Ateş Kültü (Ateşe Tapma)

 

Ateş Kültü'yle ilgili olarak ilkel toplumlardan günümüze değin sayısız söylence, uydurulmuş, araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Tüm inançlarda (dinlerde), ateşin izi ve etkinliği görülmektedir. Ateşi sembolize eden tapınaklar yapılmıştır. Kısacası ateş, insan yaşamının parçası, tarihi koruyucusu sayılmıştır.

İnsan tarihiyle eş anlamlı olan Ateş Kültü hakkındaki bilgileri önce yazılı kaynaklardan özetleyerek aktarmaya; Sonra da Anadolu Halk Kültüründe görülen izlerini sunmaya çalışacağız.

Her toplum ve inanç grubu, ateşi kendine göre yorumlamaktadır. Şamanlığı benimsemiş Türklerin Tanrısı Ülgen, "...Gökten biri ak, biri kara iki taş getirmiş. Bunlardan birinin üstüne ot ufalamış, öbürüyle vurunca otlar alev almış..." Şaman Türkler ateşi Ülgen'in getirdiğine inanırlar.(1)

Şamanlığa inanmış Altay Türkleri, ateşi Tanrılaştırarak tapınmalarında şöyle dua ederlermiş:

"Ey melikem ey annem ateş! Sen Hangay ve Gur Hatu Han dağlarının tepesinde biten akkavak ağacından yaratılmışsın! Sema yerden ayrıldığı vakit doğmuşsun; sen anamız Ötüken kademinden zuhur etmişsin; Tanrılar padişahı tarafından halk olunmuşsun! annem ateş! senin pederin sert çelik, validan çakmak taşı ve cedd-i alların akkavak ağacıdır. Senin nurun semaya erişir, arzın altına kadar gider! ateş sen semavi zat eliyle taştan çıkarılmış Uluken melike eliyle bakılmışsın! sarı başlı koyundan alınmış sarı yağları sana kurban ediyoruz! sağlam ve neşeli oğlun, güzel gelinin var! Ey daima semalara bakan ateş! Biz sana fincan rakı, kova kova yağ takdim ediyoruz... Güvey ve geline ve bütün halkımıza sıhhat ve asayiş ver! sana secde ediyoruz."(2)

Zerdüşt inancına göre de medyada "Athar" veya "Ahura Mazdası"nın ateşidir. Hatta "Mazdizm ve Parsizm" de ateşin, koruyucu ve yüksek yedi varlığa, meleğe ait olduğuna inanılır. Kutsal ateşle hükümdar arasında kopmaz bağlar oluşturmuşlar. Zerdüşt inancında ateşin parlak alevleri üzerinden atlayarak kötülüklerden arındırıldıklarına, ateşin etrafında raks yaparak da kötü ruhlu cinleri kovduklarına inanılır.

Zerdüştlüğün devamı olduğu söylenen "Ateşperest" topluluğun halen ateşe taptıkları bilinmektedir.

Eski Çin dininde, ateş ilahı bulunmaktadır. Eski Mısırlılarda, Sümerlerde, Hititlerde, Eski Yunan ve Roma'da ateş kutsal sayılmış, ilahlar yaratılmış, adına tapınaklar yapılmıştır.

Amerika yerlileri (Kızılderililer) de ateşi kutsal saymışlar ve ilahlaştırmışlardır. İslamiyet'te, Yahudilik ve Hıristiyanlık'tada ateşin kutsallığı ve önemiyle ilgili bilgiler ve ayetler bulunmaktadır.

Hindistan'da, Budistler, ölülerinin cesetlerini yakarak kötülüklerden arındırdıklarına inanırlar. Budistlerin ateş veya kızgın taşların üzerinde yürüyerek kötü ruhlardan kurtulmaya çalıştıklarını belgelerden öğreniyoruz.

Ateşin kutsallığını içeren düşünceleri şöyle özetleyebiliriz:

· Bazı mitolojilere göre ateş, Tanrılar tarafından insanlara verilmiştir.

· İnsan ateşi Tanrılardan çalmıştır.

· Ateşin kendisi Tanrı veya Tanrıçadır.

· Ateş, Tanrının gücünü gösteren bir işarettir.

· Ateş kendisine mahsus bir ruhtur.

· Ateş bir devdir veya Helios adlı (güneş) devin yeryüzüne inmiş ve evcilleştirilmiş yavrusu olan devdir"(3)

Ateşin, Anadolu Halk Kültüründeki İzleri

Ateş'in insan yaşamına girdiği ilkel toplumlardan günümüze değin onbinlerce yıl geçmiştir. Dünya'nın bir çok ülkesinin ve topluluklarının kültüründe Ateş Kültü'nün izlerini görüyoruz. Anadolu'nun halk kültüründe de değişik biçimiyle ateş kültünün izlerine tanık olunmaktadır. Bu izleri şöyle sıralayabiliriz.

Ateşe Hükmetmek:

"Bektaşi menâkıbnâmelerinde en sık geçen, şamanist motiflerden birisi de budur. Menâkıbu'l-Kudsiye'de anlatıldığına göre, Köre Kadı adındaki Selçuklu kadısı, Baba İlyas'ı tahrik ederek ondan bir kerâmet göstermesini ister. Köyün ortasına büyük bir ateş yaktırarak müridlerinden bir kaçının bunun içine girmesini, yanıp yanmayacaklarını istediğini bildirir. Bu talep üzerine ileri gelen müridlerden Oban, şeyhten müsaade isteyerek ateşin içine girer. Fakat ateş onu yakmaz ve ne yana yürürse orada ateş söner.

Yine aynı eserde, isyan sırasında Baba İlyas'ın Çat köyündeki zâviyesine ateş verildiğinden bahsolunur. O zaman henüz beşikte bir çocuk olan Muhlis Paşa telâş yüzünden içerde unutulmuştur. Üç gün müddetle yanan ateş ortasında kaldığı halde bir şey olmamış ve üçüncü gün birisi tarafından kurtarılmıştır.

Hacı Bektaş'ın Tatarlar müslüman etmekle görevli Can Baba adlı halifesi, Tatar hanı Kâvus Han tarafından ateşle imtihan edilir. Hakikaten veli olup olmadığını anlamak için onu, büyük bir ateş üstünde kaynayan kocaman bir kazanın içine sokarlar. Can Baba tam üç gün üç gece ateşte kaynar. kapağı açtıklarında onu kazanın dibinde sapasağlam oturur bulurlar. Bu defa, doğrudan doğruya ateşin içine girmesini öne sürerler. Can Baba Han'ın keşişiyle birlikte olmak şartıyla kabul eder. Keşiş mahcup olmamak için teklifi benimser ve bir tepe üzerine yakılmış bir ateşin içine beraberce girerler. Keşiş yanıp kül olur, ama Can Baba yine sağlam çıkar. Tatarlar gördükleri bu kerâmet üzerine müslümanlığı kabullenirler.

Benzer bir deneme de, Hacım Sultan'a uygulanmıştır. Seyitgazi tekkesindeki dervişler Hacım'ın peygamber evlâdından olup olmadığını tahkik için içi ateş dolu bir tandıra girmesini isterler. Hacım kendi girmeyip müridi Burhan Abdal'ı sokar. Burhan Abdal tandıra girip semâ etmeye başlar ve ateşi söndürür; tekrar sapasağlam dışarı çıkar.

Bu yukarıdakileri andıran başka bir menkabe de vilayetnâme-i abdal Musa'da bulunmaktadır. Söylentiye göre Abdal Musa'nın veliliğine bir türlü inanmadığı için ona düşman olan Teke Beği bir meydana dağ gibi ateş yaktırarak kendisini tecrübe etmek ister; haber gönderip çağırtarak ateşin içinde girmesini bildirir. Abdal Musa müridleriyle beraber ateşin olduğu yere gider; semâ ederek içine girerler. Beğin gözleri önünde hiç biri yanmaz; bastıkları her yerde ateş söner. Bu kerâmeti gören Teke beği Abdal Musa'ya mürid olmak isterse de, kabul edilmez. Sarı Saltık da tıpkı Can Baba gibi, bir rahiple beraber kazan içinde uzun müddet kaynamış, ama sağ selim dışarı çıkmıştır. Bir başka seferinde, Sarı Saltık kâfirler tarafından ateşe sokulmuş, yanmadan çıkınca hep birlikte müslüman olmuşlardır." (4)

Ateş ve Ocak:

Bilindiği gibi meskenlerde (evlerde) ateşin yakıldığı yere ocak denir. Bir evde insanlar yaşıyorsa; onların yiyecek, temizlik ve ısınma gereksinimlerini karşılamak için ateş yakmak zorundadır. Atasözlerinde "ocağın sönsün, bacan tütmesin" gibi beddualarda bulunur. Bunlar o evin insanlarının ölmesi, soyunun yok olması anlamındadır. Ateşin yanması, ailenin yaşamını ve soyunun devamının çağrıştırır. Görüldüğü gibi ateş, ocak ve aile bütünleşmektedir.

Alevi inancının öncülerinin bağlı oldukları aileye de "ocak" denir. "Ağucan Ocağı, Kureyş Dede Ocağı, Baba Mansur Ocağı" gibi. Aleviler, bir dedenin soyundan kimse kalmamışsa "ocağı söndü" yakınmasında bulunurlar.

Ateş ve Kandil:

Dinin kutsal günlerinde de kandil, meşale, alevli ateş yakılır. Aleviler, görgü ceminde, Cem meydanının dedenin oturacağı orta köşesine post sererler. Dede makamının önüne kandil konulur. Deyişlerle kandil yakılır ve etraf aydınlatılır. Kandil ışıktır, aydınlıktır. Işığın olduğu yer aydınlanır; aydınlık yerde gizlilik, kötülük olmaz.

Nevroz Bayramı'nda odunlar üst üste yığılır ve ateşlenir. Nevroz ateşinin üstünden atlayanların üzerindeki kötü ruhlu cinler kaçar, kişinin ruhu temizlenir inancı mevcuttur. Ulusal ve yerel bayramlarda da meşaleler yakılır. Meşale aydınlığın simgesidir.

Ateş ve Ölü:

Ölenin odasında mum yakılır. Ölünün yıkanmasından ve kefelenmesinden sonra, su ısıtılan kazan ters çevrilir. Akşam da yıkanan yerde ateş ve mum yakılır.

Yeşilyurt ilçesine bağlı Kırlangıç, Onatlı, Doğan Geçit, Işıklı Karapınar köylerinde cenazenin gömüldüğü günün akşamı, mezarı başında ateş yakılır. Ateş yakmakla, o gece gelecek kötü ruhları, cinleri kovmak, ölünün ruhunu temizleyerek aydınlatmak amaçlanmaktadır.

Cuma günleri ve dini bayramlarda her aile kendi yakınlarının mezarlarını ziyaret ederek akşamları mum yakarlar. Kimileri de mezarlıkta ot, odun toplayarak ateş yakar.

Bir eve gelin getirildiğinde, doğruca yanan ocağın başına götürülür, eline bir odun verilerek ateşe koydurulur. Bu, "Ben bu evin ateşini, ocağını söndürmeyeceğim, erkek çocuk doğuracağım.." anlamındadır.

Gerdek sonrası dışarıda ateş yakılır. Bu da gelinin bakire, damadın sağlıklı olduğu anlamındadır.

Ateş ve Oyunlar:

Toplumun, insanların yaşamıyla ilgili inancın, kültürün, folklorun, oyunun ve sanatın her alanında ateşin izleri görülür.

· Sinsin oyunu, düğün gecesinde yakılan ateşin etrafında halkalı olarak oynanır.

· Göçerler yaylalara çıktıklarında çadırlar kurulmadan önce çadır yerlerinde ateş yakılır, etrafında dönerek oynanır.

· Çayda çıra (Elazığ oyunu) oyununda, tepsiler üzerin de mumlar dizilir ve yakılarak oyuna başlanır.

Ateş ve Saygı:

Malatya ve Yörelerinde:

· Ateşe tırnak, soğan kabuğu atılması yasaktır.

· Ateşli odun parçası sağa sola sallandırılmaz.

· Ateşe su dökülerek söndürülmez.

· Her ev, akşam yatarken ocaktaki ateşin üstünü külle örter.

· Ateşi sönmüş biri, ateş almaya geldiğinde hemen ateş verilmez. Ateşin sahibi önce kendi ateşini yakar, ateş alevlenip ve közlendikten sonra verilir. Eğer ateş sahibi ateşini iyice yakmadan başkasına verilirse, o evden ölü çıkarmış.

· Nazar "göz" değmiş birinin üstünde bir tutam tuz dolaştırılır, sonra tuz ateşe atılır. Eğer ateşe atılan tuz pat pat diye ses çıkarırsa, göz değdirenin kötü ruhu ve cinleri yanarak ölmüş demektir. Böylece nazar önlenmiş olur.

· Ateşe tükürülmez, sövülmez.

Dünyanın değişik coğrafi bölgelerinde yaşayan toplumların yaşamında, kültüründe ve sanatında Güneş ve Ateşe tapmanın izleri ve etkinliğiyle ilgili uygulamaları değişiklik gösterse bile, manevi yanları ortaktır. Anadolu'nun hemen hemen tüm coğrafi bölgelerinde yaşıyanların Ateşe Tapma inançları da ortaktır. Bu ortak bir zenginlik oluşturur.

Kaynak

1) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi, Cilt 2, 969.

2) Abdulkadir İnan: Makaleler ve İncelemeler I, 394.

3) I. Uluslararası Türk Folklor Kongresine Prof. Dr. Hikmet Tanyu'nun Sunduğu Bildiriden yararlanılmıştır, 383.

4) Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menâkıbnâmelerinde İslam Öncesi Motifleri, 117.