Bu bilgiler:
-
Doğrusu ve
yanlışı,
-
Kasıtlısı ve iyi
niyetlisi,
-
Sağlam kaynaklısı
ve akla öylece gelivereni,
-
Günceli ve
eskimişi,
-
Gerçeği ve
temennisi,
-
Ancak belli
koşullarda doğru olabileni,
-
Tahmin
edileni,
-
Sezgiye ya da akla
dayalı olanı,
-
Deneyime ya da
deneyimsizlikten doğan cesarete dayalı olanı
bir
karışım halinde ve hepsi de ikna
olmanız için önünüze sürülüyor.
İş bununla da bitmiyor:
bunları ortaya sürerek sizi ikna etmek isteyenler akademik, ticari,
mesleki, bürokratik, siyasi, sivil, resmi ve benzeri ünvanlarını,
sesinin tonunu, sertliğini, duruşunu, mimiklerini, cinselliğini,
yabancılarla olan dostluklarını, hakarete, küfüre varabilecek
uslûplarını ve gerekirse yaşını ve eski ünvanlarını da kullanarak
bilgi, teşhis, tahmin ve tavsiyelerine inanmamızı
istiyorlar.
Bu kadar ağır destekli
bilgi karışımı içinde doğruları
söyleyenlerin ya da en azından kimi doğruların bulunduğundan kuşku
yoktur. Ama acaba, o doğruları diğerlerinden nasıl ayırmalıdır?
İşte, genelde bu nesil erişkinlerin, özelde ise çocuk ve gençlerin
karşı karşıya bulunduğu sorun budur.
Eğer bu soruna yalın ve
akılcı bir çözüm bulunamaz ise, bu "pasif görünümlü aktif
baskı"
ortamı, insanların ruhsal sağlıklarını bozmak bir yana, pazar
yerlerindeki satıcılar misali daha çok bağıran, kendi dışındakilere
çeşitli yollarla daha çok küfreden ve fakat gerçekleri aramaktan da
o denli uzaklaşan bir mutant insan tipi ortaya çıkaracaktır
.
Bu sorunun sadece
gençler için var olduğu, erişkinlerin ise doğruları kolayca
ayırdedebilecek yöntemler geliştirmiş oldukları sanılmamalıdır.
Benzer sorun erişkinler için de vardır. Hattå biraz daha fazla
vardır. Çünkü onlar sizlerden daha uzun süre bu tür
karışımlar ile haşır-neşir olmuşlar
ve ezbere bellediklerikalıpları daha da
çoğalmıştır.
Gençlerin birinci
derecede risk altında sayılmasının nedeni, bu ikna girişimlerinin
birincil hedefinin çocuklar v e gençler oluşudur.
J.F. Kennedy muhtemelen
benzer sorunla karşılaşmış ve şöyle demiştir: "iyi ya da kötü
olsun her başkana her gün yüzlerce bilgi gelir; iyi başkan, bunlar
içinden kulak verilmesi gerekenleri ayırdetmesini
becerebilendir".
Bilgi karışımları
içinden kulak verilmesi gerekenleri bulmak için belki genel geçer
kurallar, hattâ karmaşık algoritmalar geliştirilebilir. Ama bu defa
da bunların geçerliği tartışma konusu olabilecektir.
En iyisi, sizlerin kendi
"süzme kuralları"nızı geliştirmenizdir. Tabii ki o kuralların da
doğruluğundan kuşkulanmanız kaydıyla.
Sizlere önerilen
paranoyak bir ruhsal durum değildir."Kuşkuya dayalı
inanç"
ilk anda tuhaf görülebilir. Hıristiyan inancının bilimle uzlaşısı
ile islamın "tahkiki iman" (sorgulamaya dayalı
iman) konsepti temelde aynı yönü işaret etmektedir: gerçeği
arayan kuşku.
Görüşler hangi ünvan,
hangi özgüven, hangi ses tonu, hangi tartışılmazlık içinde dile
getirilirse getirilsin, ilk sorulması gereken şudur:
«Bu görüşler içindeki
ifadelerden:
-
hangileri kaynağa
dayalı verilerdir, kaynaklar
nelerdir?
-
hangileri
gözlemlerdir ve bu gözlemler ne
genişlik ve sıklıktadır?
-
hangileri
varsayımlardır?
-
ve hangileri
çıkarımlardır?
Lütfen bunları hiçbir
şekilde birbirine karıştırmadan, birini diğerinin adı altında
saklamadan ifade ediniz»
Böylece ifade edilen
görüşlerden kendi doğrularınızı üretmek için kullanmanız gereken
süzgeçlere ise siz kendiniz karar vermelisiniz.
Bilgi çağında bilgi
toplumunu bekleyen en büyük tehlike, eğrilerin doğrular, tahminlerin
veriler, gerçeklerin yalanlar, kasıtların iyi niyetler, cehaletin
bilgelik arkasına saklanarak bir karışım şeklinde takdim
edilmesidir.
Bunu ayırabilen
kişilerden oluşabilen toplumlar ile bilgi bulamaçları içinde
boğuşanlar, Üçüncü bin yıla iki yeni insan tipi olarak birlikte
-şimdilik- girmiş bulunuyorlar.
Süzgeç geliştirememiş
olanlar bilgi bulamacı bataklığında boğulmakta bulunan
neanderthal'lerdir. O bulamaçtan sürekli olarak işe yarar bilgileri
ayırabilme know-how'ını geliştirerek diğerlerini bataklıklara
sürmekte olanlar ise cro-magnon'lardır. Aynen 200,000 yıl kadar önce
olduğu gibi.