.
. .

CİNSELLİĞİN TARİHİ

.
.
  • Ana menü
    İnsanlık tarihi yalnızca büyük buluşlardan ve savaşlardan oluşmaz. Bu tarihin içinde aşk ve cinsellik de yer alır. İnsan duygularının da kendine özgü ayrı bir tarihi vardır. Laussel mağarasının duvarına çiftleşen bir kadınla erkeğin görüntüsünü resimleyen tarih öncesi ressam bize bu özel tarihin yorumsuz bir belgesini bırakmış, cinselliğin binlerce yıl önce bile basit bir eylem olmadığını, insan zihninde özel bir yere sahip olduğunu göstermiştir.
    Tarihten kesitler
    Üst yontmataş devrinde erkek avlanır, kadın bitki toplar ve avları pişirirdi. Buzul çağının sonunda, tarım ve hayvancılık avcılığın yerini almaya başladı. Hızla çoğalan insan toplulukları oymaklar oluşturdu. Önceleri anaerkil bir düzen vardı. Özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte egemenlik erkeğin eline geçti.
    Eski Mısır
    Anaerkil dönemin izleri tam olarak silinmemişti. Kadın, toplumsal ve dinsel yaşamda önemli bir yere sahipti. Evlilik soyluların hakkıydı. Mirasın korunması için aile içi evliliklere izin veriliyordu.
    Babil
    Kadınlar, erkekler kadar olmasa da, toplumda önemli rollere sahip olabiliyorlardı. İ.Ö 2000 yılında, Kral Hammurabi 64'ü aileyle ilgili 252 maddelik bir medeni kanun çıkardı. Bu kanuna göre evlilik tekeşli olmalıydı. Boşanmada kadın ve erkek eşit haklara sahipti.
    İsrail
    İbrani gelenekleri Babil geleneklerine benziyordu. Musa'dan önce yakın akraba evliliği serbestti. Daha sonra yasaklandı.
    Eski Yunan
    Evlilik kurumu ekonomik ve toplumsal bir ortaklık olarak görülüyordu. Erkek bu ortaklığın mutlak efendisiydi. Değişik cinsel eğilimler açıkça dile getirilebiliyordu. Kadın ve erkek eşcinselliği hoşgörülüyordu.
    Roma
    Evlilik önemli bir toplumsal kuumdu. Ancak evlilik dışı ilişkiler de alabildiğine yaygın bir şekilde yaşanıyordu. Fahişelik kurumsallaşmış, bir meslek halini almıştı. Sadakatsizlik üst sınıflar arasında yaygındı.
    Hristiyanlık sonrası
    Hristiyanlık cinsel konularda Musevilikten ve Eski Yunan uygarlığından izler taşımaktadır. Yunan'da Eros bedensel aşkı, Agape ise ruhsal aşkı temsil ediyordu. Bu ayrım Hristiyanlıkta da sürmüş, ancak bedensel aşk küçümsenir ve kötülenirken ruhsal aşk yüceltilmiştir. Söz konusu yaklaşım Reform döneminde etkisini kısmen yitirmişse de, 19. yüzyıl ortalarında Avrupa'da Kraliçe Victoria döneminde yeniden ön plana çıkmıştır. 19. yüzyıl sonunda Freud'un cinselliği farklı biçimde yeniden gündeme getiren yazıları ve 20. yüzyıl başında Kinsey'in çalışmaları Victoria döneminin "İyi kadın cinsel istekleri olmayan kadındır" düşüncesini sarstı. Ardından gelen II. Dünya savaşı tüm dünyayı olduğu gibi kavramları ve değerleri de yıktı; kökten değiştirdi. 1960'lı ve 70'li yılların cinsel devrim hareketlerine zemin hazırladı. 1980'li yıllar ise, AIDS'in de yardımıyla, cinsel devrimin hızının kesildiği ve aile kurumunun yeniden güçlendiği yıllar oldu.
    Oğuzlar, Osmanlılar, Türkler
    Göçebe Oğuzlarda kadın erkeğiyle eş düzeydeydi. Kabilenin yönetiminde kendisine danışılır, üretimden payını alabilirdi. Osmanlı dönemindeyse iki farklı kadın tipi ortaya çıktı. Anadoludaki köylü kadın üretici kimliğiyle, ev içindeki gücünü koruyordu. Başkent İstanbul'daysa erkek çok eşliliği daha yaygın bir hal almış ve kadını hareme ya da cumba arkasına, toplumsal yaşamın dışına itmişti. Cumhuriyetle birlikte kadının toplumdaki yeri değişti, erkeği ile eşit değilse bile ona daha yakın bir toplumsal güç kazandı.
    Ana menü