Tınaz Titiz
Uzunca yıllardan bu yana toplumumuz -hattâ
giderek diğer toplumlar- laik ve dinci eğilim ve eylemler konusuyla
meşgul. Öyle görünüyor ki bu yoğunluk azalmayacak, aksine artacak ve
belki de küresel ısınmadan daha ön sıralara oturacak.
Bu işin bu denli yaygınlık kazanmasının
çeşitli nedenleri içinde bir tanesi de tanımlar konusundaki
belirsizliklerdir. Laik kimdir dinci kimdir? Hangisi nerede başlar
nerede biter? Hattâ acaba laik dinci ya da dinci laik olabilir mi?
Dindar ve dinci, laik ve laikçi kime denir? Bunlar siyah-beyaz kadar
net çizgilerle ayrılabilir mi? Ve daha buna benzer nice
sorular.
Bu konularda kısa ve belirsizliği -nisbeten-
az bir test olabilse ne kadar işe yarardı. Bu kadar iddialı olmasa
da, en azından daha iyilerini geliştirecek olanlara malzeme
oluşturabilecek bir test önerisi şöyle olabilir:
Testin hareket noktası, neyi saptamak
istediğimizdir. Madem ki düşünce ve inançlar dışa vurulmadıkça kimse
tarafından bilinemiyor, laik ya da dincilerin en keskinlerince dahi
bunun bir özgürlük olarak kabul edilmesi kaçınılmazdır. Zaten de
kabul ediyorlar. Sorun, düşünce ve inançta değil bunların
dışavurumlarında başlıyor.
Şimdi bir adım ileri gidip, yalnız din
konusunun laik ve dinci gibi taraflarını değil de diğer ideolojik
konuların -örneğin siyasal veya ekonomik ideolojiler- taraflarını da
test geliştirme çabamızın içine katalım. Serbest ve düzenlenmiş
piyasa yanlıları, globalizm yandaş ve karşıtları, androposentrik
yaklaşım ve bütüncül yaklaşım yandaşları gibi yüzlerce karşıtlığın
hangi açı(lar)dan sorun yarattığına bakalım.
Bu düşünce ve inançların dışavurumları
çeşitli biçimlerde olabilir. Şimdi bir adım daha atıp, bu
dışavurumların hangi biçim(ler)i konusunda sorun olduğuna bakalım.
Düşünce ve inançlarını örneğin saçlarını kısa ya da uzun kestirerek
ya da renkli gözlük takarak ifade etmek isteyenler ne zaman sorun
yaratırlar?
Pratikte görünen odur ki, sorun, ifade
edilen eğilimlerin başkalarınca da benimsenmesi isteğinin kabul ya
da reddinden geliyor. Eğilimlerini örneğin renkli gözlük takarak
dile getiren bir kişi, bir anlamda bunu bir meydan okuma olarak
dışavurmuş sayılıyor ve bir anlamda "benim eğilimlerimi
onaylamayanları onaylamıyorum" demek istiyor; daha da trajik olanı belki
böyle demek istemiyor fakat böyle anlamlandırılıyor.
Taraflara dışarıdan bakan kişiler -örneğin
toplumsal düzeni sağlamak durumunda olanlar- tarafların ne düşünerek
bu dışavurum stillerini seçtiklerini bilemeyecekleri için bu defa
dışavurum stillerine ait normlar ortaya koymaya başlıyorlar. Ama
ikinci büyük sorun da burada başlıyor: bu kişiler bizzat bir
ideolojinin tarafı durumunda iseler bu defa kavga doğrudan taraflar
arası kavgaya dönüşüyor.
Uygulamak istediğimiz testin ipuçları burada
yatıyor. Düşünce ve inançların dışavurumundaki niyetin ne olduğu
bilinebilse mesele çok kolaylaşacak. Bunu ise doğrudan
gösterebilecek bir gösterge bilmiyoruz.
Ama bir çözüm yolu var. Gerek pozitif
bilimlerde gerekse sosyal bilimlerde, doğrudan ölçülemeyen olgular
dolaylı yollarla bilinir kılınabiliyor.
Uzak bir yıldızda yaşam olup olmadığı
oradakilerin seslerini dinlerek ya da resimlerini çekerek
doğrudanbelirlenemiyor,
ama o yıldızda su olup olmadığı gibi dolaylı bir ölçütle tahmin edilebiliyor (tabii su bulunması orada yaşam
olduğuna mutlaka kanıt olmayabilir).
Benzer biçimde, yönetim biliminde kurumların
performansları çok sayıda dolaylı ölçüte bakarak
değerlendirilebiliyor. Yeter ki neyi ölçmek istediğimizi iyi
bilelim.
Düşünce ve inançların dışavurumları
konusunda da bilmek istediğimiz, niyetin ne olduğudur. Kişi, seçtiği
dışavurum stilini (gözlük, saç, türban, açık göbek vs) sadece
"ben böyle düşünüyor ve/ya inanıyorum; hoşuma böyle
gidiyor" niyetiyle mi
yapıyor, yoksa "ben böyle yapıyorum ve ifade aracımı sizin de
böyle yapmanız için size bir çeşit manevi -ve fırsatını bulursam
maddi- baskı yapma aracı olarak kullanıyorum" niyetiyle mi? Doğrudan ölçemeyip de
dolaylı olarak ölçmek -değerlendirme demek daha doğrudur-
istediğimiz tam olarak budur.
İşi kolaylaştırmak için yukarıdaki iki
farklı eğilime birer sembolik isim de verilebilir. Birincisine -salt
ifade amaçlı olanlara- "ifadeciler"; ikincilere -başkalarına da benimsetmeye
çalışanlara- ise "benimseticiler" diyelim.
Bu durumda aradığımız test,
laik ve
dinci adlandırması gibi
ne olduğu belli olmayan, içtenlikli dindar ile din simsarının ve/ya
içtenlikli laik ile laikliği istismar edenlerin karışmasına yol açan
sakıncaları da ortadan kaldırabilecektir.
Bunu dolaylı değerlendirmeyi becerebilir
isek, sadece kendisi için bir dışavurum stili seçenlere
(ifadeciler) şapka
çıkarıp başkalarına baskı yapmayı amaçlayanlara ise
(benimseticiler) bir
yolla engel olur ve böylece insanların en önemli özgürlükleri
sayılması gereken "koşullanmama özgürlükleri"ni savunmuş
oluruz.
Evet, kavramlar konusunda bir netleştirmeye
gidince testin ne olması gerektiği de ortaya çıktı: Kendi
doğrularınınızın(akıl
alanı), iyilerininizin(ahlâk alanı) ve
güzellerininizin(estetik
alanı) mutlak olduğuna ve başkalarınca da benimsenmesi gerektiğine
inanıyor -ve uyguluyor- iseniz size "benimsetici" denilebilir.
Bunların göreceli olabileceğini, kendi
doğru-iyi-güzellerinizi içeren bir yaşam alanı içinde yaşayabilmeniz
için başkalarının yaşam alanları ile kesişen yaşam kesitlerinde -ki
gerçek kamusal alan bu demektir- üzerinde uzlaşılan ve uzlaşanların
bütününe yarar sağlayan -ki gerçek kamusal yarar bu demektir-
doğrular, iyiler ve güzeller bulmak gerektiğine inanıyor -ve
uyguluyor- iseniz size "ifadeci" denilebilir.
Kendisine laik veya dinci denilen kimselerin
bir bölümünün -ki ne kadar oldukları bilinemez- gerçekte kendi
doğru, iyi ve güzellerini başkalarına dayatmaktan başka düşünceleri
olmayan kimseler oldukları, her iki kesimin ne kadar birbirinin
içine geçmiş olduğu, bunun da altında "kendi fikrini başkalarına
benimsetme" denilen masum görünüşlü melânetin yattığı daha iyi
anlaşılmıyor mu?
Tek ve mutlak doğru-iyi-güzel'lerin sadece
kendisininkiler olduğuna ve bunun mümkün olduğunca yayılmasının şart
olduğuna inanmış/inandırılmış yığınların bu kafa ile niçin bir adım
ileri gidemeyecekleri ve bunun günahının kendi doğru-iyi-güzellerini
ezberleyen (yani sorgulamayan) ama kendisine de aydın diyen
kesimlerimiz olduğu daha iyi görülebiliyor mu?
Esas savaş açılması gerekenin dincilik ya da
laiklik olmadığını, en büyük insanlık suçunun "başkalarını
koşullandırmak" olduğunu, Tanrının -bütün diğer varlıklar gibi-
kendi doğru, iyi ve güzellerini bulma genetik kodu ile donattığı
insana bir şeyleri ezbere belletip bunları sorgulama dışı
bırakmanın, üstüne üstlük bir de bunları başkalarına dayatmanın ne
din ne bilimle bağdaşmayacağını, bunun günahının bu dünyada geri
kalınarak başka boyutlarda başka cezalarla mutlaka tecziye
edileceğini akıl etmek gerekmez miydi?
Bu zihinsel katliama yüzyıllar boyunca maruz
kalmış bir toplumda üremiş her düzeydeki ve ünvandaki "benimsetici"
ile şimdi ne yapacağız? Toplumun hemen tüm kurumlarına egemen olmuş
bu "benimseticilik" kültürünün bir "toplu yok olma" kültürü olduğunu
idrak edip edememek. İşte bütün mesele budur!
Sayfa Başı
|