Tınaz Titiz
Semantik
olarak bakılırsa teknoloji(1) dokunulabilirler
(tangibles) ile uğraşır. Bunun dışında kalan alandakilere ise
genelde metodoloji denilmesi uzun süre yeterli olmuştu.
Iki
alanı ayıran çizgi ise sonuçta ortaya çıkanın tek başına işe yarar
bir ürün olup olmadığı idi. Metodoloji, ürünlerin dokusu içine
yerleşmekle birlikte, uzun süre tek başına alınıp satılan bir değer
sayılmamıştır.
Gerek
yerel, gerekse küresel ölçekte rekabet baskın bir parametre olmaya
başladıkça, know-how da tek başına alınıp satılır ürün
muamelesi görmeye başlamıştır.
Hele
bilişim yazılımlarındaki patlamadan sonra teknoloji kavramına
yüklenmiş olan geleneksel `dokunulabilirlik' (tangibility)
tamamen anlam yitirmiştir.
Bugün
hala dokunulabilir (tangible) ve dokunulamaz
(intangible) ürünlerle ilgili, teknolojileri ayırmak için yer
yer soft teknoloji deyimi kullanılıyor ise de artık tümüne
birden teknoloji diyebiliyoruz.
Şimdi
bir kaç soruya yanıt aramalıyız örneğin,
-
Bir
insan topluluğunu medeni bir toplumdan ayıran temel özellik(ler)
ne(ler)dir?
Kullandıkları
araç gereçlerin çeşitliliği ve kullanım yaygınlığı bir ölçüt
olabilir mi?
-
Çağdaş
uygarlık düzeyi ile arasında geniş bir açıklık bulunan bir
topluluğun, çağdaş uygarlık düzeyini yakalayabilmesi için hangi
teknolojilere -en geniş anlamı ile- ihtiyacı vardır?
Yetişmek
istediği toplumların kullanmakta olduğu son teknolojileri kullanarak
yetişebilir mi?
Bu
iki sorudan birincisine verilebilecek yanıt şudur: bir insan
topluluğunun kullanmakta olduğu araç gerecin çeşitliliği gelir
düzeyinin, yaygınlığı ise gelir dağılımının düzgünlüğünü
gösterir.
Ama
bu, gelir düzeyi ve dağılımının sürdürülebilirliğini göstermez. Yani
bugün var olan ve belki de düzgün dağılımlı olan bir gelir yarın
böyle olmayabilir.
Uygarlık
ölçütlerinin başlıcası ise içinde bulunduğu çevrelere -fizik,
toplumsal, spirutual- net katkılarda bulunabilmektir. Topluluğun
kullandığı araç-gereçler bununla ilgili değildir. Hatta, kullandığı
araç-gereçlerle, çeşitli çevreleri bozacak şekilde dahi
davranabilir.
Ikinci
soru ise özellikle Türkiye açısından geçerlidir. Çağdaş uygarlık
düzeyi ile arasında önemli bir açıklık bulunan toplulumumuz bunu
nasıl kapatabilir?
Uygarlık,
uygar toplumların tüketim kalıplarını benimsemek midir?
Toplumumuzda
genel kabul görmüş yol, uygar toplumların tükettiklerini tüketmek ve
onların kullanmakta oldukları son teknolojileri kritiik
teknolojiler olarak benimsemektir.
Bu
genel kabul gören yolla bir süre yol alındıktan ve özellikle de bu
yöntemi benimsemiş bilim sınıfı belirli bir genişliğe ve
sözü dinlenilirliğe eriştikten sonra artık geri dönüş
güçleşmektedir.
Günümüz
Türkiye'sinde en son teknolojilerin benimsenmesinin çağdaş uygarlık
düzeyine erişmede bir işe yaramayacağı, hatta açıklığın giderek
artmasına yol açacağını -ve de açtığını- tartışmak mümkün müdür?
Çağdaş
uygarlık, her an için yeni teknolojiler üretebilen bir olgu olduğuna
göre, onun herhangi bir durağan anında kullanılmakta olduğu
teknolojileri benimseyerek aynı üretkenliğe erişmek mümkün olabilir
mi?
O
halde bu üretkenliğin arkasındaki itici güç, kullanılan ürünler ya
da dokunulabilir teknolojiler olamaz.
Bu
itici gücü çok iyi anlamak zorundayız.
Bunun
için de örneğin `eğitim' gibi içeriği, amaçları, çıktıları herkese
göre değişik olabilecek kılıf sözcüklerden ve onlara dayalı
tanılardan uzak kalmayı becerebilmeliyiz.
Bu
itici güç tek odaklı bir şey olamaz. Yalnızca sanatçılardan, yalnız
üniversite mensuplarından, yalnız askerler, bürokratlar ,
sanayiciler yqa da politikacılardan kaynaklanan bir güç, toplumun
tüm kesimlerini harekete geçirebilir mi? en ceberrut yönetimler en
parlak zamanlarında dahi böylesine tek odaklı bir gelişmeyi
başaramamışlardır.
Bu
itici güç `etkileşebilme kabiliyeti' denilebilecek bir özelliktir.
Bir
şirketin veye bir derneğin yönetim kurulunda, bir sempozyumda ya da
bir TV açık oturumundaki katılımcılar uygar ülkelerde etkileşmek,
uygar olmayan ülkelerde ise önceden belirlenmiş bir kişi veya
kişilerce, yine onlarca, belirlenen sonuçlara göre etkilenmek
üzere bir araya gelirler.
Etkileşebilme
kabiliyeti şu bir kaç konuya bağlıdır:
-
Herhangi
bir amaçla bir araya gelenlerin, etkileşime kapalı olmalarına yol
açabilecek özellikler taşımamaları (ünvan, uzmanlık, arogance,
yetki sahipliği, vb),
-
Etkileşimi
kolaylaştırıcı yöntem ve araçlar konusunda donanımlı olmaları,
-
Ortak
aklın değerinin farkında olmaları,
Etkileşime
kapalılık çeşitli formlar altında ortaya çıkabilir.
Bunların
hepsinin kökü aynıdır ve bu durumlar içinde bulunabilecek
katılımcıların birbirleriyle etkileşmeleri mümkün olmayıp, yalnızca
etkilenmeleri ve onaylamaları için katılımcı olarak seçilmişlerdir:
-
Soru
sormak (her soru yanıtının büyük bölümünü kendi içinde taşır),
-
Üzerinde
konuşulacakları kategorize edip sınırlamak,
-
Katılımcıları
belirlemek,
-
Sonuç
bildirgesi taslağı hazırlamak,
-
Küçük
icra grupları oluşturmak,
-
Danışma
kurulu oluşturmak,
-
Farklılıkları
yönetmenin güçlükleri arkasına saklanmak,
-
Kamu
çıkarları argümanı kullanmak
-
Ister
bir şirket ya da derneğin yönetim kurulunda isterse bir açık
oturumda, isterse bilimsel bir toplantıda olsun, bu birliktelikleri
düzenleyenler eğer gerçekten işe yarar çıktılar bekliyorlarsa ilk ve
de tek göz önünde tutacakları ölçütler şunlar olmalıdır:
-
Ilgilendiğimiz
süreç(ler)in tüm paydaşları çağrılı mı?
-
Paydaşlar
içinde etkileşimden hoşnut olmayacaklar var mı?
-
Var
ise bunlar nasıl kontrol edilecekler?
-
Paydaşlar,
etkileşimin öneminin farkındalar mı?
-
Etkileşim
kolaylaştırıcı araçlar mevcut mu?
Bir
toplantı sırasında ya da bir masa çevresinde oturan, söz alıp
konuşan, hattâ itiraz eden insanların varlığı orada bir ortak akıl
süreci bulunduğuna, katılımcıların birbirleriyle etkileştiklerine
kesinlikle işaret etmez.
Uygarlık
yarışı bir anlamda etkileşimleri kolaylaştırabilme yarışıdır.
Etkileşime
kapanmanın sonuçları nelerdir?
Etkileşime
kapalı olmanın sonuçları tahmin edilemeyecek kadar dramatiktir.
Bunlardan en önemlisi ise “süreç parçalanması” denilebilecek
olaydır. Öğeleri arasında etkileşim olması gereken süreçlerin
bölünüp her birinin ayrı birer amaç haline gelmesi..
Bunun
en yaygın örneği, herhangi bir konudaki “düşünce üretimi” ile
“uygulama”nın ayrılmasıdır. Burada zımnen kastedilen,
birilerinin düşüneceği, birilerinin de o düşünülenleri
uygulayacağıdır. Gerçekte ise böyle olmaz. Düşünenler uygulamadığı
için uygulama kabiliyeti düşük düşünceler üretirlerken, uygulayanlar
da başkalarından düşünce almayı reddedeceği için sadece görünür
sonuçlar peşinde koşmaya başlarlar. Sonuçta her iki süreç adımı
içinde yer alanlar da çaba harcarlar, yorulurlar, kaynak harcarlar,
çevresindekilere ümit saçarlar ve fakat sonuçta bir şey üretemezler.
Ülkemizde
süreç parçalanması kadar yaygın bir başka hastalık yoktur. Acı olan,
herhangi bir sorunu çözmek durumunda olanların ilk aklına gelen,
parçalanmışlıkları bütünleştirmek değil, daha da parçalamaktır.
Bunun
en dramatik örneklerinden birisi de, akıl ve inancın
parçalanmasıdır. Aracı bilim olan akıl ile, aracı sezgi olan inanç,
bir ve parçalanmaması gereken bir bütün iken
parçalanmış, her ikisinin de yandaşları -laikler ve dinciler-
oluşmuş ve bunlar kıyasıya çatışmaya girişmişlerdir.
Etkileşime
kapanmanın nedenleri nelerdir?
Peki
bu olgunun nedenleri nelerdir? Bu nedenler bulunabilirse, sinerji
denilen sihirli ürün elde edilebilir. Bu nedenler çeşitli olabilir.
Ama içlerinden biri diğerlerinden daha etkilidir: sorunların kökleri
yerine görüntülerine kilitlenmek ve bu yüzden de “çabuk çözüm”lerin
çekiciliğine kapılmak.
Bunda
bir miktar haklılık payı da vardır. Sorunların köklerine ilişkin
teşhisler, o teşhislere yönelik olarak önerilen çözümlerin
geçerliği, o çözümlerin uygulanmasındaki beceriklilik, gözle görülüp
elle tutulabilir somutlukta değildir. Teşhisleri, çözümleri,
uygulamaları kimlerin önerip üstlendiğine bağlı olarak kuşkuları
içerirler.
Ama
sorunları çözmek için maalesef başka yol da yoktur. J.F. Kennedy,
bunu şöyle özetliyor: Bir başkana gelen önerilerin içinden işe
yarayan azını bulabilmek, iyi ve kötü başkan arasındaki farkı
oluşturur. Yoksa bütün başkanlar dış görünüşleriyle benzerlerdir.
Grekçe
tekhnë, el ile çalışma, zenaat anlamına gelmektedir.
(Origins, Eric Partridge, Greenwich House, 1983)
Macintosh
HD:Desktop Folder:etkilesebilme_kabiliyeti.dot, M. Tinaz Titiz Page
1 6/10/01
Sayfa Başı
|