Tınaz Titiz
Bisikletimi alıp
evimin kapısının önüne çıksam ve her parçasını un ufak edercesine
-sanki işkence ediyor gibi- kırsam ve böylece bir kızgınlığımı
çıkarsam. Ya da kızgınlık dürtüsüyle değil ama, mesela meraktan,
tekerleklerinden birisini çıkarıp geri kalan tekeri üzerinde
sürüklemeye çalışsam acaba gazetelere, TV'lere konu olur eleştirilir
miyim?
Kuşkusuz bu
yaptığımın tuhaf olduğunu düşünenler olmasına karşın yine de
çoğunluğun hükmü "kendi malı değil mi ne istese
yapar" gibisinden
olacaktır. Her ne kadar men-i İsrafat yasasına hafiften bir temas
varsa da kanıtlamak isteyenler epey zorlanır. "Bisikletimin
üzerinde sağlamlık testleri yapıyorum" ya da "yeni bir bisiklet paradigması
geliştiriyorum" dendiğinde
akan sular durabilir.
Benzer işlemleri
başka eşyalar üzerinde de deneyebilirim. Örneğin TV alıcısını parça
parça etsem bırakın şikayet etmeyi, programları kime şikayet
edeceğini bilemeyen vatandaşlardan büyük yardım dahi görebilirim.
Benzer duygular herhangi bir mal için de geçerli
olabilir.
Kurban bayramı
sırasında kesilecek hayvanlara işkence ettiği söylenen, görüntülenen
hayır adayı sahiplerini eleştirmeyen kalmadı. AB yolunda bu ne
rezaletmiş, yollar kan gölüne dönmüş, çocukların gözü önünde bu
yapılır mı imiş ve daha onlarca yakınma nedeni.
Bir de bunlardan
sosyolojik genellemeler çıkarıp, niçin kan dökmeye bu denli meraklı
olduğumuzu açıklayan çok bilmişler var. Bir bölüm açıklama uzmanı
ise işi iyiden çığırından çıkarıp, kurban sahiplerine psikopat
diyor. Adam kesmeye niyetlendiği danaya hakim olamayınca arka
bacaklarını kesmiş ve öylece kaçmasına engel olmaya çalışıyor ama
hayvan kesik ayaklarıyla yine de kaçmaya çalışıyor. Bu adama
psikopat diyorlar.
Kurban sahipleri
arasında normal dağılım uyarınca kuşkusuz psikopatlar, vurdum
duymazlar, işkenceciler vardır; istatistiksel olarak olmalıdır. Ama
olaya serinkanlı bakılırsa çoğunluğun bunlardan ibaret olmadığını
-ister istemez- kabul etmek zorundayız. Çoğunluk bir bankada
memurdur, amirdir, bir özel şirkette satın alma görevlisidir, market
sahibi ya da tezgahtarıdır. Yani aramızda saygın olarak yaşayan
insanlardır, psikopat olsalardı birileri farkına
varırlardı.
Peki o zaman bu
-vahşet, katliam, işkence filan denilen- neyin
nesidir?
Ben de biraz evvel
kınadığım açıklamacı grubuna dahil olup bu olguyu anlamaya -tabii
sonra da açıklamaya- çalıştığımda vardığım sonuç şudur: kurban
sahipleri o hayvanları bir bisiklet, TV alıcısı, banyo bataryası
filan gibi görmekte, mülkiyetleri de tamamen kendilerine ait olduğu
için istedikleri gibi davranmaktadırlar.
Ayrıca, çoğunluğun
-yani psikopatlar hariç- hayvanlara işkence etmek gibi bir niyeti de
yoktur, sadece öleceğini farkeden hayvanların can kurtarma
içgüdülerinin desteklediği hareketlilikle başa çıkamadıkları için
bacaklarını kırıp sürüklemektedirler; aynen bisikletlerine acımadan
tekerlerini kırdıkları gibi.
Sorun, hayvanların
da bir canı olduğunu, kesimin kimseye göstermeden, kanını ortaya
dökmeden -eskiden ortaya dökülmez çukura akıtılırdı-, gözünü
bağlayıp başını okşaya okşaya gırtlağını çabucak kesmek gerektiğini
savunan insancıllardadır.
Çünkü onlara her
şeyin insanlar için olduğu, insanın tüm yaratıklar içinde en yücesi
olduğu öğretilmiş, onlarda ezbere belledikleri bu dogmayı
sorgulamayı akıl edemedikleri için doğru sanmaya devam etmişler,
sıradan insanlarımız da onları yargılarına güvenilir sayarak taklit
etmişlerdir. Her şey insana hizmet için varsa, aynen bisiklet, bahçe
çapası ya da traktör motoru gibi istenilen muameleye tabi
tutulabilir.
Düşünmeyi, aşikar
görünenleri sorgulamayı bir yorgunluk sayan (kafa yormak deyimine
dikkat) sıradan insanımız bütünüyle mazurdur. Mazur olmayan geride
kalan çok bilmişlerdir. Medyada her allahın günü her konuda akıl
veren, her şeyle istihza eden, sürekli olarak barıştan insanlıktan
bahseden köşe yazarı, köşe konuşuru insanların konuşup yazdıklarına
bakınız; buram buram androposentrik manyaklık koktuğunu
göreceksiniz.
Sorun bizzat
"insan hakları" kavramındadır.
Birkaç yıl evvelki
bir yazımdan bir alıntı:
............ "İnsan hakları" kavramı da bu
"tartışılmazlar"dan birisidir. Birbirinin her söylediğine karşı
çıkıp mutlaka bir yanlışını bulan kişiler dahi, insan hakları
denilince seslerini çıkaramıyor, uzlaşmak zorunda
kalıyorlar.
Şimdi bu uzlaşıya karşı ortaya şöyle bir sav
atmak istiyorum:
"İnsan, "büyük sistem"in bir parçası olarak
kuşkusuz çok önemlidir. Onun hakları da, insanın uzantısı olduğu
için çok önemlidir. Ancak, insan haklarının hemen her yerde ihlal
edilmesinin nedeni de, hakların "insan hakları" ile sınırlı
sayılması, bir başka deyişle, "büyük sistem" içinde insanın
ayrıcalıklı bir yerinin olduğunun sanılmasıdır."
Fizik Dünya'da tüm sorunlar, nesnelerin
süreksizlik noktalarında doğar. Bir cam -eğer kırılacaksa- içindeki
mikro çatlağın bulunduğu yerden kırılır. Camcılar da bunu bildikleri
için, kesmek istedikleri cam üzerinde sert bir uçla yapay bir çizik
(süreksizlik) yaratırlar ve o çatlak boyunca camı
"kırarlar".
Sosyal oluşumlar da çatlak noktalarında
sorun yaratır. Mezhep, dil, kültür farklılığı gibi "sosyal
çatlaklar", sistemlerin süreksizlik noktalarıdır. Sorunlar
genellikle buralarda doğar. Bunu bilenler, sistemleri bozmak ve
yıkmak için bu "doğal çatlaklar"a yönelir, oraları genişletmeye
çalışırlar. Aynen, odun parçalamaya çalışanların, doğal çatlakları
baltayla genişletmeye çalışması gibi.
Yasalar da süreksizlik noktalarında sorun
yaratırlar. Bu yüzden iyi yasalar, derin olmayan ve az sayıda
süreksizlik noktası yaratan -çünkü hiç süreksizlik yaratmayan yasa
olamaz-, ilkesel kural koyan yasalardır.
Değer ölçülerimizin süreksizlik noktaları
ise, hiç tartışılmayan ama çok derin sorunları içinde barındıran
noktalardır.
Bütün bunları birleştirerek denilebilir ki,
"nerede bir süreksizlik, bir istisna varsa orada bir yanlış olması
olasılığı çok yüksektir"!.
İnsanın, doğanın en yüce yaratığı olduğu,
her şeyin ona hizmet için var olduğu anlayışı, yalnız bizim değil
çoğu toplumların genel kabul görmüş bir varsayımıdır.
Dikkat edilirse, burada çok belirgin bir
süreksizlik yaratılmakta, ancak büyük bir çoğunluğun işine geldiği
ve kimse itiraz etmediği için -ki itiraz eden örneğin Kızılderili
yerliler yok edilmişlerdir-, bu süreksizlik genel kabul görmekte ve
medeniyetin temel ilkesi olarak ilan edilmektedir.
Bu varsayım aslında şunu demektedir: "bütün
şeyler büyük sistemin birer parçasıdırlar. Ama insan, bütün o
şeylerden farklı bir yere sahiptir. Bu nedenle, eğer insana hizmet
edecekse o şeylerden fedakarlık yapılabilir ve de
yapılmalıdır."
Bu öylesine masum görünüşlü bir icazettir
ki, buna dayanarak insan dışındaki tüm canlıları sömürebilir,
öldürebilir, tüm ormanları kesebilir, doğanın altını üstüne
getirebilirsiniz.
Gözümüzün görme, kulağımızın duyma
aralığının -ki ne kadar dardır- dışında kalanları, dokunup
tadamadıklarımızı ya da kokusunu alamadıklarımızı yok saymaya, ama
bu muhteşem zenginlik içinde ki gariban insan türünü, bilmediği
görmediği, duymadığı her şeyin hakimi ilan eden insan, bu haliyle
hem komik hem acınacak durumda değil midir?
Hak ihlali bir
şeyin "yok sayılması" demektir. Değer ölçülerimiz içine, böyle bir
yetkimiz bulunmamasına karşın "yok sayma" kavramını dahil ettiğimiz
anda, bunun doğal bir uzantısı olarak "hak ihlali"ni de katmış
olmaktayız.
"Konut yapma" hakkını kendimize tanıdığımız
anda, karınca ya da bir başka hayvan türünün barınaklarını "yok
sayma", yani onların konutlarını yıkma hakkını otomatik olarak
edinmiş oluyoruz. Böylece, kendimize ait bir hakkı tesis ederken
başka şeylerin haklarını ihlal etme ve de bunu hoş görme süreci
başlatılmış olmaktadır.
Ancak yanılıdığımız nokta, bu başlayan
sürecin insanlara zarar vermeyeceği, insana gelince sürecin
duracağıdır. Bu, sadece başlangıçta böyledir. Süreç insanlar
tarafından ahlaki olarak onaylanıp yürürlüğe girince, yeni bir
sürecin de önü açılmaya başlıyor. Bu yeni süreç, insanların
(bazılarının) hakları için, yine insanların (ama bazılarının)
haklarının ihlal edilebilmesinin "normal"
karşılanmasıdır.!
İnsan hakları ihlalleri, doğal
çevrelerimizin yıkımları ve daha onlarca sorunun kaynağında bu,
"insanı ayrıcalıklı saymak" varsayımı yatmaktadır.
İnsanlara tek öğretilmesi gereken -eğer
mutlaka bir şey öğretilecekse-, insan, hayvan, bitki, taş, toprak ve
de görüp göremediğimiz her ne varsa, bunların bir bütün ve de
ayrıcalıksız bir bütün olduğu ve tek ahlak ilkesinin "zarar
vermemek" (herhangi bir şeye) olduğudur.
İnsanın en yüce yaratık olup, bütün diğer
şeylerin ona hizmet için var edildiğini, bugüne kadar yalnız
insanlar söylemiş, milyarlarca tür varlık içinden hiçbirisince de
onaylanmamıştır.
Büyük bir olasılıkla pireler, begonya
çiçekleri, kuvartz kristalleri ve hidrojen atomları içindeki bazı
akılsızlar da benzer iddialar içindedirler.........
Suçlular ayağa kalksın!
Hayvanları
insandan ayrılabilir bir "şey" sayma öğretisini sorgulamayan,
sorgulamadığı dogmaları kendisini rol modeli kabul etmek "durumunda"
bulunanlara -yazısıyla, tavrıyla, sözleriyle- empoze etme yetkisini
kendinde görenlere denilebilecek pek bir şey yoktur. Hele onların
dışındaki sürü ise tamamen mazurdur.
Her şeyin bir ve bütün olduğunun farkına
varanlar. Galiba bir onlar mazur değillerdir.
Sayfa Başı
|