Bilimi Arkadan Hançerlemek: Kama Stratejisi-II

Geçen sayı yayınlanmış olan yazı ile ilgili olarak aldığım olumlu ve olumsuz  eleştiriler, bu sayıdaki yazıda kama stratejisinin savlarını ele almak yerine, öncelikli olarak bu strateji ortaya çıkana dek kat edilen tarihsel yolu ve söz konusu teorinin üzerinde yükseldiği tarihsel deneyleri ele alma gereğini açığa çıkardı. Bu sebeple bilgi teorisi, fizik ve biyolojideki savları ele almadan önce, bu "stratejistlerin" geçmişlerini ve deneylerini anlamak, bugünkü teorilerini anlamakta bize hayli yardımcı olacaktır. Aynı zamanda, söz konusu eleştirileri ile ön açıcı olan herkese teşekkür ederim.

Galilei"den günümüze
Tarihsel olarak teoloji(veya tasarımcılık)-bilim tartışmasının kökenleri, ortaçağ sonrası olarak adlandırılabilecek dönemde bilimin gelişimi ile başlar. Dini otoritenin gerçekten uzak açıklamalarını kabul etmeyen bazı bilim insanları, bunun yerine kendi deney ve gözlemlerine dayanan yeni düşünce ve önerilerle çıktılar. Bu yeni düşünce ve önerilerin hatrı sayılır bir bölümünün kutsal sayılan metinlerle çelişiyor olması, teologları iki yaklaşıma sürüklemiştir. Bunlardan birincisi, bilimi reddeden ve bununla kalmayıp bilim adamlarını dinsiz saymakla, hapsetmekle veya öldürmekle cezalandıran yaklaşımdır. Bu açık karşıtlığı içerir ve ne dediği bellidir. Düşman bu durumda açıktır. Nitekim bilim, bu açık düşmanına karşı kalıcı zaferler elde etmiştir.1 Diğer yaklaşım ise, bilimin teolojik olguları açıklamakta "kullanılan" bir olgu olarak ele alınmasıdır. Bu görüş, bilimsel gelişmelerin bize teolojinin zaten bildiği ve üstü kapalı biçimde söylediklerinin açıkladığını savunmaktadır. Fakat bu da geçerliliğini yitirmiş; teolojinin "dünyanın 6000 yıl yaşında olması" gibi hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan iddialar bu doğrultuda varolan açıklamaların bilimle ilişkisiz olduğunu ortaya koymuştur. Elbette bunlardan farklı düşünceler de ortaya atılmamış değildir, fakat en dişe dokunur sayılabilecek olanlar bunlardır.
Bu çıkmaz, özellikle bilimin hızla ilerlediği dönemlerde yoğunlaşmıştır. Teologlar, bu çıkmazı da iki yönde ilerleyerek aşmaya çalışırlar: Birincisi, bilimin çeşitli konularda söylediklerini muğlaklaştırmaktır. Bu yöntem, yalnızca teoloji tarafından değil, zora ve çıkmaza düşen her düşünce sistemi tarafından kullanılmıştır. Oysa bilimin söylediği nettir. Bilinmezciliğe sığınmak yalnızca teolojinin değil günümüzde çeşitli düşünce biçimlerinin "kaçışıdır".2 akıumlar kendini kristalleşmiş olarak müfredat tartışmasında göstermektedir.

Müfredat Tartışması
Sorun, kısaca yaratılış teorisinin de eğitim müfredatına (ABD'de) alınması üzerinden gerçekleşmiştir. Ortada bir soru vardır, ve bu soruya bilimin verdiği cevap bellidir. Soru, canlıların nasıl varolduğu sorusudur ve bilimin veridği cevap, kabaca, daha basit biçimlerden daha karmaşık biçimlere doğru evrimleşerek biçimindedir. Elbette evrim, karmaşık bir konu olarak daha sonra ele alınacaktır. Günümüzde "modern evrim teorisi" adı verilen ve Darwin'den bu yana hayli ilerlemiş olan bu düşünce,  günümüz bilim çevrelerinin neredeyse tamamının kabul ettiği görüştür. Fakat, bu görüşün yanı sıra yaratılışçılığın da eğitim müfredatında yer almasını isteyen bir grup, evrim teorisinin tartışmalı olduğunu,i bu tartışmanın da görüşün bir "teori" olmasından kaynaklanması yönünde hayli iddialı.
Yakın tarihte bu tartışma, üç önemli olay ile incelenebilir. Birincisi, 1971 tarihinde sonuçlanmış olan davadır. Bu davada, bir grup teolog, eğitimin çocukları dinsizleştirmeye yönelik olduğunu iddia etmiş ve dini açıklamaların da bilim derslerinde yer almasını istemiştir. Bu dava, kısa sürmüş ve düşmüştür. 1980li yılların ilk yarısında açılan, ikinci ve daha önemli sayılabilecek davada, evrim kuramının bir kuram olması sebebiyle kesin gerçek olmadığı, dolayısıyla başka açıklamaların da müfredatta yer alması gerektiği işlenmiş, fakat bu davada tanıklık eden Stephen Gould ve diğer değerli bilim adamlarının katkı ve tanıklıkları sayesinde bu dava da düşmüştür. Bu iki dava, yukarıda saydığımız "yaklaşım"ların bir özetini sunmaktadır. 
Günümüzde bu tartışmayı sürdürenler, bu iki davadan hayli önemli dersler çıkarmış görünüyorlar. Günümüzde, geçen hafta bahsedilen vakıf ve derneklerin "fonladığı" bir takım "bilimciler", evrenin yaratıldığını başka bir biçimde söylüyorlar: Onlara göre evren tesadüfler sonucu bugünkü haline gelemeyecek kadar karmaşıktır, dolayısıyla bilinçli bir irade tarafından tasarlanmıştır. Bu düşünce, her iki davanın da düşme sebeplerinden uzak bir yerde duruyor. Buna göre bu teorisyenler herhangi bir dine veya mezhebe yakın değiller. Bu sayede din dışı sayılıyorlar ve müfredata girmelerinin önünde herhangi bir engel kalmıyor. Bu sayede müfredata ABD"nin bir eyaletinde girmiş olan bu sav, bize de tanıdık gelebilir. Şöyle bir düşünelim; bu düşünceyi ortaya atanların uluslar arası bir "şebeke" olduğu ve ülkemizde de varolduğu biliniyor. Bu kapsamda Milli Eğitim Bakanı"nın eğitim müfredatına ilişkin sözlerini tekrar düşünmek gerekebilir.

1: Örneğin, Galilei'nin dünya'nın güneş etrafında döndüğünü söylemesi, ilk anda teologlar tarafından yalanlanmış, Galilei türlü cezalara çarptırılmıştır. Fakat kanıtların inandırıcılığı ve daha önemlisi savın gerçekliği teolojinin iddialarını yerle bir etmiştir.
2: Bkz, Bilim ve Düşünce Kitap Dizisi 1, Bilim ve Düşünce'den başlıklı yazı

    Source: geocities.com/ibfidaner/evrgen/arsiv/66

               ( geocities.com/ibfidaner/evrgen/arsiv)                   ( geocities.com/ibfidaner/evrgen)                   ( geocities.com/ibfidaner)