Tınaz Titiz
1986
yılında, girişimciliğin bir iş yaratma aracı olarak kullanımını
özendirmek amacıyla bir etüd yapılmıştı: “Acaba bir girişimcinin, iş
kurma işlemleri sırasında karşılaştığı bürokratik işlemler nelerdir
ve bunlar -eğer çok ise- azaltılıp basitleştirilebilir mi?”.. konulu
bu çalışmanın birkaç hafta içinde biteceğini uman ilgililer, aradan
altı ay geçmesine rağmen hala bitmediğini görünce, sorunun
göründüğünden daha derin olduğunu anlamışlardı.
Yedinci
ayın sonunda, bir iş-akımı diyagramı biçiminde hazırlanan ve
diyagramdaki her bir eyleme bir sıra numarası verilen rapor gelince
gerçek tablo ortaya çıktı: sıra numaraları 19,000 civarında
bitiyordu! Bir iş yeri inşa edip açmak isteyen birisinin, “DSİ'den,
oraya baraj yapılmayacağına ilişkin rapor alması gerektiği”
eyleminin, 19,000'den birisi olduğu düşünülürse gerisinin ne
olabileceği kolayca anlaşılabilir.
Bunun
üzerine, bir sorunun görünmeyen köklerini keşfetmiş olmanın
mutluluğunu yaşayan ilgililer derhal önlem geliştirdiler ve bir yasa
tasarısı hazırlayarak, bütün bu işlemleri basitleştiren ve işyerinin
açılmasından sonra da yapımını mümkün kılan bir düzenlemeyi
gerçekleştirdiler.
Fakat
kısa bir süre içinde, beklenmeyen bir şey oldu ve basitleştirildi
sanılan bürokratik yük daha da ağırlaşmaya başladı.
Şimdi
daha iyi anlaşılıyor ki sorun mevzuatta, yani onun miktar ya da
karmaşıklığında değil onun yorumlanmasındaki inanılmaz
çarpıklıktadır.
Batı'dan
aktarılan kimi mevzuata ilişkin sorunlar konuşulurken genelde
“bünyemize uymadığı” ileri sürülür. Böyle bir olasılık varsa da
sorun bünyeye uyup uymama değildir. Sorun, gerek bu tür gerekse
bünyemize uyacak diye geliştirdiğimiz diğer mevzuatın
uygulanmasındadır.
Neredeyse
bir genelleme olarak, bunların şekillerinin, özlerinden daha
önemsenir biçimde uygulandığı söylenebilir. Böylesi bir uygulama,
mevzuatı uygulayanın işine daha çok gelir. Hele bu uygulamadan bir
çıkar umuyorsa daha da çok gelir. Çünkü, şekli uygunsuzluklar her
zaman için kolayca bulunabilir. Dilekçenin altına adres yazma
konusundaki bir kural, öz olarak, yazanın adresinin bilinmesini
isterken, ifade biçimi bu yazımın, “dilekçenin altına” olmasını
isteyebilir.
Dilekçeyi
alacak memur, kuralın özüne değil şekline baktığı için dilekçeyi
kurala uygun olarak (!) geri çevirebilir, ama isterse çevirmeyebilir
de.
Bu
“öz yerine şekle bakma” olgusu mükemmel bir işkence aleti olarak
kullanılabilir ve de kullanılmaktadır. Bu yolla, belediye zabıtası
memurundan en yüksek bürokrata kadar küçük büyük tüm yetkililerin
ellerine, istedikleri zaman istedikleri kişiye istedikleri güçlüğü
çıkarabilecek, ama istedikleri kişiye de istedikleri kolaylıkları
sağlayabilecek bir araç geçmiş olmaktadır.
İşin
garip tarafı, böylesine bir aracın, yine bir kural aracılığıyla
caydırılması mümkün değildir. Çünkü böylesine bir kural getirilse ve
örneğin, “hiç bir kamu görevlisi hiç bir kuralı farklı biçimde
uygulayamaz” denilse, bizatihi bu kuralın şeklinin öne çıkarılıp
özünün ıska geçilmesinin önüne geçebilecek hiç bir kuvvet yoktur.
Peki
bu inanılmaz bela nereden kaynaklanmaktadır? Başka toplumlara refah
ve mutluluk getiren kurallar nasıl olup da bizde bir işkenceye
dönüşmektedir?
Buna
verilebilecek “eğitim eksiği” yanıtı katiyen doğru cevap olamaz.
Çünkü, bu aracı en çok kullananlar okumamış olanlar değildir. O
halde bir başka neden olmalıdır.
Neden,
ilkokuldan üniversitelere kadar musallat olmuş bulunan, “belirli
kalıpları belleyip, nedenini merak etmeden, sorgulamadan geriye
kusmak” olarak tanımlanabilecek olan gelenektir.
Bürokrasiden
yakınanların, bunun başlıca nedeni olan “şekli öze tercih etmek”
nedenini ve de onun nedeni olan bu geleneği hiç konu etmemeleri ise,
ezberin bağışıklık sistemimizi nasıl kontrol altında tuttuğunu
göstermesi açısından ilginçtir.
Sayfa Başı
|