1999
Edebiyat izleyicileri (okurları) eskiden belirgin biçimde ayırdedilen iki grupta yeralırlardı. Popüler edebiyat izleyicileri, örneğin, Altın Kitaplar'ın yayınlarını tüketirken, 'yüksek' edebiyat izleyicileri çoğunlukla bu kitapların varlığından haberdar olmazdı bile.
Elbette her iki grubun da ortak yazarları vardı. Orhan Veli'den, Attila İlhan'a kadar... Ama bunlar daha ilk kitaplarıyla popüler olmuş isimlerden değiller. Oğuz Atay'ı, İsmet Özel'i de ekleyebilirsiniz bu listeye. İsterseniz, benim hangi kategoriye koyacağımı bilemediğim Selim İleri'yi de.
Bugünün popüler yazarları -örneğin Orhan Pamuk- da ilk kitaplarıyla yalnızca dar bir çevrenin ilgisine ulaşmış, popülerliği sonradan yakalamış yazarlardır.
Bir yazarın popülerliği yakalaması da o kadar kolay bir iş değil.
Hatırlarsanız, 1980 sonrasında bazı romancılar hakkında 'medyatik' tartışmalar yapıldı ve Ahmet Altan, Latife Tekin gibi isimler böylelikle gündeme geldiler. Orhan Pamuk, aldığı bir ödül sonrasında yine bu tartışmalarda adı geçenler arasına katıldı ve adım adım 'popülaritesini arttırdı'.
Oğuz Atay da, sağlığında asla bu kadar popüler olamasa da, ününü bir ödüle borçluydu. Ödül kazanmadan önce yayınlanan kitabı neredeyse hiç satmamıştı.
Dışarıda da durum aynıdır. Faulkner, kendi memleketinde, ABD'de, ancak Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandıktan sonra popüler olmuştur.
(Buradan, eskiden ödüllerin de bir işlevi ve etkisi olduğu sonucuna varıyoruz. Bu da ayrı bir yazı konusu.)
* * * *
Dünyada da henüz ilk kitabıyla popülerliği yakalayan yazar sayısı bir elin parmaklarını geçmez zaten.
Dünya edebiyatının en ünlü yazarlarının çoğu, ilk kitaplarını kendi imkanlarıyla yayımlamışlardır. Çünkü yayıncılar bu kitapları basmayı kabul etmemiştir.
"Klasikler" arasında sayılan yazarlar bugün dünya edebiyatının şaheserleri sayılan kitaplarını basacak yayıncı bulamamış, şimdi milyonlarca baskıya ulaşan ve neredeyse herkesin kitaplığında yeralan kitaplarını o zaman kendi imkanlarıyla bastırmışlardı.
Düşünün, şimdilerde hemen herkesin evinde bulunan "Böyle Buyurdu Zerdüşt"ün ilk baskısı sadece 40 adet satılmıştı. İyi ki Nietsche bu kitabı kendi parasıyla bastırmış. Yoksa yayıncının hali kötüydü!
Ama yazarlar asla yılmıyorlar!
Mesele memleketimizde bir vakitler, yazdıklarını bastıracak yayıncı bulamayan yazarlar aralarında birleşip bir kooperatif kurarak bu işi elbirliğiyle yapmaya çalışmışlardı. Yazko'dan sözediyorum.
Şimdi de, özellikle şairler (nedense şairler 'kitap çıkarma' konusunda çok isteklidirler) benzeri bir faaliyet içindeler. Adını vermeyeceğim, şiir kitapları basan bir yayınevi var. Şairlerimiz, bu yayınevinden çıkacak kitaplarının kağıt ve baskı masraflarını kendi ceplerinden ödüyorlar. Sonuçta kitabı sanki kendisi yayınlamamış da "bir yayınevinden çıkmış" gibi oluyor. Böyle birkaç tane yayınevi var. Ama özellikle biri "kooperatif" şeklinde çalışıyor.
* * * *
Benim sözetmek istediğim konu başkaydı aslında...
"Popüler edebiyat" bahsine girmemin sebebi son günlerde 'okuyabildiğim' iki kitaptan bahsetmek için bir girizgah yapma gereğiydi. Galiba girizgahı fazla uzattık, ama neyse...
Kendini 'yüksek' edebiyat izleyicisi olarak gören okur grubu genellikle ve doğal olarak popüler edebiyat ürünlerini görmezden gelme eğilimindedir.
Galiba ben de onlardan biriyim.
Onun için, Ayşe Kulin'in "Adı Aylin" isimli kitabını -37. baskısı çıkıncaya kadar- okuma gereği hissetmemiştim. Neden sonra bir vesileyle bu kitabı aldığımda şunu düşündüm: 'Türk halkı'nın bu derecede ilgisine mazhar olan bir eseri görmezden gelmek doğru mu?
Bir Türk entelektüeli, "Acaba bu kitapta ne var ki 'halkım' bu kadar ilgi gösteriyor" diyerek sözkonusu esere en azından bir göz atmayı göze almamalı mıdır?
İtiraf ediyorum: Adı Aylin'i bu düşüncelerle okudum. Ardından da Mina Urgan'ın "Bir Dinozor'un Anıları" isimli best sellerını...
Sonuç: Her iki kitabın da benzer tematikleri olduğunu gördüm.
Biri roman, biri hatırat türünde... Her ikisi de popüler, her ikisi de best seller listelerinde zirvede.
'Halkımız', acaba ne buldu bu kitaplarda, diye düşünürken ortak tematiki farkettim. Halkımız, bir vakitler Dallas dizisine niçin ilgi göstermişse, Ayşe Kulin'in romanıyla Mina Urgan'ın hatıratına da aynı sebeple ilgi göstermiştir, sonucuna vardım.
Her iki kitapta da toplum seçkinlerinin merak edilen, ilgi uyandıran yaşayışları var çünkü. Başka da -ilgiye değer- bir şey yok zaten.
Ayşe Kulin'in romanında "hayat hikayesi anlatılan" Aylin, yönetici elite mensup, batılılaşmış, varlıklı bir ailenin kızı.
Aylin, Amerikan Kız Koleji'ni bitirdikten sonra okumak için Paris'e gidiyor. Orada Libyalı bir prensle evleniyor. Tıp tahsili yapıyor, ABD'de başarılı ve ünlü bir psikiyatr olarak "renkli" ve "fırtınalı" bir hayat sürdürüyor. Sıkıldıkça kocalarını değiştiriyor, meslek değiştiriyor, vatandaşlık değiştiriyor. En sonunda Amerikan ordusunda Albay rütbeli bir subay olarak görüyoruz kendisini. Nihayet, esrarengiz bir kaza sonucunda hayata veda ediyor.
(Kitabı okumamış olanlar, 'sonunu söyledim diye' bana kızmasın. Zaten kitap, Aylin'in cenaze töreninin anlatıldığı sayfalarla başlıyor, bir flash backle açılıyor.)
Allahaşkına söyleyin, Türk halkının ilgisini çekebilecek bütün konuların bir arada bulunduğu "gerçek" bir hayatın hikayesini anlatan roman best seller olmayacak da ne olacak?
Mina Urgan'ın hatıratı da benzer bir "hayat zenginliğini" içermesiyle aynı şansı yakalıyor bence. Yoksa bir İngiliz Edebiyatı profesörünün anıları kimi niçin ilgilendirsin?
Renkli hayatlar, fırtınalı ilişkiler, zengin çevreler, seçkin ve başarılı ve ünlü isimler...
"Adı Aylin", "Bir Dinozorun Anıları", "Dallas"...
!!! ??? ...
Benim söyleyeceklerim bunlar...
Unutmadan şunu da söyleyeyim: Edebiyat sosyolojisi işte böyle yapılır.