SAMANIZM VE
ESKI TÜRK DINI
Doç. Dr. S.GÖMEÇ*
Din; yol, inanç sistemi, bir inancin uyulmasi gereken kaidelerinin tamamidir. Bu mefhum etnik topluluklarin ve milletlerin eski çaglarda tabiatüstü güçlere duyduklari hayranliklarla baslar. Eski Türk dininin de esaslarini kavrayabilmek için Türk töresi, ve geleneklerinin arastirilmasiyla beraber, rahmetli A.Inanin da dedigi gibi, tarihin derinliklerine kadar inmek gerekir.
Bugün Samanlik olarak bilinen, fakat bizim din adamlarindan dolayi Kamlik diyebilecegimiz, eski Türk dini veya Kök Tengri Dini ile Saha (Yakut) ya da Altay Türk inancinin bir oldugunu söylemek mümkün degildir. Çok eski zamanlardan itibaren bir devlet gelenegine sahip olan Türklerin dini itikatlari, bugünkü Altay ve Saha dini inançlarindan daha gelismis düzeydeydi.
Bizde eski Türk dini üzerine ilk ciddi çalismalari bilindigi gibi Ziya Gökalp yapmistir. Ona göre eski Türk dinine "Toyonizm" veya "Nom" denilmelidir. Nom kelimesi de Tarih-i Cihangüsa'da "Türk dininden olanlara Nomiyan" denilmesine baglanmaktadir. Yine Cihangüsa'nin bildirdigine göre, hakan huzurunda Nomilerle Kamlar imtihan olmuslar ve Nomiler Kamlari maglup etmislerdir. Cüveyni, Nomilerin "Nom" adli bir de kitaplarindan bahsetmektedir. Bize göre Tarih-i Cihangüsa'da bahsedilen Maniheizm olsa gerek. Çin kaynaklarinin bilgilerine göre, Kök Tengri Dini birtakim dini törenlerin muayyen bir düzen içerisinde ifa edildigi bir sistemdir. Hunlardan sonra Türk Devletinin basina geçen Tabgaç sülalesi zamaninda da bu inançlar devam ettirilmis, onlar da baharin ilk ayinda kutsal Atalar Mezarliginda Kök Tengriye kurbanlar sunmuslardi. Onlar kurbandan sonra kayin agaçlari dikerler, böylece kutlu ormanlar meydana getirirlerdi. Kök Türklerin keçeden ve deriden tözler yaptiklari ve bunlari iç yagiyla yagladiktan sonra siriklara astiklari, yilin dört mevsiminde de kurban kestikleri yine Çin kaynaklarinda kayitlidir. Merkezleri kutlu Ötüken olan Kök Türkler, tipki kendilerinden önceki Türkler gibi, Kutlu Atalar Mezarliginda kurban keserlerdi.
Tabgaç Türk sülalesi, 4. yüzyilin sonlarina dogru Çin'e hakim olduktan sonra, kendini Çinlilerden ayirabilecek bir dine ihtiyaç duydu. Iç Asya'da ve Hindistan'da tamamen hür hareket edebilen Budistleri, bu Tabgaç hükümdarlari himaye ettiler. Kagan kendisini Buda'nin müridi kabul ettigi için, Tabgaç hanedaninin da milli dini oldu. Belki Tabgaçlar, Budizmin milli yapilarini zayiflatmasi sebebiyle Çinlilestiler, ama Tabgaçlar budist sanatta yeni bir devir olan Wei San'atinin gelistiricisi oldular. Daha sonra Kök Türklerin meshur hükümdari Taspar (Tapar) Kagan da (572-581), Budizmi kabul ederek, Türklerin arasina budistligi yeniden sokmustu. Kuzey Chou Devletinde, Imparator Wu-ti tarafindan yasaklanan Budizmin ünlü misyoneri Hintli Jinegupta, müritleriyle beraber Kök Türklere siginmis ve burada on yil kalmisti.. Bu sirada Budizmin bazi ilkeleri ögrenilmekle beraber; birçok dini kitap ve metinler Kök Türkçeye çevrilmis, budist tapinaklari ve manastirlari kurulmustu. Taspar Kagan tahta çiktiginda Kök Türk Kaganligi en kudretli çaginda bulunuyordu. Emrindeki ordunun sayisi yüzbinleri geçiyor ve bu kuvvetle Çin'e korku saliyordu. Çin elçileri çesitli vesilelerle Türk baskentine geldikleri zaman onlara "ogullarim" diye hitap ediyordu. Bilge Kagan da (716-734) Taspar Kagan gibi bir hataya düsmüstü. O da, Türklerin yerlesik hayata geçmeleri için Budizmi kabul etmek ve sehirlerde yasamak istiyordu. Ancak onun bu düsüncesine dahî devlet adami Tunyukuk karsi çikmis, böyle bir durumun Türklerin milli karakterine uymadigini söyleyerek, Bilgeyi bu isten vazgeçirmisti. Fakat Budizm, ki Uygur Türkleri Buda'ya "Burkan" diyorlardi, Uygurlarin yükselis dönemine kadar ve hatta Uygur Kaganligi yikilip, dagildiktan sonra bile varligini devam ettirdi.
Türk Devletinin basina Kök Türk Asina sülalesinden sonra, Uygur Yaglakar ailesi geçene kadar Kök Tengri dini Türklerin inanç sisteminin temelini olusturmustur. Bu durum, Bögü Kagan (759-779) zamanina degin sürdü. Yazili kayitlari ve önemli ilkeleri olan dinler Türklerin bu milli dinine tesir edemediler. Ancak Bögü Kagan devrine gelindiginde ise isler degisti. An Lu-shanin isyani (755) Çinde bütün dengeleri degistirdigi sirada Uygurlar, Çinlilerin yardimina kosmuslardi. Çine giden askerler burada uzun müddet kaldilar. Çünkü An Lu-shandan sonra da Çin imparatorlugunda isyanlar durmamisti. Bu yüzden Çinde bulunan Bögünün Lo-yang seferi bilhassa Türk kültür tarihi bakimindan çok önemli olmustu. Bu sefer sirasinda o, resmen Mani itikadini kabul etti. Uygurlarin Moçak dedikleri dört mani rahibini de beraberinde Uygur baskentine getirdiler. Bundan sonra Karabalgasun sehrine bir mani mabedi yapildi. Mani inancinin Türk hayatinda yararlari oldugu gibi zararlari da oldu. Özellikle Türklerin savasçilik ruhunu köreltti.
Bununla beraber bütün Türklerin Maniheizmi kabul ettigini de söyleyemeyiz. Bu inanç ancak yönetici sinif arasinda yayilmis olmalidir. Çünkü Uygur dönemi yazitlarindan olan Karabalgasun Kitabesinde bu itikadin Türkler arasinda yeterince yerlesmedigini gösteren isaretler mevcuttur. Mani metinlerinden anlasildigina göre, bu inanis Bögü Kagan ile onun ailesinin çevresinde bir saray dini olarak gelismis, Türklerin çogunu kazanamamisti. Türkler hem bu dinden, hem de Bögü Kagan'dan çekinmislerdir. Bu inancin bazi sekillerinin Türklerin milli bünyesine uymadigi ortada idi, ama bas din adami durumunda olan kagana da kimse karsi çikamiyordu. Maniheizme göre, herkes birgün içinde yalnizca aksamlari yemek yemelidir. Suya saygi göstermek lazimdir. Süt katiyen içilmemelidir. Tereyagi yemek yasaktir. Hatta Mani mezhebinin büyük rahipleri yerlerinden birkaç sene kimildamiyorlardi. Küçükleri ise, durmadan gezerlerdi. Maniheizmin biri farsça, alti tanesi süryanice olmak üzere yedi kitabi vardi. Mani itikadi bir tüccar ve sehirli diniydi. Mani inancinin savasçi ruhlari yumusattigi da dogrudur.
Çin ve Islam kaynaklarina göre Uygurlardan sonra yönetimi ele geçiren Kirgizlar da Kök Tengriye inaniyorlardi. 11. yüzyilda Hazar ile Aral arasinda yasayan Oguzlar üzerinden Itil Bulgarlarina giden Ibn Fadlanin malumatinda ise Oguzlar da eski Türk dinindendiler. Ölü gömme merasimleri ayni Kök Türklerinkine benziyordu. Balbal dikip, yog törenleri yapiyorlardi. Yine Ibn Fadlan, Baskurtlarin gökte yasayan en büyük tanriya inandiklarini söylemektedir.
a-Saman
Saman kelimesinin etimolojik kökeni üzerinde simdiye kadar çok durulmustur. Bu terimin Tunguzcadan rusça yolu ile Bati ilim dünyasina geçtigi bilinmektedir. Aslen Sanskritçenin bir koluna bagli oldugu sanilan kelimenin, Hind-Avrupa dillerinden Toharca (Samane=budist rahip) ve Sogdçadaki (Saman) transkripsiyonlari kesfedilince, bu terimin Hind-Avrupa menseili oldugu görüsü kuvvet kazanmistir. Çünkü bu kelime Tunguzcaya yabanci görünmekte ve Samanligin güneyden kuzeye dogru yayilisinda Budizmin tesiri sezilmektedir. Fakat Tunguzlarin komsulari olan Sahalara etki ettikleri de bir gerçektir.
Hakikaten eski Türk topluluklarinda Samanliga benzer bir inancin varligina ihtimal verdirecek hiçbir kayit mevcut degildir. Altay Türkleri tarafindan bugün Saman manasina Kam sözü kullanilmakta ve bu kelime bilindigi kadariyla 5. yüzyildan beri yasamaktadir. Avrupada hakimiyet kuran Hunlar zamaninda Ata-kam ve Es-kam adlarinda iki kisiden bahsedilmektedir. Yani Avrupa Hunlarinin din adamlarina da Kam denilmekteydi. Eger eski Türklerde samanlik olsaydi, Hunlarin örf ve adetleri hakkinda oldukça genis bilgiler veren Latin ve Germen yazarlarin Hunlarin dini törenleri yoktu diyecek yerde, garip ayinleri olan samanik telakkilerden haber vermeleri gerekirdi.
Hükümdar ailesinin Budizmle yakin ilgisine ragmen, Tabgaçlarda da Samanligi hatirlatan birsey yoktur. Hem Budizmi, hem de Maniheizmi kabul etmis olan Uygurlarda bile bu hususta açik bir delile rastlanilmamaktadir. Hatta Uygurlarda kam sözü din adami degil, büyücü, sihirbaz manalarinda kullanilmistir. Kasgarli Mahmud, kam sözünü kahin kelimesiyle açiklamistir. Bu söz o zamanki müslüman Türkler tarafindan da unutulmamisti. Yusuf Has Hacip ise, Kutadgu Biligde kamlari otacilar olarak çevirmekle beraber, bunlarin insan topluluklari için faydali insanlar oldugunu söyler. Kanaati temsil eden Odgurmus hakana nasihat verirken; bazi insanlar yoksul, bazi insanlar da kaygi ile yipranmislardir. Bunlarin ilaci, dertlerine derman sendedir. Bunlari tedavi et, bunlarin kami ol demektedir. Din adami manasina Türk boylari arasinda degisik adlandirmalar vardir. Mesela Kazak ve Kirgizlarin Kam yerine Baksi, eski Karluklarin da Sagun kelimesini kullandiklarini biliyoruz. Baksi herhalde Budizm vasitasiyla gelmis yabanci bir kelime olmalidir. Türkmenlerde baksi veya baksi saz sairi manasini ifade eder. Altaylilar ve Tuvalilar bugüne kadar kam kelimesini yasatmislardir. Saha Türkleri erkek kama oyun, kadin kama udagan derler. Mogolcada erkek kam bö yahut böge, kadin kam da Sahalar gibi Udagan adini alir. Çuvaslar da ise bu kelime yumdur. Müslüman Türkler kam kelimesini unutmuslardir. Saman kelimesini Türkler bilmez. 18. yüzyilin sonlarina dogru kabul edilmis olan saman terimi Türkçeye yabancidir. Orkun kitabeleri de dahil olmak üzere, simdiye kadar bulunan kitabelerde ne Kam sözüne, ne de Samana tesadüf edilmistir. Bu nedenle, mevcut vesikalardan yola çikarak, Eski Türkler Saman idiler seklinde bir sonuçta çikarilamaz.
b-Samanizm
Bugün Asya Bozkirlarindaki dini inançlarin Samanliga baglanmasi adet haline gelmis gibidir. 19. yüzyilin 2. yarisinda Orta Asya Türkleri arasinda arastirma yapan W.Radloff, V.Verbitsky, A.Anohin gibi Ruslarin tesbitleri sonucunda eski Türk dininin ana vasfinda Samanlik varmis gibi bir düsünce hasil olmustur.
Bugün eski Türk dininin geleneklerini yasatan Türklerin kozmogonisine göre, esas itibariyla tanrilarin en yüksegi, insan ogullarinin atasi olan Tengri Kayra Kan (veya Bay-Ülgen) kisiyi ve bunun araciligiyla yeryüzünü yaratmis, kisinin kendisiyle mücadeleye girmesi üzerine ona Erlik adini vererek, isik diyarindan, yeraltina atmis ve yerden dokuz dalli bir agaç büyüterek, her dalinda bir cins insan türetmistir. Kamlik inancina göre kainat üst-üste katlardan mütesekkildir. Bu katlar belirli bir düzen üzere birbirlerinden ayrilmislardir. Bundan dolayi Kam sanatini icra ederken, bir kattan digerine geçmek için büyük bir güç sarfetmek zorundadir. Yukarida onyedi kat vardir ve isik alemini teskil eder. Asagida yedi veya dokuz kat bulunur. Bu da karanliklar dünyasidir. Insanlar da bu iki alem arasinda, yani yeryüzünde yasarlar. Koruyucu ve iyi ruhlar bu isik diyarinda bunurlarken, kötülügün kaynaklari da yerin altindadir. Gögün en üst katinda ise, altin bir taht üzerinde, dokuz erkek ve dokuz kizi ile beraber Bay-Ülgen oturmaktadir. Kirgiz ve Kazak lehçelerinde Ülgen büyük ve ulu anlamlarini ifade eder. Ülgen iyilik eden bir varliktir. Onun huzuruna giden yolda yedi engel bulunur. Onun yanina giden yol ancak erkek kamlara açiktir. Bununla beraber erkek kam besinci engele kadar, yani Temir Kazik yildizina gidebilir ve oradan geri döner. Bir inanisa göre, Saha Türklerinin tarihinde yalniz bir Oyun dokuzuncu kata ulasmis ve bugüne kadar da geri dönmemistir.
Ilk insanlar meyve ve otla beslendikleri için atese ihtiyaçlari yoktu. Et yemek ihtiyaci ortaya çiktiktan sonra ates gerek oldu. Ülgen gökten biri ak, biri kara iki tas indirdi. Kuru otlari bu taslari birbirine sürterek yakti. Bundan dolayi ates kutlu olup, Altaylilar ve Sahalar çakmak tasindan elde edilen atesi kutlu saydilar. Altay Türklerinde son zamanlara kadar gelin ve güvey ilk ateslerini çakmak tasiyla yakmislardir. Saha oyunlari da tören için gerekli olan atesi çakmak tasiyla alevlerler. Kibritle yakilan atese Rus atesi deyip, ayinlerde bunu kullanmazlar. Bununla beraber aile ocaginda yanan ates nasil olursa olsun kutludur. Altay Türkleri, herseye küfür etseler de, atese hakaret etmezler. Atesi su ile söndürmek, atese tükürmek, atesle oynamak kesinlikle yasaktir. Asya Türklerinin çogu atese bakarak fal açarlar. Manas Destanin'da anlatildigina göre, Manasin babasi Cakip Han atese bakarak, gelinlerinin mukadderatini söylemistir. Türklerin itikadina göre ates herseyi temizler, kötü ruhlari kovar. 6. yüzyilda Kök Türklere gelen Bizans elçilerinin kötü düsüncelerden arindirilmalari için atesten atlatildiklari Bizans kaynaklarinda kayitlidir. Mogollarda da bu adet görülür. Hatta müslüman Türklerde de bu gelenek halâ yasamaktadir. Baskurt ve Kazak Türkleri bir yagli paçavrayi tutusturup, hastanin etrafinda alas, alas diye dolastirirlar. Buna alaslama denir. Bu kelime Türkiye Türkçesine alazlama seklinde geçmistir. Manasi ateste temizleme demektir. Bu sebeple eski Türk inancinda ates kültü ile ocak kültü birbirinden ayrilmaz.
Dünyanin ve insanin yaradilisiyla ilgili rivayetlerin hemen hepsi Saman oldugu söylenen Türklerin kendi düsünceleri degildir. Bunlar çesitli dinlerden gelen tesirler neticesinde karisarak ortaya çikmistir. Halbuki dünyanin yaradilisi Orkun kitabelerinde çok açik bir sekilde izah edilmektedir: Üze kök tengri asra yagiz yer kilundukta ikin ara kisi ogli kilinmis. Rivayetlerde geçen özel isimlerin birkaç tanesi müstesna yabanci menseilidirler. Arastirmacilarin belirttigine göre bu hikayeler Hint, Iran, Yunan, Yahudi efsaneleriyle, belki de Kök Tengri dininin iç içe girmesiyle, Mogol devrinde ortaya çikan birtakim hikayelerden dogmustur. Bunlarin arasindan Altay ve Saha Türklerinin gerçek inançlarini ayiklamak çok zordur.
Bugünkü Altay ve Saha Türklerinin inancinda Tufan Efsanesinin çesitli varyantlari mevcuttur. Altay Türklerine ait Tufan efsanesini ilk defa rahip Verbitskiy tesbit etmistir. Bu rivayetlere göre Tufandan önce yeryüzünün hakimi Tengiz Han idi. Bu zamanda Nama adli meshur bir adam vardi. Tengri Ülgen buna Tufan olacagini, insanlari ve hayvanlari kurtarmak için bir gemi yapmasini söyledi. Namanin üç tane oglu bulunuyordu. Ogullarina gemiyi insa etmelerini söyledi ve Ülgenin ögrettigi biçimde bir gemi yapildi. Insanlar ve hayvanlar gemiye alindi. Gök yüzünü sis kaplayip yerin altindan sular fiskirmaya basladi. Gökyüzünden de yagmur yagiyordu. Bir müddet sonra sular çekilip, kara parçalari görünmeye basladi. Nihayet gemi bir dagin tepesinde karaya oturdu. Suyun derinligini ögrenmek için Nama kuzgun, karga ve saksagani gönderdi, fakat bunlar dönmedi. Bunun üzerine güvercini yolladi ve güvercin gagasinda bir dal ile geri döndü. Nama daha önce gönderdiklerini görüp görmedigini güvercine sordu. Güvercin üçünün de bir lese konup gagaladigini söyledi. Nama onlara kiyamete kadar les ile beslensinler diye bedduada bulundu. Tufandan sonra Nama, Yayik Han adiyla ilahlar arasina girdi. Bir baska Altay rivayetine göre, yer yaratilmadan önce su vardi. Ülgen birgün suya bakarken, üzerinde yüzen bir toprak parçasi gördü. Bu topragin insan vücuduna benzeyen bir yapisi vardi ve buna "kisi olsun" dedi. Toprak da derhal insan oldu. Ülgen buna Erlik adini verdi. Erlik bir müdet geçtikten sonra, Ülgenden daha büyük ve kudretli olmak istedi. Nihayet Ülgene düsman oldu. Insanlar da agaç dalindaki meyveler gibi bitti. Buradan eski Türk inancinda mevcut maddelere sekil vermenin oldugu açikça ortaya çikmaktadir. Fakat yoktan var etme ise, her halde Samî dinlerden girmis olmalidir.
G.Potanin tarafindan tesbit edilen bir Tuva hikayesinde yer bir kurbaganin üzerindedir. Kurbaga kimildarsa Tufan olur. Eski zamanda bu kurbaga bir kere kimildamis ve denizler dalgalanarak ulu Tufan olmustur. Bu felaketi evvelden sezen bir ihtiyar, demir çivili sal yapmis ve bununla insan nesli ile hayvanlari kurtarmistir. Yine Anohin tarafindan kaydedilen bir rivayette, Tufan olacagini temir boynuzlu kök teke haber vermistir. Bu teke yedi gün dünya çevresinde dolasmis, aci aci melemis, yedi gün deprem olmus, yedi gün daglardan ates fiskirmistir.
Yayik Hanin gemisinin son duragi Altay Türklerine göre, Altay Daglarinin birisidir. Fakat her Türk boyu kendi daglarini göstermektedirler. Bu Tufan efsanesi de Türklere daha sonra Sami dinlerinden girmistir.
Altay Türkleri, birgün dünyanin sonunun gelecegine inanirlar. Bu gelecek son güne, yani kiyamete kalganci çak derler. Türkiye Türkçesinde karsiligi kalacak olan çag demektir. Kiyamet inanisina göre, birgün insanlar çok azacak, günahtan korkmayacaklar ve kötülükler alip basini gidecek. Iyilik ilahi Ülgen bu kötü insanlardan uzaklasacak ve Erlik yeryüzüne yaklasacak. Dünyada iyi güçler ile kötü güçler savasa tutusacaklar. Milyonlarca insan ölecek. Nihayet bir Ülgen kalacak ve o ölüler kalkin diye bagirinca, bütün cesetler yeniden dirilecek.
Teleüt Türklerine göre; "kalgançi çak" geldiginde gök demir, yer sari bakir olur. Hükümdarlar birbirleriyle savasir, halklar kötülük düsünmeye baslar. Sert taslar ufalir, kati agaçlar kirilir. Insanlarin boyu bir dirsek kadar kisalir. Ogul babayi, baba ogulu tanimaz. Telengütlerde de buna benzer rivayetler anlatilir. Bu zaman geldiginde töre bozulur, tepeler çalkalanir, demir üzenginin dibi delinir, çuvaldizin deligi yirtilir. Toplumun düzeni bozulur.
Samanizm hususunda bugüne kadar en ciddi çalismayi M.Eliade yapmistir. O, Orta ve Kuzey Asya topluluklarinda dini hayatin Kam etrafinda yogunlastigini söyler. Ancak Kam bütün dini faaliyetlerde rol oynamaz. Her sihirbaz Kam olmadigi gibi, her sifa verici de Kam degildir. O, Samanliga kisaca vecd ve istigrak (extase) teknigi demektedir. Bununla beraber dinler tarihinde ve din etnolojisinde görülen çesitli vecd hallerinin hepsi de Samanizme girmemektedir. Eliadeye göre Kam herseyden önce kendi özel yöntemleri sayesinde ulastigi extase hali içinden ruhunu göklere yükselten veya yeraltina indiren bir kisidir. Bu esnada baska ruhlari hükmü altina alarak, tabiat güçleri ve seytanlarla baglanti kurmaya muvaffak olur. Kam ates üzerinde hakimiyet kuran, hastalanan ruhlara sifa veren, ölülerin arzularini yerine getiren, dertlilerin sikayetlerini dinleyen, yer altindaki tanrilarin yanina giderek aracilik yapabilen bir kisidir. Bu özellikleriyle de çevresinde korkuyla karisik bir saygi uyandirir.
Eski Türklerin de birtakim kutsal saydigi nesneler bulunmaktadir. Bunlar Kutlu Atalar Mezarligi oldugu gibi, zaman zaman büyük bir dag veya irmak da olabiliyordu. Hunlar, Çin ile yaptiklari andlasmalari Hun-dagi denilen bir dagin tepesinde kurban keserek teyit ederlerdi. Asyanin baska kavimleri de bu Türk adetlerini almislardir. Altayli Sor ve Beltirler de kurbanlarini Kök Tengriye yüksek dag tepelerinde sunarlardi. Fakat bunlarin hiçbiri Saman özelliklerini yansitmaya yetmemektedir. Mesela, Kök Türkler yilin 5. ayin ikinci yarisinda Tanriya Kutlu Atalar Mezarliginda kurban takdim ediyorlardi. Cüveynî tarafindan bildirilen bir Uygur efsanesine göre, Uygurlarin saadet ve bolluk saglayan kutlu daglari vardi. Bu daga Kut-tag denirdi. Bu dag Çinliler tarafindan parçalanip götürüldükten sonra, Uygurlar felakete ugramislardir. Bugünkü Mogolistanda Karabalgasun harabelerine yakin Erdene-Ula hakkinda da ayni hikayeler anlatilir. Bunlar, bereketli eski Türk yurtlarinin Çinliler tarafindan isgal edildigi çaglarin izlerini tasir. Eski Türkler daglarin Tanri makami olduguna inanirlardi. Yüksek dag tepelerinin göklere yakin bulunmasi, uzaklardan mavi renkte görünmesi bu inancin yerlesmesine sebep olmustur. Mesela eski Türklerin en kutsal dagi Ötükenin iduk-basi idi. Bugünkü Altay Türklerinin hepsince de Altay en kutlu dagdir.
Orta Asya kavimlerinde günes ve ay kültü de vardir. Altayli Türkler ve müslüman Türklerden Miserler arasinda günesle yemin etme adeti bulunur. Altaylilara göre günes ana, ay da atadir. Günesi yerde ates temsil eder. Bazi Saha masallarinda büyük kahramanlar günes ve ayin himayesi altindadir. Onlarin inancina göre zaman zaman günes ve ay kötü ruhlarla mücadeleye girisirler. Eger yenik düserlerse günes ve ay tutulmasi gerçeklesir. Günes ve ay tutulmasi oldugunda Altay Türkleri bagirip, çagirirlar, davul çalarlar. Bu gürültülerin kötü ruhlari korkutacagina inanilir.
Sahalara göre günes ve ay iki kardestir. Her ikisi de üstün özellikleri olan ilahlardir. Oyunun cübbesinde günesin sembolü olarak demirden ve gümüsten yapilan halkalar vardir.
Yildizlardan da Çolpan kutludur. Bugün samanist oldugu söylenen Türklerin yildirim ve simsek hakkinda da ilginç düsünceleri mevcuttur. Bunlara göre yildirim ve simsegin hareketleri Ülgen tarafindan kontrol edilmektedir. Yildirim düsen agaçtan bir parça alip, saklanirsa, o yere kötü ruhlar giremez. Tuva Türkleri yildirim ve simsek çaktiginda saçi saçarlar. Çin kaynaklarinin Uygurlar hakkinda verdikleri bilgilere göre, onlar yildirim düsmesinden hoslanirlardi. Gök gürledikçe bagirip, çagirirlar ve göge ok atarlardi. Bir yil sonra yildirim düsen yerde toplanip, bir koyun keserek oraya gömerlerdi.
Ölüm halinde yas törenleri düzenlenir, bu sirada acilarini dile getirmek için bagrisarak yüzlerini, gözlerini çizerlerdi. Bundan sonra ölü için yemek verme adeti vardi ki, bu gelenek günümüze kadar gelmistir. Bütün Türk topluluklarinda ölünün hatirasina düzenlenen yok olmaktan gelen yog merasimleri tertip edilirdi. Ölen hükümdarlar veya kahramanlar için kabirlerinin basina hayatta iken savasip öldürdükleri kisilerin sayisi kadar balballar dikerlerdi. Bu saydiklarimizin hepsi Türklerin semavi dinlere girmeden önceki adetlerinin umumi bir görüntüsüdür. Hatta bunlarin bazilari Hak dinlere girdikten sonra da, Türklerin dini hayatlarinda süregelmislerdir.
Samanlikta ruhun uçusu (göklere yükselme veya yeraltina inmesi) ile extase ayni anda meydana gelir. Saman gerek gökte Bay-Ülgen ile gerek karanliklar dünyasinda Erlik gibi tanrilarla dostluk kurar, onlari görür ve onlarla konusur. Hastanin vücudundan çikmis olan ruhunu bulur ve geri getirir, yani hastaligi iyi eder. Samanlarin elbiselerinde her seklin bir manasi olan semboller vardir. O külahlar giyer, maskeler takar. Üzerinde özel tasvirleri bulunan davulunu veya defini çalar. Kendinden geçinceye kadar çesitli sekillerde ziplar, siçrar, acaip sesler çikarir. Bazan da bayilir. Kirgiz ve Kazak baksilari Altay ve Saha kamlari gibi özel cübbe ve elbise giymezler. Bunlari diger insanlardan ayiran hususiyetleri, perçem ve külahlarina taktiklari kus tüyleridir. Bazi baksilar bunlara da önem vermezler. Siradan insanlar gibi gezerler. Kazak baksilari Altayli meslektaslarindan farkli olarak kopuz kullanirlar. Kirgizlar kadin baksilara bübü derler ki, Bibiden bozmadir. Kamin cübbesine Altay Türkleri manyak, Saha Türkleri de kumu veya oyun tangasa (oyun giyimi) adini verirler.
Ayin yapmak için gerekli olan nesnelerin en önemlisi davuldur. Altaylilar ve Sahalar bu davullarina tüngür derler. Davul Türkler tarafindan tarihin en eski devirlerinden beri kullanilmaktadir. Buna ait Çin kaynaklarinda da kayitlar mevcuttur. Eski Yenisey Kirgizlari ve Oguzlar tarihçi Gerdizînin malumatina göre kopuz kullanmislardir. Bu özelligiyle de kopuz Türklerin milli çalgisi olmustur. Yani bugünkü baglamanin veya sazin atasi kopuzdur. Bilindigi gibi Dede Korkut her hikayesinde kopuzuyla ortaya çikmaktadir. Ad verirken, dua (alkis) ederken hep kopuzunu kullanir. Saha oyunlari ise davul bulamadiklari zaman at kuyrugundan yararlanirlar.
Her kamin davulu ölümünden sonra bir ormana götürülerek, parçalanip, bir agacin dalina asilir. Kamin ölüsü de bu agacin dibine gömülür. Kamlar mümkün oldugu kadar obadan ve yollardan uzak bir tepeye, hayvan sürülerinin yaklasamayacagi bir yere defnedilirler. Eski inanislara göre, her kamin evinde iki davul bulunur. Bunlardan biri ayinlerde kullanilir, ikincisi de bir kösede saklanir. Bazi istisnai durumlarda kamlar davul yerine yölgö (küçük yay) bulundururlar. Fakat yölgö ile tam bir tören gerçeklestirilemez. Altay Türkleri davul tokmagina orbu, Sahalar ise bula-ayah derler. Bu tokmak kayin agacindan veya sigun (geyik) boynuzundan yapilir.
Davul tören sirasinda kamin ruhu dünyayi dolasirken tasit görevini ifa eder. Karada gezerken davul at, tokmak kamçi; sulardan geçerken davul kayik, tokmak kürek; göklere çikarken kus vazifesindedir. Dogu Türkistanin müslüman baksilari, davul yerine dap (def) ve dombak kullanirlar. Ayin yaparken def kamin arkadasi tarafindan çalinir, dombaki ise baksi kendisi çalar. Bazi baksilar ravab (rübap) denilen üç telli bir saz ile tören icra ederler.
Eski Türk dininde ayin ve törenlerin iki kisma ayrildigi söylenmektedir: 1-Muayyen zamanlarda yapilan ayin ve törenler. 2-Sirf tesadüf olaylar dolayisiyla yapilan özel törenler. Belirli vakitlerdeki törenler ilkbahar, yaz ve güzün yapilir ki, bunlarin geçmisi çok eskilere dayanir. Eski Türk sülaleleri bunlari dini bayramlar olarak kutluyorlardi.
Bahar bayrami müslüman Kazak, Kirgiz ve Baskurtlarda kimiz murunduk adiyla günümüzde bile mayis ayinda yapilmaktadir. Baskurt kadinlari ilkbahari erkekleri karistirmadan, karga toy diye kutlarlar. Bu törende kargalara dari, süt konur. Törene küçük erkek çocuklari dahi katilamaz.
Türklerin eski inanç sistemine göre asagi-yukari kurbansiz ayin yapilmaz. Kurban mefhumunun da eski Türkçede tam karsiligi kesin olarak bilinmemektedir. Günümüz Türk boylarinda tayilga ve hayilga kelimeleri varsa da, mogolcadan geçtigi düsünülmektedir. Saha Türkçesinde kurban anlamina gelen kereh sözü vardir. Oyunun istirakiyla ruhlara sunulan kurbana denilir. Kurban edilen atin, siriklara takilan derisine de bu ad verilir. Eski Türk yazitlarinda da bu kelimeyi görmek mümkündür. Öldü yerine kergek boldi veya uçmaga bardi deyimleri söz konusudur. Sahalarin kereh kelimesi de bundan baska birsey degildir. Bu kelimeye yine kurban manasinda mogolca ve buryatçada da tesadüf edilmektedir.
Kanli kurbanlardan baska bir de kansiz kurbanlar vardir. Saçi, yalma (agaçlara veya kamin davuluna baglanan paçavralar), atese yag atma, tözlerin agizlarini yaglama ve kimiz serpme gibi törenler bu kansiz kurbanlardir. Kansiz kurbanlarin en önemlisi ruhlara bagislanarak basi-bos saliverilen hayvanlardir. Bu tür kurbanlara eski Türkler iduk demislerdir. Bunun kelime karsiligi saliverilmis, gönderilmis demektir. Terim olarak tanriya gönderilmis, tanriya bagislanmis hayvan anlamini tasir. Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sagilmaz, yünü kirpilmaz. Kansiz kurbanlardan olan saçi ise bütün Türk boylarinda müsterektir. Bu Türkçe kelime mogolcaya saçu seklinde girmistir. Saçiya dini terim olarak saçilga veyahut çaçilga da denir. Saçi her boyun kendi emegiyle kazandigi en kiymetli ve kutlu saydigi nimetlerden biri olur. Konar-göçer Türklerde bu süt, kimiz, yag; çiftçi Türklerde de bugday, dari, sarap; tüccarlarda ise para olabilir. Bu saçi adetini dünyanin baska kavimlerinde de görebiliriz. Birisi hakkinda hayirli haber verilirken darisi basimiza temennisi de bu eski töreden gelmektedir. Kök Tengri dininin geleneklerini yasatan bugünkü bazi Türk boylariyla, müslüman Türklerde evlenme hadisesi sirasinda da saçi saçilmaktadir. Burada saçinin amaci, yabanci bir soydan gelen gelinin, kocasinin ailesi tarafindan kabul edilmesi için yapilan gelenektir. Gelinler için birçok seyler tabu sayilir. Kocasinin ve onun soyuna mensup erkeklerin adini söylemek, kayinpederi ve kayinlariyla konusmak ayip karsilanmakta idi. Bu gelenegin son yillara kadar yasadigini bizzat ben annemden dinledim.
Her tören için kanli veya kansiz kurban sunulmasi gerekir. En önemli kurban attir. Attan sonra koyun gelir. Gerek bugün Kök Tengri dinini devam ettiren Türklerde, gerekse müslüman olmuslarda kurban için en makbul hayvan erkek olanlardir. Dede Korkut hikayelerinin kahramanlari Oguz Türkleri kurban olarak attan aygir, deveden bugra, koyundan koç kesmislerdir. Kirgiz ve Kazaklarda da ayni motiflere rastlanilir.
Kurban kesilen hayvanlarin kemikleri kirilmaz. Köpeklere verilmez. Atese atilir veya yere gömülür. Bazi özel törenlerden sonra kurban kemikleri toplanarak, bir kaba konulup, kayin agacina asilir. At kurbanlarinin kafatasi ise bir sirik üzerine konulur. Altay Türkleri ve Sahalar kurban olarak kestikleri atin derisini bir siriga geçirip, tipki at sekline sokarlar. Buna Altay Türkleri baydara, Saha Türkleri tabik derler.
Sonbahar bayrami kötü ruhlardan korunmak için yapilirdi. Bu bayrama abasi isiga (kötü ruhlara saçi) adi verilirdi. Bu isme ragmen törenin ilk gününde aydinlik ruhlardan Ulu Toyon, ikinci günde kötü ruhlarin lideri Arsan Dulay namina ayin gerçeklesirdi.
Kamlarin diger insanlar üzerinde tesirler birakan bu hareketlerinde basarili olmasinin bazi sartlari bulunmaktadir. Bu sartlar, Kam olma konusunda kendini gösterir. Buna göre Kam olmak için ya bir kam ailesinden gelinmeli veya dogrudan dogruya kendi yeteneklerine göre halk tarafindan seçilmelidir. Kamlik sanati ögrenilmekle elde edilemez. Kamlar bagli olduklari topluluklarin gelenek ve göreneklerini iyi bilmelidir ki, ona göre tedavilerde bulunabilsinler. Bunun için genç kamin mutlaka yasli ve tecrübeli bir kam tarafindan yetistirilmesi lazimdir. Sahalarda oyun namzedi meslege girmege hazirlanirken mensup oldugu oymak toplanip bir daga veya tepeye çikar. Namzedin üzerine kumu giydirirler, eline at killari baglanmis bir asa tuttururlar. Adayin sag tarafinda dokuz delikanli, sol tarafinda dokuz kiz, bunlarin ortasinda da bir ihtiyar oyun yer alir. Yasli oyun meslege sadakat yemini olan duayi okur ve aday da bunu tekrarlar. Kamlar seleflerinin okuduklari dualari ezberlemek zorunda degildir. Çünkü kamlarin ayin ve vecd halindeyken söylediklerini tesbit etmek de çok zordur. Törenden sonra kendisi de söylediklerini tekrarlayamaz. Bir sürü ruhlara sahiptirler. Bunlarin bir kismi kami korurken, bir kismi da ona yardim etmekle vazifelidir. Bu ruhlarin hepsinin kisisel isimleri, özel bir sarkisi ve kendine özgü simgeleri vardi. Bu ruhlar büyük çogunlukla hayvan biçimindedirler. Sibirya kavimlerinde bunlar ayi, kurt, geyik, tavsan ve çesitli kuslar, özellikle kartal, baykus ve karga seklinde görülebilirler. Mesela yeraltina inerken yaninda ayi perisi, gökyüzüne çikarken at ruhundan yardim görür. Ihtiyaç halinde o dünyanin her tarafindan yardimci ruhlar çagirir. Bu daveti davulunu veya defini çalarak yapar. Yardimcilarinin geldiklerini onlarin seslerini çikararak belirtir. Tunguz samaninin bas yardimcisi yilan sesini, Eskimo samani kurtu, Japon samani ren geyigini taklit eder. Samanlarin bu hayvanlarin gizli dillerini de ögrendikleri söylenmektedir. Davulunu çalarak cinleri ve perileri toplayan oyunun elindeki ip veya asa bir kozmik bölgeyi digerine baglayan yoldur. Esasen kamin mistik seyahatlarinda kullandigi baska araçlar da vardir. Mesela kayin agacindan yaptigi dokuz basamakli merdiven, gök kusagi gibi.
Genellikle gerçek kamlar dünya malina düskün degildirler. Onlar hakkinda söylenen menkibelere göre fakir insandirlar. Kamlarin kendileri de böyle yasamaya inanmislardir. Onlar birer hokkabaz olmadiklarini törenler sirasinda ekstaz halleriyle gösterirler. Bunu basaramayanlara sarlatan gözüyle bakarlar. Bazi kamlar ayni zamanda kabile veya oymagin ögütçüsü görevini de yüklenir. Ögüt vermek kamin tekamülünü gösterir. Hayati boyunca kamlar cinsi münasebetten uzak, günahtan arinmis, oruç tutmaya ve susuz kalmaya dayali bir yasam tarzini sürdürmek zorundaydi.
Her kamin kendisinin özel ruhlari oldugunu söyledik. Altayli kamlar bu özel ruha tös (töz), Sahalar iyekil derler. Töz kültüyle, mogolca ongon kültünün alakasi mevcuttur. Töz, bugünkü Türk lehçelerinde asil, kök, mense demektir. Eski Türklerin ve bugünkü Altay Türklerinin bu heykelciklere töz adini vermeleri, bunlarin atalarin hatirasi için yapildigini göstermektedir. Gerçekte böyledir. Altaylilar bunlar hakkinda bu babamin tözü, bu anamin tözü derler. Büyük ve ünlü kamlarin hatirasina yapilmis tözler de vardir. Mogollarin ongon kültüyle alakali arastirmalar yapan D.Banzarov bu kültün ölü kültüyle ilgisi oldugunu söylemektedir. 1253 senesinde Fransa krali IX. Ludwig tarafindan Mogolistana Mengü Hanin huzuruna elçi olarak gönderilen Rubrukun bir budist Uygur tapinaginda gördügü putlar hakkindaki malumatindan, bu tözler asli hususunda bir netice çikarmak mümkündür. Rubruk; Uygurlar bir Tanriya inanirlar. Tanrinin insan veya baska bir cisim halinde tasvir edilmesini kabul etmezler. Onlara niçin bu kadar putunuz var diye sordugumda, bizimkilerden birinin herhangi bir yakini öldügü zaman, onun suretini yapar ve buraya koyar. Biz de bunlari ölünün hatirasi olarak saklariz demektedir.
Ebul-gazi Bahadir Han da tözler hususunda açiklamalar yapmaktadir. Onun anlatigina göre; bir kisinin oglu, kizi veya kiymetli bir yakini öldügü zaman suretini (kugurçak) yapar, evinde saklardi. Ara-sira bu heykelcigi öpüp, severlerdi. Bu suretin önüne yemeklerinin ilk lokmalarini korlardi. Onlari oksayarak, koklarlardi. Iste böylece haberleri olmaksizin puta tapmaya basladilar, diyor. Ebul-gazinin kugurçak dedigi nesne, bebek (oyuncak) demektir. Altaylilarin tözlerinin büyük çogunlugu da bebeklerden ibarettir.
Ongon kelimesini Çagataylilar, mogolcadan alarak damga, ayirici belge anlaminda kullandilar. Resideddin vasitasiyla bu kelime Osmanli Türkçesine de geçti. Ongon kelimesini Mogollar, Türkçedeki iduk yerine de söylerler. Mogollar töz ile iduku ayirmazlar.
Müslüman Türklerde de eski töz ve ongon kültünün izlerine rastlanilir. Dogu Türkistanli baksilar hastalari tedavi ederken birçok kugurçakdan (kukla) faydalanirlar. Baskurt ve Tobol baksilari sitma hastaligini paçavradan yaptiklari korçaklara (kukla) nakledip, uzaklara götürürler.
Özellikle Türklerde ve Mogollarda ongon olarak kuslar tercih edilmistir. Kus gibi tasvir edilen ruhlar daha çok Sahalarla, Dolganda bulunur. Ilkbahar ve güz mevsimleri kartalin temsil ettigi ruhun iradesine baglidir. Kartal bir defa kanatlarini sallarsa buzlar erimege baslar, ikinci defa sallarsa bahar gelir. Residedinin naklettigi Oguz-nameye göre Irkil-Hoca Oguz boylarindan herbirine bir kusu ongon olarak seçmistir. Orta Asya Türklerince meshur olan Çingiz-namede de, Çingiz Han, on iki Türk boyuna, nisan olarak birer kus, damga ve uran (savas parolasi) ve agaç tayin etmisti.
Kamlar gerek erkek, gerek kadin olsun bir kast halinde bulunmazlar. Mensup olduklari boy, oymak veya köyün bir üyesi olarak halk içinde yasarlar. Onlarin diger insanlardan üstünlügü ancak ayin sirasindadir. Ekstaz hali geçtikten sonra diger ölümlülerden hiçbir farklari kalmaz.
Eski Türk dininin izlerini tasiyan bir de efsun olayi vardir ki, Türkçede buna arvaç veya arbag denir. Yilan ve akrep gibi zararli böcekler tarafindan isirilanlar olursa müslüman Türkler bu efsunculari çagirarak, okuturlar. Türk folklor bakiyelerinden ögrendigimize göre öyle arbagçilar vardir ki, isiran hasarati kendi yanina kadar çekebilirlermis. Bazi hasaratlar ve yilanlar bu arbagçinin yanina gelerek, ölürler. Bu efsuncular baksi, kam ya da oyun degildirler. Ocakli olan her adam efsun ögrenmisse okuyabilir. Arbagçilar, efsunla birlikte faydali otlari kullanmayi da unutmazlar.
Eski Türk dininin geleneklerinden birisi de falciliktir. Fal eski Türkçede irk kelimesiyle ifade edilmistir. Kasgarli Mahmud bu kelimeyi falcilik, kahinlik ve yürektekini disari çikarmak diye açiklamaktadir. Türkiyenin birçok yerinde irk bakmak deyimi de, fala bakmak demektir. Oguz destaninda geçen Irkil Hocanin adi da bu irktan geliyor olmalidir. Sahalarin ilk oyununun ismi Argildir ki, bu kelimeyle alakalidir. Bu sahislarin da gelecekten haber verdikleri süphesizdir. Altaylilarin inancinda kamdan sonra irimcilar gelir. Bunlarin saralari tuttugunda gelecekten haber verirlermis. Kamlar arasinda fal anlamina kullanilan baska bir kelime de tölgedir. Ünlü Kirgiz destaninin bas sahsiyeti Manasin arkadasi Kara-Tölek adli bir tölgeçidir. Bugünkü Asya Türkleri ve müslüman Türkler de dahil olmak üzere en meshur fal bakma usulü kürek kemigiyledir. Etnografya arastirmalari bu tür fala bakmanin asagi-yukari bütün dünya milletlerinde oldugunu göstermektedir. Kürek kemigi fali Mogol saraylarinda çok önemliydi. Rubrukun verdigi malumata göre, Mengü Han bir ise girismeden evvel kürek kemigi fali açtirirdi. Bunun için önce kemik ateste kizdirilir, sonra bunun üzerinde meydana gelen çizgilere bakilarak yorum yapilirdi. Mesela Mengü Kagan, kemigin üzerindeki çizgiler düz ise sefere çikar, degil ise çikmazdi. Konar-göçer Türkler asik kemigiyle de fal açarlar.
Türk boylarinda eski devirlerden beri yasayan yaygin bir inanç da, Türk Tengrisinin Türklerin büyük atasina yada denilen sihirli bir tas armagan etmesidir. Bu tas ile istendigi zaman yagmur, kar, dolu yagdirilir, firtina çikartilir. Bu tas her devirde Türk kamlarinin ve Türk komutanlarinin elinde bulunmustur. Altay ve Saha Türklerinin inancina göre günümüzde de bu tas büyük kamlarin ve yadacilarin elindedir. Türk lehçelerinde çesitli sekillerde adlandirilir (sata, cada, cay vs.). Islam kaynaklarinda Türklerin bu sihirli tasina yagmur tasi ve cada tasi denilmektedir. Saha Türklerine göre bu tas at, inek, ayi, kurt gibi hayvanlarin içinde bulunur. En kuvvetli yada (sata) tasi kurdun karnindan çikarilandir. Onlarin itikadina göre bu tas canlidir. Insan kafasina benzer. Yüzü, gözü, kulagi, agzi çok açik bellidir. Kadin veya bir yabancinin eli veya gözü dokunursa ölür, kuvvetini yitirir. Canli yada tasi yukari dogru kaldirilirsa derhal soguk bir rüzgar eser, yagmur veya kar yagar. Türkiyenin bazi bölgelerinde yagmur yagdirmak için tas okuyup suya atmak adeti, bu yada tasi ile irtibatlidir.
Görülüyor ki, bugünkü Türk inanci bir dinden ziyade, temel prensibi ruhlara, cinlere, perilere emir ve kumanda etmek, gelecekten haber vermek düsüncesi olan bir sihirdir. Bütün bu anlatilanlar sadece Asyali Türk topluluklarina ait degildir. Ufak tefek degisiklikleri olmakla beraber Samanizm denilen bu yasayis Mogollarda, Japonlarda, Eskimolarda, Malezyada, Avustralyada, Kafkaslarda, Izlanda ve Kuzey Amerikada ve Afrikanin birçok yerinde görülür.
Tarihin dini inançlari ve telakkileri degisikliklere ugratarak bazan zenginlestirip, bazan da fakirlestirerek akip gittigini söyleyen arastiramacilar her dinin içerisinde samanik unsurlarin bulundugunu söylemektedirler. Ve yine arastirmacilar Samanligin Orta ve Kuzey Asya topluluklarinin gerçek itikatlari olmadigini da iddia etmislerdir. Buna göre Samanizmin özünde asabi hastaliklar yatmaktadir. Kuzey kutbuna yakin bölgelerde siddetli soguklarin, uzun gecelerin, yalnizligin ve vitaminsizligin insanlarin sinir sisteminde tahribata yol açtigi bilinmektedir. Kamlarin sara nöbetine maruz kalmalari buna baglanmaktadir. Ancak bunlar hakiki hastalardan farkli olarak kendi arzulariyla bu duruma gelmektedirler. Çünkü kamlar kendileri hasta olmaktan ziyade, hastalari iyilestiren kisilerdir. Bu yüzden saglikli olmak zorundadirlar. Hatta toplum içinde en akilli kisilerdir de diyebiliriz. Bütün bu olumsuz sartlarda ortaya çikan kam aciz durumdaki halki, ruhlarla temasa geçerek rahatlatirlar. Ayin sirasinda kamin agzindan çikan teselli edici sözlerle avunurlar. Onlar sifahi destan edebiyatinin da koruyucularidirlar. Buryatlarda oldugu gibi, Saha oyununun söz hazinesi 12 bin kelimeyi buldugu halde, halkin konustugu kelime sayisi 4 bini geçmez. Kazak ve Kirgizlarda baksilar sarkici, sair, müzisyen, kahin, hekim ve halk menkibelerinin yasaticilaridirlar.
Daha öncede belirttigimiz gibi Samanligin izlerine güney yarim küre ülkelerinde de rastlanmis ve bundan dolayi menseini sicak bölgelerde arayanlar da olmustur. Bunlarin basinda M.Eliade gelmektedir. Mesela, bazi Orta Asya Topluluklarinda Ak-Kam, Kara-Kam ayiriminin Iran tesirli oldugu düsünülmektedir. Altaylilar Ak-Kam, Kara-kam; Sahalar Ayi-Oyun (iyi oyun), Abasi-Oyun (seytani oyun) seklinde adlandirmalar yaparlar. Ak-Kamlar, cübbe veya külah tasimazlar, davul kullanmazlar. Kötü ruhlar ve karanlik dünyaya ayin yapmazlar, kanli kurbanlar vermekten sakinirlar. Kara-Kamlardan ayri olarak, gündüzleri iyilik ruhlari serefine ayin ve tören icra ederler. Ayin yaptirmak için halk daha çok kara-kamlara müracaat ederler. Bunun sebebi de aydinlik dünyasinin ruhlarinin insanlara daha az zarar vermelerine inanis olsa gerek.
Saha Türklerinin bereket ve dogum tanriçasi Ayzitin durumu, dokuz erkek ve dokuz kiz evlatli Bay-Ülgenin hali topraga bagli kültürlerin tasavvurlaridir denilmektedir. Örnegin, kamin aynasinin da güney kökenli oldugu, davulunun Budizm yoluyla Hindistandan geldigi iddia edilmektedir. Simdi toparlayacak olursak:
Kamlik bir din degildir. Saha Türklerinin birçok tören ve adetlerinde oyuna is düsmez. Ancak bugün Samanizm olarak bilinen itikad ve gelenekler Sibirya kavimlerinin sosyal bünyelerine o derece tesir etmistir ki, bunlari söküp atmak mümkün degildir. Saha Yerinde oyunizm bir inançtan ziyade bir meslek durumuna gelmistir. Saha Türklerinin hayatinda Kök Tengri dini çok önemli bir rol oynamis, bugünde Samanizm olarak adlandirilan bu merasimler oynamaya devam etmektedir. Saha bilim adamlarina göre bugünkü Kut-Sür, eski Türk dininin felsefi, sanat ve tibbi yönlerini göstermektedir. Hastalara bakmaga ve tedavi etmege çagirilan Saha oyunu, eve girdigi zaman tör yerine, yani bas köseye kurulup oturur. Boz at derisinden yapilan post üzerine bagdas kurar. Çünkü Sahalarda boz at derisi kutlu sayilan nesnelerdendir. Oyuna aksama kadar birçok çesit yiyecek ikram edilir. Saha Türkleri için önemli bir özel ayin de ev yapmak için seçilen yerde yapilan törendir. Sahalar yeni ev kurmak için kutlu bir arsa arar. Bu törene de oyun karisir.
Saha oyunizmine ait ilk bilgilerin 13. yüzyildan kalma oldugu söylenmektedir. Rus isgalinden sonra, süratli bir sekilde Hristiyanlik propagandasi yapilmasina ragmen, eski Türk dininin izlerini silememislerdir. Oyunizm Sovyet dönemiyle birlikte Savasçi Ateizm ile büyük bir mücadeleye girismisti.
d-Kök
Tengri Inanci
Eski Türkler tabiatta bazi gizli kuvvetlerin varligina inanmislardir. Bunlar kutsal (yani iduk) idiler. Tabiat güçlerine itikad, hemen hemen bütün halk dinlerinde mevcuttur. Fiziki çevrede bulunan dag, deniz, irmak, ates, firtina, gök gürültüsü, ay, günes, yildizlar gibi tabiat sekillerine ve hadiselerine karsi hayret ve korkuyla karisik bir saygi hissi eskiden beri olmustur. Mesela ziraatçi kavimlerde daha çok bereket tanrilari olarak bazi kuvvetler bulunur. Savasçi kavimlerde ise, zafer tanrilari birinci plandadir. Çoban topluluklarda hayvanlarin yavrulamasi veya koyun kirkma zamanlarinda özel törenler düzenlenirdi. Iste halk dinlerinin mahalli özelliklerine karsilik, yüksek dinlerde bütün cihana samil olan hususiyetler vardir.
Eski Türklerde ruhlarin insan biçiminde tasavvurlari olmadigindan putlari da olmamistir. Fakat ruhlara karsi bir saygi bulundugundan, kahinlik ve falcilik gibi mesleklere Türkler arasinda da tesadüf edilmektedir. Avrupa Hunlarindaki falciligi Latin kaynaklari kaydetmistir. Ayrica orijinal Kök Türk harfleriyle yazili Irk-Bitig adli fal kitabi ilgi çekicidir. Ancak falcilik ve kahinlik eski ve orta çag kavimlerinin hepsinde mevcuttur.
Türklerin dini diyebilecegimiz, ancak simdiye kadar bu dinin ismi hakkinda bir belgeye rastlamadigimiz, fakat kitabelerden yola çikarak Kök Tengri dini olarak adlandirabilecegimiz bu inancin temelinde ölmüs atalara saygi, onlar için kurbanlar kesilmesi (ki bu babaerkil toplumlara mahsustur), baba hakimiyetinin ailedeki belirtisi olarak sayilmaktadir. Bu itikata göre insanlarin ruhu öldükten sonra bile yasamaktadir. Din tarihi arastiricilari ve etnologlarin Türk halklari üzerine yapmis olduklari incelemeler, Kuzey Asya ve eski Orta Asya kavimlerinde Atalar Kültünün bulunabilecegini ortaya koymustur. Asya Hunlari her yilin mayis ayi ortalarinda Kutlu Atalar Mezarliginda kurban keserlerdi. Türklerde atalara olan saygi, onlarin mezarlarina yapilan hakaretlerin siddetli bir sekilde cezalandirilmalari seklinde de görülür. Mesela Attilanin Balkan seferi (442), Hun hükümdarlarina ait mezarlarin, hristiyan papazlar tarafindan soyulmasi yüzündendir. Türkler için büyük hakaret olan bu davranisa hristiyan hirsizlari, Türk mezarlarina ölülerin degerli esyalariyla gömülmeleri sevketmistir. Çünkü Türkler öbür dünyaya, yani ölümden sonra ikinci bir hayatin varligina inaniyorlardi.
Eski Türkçede ruh, can manasina gelen Tin kelimesi kullaniliyordu. Bu ayni zamanda nefes demekti. Ölümü nefesin kesilmesi, ruhun bedenden çikip uçmasi seklinde tasavvur ediyorlar, bazan ölü yerine uçmak tabirini kullaniyorlardi. Bugüne kadar kitabeler üzerine yapmis oldugumuz incelemelerde, alti yazitta biz uçmak terimine tesadüf ettik. Uçmaki Türkler ayni zamanda cennet için de kullanmislardir. Bazan Türklerin evlerinde atalarinin suretlerini tasvir eden töslere rastlanilmistir. Mesela daha öncede belirttigimiz gibi, 13. yüzyilin ikinci yarisinda Mogolistana giden elçi Rubruk, bir Uygur mabedinde puta benzeyen bazi nesneler görmüs ve putlar nedir diye sormustur. Uygurlar da bunlar tanri tasvirleri degil, içimizden biri öldügü zaman yakinlari onun suretini yapar ve tapinaklara koyar, biz de bunlari ölünün hatirasi olarak saklariz, diye cevap vermistir. Yani bu durumun ne totemcilikle, ne de kamlikla bir alakasi yoktur. Ancak bu husus bazi diger kavimlerde ölen kudretli insanlarin sonradan ilahlastirilip, yari tanri durumuna sokulacak kadar ileri götürülmüstür. Ölünün daha mutlu yasayacagina inanilan bazi Hind-Avrupa kavimlerinde ölünün mezarina esyalari konur, hatta önemli ölülerin akrabalari da öldürülerek yanina gömülürdü. Kuzey Avrupa topluluklarinin kutsal hayvanlari domuz için yaptiklari törenlerde insan kurban ettikleri bilinmektedir. Insan kurbani esasen Sami kavimlerinde ehemmiyet tasiyordu. Arabistanin kuzey bölgesinde bereket ile ilgili olarak, tabiati idare eden tanrilara insanlar kurban edilirdi. Tanrinin hiddetini yatistirmak için cahiliye devri Araplarinca en kiymetli evlat olan erkek çocuk takdim olunurdu. Hz. Isanin insanligi kurtarmak için kendisini feda ettigi telakkisi gibi, Islamiyette kutlanan Kurban Bayrami, Hz. Ibrahimin oglu Ismaili kurban etme hikayesidir.
Eski Türklerde en büyük kurban, bozkirli Türkün ençok kiymet verdigi hayvan at idi. Orta Asyanin Türk bölgelerinde, özellikle Altaylardaki kurganlarda, birçok at iskeleti bulunmustur. Hatta çok enteresandir ki, bugünkü Kazak ve Kirgizlarin bazilarinin Kurban Bayraminda dahi at kurban ettikleri söylenmektedir. Insan kurbani bozkir kültürünün degil, ziraat kültürünün belirtisidir. Bu mühim noktayi dikkate alan taninmis kültür tarihçisi W.Eberhard, Türklerde böyle bir adetin mevcut bulunmadigini ve hatta Türkler kendi hakimiyeti altinda bulunan bazi kavimlere bunu yasak etmistir, demektedir.
Türklerin eski inanci Kök Tengri itikadi idi. Kök Tengri bozkir kavimleri inancinda tek yaratici olarak görünmekte ve din sisteminin merkezinde yer almis bulunmaktadir. Bütün Türk boylarinda kurban sunulan en yüksek kutsal varlik Kök Tengri olmustur. Tanri tam iktidar sahibidir. Ayni zamanda semavi mahiyeti oldugu için Kök Tengri adi ile zikredilmistir. Ilim adamlari Kök Tengri inancini dogrudan dogruya bütün Türklerin ana kültü olarak vasiflandirmistir.
Kök Tengri itikadinin esaslarini asagi-yukari Orkun kitabelerinden tesbit etmek mümkündür. Bu yazitlarda kagan ve begler, Türk milletine yaptigi yardimlardan dolayi, Tanriyi içten gelen minnet ve sükranlarla anmaktadirlar. Türk kaganlarina siyasi hakimiyetin temeli olan kut Tanri tarafindan verilir. Tanri izin verdigi için düsmanlar perisan edilmis ve devlet sahibi olunmustur. Kitabelerde birçok yerde zikredilen Tengriye bazan Türk Tengrisi seklinde de tesadüf edilmektedir. O zaman milli bir hüviyeti ortaya çikiyor. Asinalarin hanedanlik kurmalari Tanri tarafindan olmustur. Bumin ile Istemiyi Tanri tahta çikarirken, Türk milleti yok olmasin diye Ilteris ile Il-Bilge Katunu halk içerisinden çekip, yükselten Odur. Halk kagani terkettigi zaman Tanri onlari cezalandirmistir. Savaslar onun sayesinde kazanilmistir. Tanri Kuta ve Ülüge layik olmayanlarin elinden de bunlari almistir. Yani Tanri Türk milletinin gelecegini belirleyen en yüce varliktir.
Bütün bunlar Tanrinin esi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onlarin varliklarina hükmeden bir Ulu yaratici oldugunu göstermektedir. Açikça görülmektedir ki, bu semavi Tanri inancinin Samanik düsüncelerle hiçbir alakasi yoktur. Surasi da bir gerçektir ki, ne Samanizm, ne de diger Hak dinler Türkün bu milli dinine etki yapamamis, yani onu kendi gayelerine hizmet edecek sekle sokamamislardir.
8. yüzyilda Hazar Türklerinin bir yaratici Tanri tanidiklari, hristiyanlarin üçlü inancina karsilik, onlarin tek Tanriya iman ettikleri kaynaklarda yazilidir. 10. yüzyilda bazi Türk boylari arasinda dolasan Ibn Fadlan, Oguzlarin içlerinden biri zulme ugrar veya sevmedigi birsey görürse basini semaya kaldirip bir Tanri dediklerini söylemektedir.
Dini itikad olarak varliginin m.ö. 5. yüzyila kadar indigi söylenen Kök Tengrinin Asya Hunlari arasinda bile tek bir ulu varligi temsil ettigi kayitlidir. Gökyüzündeki tabiat varliklarinin büyük rol oynadigi eski halk dinlerinde günes, ay ve yildizlarin tanri olarak taninmalarina karsilik, Türkler gögü bütün olarak sembollestirmisler ve Kök Tengri itikadi ortaya çikmistir. Bu yüzden bu inanç sistemi sadece Türklere özgüdür. Kök Tengri yalnizca kendisine itaat edilmesi gereken, koruyucu bir kudret oldugu halde, diger varliklar (günes, ay, yildizlar) için önemli bir fonksiyon mevcut degildi. Mesela Bizans kaynaklarinda, Kök Türkler ülkesinde Kök Tengrinin tek yaratici varlik olduguna; Türklerin ates, su gibi bazi seylere kutsallik atfetmelerine ragmen, ancak yer ve gögün yaraticisi Tanriya taptiklarini kaydedilmistir.
Dinler tarihinde tesbit edilen bir hususa göre, hiçbirdin saf halde kalmamis, Tanri herzaman kutsal sayilan ikinci derecede yan varliklar ile çevrili bulunmustur. Tarihin en büyük dinlerinde durum böyledir. Hristiyanlikta bir yerine üç olan Tanri kisiliginden baska, Meryem Ana, melekler, azizler ve ölü ruhlari kutsaldir. Islamiyette, Ihlas Suresinde Allahin birligi ve vasiflari din felsefesi ve edebiyatinda görülmemis bir sekilde belirtilmis oldugu halde Amentü Suresinde peygamberlere, kitaplara, meleklere iman vardir.
Kök Tengri dininin Türklere mahsus bir inanç oldugu Tanri kelimesinden de anlasilmaktadir. Bu kelime bütün Türk dillerinde oldugu gibi, Türkçeden birçok Asyali kavmin diline de geçmistir. Eski Türkçedeki Tengri kelimesi bugünkü çesitli Türk lehçelerinde, her lehçenin fonetik özelliklerine göre tengri, tengere, tangri, tangara, ture sekillerinde söylenir. Türkçenin asli kelimesi olan Tanriya yazili kayit olarak, en eski m.ö. 3. yüzyilda rastlanmaktadir. Hiç süphesiz bundan öncede mevcut idi. Zamanimizdan 2500 yil evvel, basta eski Yunanlilarda olmak üzere ölümlü ve ölümsüz birçok tanrinin oldugunu görenler, Türklerde tek bir ilahin ve yaratici yerine geçen Tanri kelimesinin varligina inanmamislar ve bunu kabul edememislerdir. Çinlilerin Türklerden aldigi kesin olan bu kelime eski kayitlarda (m.ö. 5. yüzyil) Tien seklinde, Tanri manasina kullanilmistir. Yani Türkler Tanriyi dinlerinin en yüksek varligi olarak kullanmislardir. Altayli kamlar Tanriya dua ederken yüksekte bulunan büyük atamiz tengere, yaratiklari yaratan tengere, yildizlarla dünyayi süsleyen tengere diye hitap ederler. Eski Türkçede gök (sema) ve en büyük yaratici mefhumlari tek bir kelimeyle ifade edilmistir. islam dinini kabul eden Türkler ise gök kelimesini sema, tengri kelimesini de Allah mefhumuna tahsis ettiler. Eski Türkçede hava anlamina gelen kalig, Islamdan sonra gök-sema manasina kullanilmak istenmisse de, tutunamayarak, sonralari büsbütün unutulmustur. Tanri kelimesi yerine Oguzlarin kullandigi çalap terimi de yasama imkani bulamadi.
Günümüzde yasamaya çalisan eski Türk dininin zaman zaman islah edilmeye çalisildigini görmekteyiz. Son tesebbüs 20. yüzyilin basinda Altay Daglarinda görüldü. Bu harekete dünya literatüründe Burhanizm denmektedir. Altay Türkleri ise Ak-Yang (Ak din) demislerdir. Bu hareket yalniz bozulmus Samanizme karsi degil, Rus emperyalizmine karsi da bir bas kaldiri idi.
Burhanizmin kesin baslangiç tarihi belli degildir. Ancak bu inancin Rus hükümeti tarafindan ortaya çikarilmasi 1904 yilinin baslarina rastlar. Bu itikadin temeli bozulmus, yani içerisine budizm, maniheizm ve sonra bazi semavi dinlerin karistigi Türk dini ile Rus egemenligine düsmanliktir. Burhanizmin belki ilk seyhi diyebilecegimiz kisi Altayli bir Türk olan Çet-Çelpendir. Karisi ile beraber, 14 yasinda bir kiz evlatligi olan bu Türk Üst-kan kasabasindan 20 km uzaklikta bulunan bir ormanlik bölgede yasiyor ve burada ibadet ediyordu. Yanina gelenlere bu Ak-yangin ilkelerini ögretiyor ve nasihatlarda bulunuyordu. Çet-Çelpenin ögretisine göre, Ruslarla beraber yemek yemek, onlarla dost olmak yasakti. Hatta Rus parasi bile kullanilmamaliydi. 20. yüzyilin kamlari Kök Tengri Dininin içine birçok akla ve mantiga sigmayan hurafeler soktuklari için onlar seytan isleriyle ugrasiyorlardi. Onlarin davullarini, cübbelerini ve asalarini ateste yakarak gerçekleri görmeye zorlamak lazimdi. Tanriya hos kokulu otlarin dumani, süt, sarap ve kimiz gibi saçilar da kurban sayilabilirdi. Eger bu din etrafinda birlesirlerse, Rus zulmünden de kurtulmak mümkün olacakti.
Çet-Çelpen bütün vaazlarini çok güzel bir hitabeti olan kizi vasitasiyla yapiyordu. Bu kizi dinlemek için binlerce kisinin toplandigi oluyordu. Zamanla Çet-Çelpenin onbinlerce taraftari oldu. Bu Rus hakimiyetinin Altaylarda tehlikeye girmesi demekti. 1904 temmuzunda binlerce Altay Türkü tören için Çet-Çelpenin çadiri etrafinda toplanmislar, genç kizin atesli nutkunu ve ilahilerini dinlerlerken, ibadetle mesgul bu silahsiz insanlar Rus askerleri tarafindan baskina ugradilar. Çet-Çelpen, karisi, kizi ve ileri gelen yirmi kadar müridi tutuklandi. Rus hükümeti Altayli Burhanistlerin mallarini ve mülklerini yagmaladi. Çet-Çelpen ve arkadaslari agir ceza mahkemesinde yargilandilar. O zaman Rus devlet dumasinda bulunan bazi liberal görüslü kisiler ve avukatlar onlarin savunmalarini üstlendiler. Böylece ölüm cezasindan kurtuldular. Iki yil sonra Çet-Çelpen Biysk hapisanesinde öldü. Burhanizm hareketi böylece sona ermis oldu.