Teknoloji baş döndürücü hızla ilerliyor. Teknoloji uygulamalarını en kolay tıpda buluyor. Tüp içinde Can'lar yapılıyor. Mikroskop altında hücreler döllenebiliyor. Ama henüz teknoloji tüpde bir aylığa kadar bir Can'ı yaşatabilmiş değil. Doğanın gücü henüz ulaşılamaz görünüyor. Döllenmiş bir yumurtanın uterusa yerleşmesi ve orada büyümesi o kadar çok etkene bağlı ki. Tüm bu etkenlerin hepsinin bir arada çalışması hiç bir bilgisayar programı tarafından sağlanamaz.
Her gün yüzlerce madde plasenta aracılığıyla hem Anne'ye hem Can'a geçiyor. Bu maddelerden pek azını yapay yollarla üretebilmek mümkün.
Sonuçta doğanın gücünü taklit etme konusunda bilimin daha çok yol alması gerekiyor.
- Hücreler tabakalar olarak ayrışıyor...
Ilk bölümde söz ettiğim gibi döllenmiş bir yumurta yaklaşık 4 gün sonra uterusdan içeri girer. Döllendikten 7 gün sonrada yerini bulup gelişmeye başlar. Gebeliğin ilk haftaları organların gelişme dönemidir.
Uterusa yerleşmiş hücre topunun iç kısmındaki bir grup hücre farklı bir gelişim gösterir. Ince bir disk şeklinde olan bu hücre tabakası daha sonra hızla organlara ve dokulara değişmeye başlar. Ancak bu gelişim o kadar basit değildir. Çok uzun ve ince bir yoldur bu gelişim.
Bu hücrelerin görünümü duta benzer. Dış tabakalar bir kabuk gibi iç tabakaları korur. Iç tabaka önce birbirinden farklı 3 tabakaya ayrılır. Bu tabakalar iç tabaka (endoderm), orta tabaka (mesoderm), ve dış tabaka (ektoderm) olarak adlandırılır. Her tabakadan Can'ın vücudunun farklı organları gelişecektir.
Önce sinir sistemi gelişmeye başlar...
2. haftanın sonuna doğru bu 3 katlı hücrelerin üzerinden küçük bir tomurcuk gelişir. Küçük bir su damlacığı olan bu tomurcuk ilerde Can'ı saracak olan su kesesinin ilk taslağıdır.
Bu arada bu hücre grubu boyunca farklılaşan bir hücre kolonu, ileriye doğru kabarıklık oluşturur. Bu kabarıklıktan daha sonra sinir sistemi ve omurga kemikleri oluşacaktır. Böylece en erken gelişen organlar sisteminin tüm vücudumuzu idare edecek olan beyin ve sinir sistemi olduğu ortaya çıkıyor. 2. haftanın sonunda Can'ın, önü, arkası, sağı, solu, başı ve kuyruğu rahatlıkla birbirinden ayırt edilebilir.
3. haftanın başında sinir sistemine ait hücre kabarcıklarının ortasında bir anal oluşmaya başlar. Bu analda omurilik gelişecektir. Görüldüğü gibi 3. hafta civarında olası zararlı etkenler doğrudan beyin ve sinir sisteminin gelişmesini etkileyebilir ve bu sisteme ait çeşitli sakatlıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.
- Hücresel farklılaşma: Bir muamma ...
Nasıl oluyor da aynı tip hücrelerden bir süre sonra değişik tipte görevler yapan organlar gelişebiliyor. Bunu tam olarak açıklamak güç. Ama hücreler arasında bir iletişim ağının bulunduğu biliniyor. Bu iletişim ağının gönderilerinde çeşitli kimyasal maddeler rol oynar. Bu maddeler aracılığı ile iletilen değişik gönderiler hücrelerin farklı yönlerde gelişmesine yol açar. Bu gönderiyi alan hücreler bunu benimserlerse biraraya gelip belli bir dokunun ya da organın gelişmesini sağlayabiliyor.
3. haftanın sonunda Can, enine çizgili bir pijama giymiş gibi görünür. Her bir çizgi bedenin farklı kısımlarını oluşturacak şekilde farklılaşmaya başlar. Örneğin göğüsteki her bir çizgiden farklı bir kaburga gelişecektir.
Yine 3. haftanın sonuna doğru sindirim sistemi oluşmaya başlar.
.
Dördüncü haftada artık kan dolaşımı başlamıştır. Bu olay beyin gelişimini hızlandırır. Kalp ve damar sistemi başlangıçta tek bir anal şeklindedir. Bir süre sonra analın baş kısmından dört odacıklı kalp
oluşur. Iki kulakçık ve iki karıncık birbirlerinden ince duvarlarla ayrılırlar. Kulakçıklar arasında ayrıca kapaklı bir delik vardır. Bu delik doğumda kapanır. Bu delik neden gereklidir? Ileriki bölümlerde bahsedeceğim.
Kalbden çıkan damar tüpü bir süre sonra iki anne gövdeye ayrılır. Sol kulakçıktan çıkanı akciğer dışındaki tüm vücuda kan taşıyacak olan aort dediğimiz anne atardamarı oluşturur. Sağ karıncıktan çıkanı ise akciğerlere giden damarı oluşturur.
Aort önce başa doğru ilerler. Beyine giden damarları verdikten sonra sağa doğru bir yay çizerek aşağıya yönlenir. Aortun sonu bacakların başladığı yerdir. Buradan göbek kordonuna giden damarlar çıkar. Göbekten gelen kan ise karaciğer içinden geçerek vücuda girer.
Bu dönemde çok önemli bir kanal oluşur. Akciğere giden ana damar ile aorta arasındaki bu anal sayesinde, sağ taraftan çıkan kan akciğere uğramadan aorta geri döner. Çünkü Anne karnında iken Can'ın akciğerleri çalışmaz ve bu nedenle kanın akciğerlere gitmesi gerekmez. Can'ın doğduktan sonra ilk soluk alışıyla bu anal kapanır ve kan akciğerlere gitmeye başlar. Ne kadar ilginç ve karmaşık mekanizmalar değil mi?
Damarlar yollar gibidir. Merkezden uzaklaştıkça incelir ve dallanırlar. Hücrelere doğru artık duvarları kalmaz, kan hücreleri ile doku hücreleri doğrudan birbirleriyle temas eder. Böylece oksijen ve besinler kolayca hücrelere girerek onların yaşamasını sağlar. Damarlar kalbe dönerken yeniden kalınlaşmaya başlar ve ana toplar damar olarak sağ kulakçığa ulaşırlar.
-Aynı damarın içinde farklı iki kan...
Can'ın toplar damarlarında çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Ana toplar damarlar bir taraftan organlardan gelen kirlenmiş kanı kalbe taşırken karaciğeri geçer geçmez göbek kordonundan gelen temiz kanı da alır. Ancak temiz kan damarın kenar kısımlarında, kirli kan damarın ortasında akarak birbirine fazla karışmadan kalbe doğru yol alırlar. Kalpde sağ kulakçığa dökülen kanın kenarda gelen temiz kısmı her iki kulakçık arasındaki delikten sol kulakçığa ve oradan da doğrudan beyne gider. Böylece en temiz kan en önemli organ için saklanmış olur. Eğer aynı damarda hareket eden kirli ve temiz kan birbirine karışmış olsa idi, beyinin normal gelişmesi mümkün olmazdı.
Bu deliğin Anne karnında biraz küçük olması Can'ın beyninin gelişmesini olumsuz etkilerken doğumdan sonra kapanamaması bebeğin yaşamını zora sokar.
Doğduktan sonra tüm organlara temiz kan giderken, Anne karnında başa ve ayak kısmına giden kanların temizlik derecesi birbirinden farklıdır.
Doğumdan hemen sonra kalpdeki delik kapanır. Bazen bu deliği kapatacak olan anat delikten küçük olur ve kalpde delik kalır. Bu delik genellikle kulakçıklar arasındadır. Bazen de karıncıklar arasında da delik kalır. Bu delik anne karnında da anormaldir ve dikkatli bir ultrasonla Can anne karnında iken saptanabilir.
- Sindirim sistemi: Erken oluşan ama çalışmayan organlar...
Dördüncü haftada gelişmeye başlayan diğer önemli bir sistem sindirim sistemidir. Sindirim sistemi mesoderm ve endoderm tabakalarından gelişir. Endoderm tabakası en iç tabaka olup sindirim sisteminin iç örtüsünü oluşturur. Orta tabaka olan mesodermden ise besin maddelerini ilerletmeye yarayan kas sistemi gelişir.
Başlangıçta sindirim sistemi bir boru gibidir. Bu boru her iki uçtada amnion sıvısı ile ilişkili haldedir. Böylece Can amnion sıvısını içer. Bu arada ters yönde de akım vardır ve Can'ın boğazındaki hücreler amnion sıvısına dökülür. Ayrıca Can idrarını amnion sıvısına yapar.
- Akciğerler sindirim sisteminden gelişir...
Bir çok organın sindirim sistemi borusundan gelişmesi ilginçtir. Örneğin akciğerler ve solunum sistemi sindirim sisteminin üst kısmından bir keseleşme şeklinde gelişmeye başlar. Kese kısa sürede ikiye ayrılır ve bölümlenerek sağ ve sol akciğerin kücük keseciklerini oluşturur. Doğumdan sonra bu keseciklerde gaz alışverişi yapılacaktır. Ama Anne karnında kesecikler kapalıdır, çalışmaz. Akciğerlerin tam olarak gelişmesi ancak 24. haftada tamamlanır.
.
Çok ilginçtir. Daha Can'ın yaşamının ilk günlerinde hücreler ölmeye başlar. Görevini tamamlayan yüzlerce, binlerce hücre yerini gençlere terkederek ölür. Organ gelişiminin en dramatik olaylarından biridir bu hücre ölümü. Içindeki bilgiyi kendinden sonraki hücrelere aktaran hücreler, görevini tamamlamış olmanın huzuru içinde ölürler. Bu yitip giden hücreler sayesinde Can uterus içinde yaşamını sağlayacak çok önemli organlara sahip olur. Bu koruyucu ve besleyici organlara doğduktan sonra gereksinimi yoktur. Bunlar plasenta ve Can'ı çevreleyen zarlardır.
- Plasenta; Daha Mükemmeli Olabilir mi?
Işte burada karşımıza plasenta denen o muhteşem organ çıkmaktadır. Plasenta döllenmiş yumurta hücrelerinden ayrılan bir grup hücre tarafından oluşturulur. Can'la beraber hızla büyür.
Plasentanın içi süngere benzer. Hem Anne'den hem de Can'dan gelen damarlar bir ağaçın dallanması gibi çok ince dallara ayrılır. Kılcal damarlar bu süngerin gözeneklerinde yan yana gelirler. Her iki damarın kenarı birleşerek tek ince bir zar halini alır. Bu zarlar serumun yani kanın sıvı kısmının geçmesine izin verir. Ancak kan hücreleri deliklerden geçemez. Böylece her iki kanın birbirine karışması önlenmiş olur.
- Çabuk, Anne kanını bulmalıyım...
Gebeliğin ilk dört haftasında en önemli üretim plasentadır. Çünkü Can'ın içeride yaşaması, sağlıklı beslenmesi hep plasentaya bağlıdır. Can'ın dış tabaka hücrelerinin çok güçlü nüfuz yetenekleri vardır. Tutundukları her yeri hızla kemirerek çok güçlü kollar oluştururlar ve Can'ın uterus iç tabakasına yerleşmesini sağlar. Daha yaşamın 2. haftası tamamlandığında, Can tamamen uterus duvarı içine gömülmüş olur. Ilerliyen günlerde bu artarak sürer. Bir tarlanın sürülmesi gibi hücreler Anne kanının olduğu yerlere doğru ilerleyip Anne kanı ile temas ederler.
Anne kanı küçük gölcükler halinde Can'ın hücreleri arasında birikmeye başlar. Sulama yaparken tarlada biriktirilen sular gibi. Bir süre sonra Can'ın hücreleri arasında Can'a ait damarlar oluşur. Bu damarlar parmak gibi çıkıntılarla Anne'nin kan gölcükleri arasında gezmeye başlar. Böylece plasenta oluşur. Böyle bir sistem sayesinde Can'ın Anne kanından temiz oksijen alması mümkün olur. Bu öyle bir sistemdir ki Can'ın ve Anne'nın kan hücreleri birbirine dokunur ama birbirleriyle karışmazlar. Çok ince bir zar ile ayrı dururlar.
- Göbek Kordonu; Can'ın Can damarları...
Can'ın bedenini oluşturan diskteki hücrelerle, plasentayı oluşturan hücreler bir süre sonra birbirinden ayrılmaya başlar. Ama ayrılırken aralarında iletişimi sağlayacak bir bağ oluştururlar. Işte bu bağ göbek kordonudur.
Plasenta ile Can arasındaki ilişkiyi göbek kordonu sağlar. Göbek kordonunda başlangıçta 4 damar vardır. Ama kısa sürede damar sayısı 3'e düşer. Iki ince damar kirli yani oksijensiz kanı plasentaya taşırken, diğer kalın damar plasentadan temizlenmiş olan kanı Can'a taşır.
Göbek kordonu oluşana kadar damar sistemi çalışmaz. O zamana dek Can'ın hücreleri nasıl beslenir? Besin maddeleri sıvı içinde hücreler arasında dolaşır ve her hücre gerekisinimi olan oksijeni ve besini bu sıvıdan emerek alır. Ama bu yolla en fazla 2 mm derinlikteki hücreler beslenebilir. Bu nedenle de Can hücreleri başlangıçta çok ince bir diske benzer.Bu dönem Can'ın yaşamı için çok önemli bir dönemdir. Yetersiz beslenme yepyeni canlının ölüp gitmesine neden olur. Belki nedenini açıklayamadığımız bir çok düşüğe bu dönemde oluşan beslenme yetersizlikleri yol açmaktadır. Ilerde yapılacak yeni araştırmalar bu olayı daha iyi aydınlatacaktır.
- Amnion.sıvısı; Hem korur, Hem besler...
Can gelişirken bir korunma kılıfı oluşur. Ince bir zardır bu. Bu zar amnion dediğimiz su kesesinin oluşmasını ve Can'ın aynı bir balık gibi suyun içinde yaşamasını sağlar. Can 7-8. haftadan itibaren su içinde hareketlere başlar. Ama bu hareketler 18. haftaya kadar Anne tarafından hissedilmez. Ancak ultrason ile görülebilir. Amnion kesesi Can'ı darbelerden ve mikroplardan korur.
Bu koruma ilk 20 haftada çok daha güçlüdür. Çünkü Can tamamen su tabakası ile çevrilidir. 20. haftadan sonra Can'ın vücudu, kolları, bacakları uterus duvarı ile doğrudan ilişkiye geçer. Bazı toplumlarda amnion zarının kutsal bir önemi vardır. Eskiden Can su kesesi yırtılmadan zarları ile beraber doğarsa, denizde boğulmayacağına inanılırmış.
Amnion sıvısı kordonun sıkışmasını engeller. Can idrarını bu sıvı içine yapar ve sık sık bu sıvıdan içer. Aslında sıvının miktarını belirleyen Can'ın idrar yapma gücüdür.
Zarlar sadece koruyucu bir kılıf değildir. Bunların Can'ın beslenmesinde de rolü vardır. Bir çok besin maddesi zarlar aracılığıyla Anne'den amnion sıvısına ve oradan da Can'a geçer.
Kesenin zarında bulunan birçok biyolojik madde doğumun başlamasında etkilidir
.
Ilk haftalarda tüm memelilerin Can'ı birbirine benzer. Ancak ikinci aydan sonra farklılaşma başlar. Baş bu ayda çok büyüktür. Can Anne karnında yaşadığı sürece hep beynine fazla kan göndermeye şartlanmıştır. Bu işlem için değişik koşullara uygun değişik yöntemler geliştirecektir
Büyüme nedir? Can nasıl büyür? Insan nasıl büyür?
Büyüme için hem hücre sayılarının hem de her hücrenin içindeki elemanların artması gereklidir. Diğer bir deyişle hücrelerin hem kendilerinin hem de sayılarının artması gerekir. Bu Can'ın büyümesi için de geçerlidir. Can'daki tüm hücreler düzenli olarak bölünür, hareket eder, diğer hücrelerle ilişki kurar ve ölür. Normal bir Can'ın gelişmesi sırasında çevre ile kromozomlardaki genetik düzenleyiciler arasında sürekli bir iletişim ve etkileşim vardır. Genetik etkiler sürekli olarak çevreden gelen etkilerle değişime uğrar.
Genetik şifre, hücrelerin büyüme faktörleri üretmesini sağlar. Ya da tersine bu büyüme uyarıcı faktörleri azalır.
- Büyüme ve farklılaşmanın etkilenmesi...
Büyüme ve farklılaşmayı birbirinden ayırmak gerekir. Ancak büyüme etkenleri ile farklılaşma etkenleri birbirinden farklı olabileceği gibi aynı da olabilir.
Örneğin organların farklılaşmasının çok hızlı olduğu erken dönemlerde zararlı kimyasal maddeler veya ilaçlar farklılaşmayı değişik yönlerde etkileyebilir. Örneğin 1960'larda hamilelik bulantısı için kullanılmış olan Talidomid adlı ilaç, bir çok bebeğin kolsuz ve bacaksız doğmasına neden olmuştur. Çünkü ilaç bu organların büyümesini engellemiştir. Birçok ilaç bu şekilde değişik ve ciddi sakatlıklara yol açabilir.
Ancak neyseki bu tip ters etkiler belli dönemler için geçerlidir. Bu hassas dönem organların farklılaştığı erken dönemdir.
Can'da organ gelişimi sırasında, mutlaka belli olayların belli zaman diliminde olup bitmesi gerekir. Gecikme olursa bazı gelişmeler eksik kalır, bir daha da onarılamaz. Bu zamanlama genetik şifrede belirlenmiştir.
Ilk hücreden doğuma kadar Can'ın hücreleri 42 kez bölünürler. Örneğin bir kalp taslağı, kaçıncı bölünmede farklılaşmaya başlayacağını ve kaçıncı bölünmede bu farklılaşmayı tamamlayacağını bilir. Bu ayarlamaları yapan yönetici hücreler çevrelerindeki değişik hücrelere gereken zamanlarda emirler göndererek onları uyarır ya da durmalarını sağlarlar.
Genetik uyarılar kadar Can'ın geliştiği çevre de Can'ın büyümesini etkiler. Örneğin dar bir alanda çok iri bir Can olması beklenemez. Genetik olarak büyümeye yatkın bir Can olsa da çevre koşulları gelişmesini engelleyebilir.
.
Can'ın büyümesinde ki en önenmli etken Anne'nın beslenmesidir. Can aslında Anne için parazittir. Kendi ihtiyacı olduğu anda Anne'nın ihtiyacını düşünmez. Plasenta aracılığı ile gereksindiği kadar besini emer, alır. Anne'nın besinleri kıt olsa da Can Anne'nın organları ile rekabete girerek kendi ihtiyacı için savaşır. Gerçekten de düzenleme o şekildedir. Sadece Anne'nın beyni bu savaşımda Can'ın organlarından daha önceliklidir. Beyinden sonra 2. sıra Can'ındır. Bu nedenle çok büyük kıtlıkların yaşandığı savaş dönemlerinde bile bebeklerin doğum ağırlığı çok fazla etkilenmemiştir.
Can'ın büyümesini engelleyen olaylar arasında sigara, yükseklerde yaşamak, Anne'ya ait kalp, akciğer, böbrek ile ilgili hastalıklar, ilaçlar ve uyuşturucular önemli yer tutar.
Tüm bu etkenler plasentaya giden kan akımını azaltır. Bu durumda da Can'a ve plasentaya giden oksijen ve besin miktarı azalmış olur. Sonuçta Can'da gelişme geriliği belirtileri başlar.
Son haftalarda Can'ın gelişmesi yavaşlar. Bunun nedeni tam bilinmiyor. Olasılıkla büyüyen Can'ın gereksinimlerini plasenta karşılayamaz oluyor. Ancak koyunlarda yapılan çalışmalar hamilelik sürdüğü sürece plasentanın Can'ın gereksinimi kadar beslenmesini sağladığını göstermiştir. Genelde son haftalarda Can daha özel bir gelişme içindedir. Kendini dış dünyada karşılaşacağı tehlikelere karşı hazırlamakla uğraşır. Büyüme ya da gelişme ile fazla ilgilenmez. Sonuçta, büyüklük herşey demek değildir.
.
Evet. Anne hamilelikte aşırı beslenirse enerji fazlası vücutta yağ olarak birikir. Bu durum Can'da da böyledir. Bir görüşe göre Can'ın Anne karnında iken oluşan yağ hücre sayısı onun gelecekteki şişmanlığını etkiler. Yani şişmanlık genetik olduğu kadar çevre etkenlerine de bağlıdır. Anne karnında alınan besin miktarı kişinin geleceğini etkilemektedir. Besin eksikliği son aylarda olursa doğacak bebek ileriki yaşamında pek şişmanlayamaz. Aksine, ilk aylarda yetersiz beslenme söz konusuysa, Can şişman olmaktadır. Belki de tam bu dönemde beyin merkezleri gelişirken az gıdaya bağlı olarak iştah merkezi uyarılmakta ve doğumdan sonra da kişiyi fazla yemeye yöneltmektedir.
Bu nedenle Anne'lerin kilo alırken çok dikkatli olmaları gerekir. Ayrıca fazla alınan her kilo son aylarda yüksek tansiyonu davet eder.
Anne nasıl kendi beynini korumak için herşeyi yaparsa aynı olay Can için de geçerlidir. O da kendi beynini korumak için her türlü önlemi alır. Besin ya da oksijen azalmaya başlarsa hemen koruyucu düzenekler harekete geçer. Tüm kan önce beyine yönelir. Deri gibi yaşamsal önemi az olan organlara giden besin ve oksijen en aza indirilir. Beyni korumak için herşey yapılır. Sonuçta çok ciddi gelişme geriliği olsa bile beyin gelişmesi pek etkilenmez. Bunu ultrason ölçümleri ile çok kolay gözlemleriz. Gelişme geriliği olan Can'larda kafa çevresinin karın çevresine olan oranı artar. Çünkü karın gelişmesi geri kalırken kafa gelişmesi etkilenmez. Can'ın boyu da gelişme geriliğinden fazla etkilenmez. Plasenta gelişmesi de aynı hızla sürer. Ağırlığı değişmez.
Plasenta Can'ı beslemek için her türlü önlemi almıştır. Hamilelliğin her döneminde öncelikle plasentanın beslenmesi ve gelişimi sağlanır. Özellikle gebeliğin ilk dönemlerinde plasenta Can'a göre çok daha hızlı gelişir. Böylece her zaman için Can'ın gereksiniminden çok daha fazla oranda besin ve oksijen sağlanmaya çalışılır. Plasentanın gelişimini bozacak her türlü olay, haliyle Can'ın da gelişimini bozacaktır. Normal koşullarda plasenta ağırlığı ile bebeğin doğum ağırlığı arasında paralellik vardır. Ancak kıtlık zamanlarında plasenta ile Can arasında anlamsız bir rekabet başlar. Plasenta şanslıdır. Çünkü Anneye ve besinlere çok daha yakındır. Onun izin verdiği ölçüde Can beslenebilir.