Türkiye'de Go'nun Tarihçesi II
Bu yazı dizisi sadece Alpar’ın fikriydi. “Ne güzel olur” demiştim.
Yaşadıklarımızı Go çalışmalarımızı sadece ikimiz biliyorduk, neden
paylaşmıyalım. Bu yazı dizisini benim sürdürmek zorunda kalacağımı bilemezdim.
Ben bile Alpar’ın benimle tanışmadan önce yaptıklarını bu kadar detaylı olarak
ilk kez bu yazı dizisininin ilk yazısından öğrendim.
1987 yılında Alpar ODTÜ’ye girdiğinde ben beş yıldır okulda idim. 88’de
kütüphanenin ilan panosunda
ilginç bir ilan gördüm. Go bilenler ile tanışılmak istendiği yazıyordu. Notta
sadece bilenlerin araması isteniyordu (bilmeyenler aramasın!). Bana itici
gelmişti ; aramadım. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra daha cana yakın bir
ilan çıktı. Bu kez Türkiye’de oyunu bilen birilerini bulmak beni
sevindirmişti. Ben go’yu 83 yılından beri biliyordum. Amerika’da öğrenmiş olan
bir arkadaşım Okan geldiğinde öğretmişti. Ucuz bir go takımı vardı. Gerçek
boyutlarda kartona çizilmiş oyun alanı ve ufak Go taşları. Bir tek kaynak
kitap vardı; The Game of Go by Arthur Smith.
O zamanlar oynadığımız oyunlar uzun sürdüğü ve pek bir şey bilmeden
oynadığımızdan az çok sıkıcıydı. Pek seyrek oynuyorduk. O günlerde benim
oynama davetlerimin çoğunun reddedildiğini hatırlarım. Oynadığımız az sayıda
oyunda taraflardan birinin 80-100 taşlık bir grubu nasıl olduğunu anlamadan
aldığı ya da kaybettiği oldurdu. Nasıl olduğunu iki tarafta bilmediğinden
yapabileceğimiz tek şey gülmek olurdu.
İkinci ilanın çıktığı akşam aldığım telefon numarasını aradım. Bir
bayan çıktı. Alper Kılınç’ı istedim. Öncelikle yaptığım hata düzeltildi. Alper
değil Alpar’dı. Ve evde değilmiş... telefon numaramı bıraktım. İnsanların
hızlı iş yapmalarına alışık olmadığımdan Alpar’ın şimdi hatırlamıyorum ya o
gün ya da ertesi gün vakit geçirmeden aramasına şaşırmıştım. Hemen bir buluşma
ayarladı. ODTÜ kütüphanesine öğle tatilinde gelecekti. Ben 1.90 boyunda ve
ince olduğumdan ve o zamanlar pek kimsede olmayan bir amerikan parkası
giydiğimden (demekki mevsim kışmış) kendimi tarif ettim ve onun beni
tanımasını istedim.
Ertesi gün konuştuğumuz saattekütüphanenin girişinde ilan panolarının
yanında bekliyordum. Ve tam söylenen vakitte içeri Alpar olabileceğini
düşündüğüm biri girdi. Burayı açıklamam gerek Go oyunun çok farklı bir oyundu
ve bu yüzden az çok ilginç farklı görünüşlü birini bekliyordum. Şu an fark
neydi anlatamam. Etrafta birilerine bakındığı da belliydi. ODTÜ’yü
biliyorsanızkütüphane girişi buluşma için oldukça popülerdir. Ben kendimi
tarif etmiş olduğumdan onun yanıma gelip sormasını bekliyordum. Ama sanki o
beni pek kafasında düşündüğü tiplemeye yakıştıramamıştı. Bir beş- on dakika
sağa sola bakındı, yanında birileri de vardı.
Sonunda cesaret edip yanıma geldi ve sordu. Dostluğumuzun başlangıcı
işte böyle olmuştu.
Çok heyecanlıydı. Go’yu daha önce oynamış olduğumu öğrenince bu
heyecanı çocuksu bir coşkuya dönüştü. Ben hiç bu kadar aceleci davranacağını
sanmıyordum. Yanında go takımı da getirmişti. Hemen sıcak bir yere, fiziğin
kantinine gittik. Siyah beyaz gölek düğmeleri çıkardı. Çok güldüğümü
hatırlarım hatırlarım çünkü 181 siyah, 180 beyaz taşın nasıl bulunabileceğini
çok düşünmüştüm. Bir aralar aynı boyda şeytan taşlarındanı toplayarak
yapabileceğimi bile düşünmüştüm. İlginç olabilirdi, ancak neredeyse yıllar
sürerdi. Basit bir kartona da ufak ama 19X19’luk bir Go tahtası çizmişti.
Oturduk oynaduk. Diğer arkadaşları da merakla bizi izliyorlardı. Yüzlerini
hatırlamıyorum ama en az iki kişi vardı. Çok kolay kazandım. Hayran kalmıştı.
Sonra go’dan konuşup ayrıldık. Bu görüşmeden hatırladıklarım bunlar...
“Çok canlı, heyecanlı ve öğrenmek isteyen, karşısındaki insana
gerçekten saygı duyan bir çocuk!” oldu Alpar hakkında ilk izlenimlerim.
Sevmiştim...
Mehmet Dardeniz Taşlı Yol Go Dergisi 2.Yıldız Haziran 1995 (Ekim 2000)