Tınaz Titiz
Çocuklarımız,
aile içinde ve okulda yetiştirilirken, edindirilmeleri en arzu
edilen özelliklerinden birisi herhalde “doğruları bilip dile
getirmesi” olsa gerekir. İşte bu yüzden bütün okul sistemi
“doğruları bilmeye” dayandırılmıştır.
Kurbağanın
sindirim sisteminin kesiti, Mohaç Meydan Savaşı'nda kaç kişinin
öldüğü, bileşik kesrin sol yanındaki sayının adı ve birkaç on yıla
varan “öğretme” süresi boyunca bunlara benzer bir takım “doğrular”
boyuna öğretilmeye çalışılır.
Bu
doğrular öğretilirken söylenmeyen, ama bunlardan daha kuvvetle
doğruluğu telkin edilen başka iki “doğru” ise, “doğruları bilmenin,
medeni insan olmanın ön-koşulu olduğu” ve “doğruların tek olduğu,
iki farklı şeyin aynı anda doğru olamayacağı” yolundadır.
Çocuklarımız,
kurbağa, Mohaç ve bileşik kesirlerle ilgili doğruları pek
öğrenmeseler de, hepsinin on üzerinden on numara alacağından şüphe
edilmemesi gereken ortak bilgileri, bu iki sonuncusudur.
Üniversitelerde “sağcı” ve “solcu” çocuklarımızın ölesiye
dövüşmelerinin zihinsel temelleri, bu örtülü öğretilere
dayanmaktadır.
Çocukluktan
gençliğe adım atılıp, öğrenilen doğrulara dayalı düşünceler dile
getirilmeye, savunulmaya, bunlara taraf olmaya ve hele bunlar
kamuoyu belleğinde yer edecek yaygınlıkta dile getirilmeye
başlanınca, her yazıp söylediğimizin bir öncekiyle tutarlılığı
denetlenmeye başlanınca, şu iki yoldan birisi -ya da bileşimi-
kullanılmaya başlanır.
Doğruların,
onları çevreleyen koşullara bağımlı oldukları, o koşulların
varlığından sürekli olarak kuşku duyulması gerektiği, ancak ahmaklar
ve cesetlerin doğrularının değişmediğini ya da değişmez Tanrısal
doğruların ancak O'nun tarafından bilinebileceğini alçakgönüllülükle
kabullenmek bir yoldur.
İkinci
yol ise, “ben yirmi yıldır hep aynı şeyi söylerim” şablonudur. Bu
durumda yapılması gereken, eski doğruları yeni durumlara
uydurabilecek ek kavramlar bulmak, ne demek olduğu belli olmayan
süslü sözler söylemek, eski doğrunun yanlış anlaşıldığını iddia
etmek, yani kısacası zırvalamaktır.
“Kuşkusuzluk”,
belirli bir meslek ya da ilgi alanına özgü değildir. Kuşkusuzluğun
hiç bağdaşmayacağı sanılan bilim alanı en başta olmak üzere,
politika, düşün alanı, sanat, gönüllü hizmet gibi dallarda
kuşkusuzluk son derece yaygındır. Bu alanlarda uzun yıllar boyunca
kalan insanların önemli bir bölümünün savunularına, sözlü ya da
yazılı ifadelerine dikkat edilirse, çabanın daima evvelce ifade
edilenlerle tutarlı kalma yönünde olduğu görülecektir.
Eğer
bunlar çıkıp, “şu anda dile getirdiklerim, sahip olduğum bilgiler ve
mevcut koşullarla sınırlıdır, bunları zenginleştirmek için çaba
içindeyim; dile getirdiklerimin geçerlik alanını genişletebilmek
için katkılara ihtiyacım var” diyebilseler, ortak akıl yolunda
önemli bir adım atmış olacaklar ve büyük bir olasılıkla çok değerli
sonuçlara varılmış olacaktır.
Kuşkusuzluk,
toplumumuzun bir numaralı sorunudur. Doğrularımızdan
kuşkulanmamanın, bunların değişmez olduklarının en yoğun öğretildiği
yerler okullarımızdır. Bu biçimde koşullandırılan genç beyinler,
kendi doğrularını ölesiye savunmayı bir marifet saymaktadırlar.
İrticanın
-her türünün- kökeninde kuşkusuzluk, duyduğuna yüreğinden başka
kanıt aramamak, böylece zihinlerde oluşan sanal çatışmasızlık
ortamında yaşama arzusu yatmaktadır.
İrtica
ile mücadelenin formülü, kuşkusuzlukla mücadeleden geçmektedir.
Sayfa Başı
|