BU SARMALI KIRABİLMELİYİZ!
Değerli okurlarım,
İş konusunda çeşitli yerlerden ret cevabı
alan ve tanıdıklarımın yardımı olabileceği ümidiyle bana da yazan
bir gencin mektubundan bazı alıntıları ve kendisine yazdığım mektubu
sizlerle paylaşmak istiyorum. İnanıyorum ki, benzer durumda olan çok
sayıda gencimiz ve onların ailelerinin içine düştükleri ümitsizlik
sarmalının kırılmasına bir katkısı olabilir.
«.....Halen ......Üniversitesi
iktisat bölümü son sınıf öğrencisiyim.... Özgeçmişim
eklidir....Aylardır başvurmadığım yer kalmadı ama iş bulamadım.
Bankalara, marketlere, otobüs firmalarına vb. yüzlerce kuruma
başvurdum, ama olumlu bir yanıt alamadım. Tek gelirimiz babamdan
anneme kalan emekli maaşı. Okul harçlarımı bile zor ödüyorum. Geçen
hafta ablamın eşi tutuklandı. Geçirdiği trafik kazası sonucu kamu
davası açıldı, 14 ay hapse mahkûm oldu. Ablam ve liseye giden iki
yeğenim ortada kaldı. Çalışıp para kazanmaya her zamankinden çok
ihtiyacım var. ..........
Amacım dilencilik ya da duygu
sömürüsü yapmak değil, sadece iş istiyorum. Lütfen yalvarıyorum,
bana yardımcı olun......
Çalışmak istediğim şehirler: İzmir,
İstanbul, Çanakkale, Aydın»
Değerli kardeşim,
Mektubuna ve bu ümitsizlik içinde beni
düşünmene teşekkür ederim. Ancak hemen başlangıçta -uzun yazımla
seni ümitlendirip sonra hayal kırıklığına uğratmamak için-, durumuna
senin düşündüğünü sandığım şekilde yardımcı olmayacağımı belirtmek
isterim. Ama buna rağmen mektubumu okumayı sürdürürsen orta-uzun
dönem için olumlu katkılar sağlayabileceğini de
düşünüyorum.
Düşüncelerimi kısa başlıklar halinde
yazacağım; bunların sırası ile senin için göreceli önemlerinin
sırası arasında farklar olabilir, bunun üzerinde durma. Ama lütfen
-sana ne kadar soyut görünürse görünsün- her bir sözcüğü atlamadan
oku; çünkü bunlar "kanonik" ifadeyle yazılmıştır.
·
Hemen
Hemen herkesin peşinde olduğu
ve adına "iş" denilen ekonomik olgunun anlamının iyi kavranması ona
sahip olabilmek için gereken ön koşulların başında gelir. Bir işin
oluşması için biraraya gelmesi gereken 3 bileşen mevcuttur.
Bunlar:
(1)
Henüz kısmen veya tamamen
tatmin edilmemiş ve edilebilmesi mümkün olan bir ihtiyaç,
(2)
Bu ihtiyacın yerine
getirilebilmesi için gereken beceriler (kaynakları bulabilme
becerileri de dahil),
(3)
İhtiyaçlar ve becerileri, iş
ortamının şartları içinde birleştirme becerisi demek olan
girişimcilik.
Bu üç bileşen, iş ortamı denilen ve belli
şartlara sahip bir ortam içinde biraraya gelirse iş doğmuş (veya
yaratılmış) olur.
İster birisinin
yanında ücretle çalışın ister kendi işinizin sahibi olun, bu 3 koşul
bir arada bulunmadıkça "iş" söz konusu olamaz.
·
"İş"in bu 3 bileşeni doğal
olarak zaman içinde değişim gösterirler. Çünkü ihtiyaçlar değiştikçe
onların gerektirdiği beceriler ve ihtiyaçlarla becerileri buluşturma
becerisi demek olan girişimcilik becerisi de değişirler.
·
Bu şu demektir: dün, bir kısım
becerilere sahip olan insanlar bu nedenle iyi birer gelir elde
edebilirken, bugün aynı becerilere sahip olanlar aç kalabilirler. İş
yaşamının altın kurallarından birisi budur.
·
Yaşadığımız iletişim devrimi,
fiziki olarak dünyayı küçültüp olup bitenlerden -ve ihtiyaçlardan-
herkesi haberdar etti. Düne kadar "iş ortamı" dışında bulunan birçok
toplum, iletişim devriminin sağladığı kolay ve yaygın iletişimden
yararlanarak, başka toplumlara "iş" imkânları sağlayan
"ihtiyaçlar"dan haberdar olmaya ve bu ihtiyaçları gidermeye -hem de
daha ucuza- başladı.
·
Ellerinden "ihtiyaçları giderme
imkânları"nı kaçıran toplumların önünde ise 2 yol kaldı: giderilmesi
daha yüksek beceri ve kaynak isteyen ihtiyaçlara yönelmek ya da
gidermekte bulunduğu ihtiyaçları daha ucuza gidermeye razı olmak.
Bunlardan ikincisi açık olarak, aynı gelirin daha çok insan
tarafından paylaşılması ya da bazıları gelirlerini
koruyabiliyorlarsa bir kısım insanın işini kaybetmesi demektir.
İşte, Türkiye büyük ölçüde bu ikinci yola girmiş ve bir kısım insan
-daha- işlerini kaybetmiştir.
·
Geride kalan ve işlerini
korumak isteyenler, gidermekte oldukları ihtiyaçları daha ucuza
giderebilmek için istihdam ettikleri kişilerin bir bölümünü işten
çıkararak geride kalanların daha çok çalışmasını şart
koşmaktadırlar.
·
Bu bir çeşit doğal seçim
sırasında işini kaybetmeyecek olanlar, daha sıkı çalışabilen, daha
az yorulan, daha az hastalanan, daha yüksek beceri düzeyli, daha
çabuk öğrenebilen, daha az koşul ileri süren, bulunduğu ilin,
ülkenin ve hattâ dünyanın herhangi bir yerinde çalışmaya razı ve
benzeri özelliklere sahip olanlardır.
·
İşlerini korumak için bu yolla
eleman tasarrufunda bulunmak isteyenler ise, bunun yanısıra -ve daha
yoğunlukla- bir başka yolu kullanıyorlar: eleman istihdamının amacı
madem ki o elemanın sunduğu hizmeti diğerlerinkiyle birleştirerek
bir "ihtiyaç tatmini"ne çevirmektir, o halde tam zamanlı eleman
istihdamı yerine "hizmet satın alma" yoluyla da aynı şey
yapılabilir, hem de eleman çalıştırmanın çeşitli risk ve
verimsizliklerini üstlenmeksizin.
·
Buraya kadarki soyut görünümlü
yaklaşımın, istihdam sıkıntısı çeken gençler -ve diğerleri-
açısından son derece somut anlamı vardır ve de şunlardır:
(1)
İşlerin nitelikleri
değişmiştir, çünkü ihtiyaçlar değişmiştir. Dünkü işler artık
olmayabilir, bunu anlayınız ve beklentilerinizi düne göre
oluşturmayınız.
(2)
İşgücü piyasası büyümüş,
evvelce bu piyasada bulunmayan toplum kesimleri ya da dünyanın başka
yerindeki toplumlar bu piyasaya girmiştir. İşlerimizin bir bölümünü
onlara kaptırmakla karşı karşıyayız.
(3)
Kurumlar -özel ya da kamu-
rekabet edebilirliklerini koruyabilmek için eleman istihdam etmekten
kaçınmaktadırlar. Bunun için de, birleştirdikleri işleri daha çok
çalışmaya razı olabilecek elemanlara yaptırmakta ve/ya bu işleri
hizmet alımı şeklinde kurum dışından almayı yeğlemektedirler. Bu
olgudan çıkan ise yine 2 somut sonuç vardır:
a.
Daha az ücrete daha çok iş
yapmaya "yeterli" ve "istekli" olanlar, daha az yeterli veya daha az
istekli olanların önünde yer alacaktır. O halde becerilerinizi ve iş
yapma istekliliğinizi sorgulayınız ve geliştiriniz.
b.
Kurumların ihtiyaçları olan mal
veya hizmet ürünlerini "kendi işi" olarak yapabilenler, bu
üretimleri daimi eleman olarak kurumların bünyesinde yapmak
isteyenlerin önünde yer alacaktır.
Görüldüğü gibi, ortalama yeterlik ve ortalama
istekliliğe sahip kişilerin istihdam edilebilme imkânlarının önünde,
onlardan daha öncelikli iki grup eleman bulunmaktadır. İş bulmak ya
da kurmak isteyenler bu iki grubun da önüne geçmek
zorundadırlar.
·
Eğitim konusunda toplumumuzun
çoğunluğuna egemen olan anlayışlar, yaygın olan değer ölçüleri ve bu
ikisinden etkilenerek oluşmuş ilk, orta ve yüksek öğretim
kurumlarımız, çocuk ve gençlerimizin buraya kadar özetlenen "yeni
istihdam iklimi"nin gereklerine uygun yeterliklerle donanmasına
uygun değildir.
·
Bu nedenle de bu istihdam
ikliminin gerektirdiği becerileri kazanmamış, fakat -elindeki
diploma nedeniyle- beklenti düzeyi yükselmiş, daha da vahimi kendi
durumunu değerlendirmekte nesnel olamayan -ve bu nedenle de
eksiklerini gidermede yeterli çaba gösteremeyen- gençler
yetişmektedir. İş başvuruları sırasında özgeçmişler incelendiğinde
sık sık görülen, örneğin yabancı dil ya da bilgisayar bilgileri
düzeyini belirten "iyi" veya "orta" gibi tanımların gerçeklerden ne
kadar uzak olduğu, iş yaşamındakilerce bilinmektedir.
·
Çocuk ve gençlerimizin değer
ölçülerinin şekillenmesinde etkili olan aktörlerin çoğunluğu, iş
yaşamının temel doğruları denebilecek "sıkı çalışma", "kendini
yetiştirme", "olumsuzları değil olumluları örnek alma", "emek
sarfederek bir yerlere gelme" gibi değerler yerine, "sürekli yerme
ve yakınma" , "kısa yoldan -gerekirse başkalarının omuzlarında-
yükselme", "az çalışıp çok kazanma", "bilmek yerine bilgiç görünme"
gibi değerleri sürekli -ve muhtemelen bilinçsiz- bir biçimde
aşılamaktadırlar.
·
İşlerin kaynağı ihtiyaçlar
olduğuna göre, ilk bakılması gereken yer ihtiyaçların neler
olduğudur. Bu ihtiyaçları kendi işi olarak karşılamak yolunu
seçebilecek atılganlığa sahip gençlerin ilk ihtiyacı para değil,
geçerli bir iş fikridir. İş fikirleri için şu ilkeler yol gösterici
olabilir:
İlke 1. Çevrenizdeki sorunların herbiri
aslında, para kazanılabilecek imkânlardır. Bir zamanlar dünyanın
ikinci büyük bilgisayar firması sayılan CDC'nin iş hayatındaki
sloganı şöyle idi: "toplumun tatmin edilmemiş ihtiyaçları bizim için
birer iş fikridir".
İlke 2. Her yeni kazandığınız beceri, sizin
yeni sorunları, yani yeni iş imkânlarını görmenizi sağlar. Sahip
olmadığınız bir bilgi ya da beceriyi gerektiren bir konu sizin için
"yok"tur. Bunu aynen bir camın arkasında durup, küçük bir delikten
dışarıda olup biteni anlamaya çalışan kişinin durumuna
benzetebilirsiniz. Deliği genişlettikçe görülebilen alan artacaktır.
Siz de yeni bilgi ve beceriler kazandıkça yepyeni imkânların
etrafınızda eskiden beri mevcut olduğunu göreceksiniz.
İlke 3. Yerel potansiyeller, iş imkânları
demektir. Bu ilke size yeni iş fikirleri sağlamanın yanısıra,
Türkiye'mizin de kalkınma reçetesini göstermektedir. Türkiye'de
doğal ve kültürel çevrenin karşılaştırılabilir ülkelere göre ne
kadar zengin olduğu yeni yeni anlaşılmaktadır. Bu zenginlik, onunla
içiçe yaşayan insanlar için iş imkânları demektir. Ancak bir şartla:
etrafındaki bu potansiyelleri görebilecek ve sonra da onları işe
çevirebilecek bilgi ve becerilerle donanmış olmak
şartıyla.
İlke 4. Yüksek tüketim gücü ihtiyaç, ihtiyaç
ise iş demektir. Yeni iş fikirlerini her yerde bulabilirsiniz. Ama
tüketim gücü yüksek olan çevrelerde daha kolay bulursunuz. Bunun
için önce o çevrelerin ihtiyaçlarına bakılmalıdır.
İlke 5. Düşük tüketim gücü özlem, özlem ise
iş fikridir. Düşük ve orta gelirli kesimlerin bir iş fikrine
dönüştürülebilecek iki çeşit ihtiyaçları vardır: Gerçek
ihtiyaçlarını yansıtsın ya da yansıtmasın "özlem"leri ve gerçekte
bulunmasına karşın bir "özlem" haline dönüşmemiş yani açığa çıkmamış
ihtiyaçları.
İlke 6. Tabii ki bunlardan ilkine dayalı iş
fikirleri üretmek daha kolaydır. Ama hem onlara ve hem de topluma
yararlı olanları -genellikle- ikincilerdir.
İlke 7. Patent arşivinde milyonlarca (evet
yanlış okumadınız) iş fikri vardır. TSE'nin Gebze'deki binalarında
Dünyanın tüm patentlerinin yer aldığı bir "Patent Arşivi" vardır.
Burada yer alan her patent sizde yeni iş fikirleri uyandırabilir.
Aynı arşive internet'ten de ulaşılabilir (http://www.uspto.gov/main/patents.htm).
İlke 8. Ve kendi işinin sahibi olabilmek için
sonuncu -ve en önemli- ilke: tasarruflu yaşamak! Eğer giderleriniz
kontrol altına alamayacağınız kadar çok ve çeşitliyse ya da sabit
bir geliri sabit yerlere harcamaya alışmışsanız, kendi işinizi
kurmak konusunda yapabileceğiniz iki şey vardır: Gider
alışkanlıklarınızı değiştirmeye çalışmak ya da kendi işinizin
sahibi olma düşüncesinden vazgeçmek.
Değerli kardeşim,
Sıkıntısını çekmekte olduğunuz işsizlik
sorununu aşabilmeniz için epey meşakkatli bir yol önerdiğimin
farkındayım. Tabii ki bu yolun dışında yollar da vardır. İşgücü
piyasasının kurallarını fazlaca dikkate almadan sizi istihdam
edebilecek bir kişi ya da bir istisna olarak karşınıza çıkabilecek
bir tanıdığınız ya da daha açıkçası belirli bir "al gülüm-ver gülüm"
hesabıyla sizi çalıştırmayı kabul edebilecek bir kişi gibi. Bunlar
için bir diyeceğim olamaz. Ben size, bu sorunun yapısını ve o
yapının içinde sizin kullanabileceğiniz yöntemleri açıklamaya
çalıştım.
Bu yöntemlerin, sizin, alışkanlıklarınızı
değiştirmenizi gerektireceğini, bunun ise kolay olmadığını, bunun
için de bu kadar çetrefil olmayan basit -ve sizin değişmenizi
istemeyecek- bir yol aradığınızı tahmin edebiliyorum.
Ama ne ben ve ne de bir başkası böyle bir yol
söyleyemez; eğer söylerse ya cehaletinden ya da melânetinden
olduğundan emin olunuz.
Mektubumu, W. Churchill'e ait olduğu
söyllenen bir küçük fıkra ile bitirmek istiyorum: Bir gün evinin
bahçesindeki havuza yüzüğünü düşüren Churchill, etrafındaki
misafirlerinin şaşkın bakışları altında paçalarını sıvayıp havuza
girer ve elindeki piposunun deliğini parmağıyla kapatarak piponun
küçücük haznesi ile havuzun suyunu dışarı atmaya başlar.
Bunu görenler bir süre alaycı bakışlarla
seyrettikten sonra içlerinden birisi dayanamaz ve uyarır: bay
Churchill bu şekilde havuzun suyunu boşatmanız çok uzun süre
alabilir; en iyisi elinizi daldırıp öyle arayınız.
Churchill bir an durup düşünür ve tekrar su
boşatmaya devam ederken cevap verir: evet öyle de olabilir, ama bu
yol daha güvenli!
Değerli kardeşim ve de değerli
okurlarım,
İstihdam konusundaki paradigmamızı
değiştirmeyi öneren yaklaşımımın güç adımlardan oluştuğunu,
kendimizi -ve hattâ yakınlarımızı- değiştirmemiz gerektiğinin
farkındayım. Ama bu yol daha güvenli.
Sayfa Başı