İbrahim Kiras'ın Edebiyat yazıları
Necip Fazıl'ın Şiirini Besleyen Kaynaklar Üzerine Bir DenemeBir Şairin Trajedisi
Necip Fazıl'ın şiiri Türk Şiir geleneği içinde öncesi olmayan bir şiirdir; daha doğrusu Türkçenin ilk modern şiiridir. Türkçe'nin semalarında birdenbire bir gökkuşağı gibi beliren bu şiiri hangi şartların ortaya çıkardığını anlayabilmek için modern şiirin varolma şartlarını bilmemiz gerekir. Baudelaire'i, Poe'yu, Nerval'i, Rimbaud'yu, Mallerme'yi anlamadan Necip Fazıl'ı anlamak mümkün olmayacaktır.
Necip Fazıl'ın şiiriyle adını zikrettiğimiz "yüzyıl sonu" şairleri arasındaki benzerlik, eleştirmenler ve edebiyat tarihçileri tarafından genellikle basitçe Üstad'ın Fransa'da eğitim görmüş olması dolayısıyla "Fransız şiirinin etkisi"yle izah edilegelmiştir. Oysa mesela bir Baudelaire'in şiiriyle Necip Fazıl'ın şiirinin özellikle tematik bakımdan benzerliği ve yakınlığı, esasen bu iki şairin çıkış noktalarının yakınlığıyla açıklanabilir ancak.
Batılıların fin de siecle dedikleri ondokuzuncu yüzyıl sonu şairlerinin eserlerinde nedensiz bir sıkıntı, korku, aleni cinselliğe dayalı aşk ve mevcut dünyanın dışına kaçma arzusu gibi temalar başat yer tutarlar. Modern şiirin güncelleştirrdiği bu temalar Türk şiirine de ilk defa Necip Fazıl'la girmiştir. Örneğin mevcut dünyanın dışına kaçma arzusunu ve bu arzunun çıkış noktasını 1936 tarihli "Yolculuk" şiirinin ilk dörtlüğü benzersiz biçimde ifade ediyor:
"Yolculuk her zaman düşündüm onu
İçimde bu azgın davet ne demek
Oraya, nerdeyse güneşin sonu
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek."Her ne kadar Sezai Karakoç, bir yazısında bu mısraları "yeni şiir"den önceki "Klasik şair"in tavrına örnek olarak zikrediyor olsa da, dönmemek üzere kaçıp gitmek, güneşin sonu nerdeyse oraya gitmek arzusu Necip Fazıl'a kadar Türk Şiirinin yabancısı olduğu temalardır.
Necip Fazıl'ın Türk şiirine getirdiği bu modern temaların bir kısmı sonraları Cahit Sıtkı ve Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şiirlerinde de -yine Necip Fazıl'ın etkisiyle- bir ölçüde kendini gösterse de modern şiirin karakterini belirleyen özellikleri Türk Şiirinde görebilmek için 1950'li yıllara, yani İkinci Yeni'nin çıkışına kadar beklemek gerekecektir. Bu bakımdan, ben Necip Fazıl'ın şiirini tabiri caizse "erken modern" olarak tanımlamanın doğru olacağını düşünüyorum. Prof. Dr. Mehmet Kaplan da "kaldırımlar" şiirini tahlil ederken, bence bu gerçeğin altını çiziyor.
"Necip Fazıl Kısakürek, ilk Cumhuriyet nesli şairleri arasında en trajedik, veya daha uygun bir deyimle 'patetik' olanıdır. Bu bakımdan o, şiirlerinde 'bunalım'larını anlatan son kuşak şairlerine yaklaşır. Fakat onlara hayatı boş, karanlık ve karışık gösteren ruhi sıkıntı daha ziyade sosyal problemlere bağlı göründüğü halde, 'Kaldırımlar' şairinin ızdırabı, daha çok ferdî ve metafizik bir mahiyet taşır."
İsmet Özel, "modern şiir bir edebiyat türü olarak değil bir yaşantı olarak doğmuştur" der. Bu yönüyle Necip Fazıl'ın ilk dönem şiiri de, "yüzyıl sonu"nda ortaya çıkan Batılı benzerlerinde olduğu gibi, biricik oluşu tartışılamaz bireysel bir tecrübenin dile geçmesi ve bu sayede bu biricik tecrübenin dışlaştırılması şeklinde şablonlaştırabileceğimiz modern şiir paradigmasına uyan bir örnek olarak karşımıza çıkar.
Ne var ki Necip Fazıl belirli bir tarihten itibaren sosyal ve politik konuları, yani topyekûn bir kavrayışla "dava"sını bireysel tecrübesine önceleyen bir tutumu benimsemiştir. Haddizatında "ruh burkuntuları", hafakanlar, mistik ve metafizik sıkıntıları "Efendi Hazretleri"yle tanışmasının ardından ortadan kalkmış, modern bir sıkıntıyı besleyen "kaynaklar" kurumuştu. Üstad'ın 1940'lardarn sonra yazdığı şiirler "yaşantı"yla irtibatı olmayan, retoriğe dayalı ve geleneksel anlayışı rahatsız etmeyen ürünlerdir. Bu bakımdan, kendisi kabul etmese de "sabık şair" yakıştırmasında bir doğruluk payı olduğu inkar edilemez.
Bu sorunun değişik düzeylerde uzun uzun tartışılması mümkün. Ancak, herşeyden önce söylenmesi gereken şey, bence şu: Ruhunu azaptan kurtarmakla şiirin kaynaklarını kaybetmek arasında kim seçim yapabilir?
Bu sorunun cevabı belki de Necip Fazıl'ın kabule bir türlü yanaşmadığı kendi şairlik trajedisini özetliyor.
Yeni Şafak, 25 Mayıs 1995