acı azaba çarpılmayı hak etmekten kaçınmaya çağırıyor. Tekrar
okuyoruz:
"Ey
müminler, sakın Peygambere `Bizi de dinle' demeyin. `Bize bak' deyin ve onu
dinleyin. Kâfirleri acı bir azap beklemektedir."
"Raina"
sözcüğünü kullanmanın yasaklanma sebebi hakkındaki rivayetler bize şu
bilgiyi veriyor: Yahudilerin ayaktakımı bu sözle Peygamberimize (salât ve
selâm üzerine olsun) hitap ederken bu sözü ağızlarını yayarak, avurtlarını
şişirerek telâffuz ederek onun kasden "Ravene" köklü başka bir
kelime ile aynı anlama gelmesini sağlıyorlardı. Bunu şunun için yapıyorlardı.
Peygamberimize açıktan açığa sövmekten korktukları için bu çirkin
maksatlarını gerçekleştirmek üzere ancak aptal çocukların başvurabilecekleri
böylesine kaypak bir yolu tercih ediyorlardı.
.
İşte bundan dolayı yahudiler tarafından bir hakaret paravanı olarak kullanılan
bu sözü kullanmak müminlere yasaklanıyor, bunun yerine ayaktakımı
yahudilerin başka anlama çekemeyecekleri, telâffuz değişimine uğratamayacakları
aynı anlama gelen başka bir kelimeyi kullanmaları emrediliyor ve böylece
yahudilerin söz konusu aptal çocuklara özgü amacı boşa çıkarılıyordu.
Yahudilerin
böyle bir yola başvurmaları onların Peygamberimize karşı ne derece kin ve
kıskançlık beslediklerini gösterdiği kadar, onların edepsizliklerini, adi
yollara başvurmaktaki pervasızlıklarını ve davranış plânındaki yozlaşmışlıklarını
da belgelemektedir. Bu konuda konulan yasak da, yüce Allah'ın gerek
Peygamberini ve gerekse müslüman cemaati, hilekâr düşmanlarından
kaynaklanan her türlü desise ve kötü maksat karşısında koruduğunu, başka
bir deyimle "dostlarını" düşmanlarına karşı titizlikle savunduğunu
kanıtlamaktadır.
Bu
ayetlerin devamında yahudilerin müslümanlara karşı besledikleri kötü
niyetli ve düşmanca duygular, kalplerinden taşan kıskançlık ve çekememezlik
kompleksleri açığa çıkarılıyor. Bu kıskançlığın sebebi, yüce Allah'ın
bağışını müslümanlara tahsis etmiş olmasıdır. Böylece müslümanların
düşmanlarından sakınmaları, düşmanlarının kıskançlıklarına sebep
olan imanlarına dört elle sarılmaları, yüce Allah'ın kendilerine tahsis
ettiği bağışa karşı şükür borçlarım ödeyerek, bu bağışı
korumaları telkin ediliyor:
"Ne
kitap ehlinin kâfirleri ve ne de puta tapanlar Rabbinizden size herhangi bir
iyilik inmesini istemezler. Oysa Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah
büyük lütuf sahibidir."
Kur'an-ı
Kerim, burada Ehl-i Kitap ile putperestleri (müşrikleri) kâfirlik açısından
bir sayıyor. Bu grupların her ikisi de son peygambere gelen ilâhi mesajı inkâr
ediyor. Bu bakımdan her ikisinin tutumu da aynıdır. Ayrıca bu grupların her
ikisi de müminlere karşı kin ve çekememezlik duyguları beslemekte, onların
iyiliğini istememektedirler. Bunların müminlerde en çok kıskandıkları şey,
bu dinin kendisidir. Yani yüce Allah'ın onları bu iyilik için seçmiş olması,
onlara Kur'an'ı Kerim'i indirmiş olması, bu nimeti onlara bağışlamış
olması, evrenin en büyük emaneti olan "inanç emaneti"ni onların
omuzlarına yüklemiş olmasıdır.
Yüce
Allah'ın bağışını dilediği kuluna indirmesi karşısında yahudilerin kapılmış
oldukları kin ve kıskançlık konusuna yukarda değinmiştik. Bu kindarlığı
o kadar ileri boyutlara vardırdılar ki, Peygamberimize vahiy getirdiği gerekçesi
ile Cebrail'e (selâm üzerine olsun) düşmanlıklarını bile ilân ettiler.
Oysa:
"Allah
rahmetini dilediğine tahsis eder."
Yüce
Allah peygamberlik görevini kime vereceğini herkesten iyi bilir. Bu durumda bu
görevi Peygamberimiz ile O'na inananlara yüklediğine göre onlar bu misyona
ehildirler demektir. Ayrıca:
"Allah
büyük lütuf sahibidir."
Peygamberlikten
ve ilâhi mesajı temsil etme görevinden daha büyük bir nimet yoktur. İmandan
ve insanları iman etmeye çağırmaktan daha büyük bir nimet yoktur. Bu
ifade, yüce Allah'ın bu bağışının büyüklüğü, bu lütfun sınırsızlığı
konusunda müminlerin kalplerinde şuur uyandırıcı niteliktedir. Kâfirlerin,
müminlere karşı duydukları kindarlık ile ilgili az önceki açıklama da müminlere
son derece uyanık ve inançlarına bağlı olma bilincini aşılar. Müminlerin
inancını zayıflatmak amacı ile yahudiler tarafından gerek tarihte ve
gerekse günümüzde yürütülen yoğun yanıltma ve kuşkulandırma kampanyasına
karşı koymak, bu saldırı okları karşısında ayakta kalmayı başarabilmek
için yukarıda değindiğimiz her iki tür bilinç de kaçınılmaz derecede
gereklidir. Yahudilerin, müslümanlarda görmekten en çok kıskanacakları
"büyük iyilik" işte bu direnme yeteneğidir!
Daha
önce belirttiğimiz gibi yahudilerin bu yıkıcı propaganda kampanyası, bazı
emir ve yükümlülükler ile ilgiliydi ve özellikle kıble yönünün Kâbe'ye
döndürülmesi olayı sırasında doruk noktasına varmıştı. Çünkü kıble
değişimi olayı onların büyük yanıltma gerekçelerini etkisiz hale getirmişti.
"Biz
herhangi bir ayetin daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe onu ne yürürlükten
kaldırır ve ne de unuttururuz."
KUR'AN'DAKİ
BAZI EMİRL ERİN NESHEDİLMESİ
Yahudilerin,
İslâm inancının özü hakkında zihinlerde şüphe uyandırmak amacıyla
bahane olarak kullandıkları vesile ister -bu ve daha sonraki ayetlerin gösterdiği
gibi- kıble yönünün değiştirilmesi olayı olsun, ister müslüman cemaatin
gelişim sürecine ve sosyal şartlarının değişimine bağlı olarak bazı
emirlerin, hükümlerin ve yükümlülüklerin değiştirilmesi olsun, isterse
Kur'an-ı Kerim'in Tevrat'ı bir bütün olarak onaylamış olmasına rağmen bu
kitapta yeralan bazı hükümleri değiştirmiş olması ile ilgili olsun;
yahudilerin zihinlerde kuşku uyandırma kampanyasının bahanesi ister o, ister
şu veya isterse bu olsun önemli değil. Kur'ana Kerim burada gerek yürürlükten
kaldırma (nesh) ve değiştirme olayı ile ve gerekse yahudilerin bu inanç
sistemine karşı çeşitli usullerle savaşmak amacı güden plânları ve
gelenekleri uyarınca zihinlerde uyandırmış oldukları şüpheler ile ilgili
olarak kesin bir açıklama yapıyor.
Buna
göre, vahyin iniş süreci boyunca şartların gereği olarak yapılan kısmî
değiştirmeler insanlığın yararınadır; sosyal hayatın gelişiminin
gerektirdiği faydayı daha büyük oranda gerçekleştirme amacına dönüktür;
bu gerekliliği takdir edecek olan; insanların yaratıcısı, peygamberlerin göndericisi
ve ayetlerin indiricisi olan yüce Allah'tır. Eğer O, herhangi bir ayeti yürürlükten
kaldırarak unutulmuşluğun karanlık kucağına atarsa -Bu ayet ister her
hangi bir hüküm içeren okunabilir bir ayet olsun, isterse peygamberler tarafından
ortaya konan somut mucizeler gibi belirli bir münasebetle ortaya çıkıp geçen
olağandışı bir gelişme anlamındaki ayetlerden biri olsun- ondan daha
yararlısını ya da onun benzerini indirir. Hiçbir şey O'nun gücü dışında
değildir. O her şeyin maliki, göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibidir.
Bundan dolayı yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor:
"Allah'ın
her şeye kadir olduğunu bilmiyor musun?"
"Göklerin
ve yeryüzünün egemenliğinin Allah'a ait olduğunu, Allah'tan başka hiçbir
dostunuzun ve destekçinizin olmadığını bilmiyor musun?"
Buradaki
müminlere yönelik hitap,uyarıcı ve hatırlatıcı niteliktedir. Çünkü
onlara yegane dostlarının ve destekçilerinin yüce Allah olduğunu, O'ndan başka
hiçbir dostlarının ve destekçilerinin bulunmadığını hatırlatıyor.
Belki de bu uyarının ve hatırlatmanın sebebi, bazı müminlerin yanıltıcı
yahudi propagandasına aldanmaları, onların aldatıcı gerekçeleri ile
kafalarının karışması ve bunun sonucu olarak Peygamber efendimize güven
duygusu ve kesin inançla bağdaşmayan sorular sormaya kalkışmalarıdır. Bir
sonraki ayette dile gelen açık uyarı ve azarlama bunu gösterir:
"Yoksa
vaktiyle nasıl Musa'yı sorguya tuttular ise siz de Peygamberinizi sorguya
tutmak mı istiyorsunuz? Müminliği kâfirlik ile değiştirenler hiç kuşkusuz
doğru yoldan sapmış olurlar."
Bu
ayet, bazı müslümanları işi yokuşa sürme, peygamberlerinden açık
deliller ve mucizeler isteme ve onu zora koşma bakımından Hz. Musa'nın (selâm
üzerine olsun) kavmine benzemelerini, özenmelerini kınayıcı niteliktedir.
Kur'ana Kerim'in çeşitli yerlerinde anlatıldığı gibi Hz. Musa ne zaman
yeni bir emir verse, ne zaman yeni bir yükümlülük bildirse yahudiler buna
karşı işi yokuşa sürmüşlerdir.
Öteyandan
bu ayet, müminleri bu yolun akıbeti konusunda da uyarıcı niteliktedir. Bu akıbet,
sapıklık ve müminliği kâfirlikle değiştirmektir. Yine bu akıbet,
yahudilerin sürüklendikleri sonuç olduğu gibi müslümanları da sürüklemeyi
temenni ettikleri sonuçtur:
"Kitap
Ehlinin çoğu, gerçeğin ne olduğunu kesinlikle öğrendikten sonra, sırf içlerindeki
kıskançlıktan dolayı sizi iman ettikten sonra tekrar kâfirliğe döndürmek
isterler."
Bu;
iğrenç kindarlığın vicdanlarda körüklediği bir eğilimdir. Yani başkalarının
elde ettikleri iyiliği onların elinden alma arzusu. Niçin? Bu durum söz
konusu şirret vicdanların gerçeği bilmemelerinden ötürü değil, tam
tersine bilmelerinden ötürüdür! Tekrar okuyoruz:
"Gerçeğin
ne olduğunu kesinlikle öğrendikten sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan
dolayı..."
Kıskançlık,
İslâm'a ve müslümanlara karşı yahudilerin ruhlarından taşan ve bugün de
devam eden kara ve iğrenç bir duygudur. Onların bütün desiseleri, bütün
komploları bu dünyadan kaynaklanmıştır ve bugün de yaptıkları tüm düşmanlıklar
bu duygunun bir sonucudur. Kur'an-ı Kerim onların bu iğrenç duygusunu iyi
tanısınlar ve korunsunlar diye müslümanların gözleri önüne seriyor. Ve
şunu da bilsin ki müslümanlar, daha önce cenderesinde kıvranıp durdukları
küfür sisteminden Allah'ın nimeti sayesinde kurtulup kavuştukları İslâm'dan
uzaklaştırıp yine o eski hayata döndürmek isteyen tüm çabalar da
yahudinin ürünüdür, onun parmağı vardır bu işlerde. O iman ki; yüce
Allah onun sayesinde müslümanları en yüksek payeye, onların kıskançlıklarını
körükleyen en yüce nimete tek başına lâyık görmüştür.
Burada,
yani bu gerçeğin açıkça ortaya çıktığı yahudilerin kötü niyetlerinin
ve iğrenç kıskançlıklarının gözler önüne serildiği noktada Kur'an-ı
Kerim, müslümanları onurlu davranmaya, kine kinle ve şirretliğe şirretlikle
karşılık vermekten kaçınmaya, yüce Allah'ın dilediği zaman gerçekleşecek
olan hükmü kendini gösterinceye kadar müsamahakâr davranmaya ve onların
yaptıklarına şimdilik cevap vermemeye çağırıyor.
"Allah'ın
emri gelinceye kadar onlara (yahudilere) aldırış etmeyin, yaptıklarını hoş
görün. Hiç kuşkusuz Allah herşeye kadirdir."
Yani;
"Siz Allah'ın sizin için seçmiş olduğu yolda ilerlemeye devam edin,
Rabbinize ibadet edin ve O'nun katında iyi amel biriktirin." Okumaya devam
ediyoruz:
"Namazı
kılın, zekâtı verin, kendi hesabınıza önceden gönderdiğiniz her iyiliği
Allah katında bulursunuz. Hiç şüphesiz Allah yaptıklarınızı görmektedir."
Böylece
Kur'an-ı Kerim, bu ayeti ile müslüman cemaatin bilincini uyandırıyor, onun
dikkatini tehlikenin kaynağı ve hilenin tuzak yeri üzerinde yoğunlaştırıyor,
müslümanların duygularını kötü niyetlere, kahpece tuzaklara ve iğrenç kıskançlığa
karşı koymaya hazırlıyor. Sonra onları, bu hazırlanmış ve yüklü enerji
birikimini kaybetmeden yüce Allah'ın katına yöneltiyor, O'nun emrini
beklemelerini ve davranışlarını O'nun iznine bağlamalarını buyuruyor. söz
konusu ilâhî emir gelinceye kadar da onları hoşgörülü ve aldırışsız
olmaya çağırıyor. Böylece kalpleri kinin ve nefretin kokuşmuşluğundan
uzak biçimde mutlak emir ve irade sahibinin emrini temiz bir yürekle
beklemelerini öneriyor.