Tınaz Titiz
Eski
Yunan Tanrı sistemi durup dururken ortaya çıkmamıştır. İnsanlar
çevrelerinde olup biten olayları açıklamak ihtiyacıyla sürekli
teoriler geliştirmek, sonra da bunların olayları ne genişlikte
açıklayabildiğini test etmek dürtüsüyle çeşitli Tanrılar
tanımlamışlardır. Sonuç bu sistemin terkedilmesine varmışsa da,
zamanında çok işe yaradığı, çok karmaşık bir çok olayı anında
açıklayabilmiş olduğu da kuşkusuzdur.
Günümüzde
terkedilen bu “olayları açıklama” yöntemi ülkemizde halen
geçerliğini korumakta, mühendislikten ekonomiye, tıptan sosyal
bilimlere kadar birçok alanda başarıyla kullanılmaktadır.
Karayollarında
can ve mal kaybına neden olan olayları birçok gelişmiş ülke hala tam
önleyemez ve bunlara gayet sofistike çözümler geliştirmeye gayret
ederken, Türkiye'de sorun çözümlenmiş, eski Yunan Tanrılarının
geliştirilmiş bir sürümü olan “canavar”lar yoluyla olay
açıklanmıştır.
“Çete”
adıyla adlandırılan olgu da, canavar'ın özel durumundan başka bir
şey değildir. Birçok karanlık olayı açıklayıp misyonunu tamamlayan
canavardan sonra geliştirilen “çete”, Pentium ve G3 işlemcileri
arasındaki fark kadar bir fark yaratmış durumdadır. Olmuş ve
olabilecek birçok olay bu yeni kavramla açıklanabilecek gibi
görünmektedir.
İşte
bu nedenle, “çete” denilen olgu üzerinde daha dikkatli durulmak
gereği vardır. Nasıl ki kuraklık sorunundan Aşk Tanrısı Venüs
sorumlu tutulamazsa, çete'nin sorumlu olmadığı birçok sorun da
onların üzerine yıkılıp kaçılamaz.
Bulgarca
“çeta” (orduya ait olmayan küçük ve silahlı birlik) sözcüğünden
Türkçeye aktarılmış bulunan bu kavram orijinal anlamından epey
sapmış, herhangi bir melanet alanında icrayı sanat etmek amacıyla
bir araya gelmiş silahlı ya da silahsız küçük toplulukları ifade
etmeye başlamıştır. Çete kavramının tam anlaşılabilmesi için ilk
sorulması gereken soru, çete'nin nerede başladığı ve nerede bittiği,
bir diğeri ise çete'nin eylemlerinde kullandığı metodolojidir.
Gerek
orijinal gerekse kaymış anlamına göre çete, mutlaka birden fazla
kişiden oluşması gerekir. Bununla beraber bu kişilerin mutlaka el
ele dolaşmaları gerektiğine ilişkin bir zorunluk yoktur. Hatta
düşünülürse, böyle bir eleleliğin çeteyi derhal deşifre edeceği ve
bu nedenle de birlikte bulunmaması gerektiği de hemen
anlaşılacaktır.
Aynı
üniformayı giymek, benzer şivede konuşmak, daima benzer iddiaları
savunmak gibi, “çetenin tanınmasına yol açabilecek” her türlü
ipucundan kaçınmanın, çete olabilmenin olmazsa olmaz koşullarından
olduğu da kısa bir akıl yürütmeyle bulunabilir.
İyi
bir çete, birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi görünen, ama gerçekte aynı
amaca hizmet eden tutum, davranış ve eylemlerde bulunan kişi ve
kurumlardan oluşmalıdır. Hırsızlık, yol kesme ve benzeri alanlarda
çalışan çetelerde çok önemli olan misyon, vizyon ve değer birliği,
çete üyelerinin söylem birliği içine girmelerine ve dolayısıyla
çabucak teşhis edilmelerine yol açar. İşte bu nedenle bu tür basit
çeteler teşhis edilmemek için saklanmak zorundadırlar. Çete teşkili
ve işletmecilginde ileri gitmiş toplumlarda ise tam aksine olarak
tüm çete ögelerinin, çete misyonu, vizyonu ve değerlerinin
benzemezliğinin temini çok önemlidir. Bunun için, takiyye gibi
yöntemlerin yanısıra, çeteye dahil olduğunu bilmeyen kişi ve
kurumların da çetelere katılması ve çağdaş örgütlenmenin bilinen
metodu olan “sanal ağ” teşkil edilmesi yoluna gidilir. Bu nedenle de
saklanmak gibi bir gereklilik olmadığı gibi, elini kolunu sallayarak
ortalıkta dolaşmak neredeyse zorunludur. İşte, toplumumuzda hemen
her olayı çetelerle açıklayan birçok vatandaşımızın bizzat birer
çete üyesi olmalarının teorik temelleri böyledir.
Çete
oluşumlarıyla ilgili olarak sorulması gereken ikinci soru, çetenin
oluşum koşullarıyla ilgilidir. Şu soru kritiktir: İsteyen bir ya da
birkaç kişi, gönüllerinin çektiği bir konuda çete oluşturabilirler
mi? İlk anda, “tabi kurabilirler, bunu düzenleyen bir yasa mı var?”
diyenler çıkabilir. Ama kazın ayağı öyle değildir. Anayasa bile
yorum cambazlığı gibi nedenlerle çiğnenebilir, ama çete teşkili ile
ilgili yazılı olmayan kanunlar çiğnenemez.
Bir
çetenin oluşabileceği alanlar, toplumun onayına tabidir. Toplumun
onayından geçmemiş bir alanda, ne denli gözü kara olursa olsun hiç
kimse çete kuramaz. Kurmasına kurar ama birkaç günde dağılır gider,
yani uzun ömürlü olamaz.
Toplum,
bir çetenin var olup olmamasına, benimsediği değerlerle onay verir
ya da vermez.
Nasıl
ki bir evde üreyen böcekler, böceklerin arzusu yoluyla değil de o ev
sahibinin pasaklılığı yoluyla oluşuyorsa, çeteler de toplumun
çeşitli değerlerinin yarattığı iklim içinde var olabilir ya da
olamazlar.
Eğer
bir çete var ise, orada bazı değerlerde sorunlar var demektir.
Değerleri bozulmamış bir yerde kimse çete kuramaz. Buna “çete
kurmanın altın kuralı” denilebilir!
Türkiye'nin
en büyük 4 üniversitesinden birisinin, içinde yaklaşık 100 kişinin
görev yaptığı saray yavrusu rektörlük binasındaki tuvalet, yalnızca
rektör tarafından kullanılabiliyor. Burada, bilgi toplumu ile ilgili
olarak yapılan bir toplantıya çağrılan davetlilere ise yandaki bir
binanın tuvaleti gösteriliyor. Orada ise kapının üzerinde şu
yazıyor: sular akmadığından dolayı tuvalet kapalıdır! Bu basit
görünüşlü olayın çetelerle ilişkisi ilk bakışta görülemeyebilir. Ama
çok ilişkilidir.
Her
sorununun tek nedeni olarak okul eğitiminin yetersizliğini görüp
kaynaklarını bu yolda mobilize etmiş olan ülkemizde, bu basit (!)
olay çok değerli bir yol göstericidir. İnsanlarımızı okutup hepsini
birer profesör yapsak, 59 üniversitemizi kurduğumuz illerimizin her
birini birer İstanbul yapsak, sonuçta varacağımız yer, tuvaletin ve
suyun önemini anlamamış ama beklentileri, iddiaları, tafraları,
ihtirasları artmış bir sürü yardımcı çete üyesi oluşturmaktan ileri
değildir.
Çetelerin
yok edilmesi, temizlenmesi gibi isteklerimizi gözden geçirmeli,
hangi çetelerin üyeleri olduğumuzu keşfetmeye, ondan sonra da gerçek
mücadele yöntemlerini bulmaya çalışmalıyız.
Sayfa Başı
|