Bir Değişim Teorisi: Kuhn ve Paradigmalar
*Müzik
*Eskrim
*Liberal Politik
*Bilgisayar köşesi
*Anti-dernekler
*Edebiyat Sayfalarım
    *Kitap, kitaplar...
    *SerbestÇizgi
    *Seçme Yazılar
    *Fıkralar
    *Yazı ve Öyküler
(Bana ait)
*O'na Dair...
*Bana Dair...
*Siteye Dair...
*Seyahatname
*Özür

ANASAYFA

Ay çekirdeği... Peki nereye kadar?
     Korkmayın hemen “değişim” dedim diye. Size suyu çıkmış “Bilgi teknolojileri, dünya değişiyor, artık internette oturduğun yerden…” klişelerini sıralayacak değilim. Zaten bizim nesil için İnternet çok doğal bir şey, değişim değil.

    “Paradigma”’dan bahsedeceğim bugün; hiç duydunuz mu bu sözcüğü? Ben orda burda duyup defalarca sözlüğe baktığım halde hep unutmuş ve tekrar bakmışımdır. Fakat sonraları "bilim felsefesi" denilen şeyle ilgilenmeye başlayıp kavramın ortaya çıkışına dair yeni bilgiler edindikçe ne kadar hayati olduğunu anladım, ve öyle ki artık düşünürken hayatı anlamama bu  inanılmaz derecede yardım eder oldu.

    Bilmece gibi olduysa şöyle sorayım: Hiç okuldaki bir hocanızdan şunu duydunuz mu? "Şimdiki müfredat çok hafif, bizim zamanımızda böyle değildi, çok daha fazla ders görürdük." Ya da hiç, şimdi "dolmuş" olarak kullanılan eski model arabaların neden bugünkülere göre çok büyük olduğunu ve araba boyutlarının her geçen gün neden daha da küçüldüğünü merak ettiniz mi? Fatih Terim’in Italya’daki başarısının sebeplerini yeterince düşündünüz mü? Ya da neden son senelerde "Serbest Piyasa Ekonomisi" nin tüm dünyada birden aynı anda yaygınlaştığı üzerine kafa yordunuz mu?... Peki, daha garip bir soru: Hiç bunların tümünün aynı şekilde açıklanabileceğini aklınıza getirdiniz mi?

     Yeri kazan fakat alet kullanmaktan habersiz bir adam düşünün: Önce, yerde bulduğu bir alet olan bıçağı alıyor. Bir süre iyi gidiyor, fakat 15-20 cm derine inince toprak sertleşiyor ve kazamaz oluyor. Bunu bıçağın ağzının körelmesine yoruyor ve bıçağı biliyor, fakat bu işe yaramıyor, sonra yan tarafta bir keser görüyor ve onu deniyor, gerçekten de işler bir anda hızlanıyor, az sonra 60-70 cm’lik genişçe bir çukura ulaşıyor. Ama daha sonra keser de işe yaramaz oluyor. Önce baştaki kadar hızlı vuramadığını, yorulduğu için yavaşladığını düşünüyor, oysa dinlendikten sonra da keserle işini hızlandıramıyor. Düşünüp taşınırken yandaki kazmayı farkediyor ve onunla denediğinde işler tekrar birden bire hızlanıyor.

    Bu adamın davranışındaki üç aşamanın  tipik özelliklerini tanımlayalım. Önce hızlı bir başlangıç, sonra kazı yapılan normal bir süreç, üçüncü olarak yavaşlama, arayış ve en sonunda da sert bir değişim ve yeniden hızlı bir başlangıç.

      Thomas Kuhn Paradigma kavramını ortaya atan bilim felsefecisinin adı. "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" (The Structure of Scientific Revolutions) adlı klasik eserinde Kuhn yukarıdaki kazı yöntemini genelliyor ve ona "Paradigma" diyor. Kuhn!a göre tarihin her döneminde, her bilim dalında bir temel varsayımlar takımı vardır. Her bilim kendi temel varsayımlar takımına bağımlı olarak çalışır ve sorunlar yumağını (Kuhn "yapboz" diyor) çözer. Fakat bu varsayım takımı (yapbozun ne resmi olduğuna dair kanı) mutlak bir doğru değildir ve bir gün gelir tıkanır, artık o "temel varsayımlar takımı" olayları açıklayabilme, yapbozun elde kalan parçalarını tamamlama yeteneğinin sınırına gelmiştir ve Kuhn'un "anomali dönemi" diye andığı bu dönemde onu benimseyen bilimadamları, alanlarına ilişkin yeni gelişmeler kaydedemezler. İşte o zaman öncelikle küçük bir grup tarafından ortaya yeni bir temel varsayımlar takımı atılır ve bu yeni temel varsayımlar takımı o küçük gruba büyük bir güç verir; öyleki, bir önceki temel varsayımlar takımına göre çözümsüz anomalilere, yani elde kalan yapboz parçalarının nereye oturacağı sorununa çok basit ve etkili yaklaşımlar bu yeni varsayımların ışığı altında ortaya atılıverir. Böylece “resmin tamamının ne olduğuna dair düşünce” birdenbire değişir ve bu ani değişim ilgili bilimin alanında bir devrime dönüşür. İşte bu olay bir “paradigmatik dönüşüm”dür.

    Kuhn, sadece bilimlere yön veren varsayımlar anlamındaki "Paradigma" kavramının varlığını sezip  onu soyutlamakla kalmıyor, bugüne kadar bilimlere egemen olmuş üç temel  Paradigmayı da tanımlıyor. Aristocu Paradigma, Newton'cu Paradigma ve üçüncü olarak günümüzde de varlığı süren "Belirsizlik" Paradigması. (Üçüncüsünün kesin bir ismi yok, ama böyle demek en doğrusu) Ben bu yazıda Aristocu Paradigmaya hiç girmeyeceğim, çünkü bugünü ilgilendirmiyor denebilir. Newton'cu Paradigma'nın (veya pozitif bilimlerin gücüne çok yer verdiğinden ötürü "pozitivist Paradigma" diye de adlandırılabilir) temel kabulleri ise şunlar:

    "Evren deterministiktir: Eğer üzerinde yeterince düşünülürse gelecekte neler olacağı keşfedilebilir, çünkü her konuda aynı sebepler aynı sonuçları doğurur, ve neyin neye sebep olduğu belirlenebilir. Tıpkı "F=ma" denkleminde olduğu gibi her sosyal olayda da lineer bağıntılar ve düşünülerek çözümlenebilir sebep sonuç ilişkileri vardır. "F=ma"'da kuvvet ne kadar artarsa hız ne zaman, kaç olacaktır, bellidir; ve bu sosyal olgularda da böyledir. Belirli bir anda her şeyin ne durumda olduğu bilinebilirse, ki bilinebilir, daha sonraki her olay tahmin edilebilir."

    "Evren Basittir: Her şeyin sebebi bulunabilir ve tüm sosyal olgular, kültür, din, ekonomi bazı temel değişkenlerin sonucu olarak açıklanabilir. Her şeyin kendisine dayandırılabileceği mutlak doğrular vardır. Bunlar akıl-bilim yoluyla keşfedilebilir. Akıl-bilim yoluyla doğruluğu kavranamayan her şey yanlıştır. Çünkü eğer doğru bir şey varsa bu üzerinde yeterince düşünülerek bulunabilir, doğruluğu da kanıtlanabilir."

    Sanki kendiliklerinden doğru, tartışmaya değmeyecek kadar doğal cümleler gibi görünüyorlar değil mi? Ama gerçekte çoğumuz bunları daha önce hiç böyle açıkça duymadık; sadece duyduğumuz diğer şeylerin altında temel birer varsayım olarak bu kabuller bulunuyor.

    Oysa her şey Newtoncu paradigmanın öngördüğü gibi “basit ve lineer” değildi. Nitekim yirminci yüzyılın ilk yarısında Newton'cu aradigmaya ard arda büyük darbeler inmeye başladı ve ikinci yarısının sonuna doğru da yepyeni bir Paradigma ortaya çıktı. Belirsizlik Paradigması'nı ortaya çıkaran bu olayların en önemlilerinden biri Heisenberg'in 1927'de gelen keşfiydi. "Heisenberg'in Belirsizlik Prensibi" denilen  bu keşfe göre bir elektronun aynı anda yerini ve momentumunu belirlemek imkansızdı. Çünkü atomu gözlemek için ışığa ihtiyacınız vardı ve atoma ışık verdiğiniz takdirde yolladığınız fotonlar elektron tarafından içiliyor ve kazandığı enerjiyle elektron'un momentumu değişiyordu. (sayısalcı olmayanlar momentumu hız olarak anlasalar da olur) Atomun konumunu belirlemek mümkünse de o konumdan hangi yöne ve ne kadar momentumla uzaklaştığı siz konumu belirlediğiniz anda değişiyordu, tıpkı bir kedinin yaklaştığınızı görünce uzaklaşması gibi. Bunun tersi de geçerliydi, yani elektronun mometumunu bulmanın yolu vardı, ama onu bulmak tabii konumundaki değişikliğe bağlıydı ve dolayısıyla ikisini birden aynı anda bilmek olanaksızdı, yani bir elektron için "şu kadar süre sonra şu konumda ve şu hızda olacaktır" denilemiyordu, çünkü hız ve konumdan birini saptamak için yapılması gereken şey diğerinin değişmesine yolaçıyordu. Bu ilginç ikilem evren'in "kurulu bir saat" gibi deterministik olmadığını, tersine etkileşimli olduğunu ve her geçen saniye belirsiz biçimde değiştiğini gösteriyordu. Elbette bunun tek sonucu evrende hangi elektronun ne zaman nerede ve hangi hızda olduğuna ilişkin bilginin imkansızlığıyla kalmadı. Çünkü etkileşimli, geleceği bizim etkimizle önceden belirlenemeyecek biçimde değişen bir toplum düşüncesi de çıkıyordu buradan.

    Takvimler 1943'ü gösterirken bugün siyaset biliminin klasikleri arasına girmiş "Açık Toplum ve Düşmanları" kitabı yayınlanıyordu bir bilim felsefecisi ve eski bir Marxist olan Karl Popper  tarafından. Eflatun'u, Marx ve Hegel'i yerden yere vurduğu eserinde Popper "Tarihin değiştirilemez yasaları" anlayışını sarsarken, yaşanmayan geleceğin asla tahmin edilemeyeceğini de iddia ediyor, bizim yaptığımız her gelecek tahmininin "bir tavır almamıza yolaçacağını", aldığımız tavrın da geleceği "değiştireceğini", bu yüzden bilimsellik iddiasıyla gelecek tahmini yapmanın ancak sahte-bilimsel (pseudo-scientific) olduğunu gösteriyordu. Popper daha sonra yazdığı ve "Açık Toplum ve Düşmanları"nın aksine hayli teorik olan "Bilimsel Araştırmanın Mantığı" kitabında ise bilimsel yöntemin tümevarım değil, yanlışlama olması gerektiğini, çünkü gerçek hayatta yaşanabilir, aksi kanıtlanabilir olmadığı sürece, ne kadar iyi kurgulanmış ve üzerinde ne kadar düşünülmüş olursa olsun hiç bir kurguya bilimsel sıfatı verilemeyeceğini savundu. Bu "Hayatta sadece, neyin daha az yanlış olduğu öğrenilebilir, ve bu da sadece deneyerek yapılabilir, mutlak bir doğru yoktur" demekti ve bu bakış, o güne kadarki hayli iddialı "daha iyi toplum oluşturma" ideallerine sahip milliyetçi-sosyalist akımlara mütevazi ve demokrasi yanlısı bir cevap niteliği taşıyordu.

    1974'te yaşlı bir ekonomi profesörü (75) geç kalmış bir Nobel ödülü aldı, F. A. Hayek isimli bu ekonomist, 1929'dan beri süren dönemin devletçi-müdahaleci-Keynesyen ekonomi anlayışına karşı çıkmaya ömrünü adamış, piyasa ekonomisini, akademik çevrelerden afaroz edilme pahasına şiddetle savunmuştu. 1972'de dünya çapında büyük petrol krizi çıkınca Keynes'in müdahale yanlısı ekonomi anlayışı terk edilmeye başlandı ve Hayek'in serbest piyasa yanlısı görüşleri benimsenir oldu, tüm dünyaya da 70'lerin sonlarından itibaren ülkemizi de etkileyen bir özelleştirme dalgası yayıldı. Hayek'e göre piyasada milyonlarca üretici, milyonlarca tüketici vardı ve bunların her birinin ne istediğinin merkezi bir devlet tarafından  belirlenmesi  ve malların verimli olarak üretilip dağıtılabilmesi imkansızdı, çünkü bu kadar çok enformasyon'un bir kişi veya devlet tarafından bir bilincin ürünü olarak ortaya konması fiziksel olarak imkansızdı, bu devasa enformasyon dolaşımını ancak piyasanın fiyat sistemi ve açık arttırmaya dayanan kendi dengeleri yapabilirdi; tek seçenek serbest piyasaydı. Ona göre devlet'in bir ekonomik krize müdahale etmesi de kabul edilemezdi, çünkü her müdahale asıl müdahale  edilenin dışında bir şeyleri de değiştirirdi, ve her yapılan müdahale önceden tahmin edilemeyecek başka sonuçlara varacak yeni bir krizi başlatırdı, müdahaleler piyasada ortaya çıkan sorunu kontrol etmemize değil daha da belirsizleştirmemize yolaçardı.

    Heisenberg'in elektrondan hareket ederek bulduğu belirsizlik kavramına 50 yıl aradan sonra ekonomide geri dönmüş oluyoruz böylece. Bir özet yaparsak Belirsizlik Paradigmasının temel kabullerini için şunları sıralayabiliriz:

    1. "Evren kaotiktir, her şey diğerlerini az ya da çok, ama kesin bir şekilde bilinemeyecek şekilde etkiler."
    2. "Gelecek tahmin edilemez, o ancak yaşanmakla öğrenilir. Deneyim ile elde edilen dışında bir gerçek yoktur."
    3. "Doğru" diye mutlak, tasarlanabilen bir ideal yoktur, mevcutların daha az yanlış olanı vardır."

    Belirsizlik Paradigmasının ilkelerine bir örnek eğitim konusunda verilebilir: Ülkemizde verilen üniversite eğitimi geçmişte, bugünküne göre hayli ağırdı; fakat artık derslerin kredileri azaltılıyor, içerikleri ayrıntılardan arındırılıyor. Dünyada ise bu uzun zamandır böyle. Çünkü eski Paradigmaya bağlı eğitimde kişinin mesleğini yaparken ne tip problemlerle karşılaşacağının "belli" olduğu varsayılıyordu ve öğrenciye mesleğinde ona gerekebilecek her bilgi "acımasızca" veriliyordu: Sonuçta da birbirinin aynı, fabrika ürünü "bilgi küpü" mezunlar ortaya çıkıyordu. Oysa meslek seçimi okula girince sona ermediğinden kişinin gelecekte mesleğini nasıl yapacağı, sektörün hangi kademesinde işe gireceği de belli olmuş değildir, bu yüzden yeni paradigmanın etkisiyle farklı alanlarda da bilgi sahibi olmak kimi meslek dışı seçmeli derslerle teşvik edilir. Uzmanlaşma lisansüstü programlara kaydırılır ve kişilerin mümkünse kendi meslekleri dışında dallarda master yaparak içine girecekleri belirsiz iş ortamına daha "çok yönlü", daha "adapte olabilir" biçimde bulunmaları teşvik edilir.Türkiye'de artık mühendislerin işletme master'ı yapması da bunun bir örneği ve benzer çeşitlenme eğilimleri yaygınlaşıyor. Bunların anlamı, eğitim kurumlarının artık şu gerçeği kabullendiğidir: "Öğrenciye, mesleğinde karşısına çıkabilecek her sorunu içeren devasa bir eğitim programı tasarlamak mümkün değildir, çünkü bu sorunların hepsini bilmiyoruz." Hala kendi eğitiminin ne kadar ağır olduğunu övünerek söyleyen hocalarımız var, fakat onlar ancak bazıları bazen kullanılan o bilgilerin hepsinin, tüm öğrencilere birden bu ağırlıkta verilmesinin maliyetini muhtemelen hiç düşünmemişlerdir.

     Bir örnek de otomobil sektöründen: Eskinin "daha büyük daha iyidir" şeklindeki Amerikan idealine ve büyük otomobillere karşılık son dönemde bir arabanın “erdemi” daha kompakt olmasıyla ölçülüyor. Daha büyük değil, farklı çevrelere uyabilme bakımından (park yeri gibi sorunlar açısından) daha yetenekli olması gerekiyor yeni arabaların. Bu değişim gene az önceki eğitim örneği ile benzeşiyor. Çünkü burada da önemli olan genişlik değil adaptasyon yeteneği.

    Yeni paradigmanın siyasal etkilerine geçmeden önce Kuhn’a geri dönüp Paradigmatik dönüşüm’ün aşamaları konusuna da değinmek istiyorum. Kuhn’a göre bilimlerde ilerleme, evrimsel değil devrimseldir, yani bilim, farklı bilim adamlarının çalışmalarının üst üste eklenerek tamamlamasıyla oluşmaz. Çünkü her bilimde uzun süredir devam eden çalışmalar sonucunda ulaşılan ve genel varsayımlara dayanarak oluşturulan bir takım ekoller vardır ve Kuhn’un teorisine göre bir bilim dalında çalışan bilim adamları arasında oluşmuş böyle bir ekolün yıkılması kolay değildir. Uzun süre sorunları çözmüş bir anlayış kolayca terk edilemez, temel kabullerin yanlış olduğunu gösteren bir takım örnekler ortaya çıksa bile önceleri bunlar yerleşik ekolü, paradigmayı içselleştirmiş bilim adamlarınca görmezden gelinir. Bu durumun geçici olduğu, sorunun sistemin iyi uygulanmamasından kaynaklandığı varsayılır. Fakat zamanla temel kabulleri yanlışlayan örnekler artmaya, durum açıklanamamaya başlar; işte tam bu anomali evresinde birdenbire alternatif ve çok etkili çözümler öne süren küçük bir grup ortaya çıkar. Bu çözümlerin kabullenilmesi, o zamana kadar, belki çok uzun yüzyıllardır doğru kabul edilmiş temel varsayımlarla ters düştüğünden önceleri bu küçük grup da görmezden gelinir, hatta önerileri bilim dışı ilan edilebilir. Fakat bu yeni alternatif çözümlerin yayılması bir süre sonra engellenemez bir hıza ulaşır ve eski bilim ekolü tamamen yıkılır, tüm varsayımlar tamamen değişir ve yeni, zafer kazanmış paradigma olayları bire bir açıklamaya başlar, artık bilimde bir devrim olmuştur.

     Dönüşüme bir örneği de pek anlamadığım futboldan vereyim: Mesela Fatih Terim’in İtalya’da yaptıkları da İtalyan futbolu için bir paradigmatik dönüşümün habercisi gibi geliyor bana. Yıllardır katı defans anlayışını sürdüren İtalyan futbolunun zevk vermediği ve tıkanma noktasına geldiği özellikle son Avrupa şampiyonasıyla iyice görüldü, bu haliyle ilerlemeye de açık değil. İşte tam bu dönemde Fatih Terim İtalya’ya gitti ve orta sınıf bir takım olan Fiorentina’ya presli hücum futbolu oynatmaya başladı. Takım şimdi, iddiasız kadrosuna rağmen ligde çok iyi bir sıralamada ve İtalya’nın en iyi kulüplerine kök söktürüyor, Milan başta tüm takımlar  Fatih Terim’i almak ve hücum futbolu oynatmak için sıraya girdi. Muhtemeldir ki çok kısa sürede takımlarını ofansif oynatan başka teknik adamlar da türeyecek ve geleneksel İtalyan defans anlayışı iki sezon içinde tarihe karışacak.

     Yeni paradigmanın önemli siyasi etkileri de var: Bu etkilerin başında net bir ortak kimliği olmayan toplumların oluşturduğu devletler geliyor. “Milli şuur” veya “proleterya bilinci” gibi isimlerle anılan devlet ideolojilerinin “mutlak gerçekler”iyle hidayete erdirilmiş, monolitik ve pasifize edilmiş toplumlar ortadan kalkıyor ve yerlerini içinde bireylerinin farklı düşünceleri ifade, farklı ibadet, farklı etnik kimlik veya girişim vs. özgürlüklerinin garanti altına alındığı çoğulcu ve özgürlükçü açık toplumlara bırakıyorlar. Tek ideoloji, “yumruk gibi kenetlenmiş” toplum yapıları öngören kanun ve devlet temayülleri tarih olurken “özgürlük” ve “açık toplum” genel geçerliliğe sahip yegane kavramlar biçiminde öne çıkıyorlar.

    Tüm dünyada birden ve aynı dönemlerde yaşanmaya başlayan dönüşüm sürecinin çok ilginç başka sonuçlarına da rastlanıyor: Geçenlerde merak ettiğimden bir sol  E-mail grubuna takılıyordum. Bir ortodox marxist, gruba attığı E-mail’de “genel oy hakkı”’nın “daha iyi bir toplum için” bir süreliğine askıya alınabileceğini söyledi. Buna karşılık bir diğer sosyalist de bunu eleştirdi ve olaya daha özgürlükçü argümanlarla yaklaştı. Yazdığı mailde “Sen nasıl bu kadar kendinden emin konuşuyorsun, mutlak doğruları tebliğ eder gibisin,” de dedi. İlk sosyalist ise karşısındakine “siz gençler sivil toplum demokrasi vs diye diye liberallerden etkilendiniz ve gerçekleri unuttunuz, biraz kitap oku.” Anlamında bir cevap verdi. Oysa öteki adam da bir 68’liydi. İlginç olan şu ki ortodox marxist’in onu liberallerden etkilenmiş bir “genç” sanmasının tek sebebi adamcağızın özgürlükçü bakış açısıydı. Oysa öbürü de bir sosyalistti, sadece olayları yeni paradigma ile yorumluyordu.

     Türk siyasetinin içinde bulunduğu krizin de bu paradigmatik dönüşümle doğrudan ilgili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü geçmiş paradigmaların esiri ideolojik tüm partiler  tek tek dökülüyorlar artık. Sağcı-solcu hemen tüm partilerin kongrelerine bakıyorsunuz, hepsinden aynı “değişim” sesleri geliyor. Hangisinden bahsedilse kamuoyu o partinin değişimi başarıp başaramayacağını konuşuyor, ve hissedilen o ki bu değişim sağ-sol vs. eski kavramların ötesinde bir noktaya çekiyor onları, hepsini de aynı noktaya. O noktayı tüm parti kongrelerinde duyuyoruz: “Artık eski sert düşünceler ve kesin doğrularımızdan vazgeçtik; tüm toplumu kucaklayan, farklılıklara saygılı, ılımlı, özgürlükçü bir parti olacağız.” Ne sıradan sözler bunlar değil mi, bunlar artık? Oysa düne kadar hepsinin üyelerinin mutlak doğruları vardı, kendi “sosyal mühendislik” projeleri vardı; 80 öncesinde birbirlerini bu projeler uğruna öldürüyorlardı. O zaman aşırı-sağcıların veya solcuların projeleri aynı değildi, ama hangi ideolojininki olursa olsun projeler ortak bir köke dayanıyordu. “Toplum için neyin doğru olduğu bellidir.” Savaşları “neyin doğru olduğunun” savaşıydı; aksini asla düşünmedikleri, doğru kabul ettikleri ve onları bir anlamda birleştiren temel varsayım da böyle bir “doğrunun” varlığı ve devlet tarafından dayatılmasının gerekliliğiydi. Şimdiyse “Toplum projemizden vazgeçtik, artık bu toplumu monolitik bir hale dönüştürüp yönetemeyeceğimizi kabulleniyoruz.” diyorlar.

     Türk siyasetinde de bence artık Newtoncu paradigma açısından bir anomali sürecine girdik. Muhtemelen eski  paradigmanın ürünü ideolog siyasetçilerle dolu partiler “değişe değişe” barajın altına inerken yeni paradigmayı en iyi şekilde ve baştan içselleştirmiş küçük bir siyasi hareket başlayacak, önce belki mevcut büyük siyasi oluşumlarca radikal bulunacak, fakat sonra büyük bir hızla yayılmaya başlayacak ve kimse de buna engel olamayacak.

     (“Umarım böyle olur.” demek en doğrusu herhalde, ama bu ne yazık ki sadece bir varsayım ve “Değişim gerçekleşecektir, dünyayı saran değişime direnilemez; çıkarcı-vizyonsuz siyasetçilerin önünde giden toplumumuz eninde sonunda…” diye bir şey yok. Açıkça marxist ve eski paradigmanın etkisinden kurtulamamış bu neo-hamaset edebiyatı yanlış. Eğer bir şeyi istersek olacak, istemezsek olmayacak; belki batacağız, ama olmayacak.)

     İşte… Bir değişim teorisi okudunuz, şu bir gerçek ki, “Değişmeyen tek şey değişim.”. Bu söz, her ne kadar bugün sahibi Marx’ın sandığı gibi nereye varacağı belirlenebilir, tarihsici-determisitik bir değişim anlamındaki kullanım yanlışsa da, lafız olarak hala doğru. Dünya hep değişiyor ve tıpkı bir kelebeğin kanat çırpışının bir başka ülkede fırtınalara yolaçacak denli belirsiz etkilerinin varolduğunu söyleyen Kaos teorisinin söylediği gibi tanımadığımız insanların küçücük fikirlerinden doğan değişimler, geleceğimizi yaşamadan asla öğrenemeyeceğimiz yönlere doğru götürüyor. Bilinmeyen bir gelecekte görüşmek üzere bu yazıyı bitirirken ayrıntılı bilgi bulmak isteyenler için kısa bir bibliyografya da vermek istiyorum.

1. Thomas Kuhn - Asal Gerilim
2. Hasan Şimşek - Paradigmalar Savaşı ve Kaostaki Türkiye