Hamileliğin başlamasıyla birlikte, hatta daha da öncesinden Anne bedeninde bir uyum süreci başlar. Adetin ikinci yarısında uterus'un iç tabakası yani endometrium olası bir gebeliğe karşı kendini hazırlar.Endometrium kalınlaşır, besleyici madde miktarı ve kan akımı artar. Döllenmiş yumurtanın yerleşmesine uygun bir ortam haline gelir. Hamilelik Anne bedeninde inanılması güç değişikliklere yol açar. Bedenin tüm sistemlerinde hormonların neden olduğu hızlı bir değişim içine girer.
-Hormonlar: Anne bedeninin uyumunu sağlayan kimyasal maddeler..
Insan vücudunda birbiri ile sürekli iletişim ve etkileşim halinde değişik sistemler bulunur. Bazen kan yoluyla taşınan maddeler bazen de sinir sistemiyle taşınan elektrik akımı aracı olur iletişim. Gözümüz, kulağımız, cildimiz aldığı uyaranlarla değişik organlar arasında iletişimi başlatabilir.
Bu iletişim araçları içinde en önemlisi hormonlardır.
Hormonlar bir tür kimyasal ileti taşırlar.Üretildikleri yerin çok uzağında etki gösterebilirler. Insan vücudunda birçok özel organ ve doku da yapılan hormonlar kana salınır.
-Hormonlar etkilerini nasıl gösterir?
Hormonlar kanne karışarak tüm vücut hücrelerine ulaşırlar. Ancak her hücreye etkileyemezler. Yalnızca kendine özgü hücreler üzerinde etki gösterir. Bir hücrenin bir hormona yanıt verebilmesi için, o hormona özgü alıcıları olması gerekir. Hormonları radyo dalgalarına benzetebiliriz. Her hormonu değişik frekansta yayınlanan radyo dalgası, hücreler ve dokuları da birer radyo alıcısı olarak düşünebiliriz. Bir dokunun hücreleri hangi hormonun frekansına ayarlanmışsa onun iletisini alacaktır. Bu frekanslardan birine ayarlı olmayan hücreler ise hiç bir iletiyi alamazlar.
-Gerçek cinsiyet farkı kimyasaldır...
Kadını kadın yapan hormonlardır. O'na kadınsı özelliklerini verir, erkeklerden ayırdedici özelliklerle farklılaşma sağlarlar. Kısaca cinsiyet hormonları dediğimiz bir grup hormon vardır. Herbirinin farklı işlevleri vardır. Erkeklerde baskın olan hormonlar androjenler olarak bilinir. Kadınlarda ise cinsiyet hormonlarının en ünlüleri östrojen ve projesterondur.
Östrojen ve projesteron normal zamanlarda kadının yumurtalıklarında yapılıp kana verilir. Tüm adet düzeni ve hamileliğin oluşması bu iki hormonun etkisine bağlıdır. Östrojen endometriumun gelişip kalınlaşmasını sağlar. Projesteron ise endometriumu olası bir hamileliğe hazırlar. Östrojen ayrıca kadının tüm cinsiyet organlarını etkiler. Memelerin ve kemiklerin gelişmesi, cinsel arzular, cilt parlaklığı ve daha birçok kadına ait özellik östrojen hormonunun etkisi altındadır.
Hamilelik başlayınca yumurtalıklar artık bu hormonları üretmez. Onların yerini plasenta alır. Ama hamilelikte çok fazla miktarlarda yapılır bu hormonlar. Östrojen anne bedenini hamileliğe uyumlu hale getirmeye çalışır. Aşağıda anlatacağımız gibi hamileliğe uyum süreci değişikliklerinin hemen hepsi östrojenin eseridir. Projesteron ise daha çok Can'ile ilgilenir ve onu zararlı etkilere karşı korur.
.
Hamilelikte en dikkati çeken değişim uterusta olur. Normalde uterus küçük ve sert kas yapısında bir organdır. Içindeki boşluğun hacmi en fazla 10 mililitredir. Uterus hamilelikte bir balon gibi şişmeye başlar. Bazen hacmi 10 litreye kadar çıkar. Yani kapasitesinin tam 1000 katına çıkar. Ağırlığı da artar. Normalde yaklaşık 70 gramlık organın ağırlığı doğuma yakın 1 kilogramı geçer. Diğer bir deyişle hamilelikte vücut ağırlığı artışının 1 kilogramı uterusa aittir.
Uterus'un bu kadar ağırlaşmasının nedeni yeni hücre yapılması değildir. Yani hücre sayısı artmaz. Kas hücreleri içindeki maddeler artar. Kas hücreleri ºiºer ve uzar. Belirgin bir elastik doku artışı olur. Böylece uterus elastik ve yumuşak bir doku haline gelir. Uterusta bu inanılmaz değişimler olmasa içinde büyüyen bebeği tutması mümkün olamazdı.
Uyumsuz uterus erken doğuma neden olur
Bazı kadınlarda uterus bu değişimi ve uyumu gösteremez. Belli bir noktadan sonra esnekliği artmaz. Bu durumda erken doğum kaçınılmaz olur. Bu değişimi ilk aylarda hormonlar sağlar. Özellikle östrojen uterusu yumuşatır. Son aylarda ise Can'ın yarattığı gerginlik ve basınç kuvveti uterusun büyümesi için yeterlidir.
Uterus son aylarda çok incelir. Can'ın uzuvları karnı ellemekle hissedilebilir. Sırtını, başını, kollarını, bacaklarını elleyebilir ve duruşunu anlayabiliriz. Anne'da Can'ın tüm hareketlerini rahatlıkla hisseder.
Uterus büyüdükçe çevresindeki organlara baskı yapar, yerlerini değiştirir. Bağırsakları iter. Damarlara baskı yapar. Bu baskı ayakta ve yatarken birbirinden farklıdır. Sağa ya da sola yatışta göre farklı organlar baskı altında kalır. Bu baskıların Anne bedeninde önemli etkileri olur. Daha ilk haftalardan itibaren uterusta sessiz ve ağrısız kasılmalar başlar.
-Uterusa hamilelikte kan hücumu olur.
Uterusa gelen kan miktarı hızla artar. Aksi halde gelişen Can'ın besin ve oksijen gereksinimi karşılannemaz. Doğuma yakın dönemde uterusa dakikada 500 ml yani yarım litre kan gelir. Bu saatte 30, günde 750 litre kan demektir. Günümüzde uterusa gelen kan akımını ölçmek mümkündür. Bazı hastalıklarda daha hastalık başlamadan çok önce uterus kan akımında anormallikler baş gösterir. Bu konuda daha ayrıntılı açıklamalar hamilelik zehirlenmesi bölümünde yapılmıştır.
Kan akımının yüzde 90'ı plasental bölgeye yönlenir. Plasenta ilk altı ayda hızlı büyür. Son 3 ayda ise büyümez, ama bu dönemde plasentaya giden kan akımı iki kat artar. O halde plasenta damarları inanılmaz derecede genişlemekte ve gelişen Can'ın gereksinimlerini karşılamaktadır.
Kan akımı artışını bölgesel salgılannen bazı kimyasal maddeler sağlar. Bunların en ünlüleri prostaglandinlerdir(PG). PG'ler damarları genişleterek kan akımını arttırır. Genişleyen damarlar daha fazla kanı uterusa çekerler.
Adrenalin ise uterus kan akımını azaltır. Çünkü uterus damarlarında büzülmeye neden olur. Adrenalinin uterus damarlarındaki daraltıcı etkisi vücudun diğer yerlerindeki damarlara etkisinden çok daha fazladır. Stres durumunda anne kanında adrenalin hızla artar. Stres, bu nedenle Can'ın tüm beslenme düzenini bozar.
"Sevgili Anne'cığım yine neden sinirlendin. Havasız kalmaya başladım burada"
Bazı damar büzücü maddeler ise uterus damarlarına hamilelikte etki edemez. Örneğin Anjiotensin II adlı madde güçlü bir damar büzücü olarak bilinir. Hamile olmayan bir kişiye damardan verildiğinde kan basıncını arttırır. Hamile bir kadında ise hiç bir etki göstermez. Bu yanıtsızlık uterus damarlarında çok daha belirgindir. Angiotensin II böbreğe giden kan akımı azaldığında kana salınır. Vücuttaki bazı düzenlemeler için gereklidir. Ama hamile uterus hiçbir şekilde bu düzenlemeleri kabul etmez. Öncelikle kendisine gelen kan akımını düşünür. Hamilelik zehirlenmesi dediğimiz durumda, uterus damarlarının bu korunması ortadan kalkar. Yani uterus damarlarında büzülmeler olabilir. Bu durumda uterus damarlarındaki büzülmeyi yenebilmek için uterusa daha fazla kan gönderilmesi gerekir. Bu da ancak kan basıncının artması ile sağlanır. Bu nedenle hamilelik zehirlenmesinde kan basıncı yüksektir. Bu durumlarda kan basıncını düşürmeye çalışmak Can'a yarardan çok zarar verir.
.
Daha hamilelik oluştuğu andan itibaren serviks yumuşamaya başlar. Eskiden hamileliğin ilk belirtilerinden biri olarak serviksdeki bu yumuşamaya bakılırdı. Hamilelikte serviksin ortasındaki kanal kalın bir sümüksü tıkaç ile kapanır. Bu tıkaç ancak doğum başlayacağı zaman kanaldan dışarı atılır. Böylece dışarıdan zararlı maddelerin ve mikropların , vajen yoluyla Can'a ve Can'ı besleyen organlara ulaşması engellenir. Serviksin damarlanması ve duyarlılığı artar. Iç kısımdaki hücreler dışarı doğru yayılır. Tüm bunlar en ufak temasta kanamalara neden olur. Bu kannemalar yanlışlıkla düşük tehlikesi sanılarak gereksiz tedaviler yapılır. Bu nedenle hamilelikte oluşan her türlü vajinal kanamada serviksin muayene edilmesi gerekir. Kadınlar genelde bu muayeneden çekinirler. Oysa hekimleri bu muayeneyi yapmaları için uyarmaları gerekir.
"Sevgili Anne'cığım kannema benden gelmiyor. Lütfen kontrol ettir. Bir sürü gereksiz acı ilacı bedenime sokmak istemiyorum."
-Vajinanın yumuşaması .
Servikse gibi vajinada hamilelikte yumuşar. Kanlanması ve salgısı artar. Vajinal akıntının artması hamileliğin ilk belirtilerinden biridir. Bu değişiklikler hamilelik boyunca sürer. Yumuşama sayesinde vajina çapı normaldekinden kat kat fazlasına ulaşabilecek kadar esner. Böylece bebeğin doğum kanalında ilerlemesi kolaylaşır. Bazı durumlarda özellikle ileri yaş hamileliklerinde vajina yeterince yumuşayamaz ve vajinal yoldan doğum güç ve riskli olabilir.
-Çatlaklar, karın duvarı zayıflıkları...
Son aylarda karın cildinde ve bacaklarda çatlaklar görülmesi, karın duvarının zayıflayarak kasların ortadan ayrılması, göbek ile kasık arasındaki orta hatta koyu kahverengi bir çizgi oluşması hamilelikte rastlanan olağan görüntülerdendir.
Karın duvarındaki zayıflama ve ayrılma tekrarlayan hamileliklerde daha sık görülür. Ilk hamilelikte göbek kısmında sadece hafif bir ayrılma olabilir ve göbekte ağrı ile kendini belli eder.
Kadınların üçte ikisinde yüz, boyun ve göğsün üst kısımlarında örümcek görünümünde kırmızı küçük noktacıklar oluşur. Yine aynı oranda avuç içinde kızarıklık olur. Tüm bunların nedeni hamilelikte artmış olan hormonlarla ilgilidir. Doğumdan sonra kaybolur.
- Memeler...
Ilk haftalarda memelerde gerginlik ve zonklama olur. Duyarlılıkları artar. 2. aydan sonra büyür. Pütür pütür sertleşir. Deri altında damarlara ait morluklar belirginleşir. Meme başları büyür, koyulaşır. 4. aydan itibaren masaj yapılırsa koyu renkte bir sıvı gelmeye başlar.
.
Bedende sıvı tutulması hamileliğin en önemli değişikliklerinden biridir. Doğuma dek Anne bedeninde fazladan 6.5 litre sıvı toplanır. Bunun 3.5 litresi Can, plasenta ve amniotik sıvı ile ilgilidir. Diğer 3 litre sıvı kan damarlarında, memelerde ve uterusta toplanır. Sıvı birikiminin ilk belirtisi Anne'nin ayak bileklerinde akşama doğru ortaya çıkan şişmelerdir.
Hamilelikte şeker hastalığı riski vardır!
Hamilelik şeker hastalığına eğilimi arttırır. Mevcut şeker hastalığı ağırlaşır. Gizli şeker açığa çıkar. Açlık zamanı ölçülen kan şekeri hamilelik öncesine göre biraz düşme gösterir. Gelişen Can'a sürekli enerji kaynağı gerekir. Bu enerji kaynağı glukoz yani şekerdir. Anne'nın şeker kaynakları yetersiz olsa bile Can ihtiyacı olan şekeri Anne kanından çeker.
" Üzgünüm Anne'cığım. Ben Vampir değilim. Ama senin şekerinden almak zorundayım. Sen idare edersin. Ama benim beynim hemen ölür.."
Östrojen, projesteron ve kortizol. Bu üç önemli hormon şeker hastalığına eğilimi arttıran suçlulardır. Kan şekerini düşüren madde insülindir. Insülin hücrelerin kandaki şekeri kullanmalarını sağlar. Bu hormonlar hücrelerin insüline karşı olan duyarlılığını azaltır. Yani insülini zayıflatırlar. Konuyu hamilelik ve şeker hastalığı bölümümüzde daha ayrıntılı tartışacağız .
Sulanan kan kansızılığa yol açar
Anne bedeninde kan miktarı %50 oranında artar. Bu artış gereklidir. Uterus adeta kanı içer. Artan kan hem Can'ın gereksinimlerini karşılar, hem de doğum sonrasında kaybedilecek kana karşı koruyucu önlem alınmış olur. Kan hacmindeki artış en çok hamileliğin 3. ve 6. ayları arasında olur. Kanın hem sıvı hem de hücre kısmı artmakla birlikte sıvı kısmındaki artış biraz daha fazladır. Bu nedenle kan hücreleri miktarı arttığı halde kan sayımlarında kansızlık ortaya çıkar. Ancak yine de hemoglobin değerinin 11 gram'ın altında olmaması gerekir. Değer 11 gramın altında ise kansızlık tedavisi gereklidir.
Bir kadının vücudunda toplam 2 gram demir vardır. Demir depolarında ise sadece 300 mg demir bulunur. Tüm hamilelik boyunca fazladan 1 gram demire gereksinim vardır. Bunun 300 mg'ı Can'a ve plasentasına verilir. 200 mg vücuttan değişik yollardan kaybedilir. 500 mg ise artan kan hücrelerinin yapımı için kullanılır. Özellikle son aylarda bu gereksinim artar. Bu kadar demir Anne'da mevcut değildir. Eğer dışarıdan demir verilmezse gereken miktarda kan hücresi yapılamaz. Anne hızla kansızlığa sürüklenir.
"Anne'cığım doktora gitmesen bile hiç olmazsa eczaneden demir hapı al ve her gün iç. yoksa ben oksijensiz kalmaya başlayacağım..."
- Düşen ve çıkan kan basıncı
Hafif bir çarpıntı başlar hamilelik ilerledikçe. Kalp hafifçe büyür. Kalbin pompaladığı kan miktarı artar. Damarların direnci düşer. Kan basıncı hamileliğin 3 ile 7. ayı arasında düşer. Kan basıncı en çok anne sol tarafına yattığında düşer. Anne otururken ise en yüksek değerine ulaşır. Bacaklarda toplardamarların kan basıncı çok artar. Çünkü büyüyen uterus kanın dönüşünü güçleştirir. Bu basınç artışı son aylarda bacaklarda şişmeye, varislere ve hemoroidlere neden olur. Sırt üstü yatıldığı zaman kalbe dönen kan uterusun ağırlığı altında ezilir. Kalp bu durumda vücuda daha az kan pompalamak zorunda kalır. Bu da ani tansiyon düşmesine yol açar.
.
Hamilelikte kanın oksijen taşıma kapasitesi çok artar. Çünkü bir solukla alınan hava miktarında belirgin artış olur. Kan hücrelerinin oksijen bağlama güçleri artar. Diafram -karın boşluğunu göğüs boşluğundan ayıran kas yapısında bölme- yükselir. Bu yükselme akciğerin her bölgesine daha fazla hava girmesini sağlar. Hava yolları hormonların etkisi altında gevşeyerek daha bol hava ile dolar. Keza damar yatağındaki direnç de azalır. Bir defada akciğerlere daha fazla kan gider. Tüm bu değişiklikler Can'ın gereksinimi olan oksijeni fazlasıyla karşılar.
Bazan Anne solunumunun farkına varır. Hava açlığı hissine kapılır. Bu durum normaldir. Herhangi bir hastalık belirtisi değildir.
-Idrar yolları risk altında...
Böbrekler hafif büyürler. Böbrekten süzülen kan miktarı %50 artar. Böylece bedende artan zehirli ürünler daha kolay ve hızlı temizlenmiş olur. Büyüyen uterus genelde sağa hafif baskı yapar. Sağ böbrekten idrar kesesine idrarı taşıyan boru (ureter) baskı altında kalır. Bu durum sağ böbrekte idrar birikmesine ve sağ boşlukta ağrıya neden olur. Doğumdan sonra bu değişiklik eski haline döner. Bu etkiyi azaltmak için 6. aydan itibaren hafif sola yatar pozisyonda dinlenmek gerekir. Ayrıca projesteron hormonu idrar yollarında ve idrar kesesinde gevşeme yaparak idrar birikmesine neden olur. Son aylarda Can'ın başı idrar kesesini sıkıştırır. Kan dolaşımını bozar. Bunların tümü idrar yolu enfeksiyonlarına yatkınlığı arttırır.
- Mide yanması...
Mide ve bağırsaklar uterus tarafından itilir. Hareketleri yavaşlar. Hormonlar, özellikle projesteron sorumludur bu yavaşlamadan. Mide yanmaları sık görülür. Nedeni midede salgılannen asidin yemek borusuna kaçmasıdır. Mide basıncı yemek borusu basıncından daha yüksek olur ve asit yemek borusuna geçer. Yemek borusunu döşeyen hücreler aside dayanıksızdır ve şiddetli yanma hissi doğar.