Tınaz Titiz
Ulemamız her ne sorun
varsa çözümünü getirip getirip eğitime bağlayarak okulları adres
göstermiş oluyor. Devlet ise müfredatı bu sorunların çözümleriyle
şişiriyor ve sonunda bu kadar çözümün bellenmesi ancak ezberle
mümkün olabileceği için de "sormayan, sorgulamayan, sadece itaat
eden ve kendisine -her yönden- bakılmasını bekleyen" özel bir
merinos türü yetişiyor.
Adına "yüksek katma
değer üretme yarışı çağı" denilebilecek
zamanımızda kendisine yer olmayan, muhtaç, yakınıcı, tüketici, -her
yönden- saygısız bir toplumsal tümör böylece ortaya çıkmaya
başlıyor. "AB Türkiye'yi niçin istemiyor?" sorusunun yanıtını bu
tarafta aramak daha yapıcı sonuçlara götürebilir.
Toplumun kolektif mizah
duygusu, "eğitim şart" iğnelemesini yakalamış, "hah işte söylemek
istediğim buydu" demeye
getirmiştir.
Her sorunun en önemli
bileşenlerinin başında "eğitim"in yer aldığı kolayca kanıtlanabilir.
Ancak bu "eğitim"in hangi eğitim olduğu sorgulanmadığı için,
sokaktaki insanımızın geleneksel adres olarak gördüğü okul, bu
eğitimin doğal -ve sorgulama dışı kalmış- adresi olarak kabul
edilegelmiştir.
Halbuki okul, özellikle
de günümüzün etkileşim araçları karşısında, "eğitim kaynakları
kümesi" içindekilerden yalnızca bir tanesi, üstelik de pek etkili
olmayanlardan birisidir.
Artık bir tane okul
değil bir dizi okul vardır:
-
Milli Eğitim
Bakanlığı'nca yönetilen bildik kurumlar okuldur,
-
Aile
okuldur,
-
Stadyumlar
okuldur,
-
Sokaklar
okuldur,
-
Gazete ve dergiler
okuldur,
-
İnternet
okuldur,
-
Ve
TV'ler:
o
Geri zekalılık
taklidi (taklit midir gerçek midir bilinmez) yoğunluklu
dizileriyle,
o
Cinsel açlık
giderici-çoğaltıcı-pazarlayıcı programlarıyla,
o
Cehalet timsali
para ve/ya şöhret şımarıklarının sergilendiği
magazinlerle
başlı başına birer
okuldur.
Bütün bu okullar iki
yolla etki yaratıyorlar: (1) Sistemlerinin gereği olarak sevdirme,
kısmi zorlama, koşullandırma gibi yöntemlere dayalı "açık (resmi)
içerikler" yoluyla, (2) rol modelleri üzerinden verdikleri "saklı
içerikler" yoluyla
.
Bu ikinci bileşen, bütün
bu okullardaki eğitim süreçlerinin can alıcı noktasıdır. Hele,
bilgi-beceri bileşenlerinin büyük ölçüde ezber ve koşullandırmalı
bellemeye dayalı olduğu dikkate alınırsa ne denli az önem
taşıdıkları, esas önemli etkinin "rol modeli" bileşenlerinden
geldiği daha iyi görülebilecektir. Nitekim hemen herkes, yaşamını
şekillendiren kişiliğinin, değerlerinin, böylesine rol modeli
kişilerden etkilendiğini deneyimlemiştir.
O halde önce
yozlaştırıcı rol modeli okullara dikkat!
2005 mali yılı bütçesine
göre gerekli derslik sayısının sağlanabilmesi için 10 katrilyon TL
(yaklaşık 7 milyar dolar) kaynak gerektiği biliniyor. Bu para -hattâ
daha fazlası- bulunsa dahi, sağlanacak olumlu etkiyi tek başına
yokedebilecek yozlaştırıcı rol modellerinden yüzlercesi hergün
gözümüze kulağımıza sokulmaktadır.
24 saat süreyle abazan
yurttaşlarımıza tekstil sanayiinin ürünlerini(!) sunan bu işe
tahsisli bir TV kanalı, diğer programların aralarına serpiştirilerek
yayın yaparak gizli hayat kadınlarının -ki bu işi açık yapanların
haklarını ihlal etmektedirler- pazarlamasını yapan TV'ler, yarışma
adı altında dilenciliğe, onursuzluğa koşullandıran programlar, haber
adı altında dahi kadınların sadece tek işe yaradığı saklı içeriğini
işleyen -Asena olayında bir kadının sadece dansöz kimliğini tek
kimlik olarak sunan- yayınlar bunlardan sadece
birkaçıdır.
Bu okulların büyük
çoğunluğu, "eğitimin şart olduğu" konusunda boyuna ahkâm
kesen, yol gösteren, akıl öğreten medya organlarınca
işletilmektedir. Bu olgunun ardındaki gerçek dürtü ise -ne yolla
olursa olsun- para kazanmak, savunulan neden ise "halkın böyle
istediği"dir.
Halk gerçekten
istiyor mu ya da hangi halk?
Halkın bir bölümünün bu
tür muhabbet pazarlamasını istediği doğru olabilir. Ayrıca da bazı
hallerde sunu ile arzın birbirini artırdığı da (pozitif geri
besleme) bilinmektedir. Cinsellik konusu bunlardan birisidir.
Cinselliği tanımamış genç nüfus çoğunluğu, başlıca motifi cinsellik
olan dedikodu, mizah, haber gibi konulara doğal olarak
eğilimlidir.
Ama halkın bir bölümü de
-belki sayıca daha az- bu tür yoz yayınlardan şikayetçidir ve hattâ
nefret etmektedir; ama sesi de çıkmamaktadır.
Çözüm bu
noktadadır!
Çözüm, sesi
çıkmayan bu "diğer halk"ın sesinin çıkması, daha Türkçesi bu tür
yayınları bütünüyle boykot etmesi ve de bunu bir yolla (izlemeyerek,
reklâm vermeyerek ve bu eylemlerini yayarak) duyurmasıdır. Örneğin,
telefon, faks, e-posta, mektup, makale ve diğer herhangi yollarla
şöyle sesler çıkmasından başka çözüm görünmüyor:
-
"Yayınlarınızda
muhabbet tellâllığı görmek istemiyoruz",
-
"Mankenlerin,
hangi futbolcuları nasıl avlamaya çalıştığını görmek, bilmek
istemiyoruz, bunlara ilgi duymuyoruz",
-
"Nasıl
kazanıldığı belli olmayan (olan) paralarını nasıl harcadığını
milyonların gözüne sokarak, jipiyle, eviyle, masrafıyla onları
tahrik eden, bir çeşit aşağılayan görgüsüzleri izlemek zorunda
değiliz",
-
"Kadınları
cinsel obje olarak sunmayı cinsel özgürlük olarak onlara yutturmaya
çalışmanıza, onları enayi yerine koymanıza razı
değiliz",
-
"Kimin kimle
yattığını merak etmiyoruz, izlemek istemiyoruz",
-
"Mizah programı
adı altında sürekli olarak geri zekâlılık taklidi yaparak gizlenen
geri zekâlıları izlemek istemiyoruz",
-
"Yarışma
programı adı altında halkın dilenciliğe özendirilmesini
istemiyoruz",
-
"Yarışma
programlaına katılanlara yapılan kaba-saba, açık-saçık tacizlerin
şaka olarak sunulmasını istemiyoruz",
-
"Çeşitli
vesilelerle TV'ye çıkarılan kişilere, sunucuların yaptıkları
hakaretleri onların kişiliklerine uygun buluyoruz, ama bu
hakaretleri çoluk çocuğumuza izletmek zorunda kalmak
istemiyoruz",
-
"Reklam Öz
Denetim Kurulu olarak kendini adlandıran kurulun, dili yozlaştırıcı
reklamları görmezden gelmesini hazmedemiyoruz",
-
"RTÜK'ün bütün
bunlara karşı kalabalık lâf üretiminden başka ne gibi önlemler
aldığını merak ediyoruz ve vergilerimizle maaşlarını verdiğimiz bu
insanlardan işlerini doğru yapmalarını bekliyoruz",
-
"İstemeyen
seyretmesin kabadayılığına katlanmak zorunda olmadığımızın
bilinmesini, çoğunluğun bu argümanı kullanması halinde -ki durum
şimdilerde budur- izlenecek medya organı bulunamayacağının idrak
edilmesini ve bu dayatmadan vazgeçilmesini istiyoruz",
-
"Ve üstüne
üstlük, bütün bu düzeysizlikleri yapan, kurgulayan, oynayan,
organize eden, finanse eden, bunlar yoluyla para kazanan ve bunlara
akıl hocalığı yapanların gözümüze baka baka cumhuriyeti, laikliği,
erdemleri savunmasını hazmedemiyor ve bunu hem kendimize hem de bu
kavramlara ağır bir hakaret olarak algılıyoruz".
Türkiye mankenlerden,
görgüsüzlerden, birbirini aldatan insanlardan, kabadayılardan ve
bunları seyrettiren tellâllardan ibaret değildir. Bilim adamıyla,
sanatçısıyla, yazarıyla, çizeriyle bir "öteki halk"
vardır.
Gelecek nesillere rol
modeli olarak bu ikincileri sunmak tüm toplumun görevidir. Bu, bir
numaralı insan haklarındandır.
Bu yoz okullar bu yolla
kapatılmalıdır. Yoksa çare, çocuk ve gençlerimizin zamanlarının
ancak %9 kadarını geçirdikleri okullara, bu pisliklerin temizlenmesi
görevini vermek değildir.
Okullardan istenecek
olanlardan başlıcası ise, okul dışı okulların ürettiği yozluklardan
kısmen de olsa korunabilmek için veli-okul-öğrenci arasında
sözleşmeler yapılması, bunun gevşek bir seçenek değil bir numaralı
zorunluk haline getirilmesidir
Sayfa Başı
|