İbrahim Kiras'ın Edebiyat yazıları
Bir intihal olayı vesilesiyleEdebiyatta taklit, yararlanma ve postmodern kurgu teknikleri üzerine
Dolaylı biçimde de olsa, Orhan Pamuk'tan söz açan bir yazı eninde sonunda bu medyatik yazarın şöhretini çoğaltmaya hizmet edecektir. Bu biraz can sıkıcı bir durum. Yine de söylenmesi gerekenleri saklı tutmamak aşkına bir iki söz söylemek gerekiyor. Konu şu: Epeyce bir süre önce, bir gazetede, Orhan Pamuk'un Beyaz Kale isimli romanıyla adsız bir İspanyol yazarının A. Kurutluoğlu'nun çevirisiyle "Türkiye'nin Dört yılı" adıyla yayınlanmış olan kitabı arasındaki ilginç benzerlikleri gösteren bir yazı yayımlanmıştı.
Bir süre sonra bir başka gazetede başka bir yazar aynı benzerlikleri konu eden bir yazı yayımladı. Bu ikinci yazının sunuluşu "bir intihali ortaya çıkarıyoruz" şeklinde olduğu için ilk yazının çıktığı gazete buna itiraz etti, intihal haberinin de intihal olduğu yazıldı. Derken, aradan epeyce bir zaman geçti, ikinci yazının müellifi aynı şeyleri yeniden yazdı ve bu yazı da yine "bir intihali ortaya çıkarıyoruz" diye sunuldu. Ancak, aradan epeyce zaman geçtiği için ilk yazının çıktığı gazetede çalışanlar bu yazıyı "bir intihali ortaya çıkardılar" diyerek kendi okurlarına sundular. İlk yazıyı yazan yazarın uyarısı üzerine "durum aydınlandı" ve ilk yazının yayımladığı gazete bu sefer "İntihal haberi intihal çıktı" diyerek olayın bu yönünü ele aldı. İşin gazetecilik kısmı burada sona erdi. Bundan sonra "edebiyat teorisi" boyutu gündeme geldi.
Bazı yazarlar, bu konuyla ilgili olarak, (postmodern) edebiyatta intihal diye bir şeyin söz konusu olamayacağını, zaten bütün edebiyat tarihi boyunca her yazarın ve şairin başka yazar ve şairlerce yazılanları tekrar edip durduğunu, "güneş altında söylenmemiş yeni bir şey" olmadığını ifade ettiler ve "Orhan Pamuk gibi bir yazarın intihal ile suçlanması bu konularda bilgi sahibi olmayanların işi olabilir" demeye getirdiler.
Bu konudaki ilk yazının müellifi olarak, acaba Pamuk'un romanı ile yararlandığı kitap arasındaki ilişkiyi edebî olmayan bir yaklaşımla mı ele alıyordum, yani metinlerarasılık denen hadiseyi göz ardı mı ediyordum, bu soruya cevap vermem gerekiyor:
Esinlenme, etkilenme, yararlanma, taklit, intihal gibi kavramlar sabit sınırlara sahip olmadığı için metinlerarasılık (intertextuality) adı verilen hadise çok su kaldırır bir kap gibidir. Ancak şunu öncelikle ve özellikle ifade etmek gerekiyor:
Önüne geleni intihal ile suçlamak cahillerin işidir gerçekten de. İki hikaye arasında benzerlik bulduğunda hemen bir intihal vakası keşfettiği zehabına kapılan cahiller bilmezler ki dünya edebiyatında orijinal denebilecek belirli sayıda hikaye vardır ve bütün dünya edebiyatı bu hikayeler etrafında teşekkül etmiştir. Önemli olan yazarın bu "miri malı" hikayeyi kendi kişisel yorumunu katarak yeniden kurmada/anlatmada gösterdiği başarıdır. Bunu bu konuda bir ölçüt kabul edersek, Orhan Pamuk'un romanıyla adsız İspanyol'un kitabı arasındaki benzerlik de izaha kavuşabilir. Bir de postmodern edebiyatın ge(liş)tirdiği ve uyguladığı yöntemlerden sözetmek gerekiyor metinlerarasılık bağlamında.
Pastiş, parodi, kolaj gibi teknikler mesela.
Bütün bir postmodern romancılar çığırı incelenirse bu yazarların eserlerinde pastiş, kolaj veya parodi gibi tekniklerin ne kadar başat bir yer tuttuğu görülebilir.
Bizde Oğuz Atay -elbette yazdıklarına postmodern denemezse de- bu yöntem ve teknikleri başarıyla uygulamıştır. Orhan Pamuk da, hakkını teslim etmek lazım, Kara Kitap isimli eseriyle yapısal ve teknik anlamda postmodern romanın başarılı örneklerinden birini vermiştir.
Ne var ki Beyaz Kale isimli roman, bana göre, edebi anlamda hiçbir değer taşımadığı gibi, bilinen roman teknikleri yerine apaçık aşırma yoluyla oluşturulmuş bir metin. Çalınan malın "miri malı" olup olmaması önemli değil. Önemli olan çaldığın eşyayı nasıl kullandığın.
Bilindiği üzre, bir eseri, biçimsel özelliklerini koruyarak yeni bir özle işlemeye parodi, bir yazarın dil ve anlatım özelliklerini taklit etmeye pastiş diyoruz. Kolaj ise bir ya da birden fazla eserin bir ya da birden fazla bölümünü kendi metniniz içinde kullanmanıza deniliyor.
Şimdi hatırlayalım, Orhan Pamuk söz konusu romanında ne yapmıştı?
Napoli'den Cenova'ya giden bir gemide Türk korsanlarının saldırısına uğrayarak esir düşen bir İtalyan'ın hikayesi üzerine kurmuştu romanını. Pamuk'un bu hikayeyi adsız bir İspanyol yazarının kitabından aşırdığı ortaya çıktı. (Aşırdı diyoruz, çünkü kitaba sonradan eklediği bir "sonsöz"de romanı yazarken "yararlandığı" eserler arasında bu eserin adını anmıyordu. Oysa romanın ana iskeletini bu hikaye oluşturduğuna göre öncelikle adsız İspanyol yazarın adını anması gerekirdi.) Söz konusu hikâyeyi neredeyse aynen almış, yalnızca birkaç küçük değişiklik yapmış (mesela İspanyol -nedense!- İtalyan olmuş), kısa cümleleri uzatmış, uzun cümleleri kısaltmış, uzun sözünü kısası metni kendine mal edememişti. (Çünkü kendine mal etmek kitabın kapağına isminizin yazılmasıyla olmuyor.)
Pamuk'un romanı adsız İspanyol yazarın kitabının parodisi değil, bu yazarın üslubunun veya anlatım tarzının taklidi de sözkonusu değil. Buna herhalde kolaj demek de mümkün olmasa gerek.
(Elbette romanda bu tekniklerden birinin uygulanmış olması şart değil. Başka teknikler, başka kurgu ve anlatım yöntemleri de uygulanabilir. Postmodern edebiyatın en fazla tercih ettiği kurgu ve anlatım yöntemleri arasında olduğu için -biraz da postmodern metnin turnusol kağıdı işlevi gördükleri için- bu teknikleri sözkonusu ediyoruz. Aslında bunlar modern öncesinin teknikleridir. Postmodern kendi keyifli metnini oluşturmak için daha önce modernizmin eskidiklerini düşünerek kapı dışarı ettiği unsurların çoğunu yeniden gündeme getirmiş; hatta kendi dünyasındaki baş yeri onlara vermiştir.
Metinlerarasılık konusu da postmodernizm ile modern öncesinin çakıştığı alanlardan biri. Modern öncesi dönemde özgünlük önemli bir değer sayılmazdı, daha doğrusu edebi eserlerde özgünlük, istenen veya aranan bir özellik değildi. Modernizm yazarın ya da şairin kendi kişisel tecrübesini dile getirerek, okurun nesnel hale gelen bu öznel tecrübeyi kendi öznelliğinin yerine geçirerek değerlendirmesi için özgünlük kavramını üretti. Önce içerik, sonra biçim alanında özgünlük önem taşır hale geldi.
Modernle postmodern arasındaki farklılığın belirdiği düzeylerin biri de kişisellik sorunudur. [Bir "turnusol kağıdı" daha!] Tüm modernist metinler bir kişisel meseleyi merkezlerinde barındıran örüntülerdir dersek yanlış olmaz. Yaratıcının kişisel meselesinden söz ediyorum. Postmodernist metinlerde ise kişiselliği boşuna ararız. Bu yüzden postmodern edebiyat bizi hiçbir zaman doğrudan ilgilendirmez. Çünkü modern edebiyat bir insan tekinin meselesinden doğmuş olmasıyla bizim kendi kişiselliğimizi yüzleştirebileceğimiz bir ayna sunuyordu. Postmodern edebiyat ise zaten kişiselliği silmek üzere yola çıkmıştır ve onun için ayna bir motiftir, bir mazmundur; aynaların karşılıklı olarak birbirlerinin görüntülerini yansıtmaları bir oyundur, oyun konusudur. Postmodernin derdi bizlere okurken keyif duyabileceğimiz bir metin sunmak; sırası geldiğinde seyirci olmaktan çıkıp oynanan oyuna oyuncu olarak iştirak etmemizi sağlamaktır. [Postmodernde yaratıcının kişiselliğinin, yani öznelliğin silinip yerine bir tür nesnelliğin geçirilmesinin iyi bir örneği Yeni Roman akımıdır.]
Postmodernizm, kişisellikle birlikte özgünlüğü de kapı dışarı etmiştir; çünkü bir eserin kendisinden önce yazılmış eserlerden bağımsız olamayacağı, dolayısıyla özgünlüğün sözkonusu edilemeyeceği kabulünden yola çıkmıştır. [Postmodern sanatın modernden ayrıldığı en önemli noktalardan biri deneyselliği terk etmesi, dışlamasıdır... Çünkü deneysellik özgünlük, farklılık arayışıdır. Buna gerek duymaz postmodernler.]
Postmodernizmin bazı bakımlardan modern-öncesine dönüşü temsil etmesine rağmen bir özdeşlikten söz edilmesi ise çok yanlış olur. Modern-öncesinin, modernin ve postmodernin temeldeki farklılıklarını görmek için bu yaklaşımların gerçeklik konusundaki tutumlarındaki uyuşmazlığa göz atabiliriz:
Modern-öncesinin sanatçısı kendinden bağımsız bir nesnel gerçekliğin bulunduğunu ve bu gerçekliği eserinde yansıtabileceğini düşünüyordu. Modernist sanatçı görünen gerçekliğin yansıtılmasıyla ilgilenmediği gibi görünenin dışında bir başka gerçeklik aramayı da ihmal ediyordu. Şöyle de söylenebilir:
Modernist sanatçı gerçeklikten sıkıntı duyan, gerçeklikle ilişkisini sorunlu gören ve sonuçta varolan gerçeklikten kaçmak isteyen, yerine bir başka gerçekliği ikame etmeye çalışan sanatçıdır. Postmodern(ist) sanatçı ise gerçekliğin "zaten" varolmadığının "bilincinde"dir; varsa bile ancak metnin sınırları içinde, sanat yapıtının formları içinde varolabilir.
Postmodernist edebiyatın kuramcılarından ve eleştirmenlerinden biri olan Gerald Graff bu görüşün yapısalcılığın, dil içindeki hiçbir göstergenin (signifier) dilbilimsel olmayan bir gerçekliğe gönderme yapamayacağı biçimindeki görüşünden etkilendiğini iddia ediyor. Buna bağlı olarak dilin dışında bir gerçeklik olamayacağı gibi, edebiyat metninin dışında bir "doğa" ya da gerçek yaşam, eleştirel yorumdan bağımsız bir "metin" de düşünülemez diyor Graff.
Postmodernist düşüncenin babalarından sayılan Foucault'nun politik görüşleri de bu bakışın anlaşılmasında yararlı bir örnek olarak verilebilir: Foucault'ya göre "adalet, doğruluk, insan doğası gibi soyut kavramlar eninde sonunda Batı kültüründeki egemen sınıf çıkarlarını yansıtmak durumunda olduğundan örnek bir toplum modeli çizilemez."
Buna bağlı olarak Foucault devrimcilerin görevinin adaleti sağlamak değil, iktidarı ele geçirmek olduğunu savunur.
Öte yandan, postmodernistlerden sayılan Jacques Derrida Batı kültürünün söz-merkezli söylemlerini (yani dilin dışında bir gerçeklik olduğu inanışını) ayakta tutan işaret mekanizmasının yapısökümü (deconstruction) projesinin sonuçta -kendisinin yıkmak istediği- metafiziğe ulaşacağını söylüyor. "Sözmerkezciliğin mirası"nın ortadan kaldırılmak istendiği her seferinde yeniden ortaya çıktığını anlatıyor. "Bu kavramları ortadan kaldırmak sözkonusu değil tabii ki" diyor Derrida, "bunlar olmaksızın hiçbir şey, en azından şimdilik tasavvur edilemez [...] Çünkü bu kavramlar ait oldukları mirasın sarsılması için bize gerekliler."
Görüldüğü gibi, postmodern bir çıkış ve modernist bir kabulleniş var burada. Biraz karışık bir durum ama, postmodern yazarların çoğunda karşılaşabileceğimiz bir şey aynı zamanda bu. Neyse... Orhan Pamuk'un "intihal" ettiği roman bahsine dönelim yeniden...)
Biliyorsunuz Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha gibi hikayeler geleneksel edebiyatımızda farklı şairler tarafından defalarca yeniden kaleme alınmışlardır.
Hikayenin iskeleti aynı kalmakla birlikte her şair üslubuyla, havasıyla, edasıyla diğerlerinden farklı olan bir eser ortaya koyabilmiştir. Postmodernler bu yazış tarzına parodi diyorlar.
Peki -daha sonra yazacağı Kara Kitap'ta postmodern kurgu ve anlatım tekniklerini büyük bir başarıyla uygulayacak olan- Orhan Pamuk Beyaz Kale'de bunu mu yapıyor?
Hayır. Orhan Pamuk'un yaptığı şuna benzetilebilir:
Kendiniz Leyla ile Mecnun hikayesini yeniden kendi kişisel üslubunuzla, yazı hünerinizi ortaya koyarak ve farklı bir öz katarak anlatma yerine, sözgelimi Fuzuli'nin "Leylâ ile Mecnun" mesnevisini -onun mısralarıyla- aynen alırsınız, yalnızca sonunu değiştirirsiniz; diyelim ki Leyla ile Mecnun hikâyenin sonunda evlenip çoluk çocuğa karışırlar.
Pamuk da adsız İspanyol yazarın hikayesini neredeyse aynen almış, yalnızca sonuna bir hikaye daha ekleyerek köle ile efendiye yer değiştirtme numarası sergilemiş, ortaya bir roman (!) çıkmış.
Aynı yöntemle roman yazanlar Batıda da var. Mesela, İngiliz Daniel Defoe'nun püriten ahlak ve dünya görüşünün manifestosu niteliğindeki ünlü Robinson hikayesini, postyapısalcı ve postmodernist düşünürlerin ortaya koyduğu insan ve doğa anlayışını savunan bir romana altlık yapan Michel Tournier'nin "Cuma Ya Da Pasifik Arafı" gibi bir eser var.
Tournier Robinson ile Cuma'ya yer değiştirtirken bunu niçin yaptığın biliyordu, çünkü postmodern edebiyatın yüz aklarından olan bu eserin arkasında bir felsefe vardı. Orhan Pamuk ise yalnızca hokkabazlık yapmak gerektiğini biliyor ama bunun niçin yapması gerektiğini bilmiyordu.
Robinson'un bilinen hikayesini Cuma'nın, yani "medeni" olmayanın bakış açısıyla anlatmayı seçen bu edebi girişim ile Pamuk'un ne anlattığı, ne amaçla kotarıldığı belirsiz "intihal" metni arasında düzey değil mahiyet farkı var. Çünkü, bir başka yazarın metnini, üzerine köle ile efendisinin yer değiştirmesi hokkabazlığından başka bir şey ilave etmeden, üstelik nereden aşırdığını çaktırmamaya çalışarak alıntılamak postmodernist kurgu tekniği falan olmaz. Bunun adı olsa olsa "alaturka postmodernizm" olabilir.
Metinlerarasılık bağlamında, yapılan işin intihal mi yoksa masum bir alıntı mı sayılması gerektiği konusu önemsiz bir ayrıntıdan ibarettir.
Gerçek Hayat, 28 Haziran 2002