Kalp kanı bu damarlarda ilerletmek için çalışır. Kan kalbden atardamarlar ile çıkar, toplardamarlar ile geri döner. Atardamarlar organlara, dokulara ve hücrelere yaklaştıkça dallara ayrılır. Hücre düzeyinde milyonlarca ince kılcal ve mikroskopik dallanmalar olur. Hücreler ancak bu düzeylerde beslenebilir. Oksijen ve glukoz bu ince damarcıklardan kolayca hücrelere geçer. Oysa atardamarlar çok kalındır ve oksijen ve glukoz geçmesine izin vermezler. Kılcal damarcıklar hücrelerden sonra tekrar toplanmaya başlar. Ve ana toplardamarları oluştururlar.
Damarlar sadece kan ve besin taşımaz. Aynı zamanda vücudun düzgün çalışmasında son derece önemli rolleri olan hormonların yapıldıkları bezlerden hedef hücrelere taşınmalarını da sağlar. Ayrıca kanda bulunan özel hücreler bizi mikroplara karşı korur.
Can'daki dolaşım sistemi yeni doğan bir bebeğin ve erişkininkinden belirgin biçimde farklıdır. Bu farklılığı anlamak için önce erişkindeki dolaşım sistemini görelim.
.
Kalp dört gözlü bir çantadır. Bu dört gözün de kanı vücudun değişik yerlerine pompalaması sözkonusudur. Organlardan dönen kan sağ kulakçığa dökülür. Bu kan oksijensiz kandır, çünkü hücreler oksijeni alıp karbondioksit gazını vermişlerdir. Bu kan mavi görünümlü kandır. Halbuki oksijen taşıyan kan kırmızı renklidir. Sağ kulakçığa gelen kan buradan aşağı doğru, sağ karıncığa pompalanır. Sağ karıncık oldukça güçlü kas yapısına sahiptir. Sağ karıncık oksijensiz kanı doğrudan olarak akciğerlere pompalar. Iyi havalanan bir akciğerde oksijen oranı, kandan kat kat fazladır ve bu nedenle akciğerdeki ince damar ve keseciklerden geçen kan oksijenle dolar ve kırmızı renk alır. Bu arada zararlı gaz olan karbondioksit havaya verilir.
Bu bol oksijenli kan akciğer toplar damarıyla bu sefer sol kulakçığa döner. Sol kulakçıktan sol karıncığa geçen kan buradan büyük bir güçle ana atardamara atılır. Buradan da tüm vücuda dağılır. Aort dediğimiz ana atardamar önce kollara ve kafaya damarlar gönderir. Daha sonra bir yay çizerek aşağı doğru yönelir ve yanından geçtiği her organa dallar verir. Aortun beyne gönderdiği kan ile ayağa gönderdiği kanın oksijen ve besin miktarı aynıdır. Aynı şekilde vücudun her yerinden gelen toplar damarlar içindeki kanın yapısı aynıdır.
.
Şimdi bu bilgilerin ışığında Can'ın ilginç dolaşım özelliklerine göz atalım. Can'da olay biraz karışık. Can her organına aynı kıymeti vermiyor, bazı organlar onun için çok özel, bu nedenle kan akımını ona göre düzenliyebiliyor. Ayrıca Can'ın akciğerleri çalışmıyor. Oksijeni direkt olarak plasentadan alıyor. O zaman akciğerlere giden damarların çalışmasına gerek yok. Plasentaya giden damarlar aortanın kuyruk sokumuna yakın yerinden çıkarlar ve iki damar göbek kordonundan plasentaya oksijensiz kanı götürür. Plasentada oksijenlenen kan yine tek bir toplar damarla göbek kordonu içinde Can'a döner. Can'a giren bu bol oksijenli kan, ilginçtir, vücudun alt kısımlarından kirli kanı taşıyan ana toplardamara dökülür. Neyseki bu ana damarda kan çok yavaş ve sakin akar, bu nedenle oksijenli kan ile oksijensiz kan birbirine karışmaz.
Can düşündüklerini uygulayabilmesi için damar sisteminde bazı by-pass'lara gereksinim vardır ve gerçektende bu bay-paslar dolaşımda mevcuttur. Ilk bay-pas sağ kulakçık ile sol kulakçık arasındaki deliktir. Sağ kalbe gelen ana toplardamardaki temiz kan bu delikten sol kalbe geçer ve oradan ana atardamar ile vücuda dağılır. Ana atardamardan ilk olarak beyine giden damarlar çıkar ve bu nedenle en çok oksijeni beyin alır.
Bu iki kulakçık arasındaki delik doğumdan sonra kapanır. Çünkü bu deliğin sol tarafında kapak vardır. Doğumdan sonra sol taraftaki basınç sağ tarafı aşar ve bu kapak deliği kapatır. Herhangi bir nedenle bu delik kapanamazsa bebeğin kalbi delik kalır. Bu durumda kan iyi oksijenlenemez. Kanın bir kısmı akciğerlere gidip temizlenemeden vücuda dağılır. Yani Can'da işe yarayan bir mekanizma yok edilmezse doğumdan sonra zararlı oluyor.
Sağ kalbe gelen kanın temiz kısmı sola ve oradan da beyne giderken kirli kısmı ne oluyor? Bu kısım sağ karıncığa geçiyor ve oradan da ana akciğer damarına atılıyor. Peki Can'ın akciğerleri çalışmıyor ve kapalı duruyor, bu kanın akciğere gitmesinin hiç bir anlamı yok. Işte bu nedenle ana akciğer damarı ile ana atardamar arasında ikinci bir by-pass oluşmuş durumda Can'da. Bu by-pass ile kirli kan ana atar damara dökülür. Ancak bu dökülme yeri o şekilde ayarlanmış ki öncelikle temiz kan beyine gider, ondan sonra kirli kan aorta dökülür. Yani bu by-pass'ın açıldığı yer beyine giden damarlardan daha sonra oluyor. Bundan sonra kirli kan ile temiz kan birbirine karışarak alt organlara dağılır ve oradan da plasentaya gider. Alt taraftaki karın organları yavaş büyüdüğünden nedeniyle fazla oksijene gereksinimleri yoktur. Akciğer damarları oksijene çok hassasdır. Oksijen olmadığı zamanlarda sımsıkı kapalı kalırlar. Bu nedenle de Can'da akciğerler hep kapalıdır. Ne zaman bebek doğar ve ilk ağlamayla akciğerler hava ile dolar, o zaman bu damarlarda oksijen sayesinde açılır ve kan ile dolar. Akciğerlere kan gitmeye başladıktan sonra artık ikinci kısa yola gerek kalmaz ve kısa sürede bu kısa yol kapanır.
.
Canda oksijen eksikliği yaşamı tehdit eden bir olaydır. Birkaç saniye içinde asidik maddeler birikmeye başlar. Birkaç dakika içinde de hücrelerde tamir edilemez harabiyet oluşur. Özellikle oksijensizliğe en dayanıksız hücreler beyin hücreleridir. Can oksijensizliğe karşı değişik çareler arar. Bu çarelerden biri kanında dokuların ihtiyacından çok daha fazla oksijen taşımaktır. Gerçekten de durum böyledir. Böylece oksijen azalsa da organlar gerektiği kadar oksijeni almaya devam ederler.
Ikinci önlem ise enerji tüketimini azaltmaktır. Bunun için solunum , vücut ve kol bacak hareketleri iyice azalır, hatta kesilir.
Üçüncü önlem ise iç organlarda kanı yeniden dağıtmaktır. Yani Can öncelikle yaşamsal organlarını korumak zorundadır. Bu nedenle beyin, kalp, böbreküstü bezi gibi yaşamsal organlara daha fazla kan gönderirken, sindirim organları, böbrekler, deri ve kaslar çok daha az oksijen ve kan almaya başlar. Zaten az oksijen göndermenin en kolay yolu o organa giden kan miktarını azaltmaktır. Yani damarların büzülmesidir.
Ultrason ile Can'ın solunum hareketlerini ve vücüt hareketlerini gözlemlemek olasıdır. Biz bu hareketleri görünce rahatlarız. Çünkü sadece bu hareketlerin olması bile Can'ın iyi oksijen aldığının kanıtıdır.
Doğumdan sonra yaşamsal olan birçok organa Can içerde aynı oranda önem vermez. Bunlar arasında böbrekler ve sindirim sistemi sayılabilir. Çünkü bu görevleri plasenta yapmaktadır. Bu nedenle bu organlara giden kanın kesilmesi onun yaşamını tehlikeye sokmaz. Ama sürekli kan eksikliği bu organların gelişimini olumsuz yönde etkiler.
- Oksijen neden azalır?
En önemli neden Anne'nin kansızlığıdır. Kan hücreleri azaldıkça plasentaya giden oksijen miktarı azalır. Ayrıca plasentanın çalışmasını bozan her durum Can'a giden oksijen miktarını azaltır. Bu olaylar arasında Anne'nın hamileliği sırasında sigara içmesi ve kalp-damar hastalığı sayılabilir.Sigara plasenta damarlarının sayılarını azaltarak ve damarları büzerek Can'a giden kan akımında azalmaya neden olur. Hamilelikte düzenli bakım, iyi beslenme, ve bu kötü durumların kontrol ve tedavisi bebeğe daha doğmadan daha iyi yaşaması için yardımcı olacaktır.
Doğum sırasında Can'ın oksijensiz kalması ne kadar zararlıdır? Uzun yıllar bazı beyinsel özürlerin nedeni olarak doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalması suçlanmıştır. Ancak son gözlemler bu tip bozuklukların altında, hamileliğin daha erken dönemlerinde başlayan bazı nedenlerin yattığını düşündürtmektedir. Bu dönemlerle ilgili bilgilerimiz geliştikçe bu tip sakatlık olasılıklarını erkenden saptamak ve önlem almak mümkün olacaktır.
.
Oksijensizlik sürekli bir hal alırsa, Can önlem olarak kan hücrelerinin sayısını arttırmaya başlar. Böylece aynı zaman diliminde plasentadan daha fazla kan taşınır. Eğer yine de oksijen yeterli gelmezse Can yaşamsal önemi daha az olan organlara giden kan akımını azaltır. Ayrıca beden ve kol-bacak hareketleri, solunum hareketleri azalır, ya da kesilir. Böylece enerji tasarrufu yapar. Bu durumda beyin gelişimini sürdürürken kas ve karaciğer gibi organların gelişmesi geri kalır.
Erişkin bir insan oksijensiz kalırsa kalp akciğerlere daha fazla kan pompalayarak daha fazla oksijen almak ister. Böylece kalp atışı hızlanır. Ama bu arada kalp daha fazla enerji harcar. Halbuki Can ters bir yol izler. Can kalbin pompalama gücünü arttırır ama bu arada kalp atım hızını azaltır. Böylece oksijensiz Can'da kalp yavaşlamış olur. Böylece kalp daha az enerji ve oksijen kullanır.
Can'ın kalp atımlarının sürekli olarak cihazla kaydedilmesi, doğum hekimine Can'ın genel iyilik halini bildirmede oldukça yararlıdır. Can ve erişkinde kalbin denetimi hem sinirler hem de hormonlar aracılığı ile olur. Bir grup sinir kalbin hızını arttırırken bir grup sinir de yavaşlatır. Bu iki sinir grubunun etkinliğini dengeleyen beyin, kalp atım hızını kesin bir noktada tutar. Eğer kalp atım şekilleri normal ise bu durum kalbi idare eden beyin bölgesinin iyi oksijenlendiğinin göstergesidir.
Stres sırasında böbrek üstü bezinden adrenalin denen bir hormon salgılanır. Adrenalin kalbin hem pompalama gücünü hem de atım sayısını arttırır. Normal koşullar altında kalp hızı vücut hareketlerinden, kandaki oksijen miktarından, ve Can beyninin faaliyetlerinden etkilenir. Bu nedenle normal bir Can'ın kalp hızı her an değişkenlik gösterir. Bu değişkenlik Can için iyi bir belirtidir, çünkü çevresindeki değişimlere kolaylıkla yanıt verebildiğini gösterir.
Hem ultrason izlemi hem de kalp atımının sürekli kaydedilmesi ile elde edilen birçok parametre Canı'n genel durumunu değerlendirmede kullanılır. Biyofizik profil denen bu değerlendirme şekli hakkında daha ayrıntılı bilgiyi ilerliyen bölümlerde vereceğiz.