1.
Zeka Metinleri ( x 26)
·
Zeka Üzerine Koyutlar
·
Zeka Türleri
·
IQ ve Zeka : 1
·
IQ ve Zeka : 2
·
EQ ve Zeka
·
Libido ve Zeka
·
Sinestezi ve Zeka
·
‘Aporia’ Olarak Zeka
·
Zeka-Değil ve Değil-Zeka
·
Zekanın Siyasalbilimi
·
Ötezeka Belirtileri
·
Doğal Zihin – Yapay Zeka
Karşılaştırmaları
·
Yapay - Gerçek Zeka
Karşılaştırmalarının Yapaylığı
·
Biyoçip – Nöroçip Yanılgısı
·
Yapay Zeka Üzerine
·
Yapay Zeka Uygulamaları
·
Yapay Zeka Olarak Askeri Strateji
Yazılımları
·
Yapay Zeka – Sibernetik İkilemi
·
Yapay Zeka – Sibernetik
Sentezlemeleri: 1
·
Yapay Zeka – Sibernetik
Sentezlemeleri: 2
·
Yapay Zekanın Sınırları ve Ötesi
2002
·
Zekada Evren ve Evrende Zeka
·
Zekanın Metafiziği
·
Evrende Olası Zeka Türleri
·
Zeka Var Kalma Değerine Sahip
midir?
·
Yapay Zekanın Evren’deki Yeri
2.
5 Temel Duyu-Dil
3.
3 x 3 Mantık
4.
Epistemolojik Notlar ( x 17)
·
Önnot
·
Metaontoloji : 1
·
Metaontoloji : 2
·
Epistemik Ontoloji
·
Düşüncenin Metafiziği
·
Bilginin Metafiziği : 1
·
Bilginin Metafiziği : 2
·
Descartes ve Sartre ve Möbius
·
Spinoza ve Möbius
·
Metafenomenoloji
·
Metaepistemoloji : Bazı Koyutlar
·
Metaepistemolojik Metafizik
·
Bilimin Metafiziği
·
Gödel’in Metafiziği
·
Sözdilinin Metafiziği
·
İnsanın Metafiziği
5.
Kozmolojik ve Evrimsel Fütüroloji
6.
Evrenbilim Üzerine Dilbilimsel
Araştırmalar
7.
Deontolojik Soruşturmalar (x 10)
8.
Siberpunk Manifestosu ve Karşısavı
9.
İnternette ‘Psycho’
10.
Beyin Aktarımı Üzerine Bilimsel ve
Ütopik Düşünceler : Bir Karşı Metin
11.
Klonlama
12.
Ken Atabek Deontolojisi
13.
Bilim ve Ötesi
14.
Bilim ve Olanaksızlık : 1 : Deha
Nedir, Ne Değildir?
15.
Bilim ve Olanaksızlık : 2 : Bilimin
Doruklarının Mekan ve Zaman İçinde Yolculuğu
16.
Bilim ve Olanaksızlık : 3 :
Bilimin Sınırları
17.
Bilim ve Olanaksızlık : 4 : Kültür
Ölümleri
18.
Bilim ve Olanaksızlık : 5 : Bilim
2050’de Neleri Biliyor Olacak?
19.
Bilim ve Olanaksızlık : 6 :
Olanaksızlık ve Olanaklılık
20.
21. Yüzyıl Momentinde Temel
‘Bilimsel Paradigma’ Paradigmasının Sorgulanması
21.
1. Sanayileşme’nin Artkoyutları :
1
22.
1. Sanayileşme’nin Artkoyutları :
2
23.
2. Sanayileşme’nin Önkoyutları
24.
İlk Nükleer Yüzyılın Ardından
25.
Uzaycılık
26.
Evrim
27.
Evrimöte
28.
Bilim 2050’de Neleri Bilecek?
29.
Samanyolu Gökadası’nda Zeki Canlı
Sorunsalı
30.
İnsan Türünün Samanyolu
Gökadası’na Yayılma Sorunsalı
31.
Robot Sorunsalı
32.
Bilimin Metafiziği
33.
Zamanın Metafiziği
34.
Matematik ve Tarih (x 19)
·
Tarih ve Matematik
·
Tarihin Matematiği
·
Tarihin Geometrileri : 1
·
Tarihin Geometrileri : 2
·
Topoloji ve Tarih
·
Tarihin Mantığı
·
Tarihte Özdeşlik İlkesi
Örneklemeleri : 1
·
Tarihte Özdeşlik İlkesi
Örneklemeleri : 2
·
Tarihte Bütün-Parça İlintileri
Örneklemeleri
·
Puslu Mantığın Küme Kuramı Olarak
Tarihe Uygulanması
·
Tarihte Neden-Sonuç İlintisi
Örneklemeleri (x 3)
·
İnsan Bilimlerinde Neden-Sonuç
İlintisi Örneklemeleri (x 5)
·
Temel Bilimlerde Neden-Sonuç
İlintisi Örneklemeleri (x 7)
·
Tarihte Tümevarım ve Tümdengelim
·
Tarih ve Cebir
·
Verhulst x Malthus
·
Orman Yangınının Kaotiği
·
Savaşın Katastrof Kuramı
·
Kakeya Kümeleri ya da Perron
Ağaçları
·
İnsanlığın Sonul Hedefi Nedir?
·
Evrimöte
·
Bir Ötetarih
·
Nükleer Çağın İlk Yüzyılı Sonunda
Saptamalar
·
İkinci Sanayileşmenin Önkoyutları
·
İnsanın Evrene Yol Alışları
·
Tarih Ne Zaman Başlayacak?
·
Kozmolojik ve Evrimsel Fütüroloji
·
2000’den 2100’e Yol Manifestosu
36.
Kitap Notları : 1 : 1-2-3 Sonsuz
37.
Kitap Notları : 2 : Raslantı ve
Zorunluluk
38.
Kitap Notları : 3 : Bilim Adamının
Kendiliğinden Felsefesi
39.
Kitap Notları : 4 : Yönteme Hayır
·
ÖNSÖZ
‘Bilim’ denilen, okuryazar yaşamımın biricik-birinci anlamlı düşünce
kategorisi oldu. 34 yıl boyunca öyleydi ve hala da öyle…
1974-1977 arasında Ankara Fen Lisesi’nde okudum. O zamanlar bir tek Fen
Lisesi vardı ve ben oraya iki aşamalı sınavla bir milyon üç yüz bin kişi içinde
yirmi altıncı olarak girmiştim. İngilizce bilme düzeyine göre 4 şube vardı ama
aslında A’dan D’ye ayrım şöyleydi: Nitelikli burjuvalar, niteliksiz burjuvalar,
nitelikli taşralılar, niteliksiz taşralılar. Ben ‘C’ şubesindeydim.
‘D’dekilerin bir bölümünün sınav sorularını öğretmenleri yaptığı için
oradaydılar. Bazılarının ‘IQ’ları 90’ın altındaydı. A’da ise, (14 yaşında üçlü
tümlev çözmek gibi ölçütler kullanılınca)
135’i geçen kişiler vardı.
Okulda bilim cismen değil, ismen yüceltiliyordu ve ben yaşamımda ilk
kez kendim gibilerle biraradaydım. Tüm temel bilimleri yutarcasına öğrendim.
Kendime şöyle demiştim: “Bugüne kadar yaşam beynimi yıktı, bundan sonra
yaşamımı yıkıp beynimi kurtaracağım.” (Yaşam yıkımı, ta 35’ime dek sürdü. Beyin
yapımı hala sürüyor ve ölene dek de sürecek.)
Tabii mezun olundu. Üçte birimiz mühendis, üçte ikimiz doktor oldu.
Şimdi hepsi para kazanmak peşinde. Anıları hüzün verici güzellikte olmasına
karşın, onları göresim yok. (Şerh: 2001 yılı boyunca AFL mezunlarıyla
karşılaştım ve birçok sert çatışma yaşadım, sonunda onları görmekten yeniden
vazgeçtim.)
O zamanlar bilimsel bilgiler, bir Üçüncü Dünya ülkesi olarak Türkiye’ye
ve Türkçe’ye yıllar ölçeğinde gecikmeli aktarılıyordu. O nedenle, yalnızca ‘Scientific American’
okuyabilmek için, 1982’de bilim İngilizce’sini öğrendim. Böylelikle, otuzuma
geldiğimde, 20. Yüzyıl bilimini tümüyle öğrenmiştim.
Artık yaşlıyım. Beynim, elbette gerilemekte, hele benim gibi olumsuz
koşullarda sürekli yaşamış birininkinin öyle olması doğal. Yine de, Aralık 1999
Scientific American nüshasındaki ‘Bilim 2050’de Neler Başarmış Olacak?’ özel
sayısını okuduğumda, global düzeyde benden geride olduklarını gördüm.
Paul Feyerabend’ın ‘herkes bilim yapabilir’ tezi, bana uygun görünür.
Son 20 yılda sürekli bilim notları aldım; örnekse, NEK’in temel bilimler
bölümü.
21. Yüzyıl disiplinlerarasılık sentezi yüzyılı olacak ki 22. Yüzyıl’da
bir yüzyıllık durağanlık aşılabilsin.
Son üç paragraf, ‘Bilim Notları’nın ilerideki ana doğrultusu olacak.
(Eylül 2000)
Bugün ‘bilim’ (ve onun tarihi) dediğimiz bilgisel kategori, son 250
yılda oluş(turul)muş 1. Sanayileşme döneminin ve yanısıra ondan önce başlayıp
koşutunda yaşanmış ‘Aydınlanma Çağı’nın söylemsel sonucudur. Bilim açısından bu
dönem, Galile ve Newton’la başlatılır ve (Hawking’le değil) Einstein’la
bitirilir. Söylemi ise, 1950’li yıllar gibi,
oldukça geç bir tarihte (ne yazık ki) Karl Popper tarafından
kurulmuştur.
Dilin kendi üzerine konuşurken başlangıçta kekelemesi (veya teklemesi)
gibi, bilim de kendi üzerine konuşurken başlangıçta kekelemiştir. Öyle ki
açıkseçik olgular bile ıskalanmış ve ‘söylem için söylem’ biçeminde totolojiler
/ kısırdöngüler oluşmuştur. Birincisi, Batı Avrupa, kendi üzerine konuşurken
kendinin o olduğunu gözardı etmekte, yerelliği (veya sınırlı / dar
yerzamanlılığı) globallikle ve evrensellikle karıştırmaktadır. Bilim böyle
olmak zorunda değildi ve olabilecek biricik bilim de bu değildi(r).
Popper ve Kuhn, ‘olmuş olan’ı ‘olabilecek olan’ biricik durum
varsayarlar ve bu onları birçok açmazlara taşır. (Eserleri, sırasıyla: Bilim
Felsefesi, Remzi Yayınevi, 1982; Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Alan Yayınları,
1982.) ‘Eski Yunan – Roma – Hristiyan Batı Avrupa’ dizisi zorunlu değildi ve
başka biçimlerde de söylemlenebilir. Bilimi kesinlikle onlar başlatmadı ve
zirveletmedi. Daha 1900’de Avrupa dünya egemeni değildi. Onların bilimi de ‘en
bilim’ değildi.
Paradigmalar, gerektiği için değil (yani mekanik determinizm
işlemeksizin), raslantılarla ve zigzaglı yollarla oluşurlar. Sorunsal, evrimin ve devrimin içiçeliğidir.
Bakalım Einstein’a: Newton’u değillerken (‘1’ boyutu ‘n’ boyuta, yani 4 boyutlu
uzayzamanı henüz adı konmamışa
dönüştüren ilk bilimci olan) Kaluza’yı da önlemeye yeltenmekte ama kendi
başaşağı olmaktadır. Eğer o konuda zırvalamasaydı, bugün ne ‘Zincir Kuramı’
tamamlanmamış kalırdı, ne de ‘kaos-kozmos’ ikilemi var olurdu. Maksat
‘capriccio’ olsun.
Popper ve Kuhn, skolastiktirler; yani, ‘aman ustalar
yanılmasın’cıdırlar... 20. Yüzyıl’dakiler dahil, çoğu tanrıya inanırlarken,
onları beyince başkaldıran saymak gülünç kaçar.
Resmi söyleme kesin son: Bilim yetmiyor.
Yarı
Gayrıresmi Söylem : Feyereband
Feyerabend, bilimsel gelişmenin söylendiği gibi olmadığını, örneklerle
‘Yönteme Hayır’ (Ara Yayınları, 1991) kitabında göstermeye çabalar. Savı /
sloganı, ‘ne olsa gider’dir. Kastettiği; üçüncü dünyalıların, delilerin ve
kadınların bile bilim yapabileceği iken, ABD’deki azınlıkların sorunlarında
takılıp kalır (sanki ABD’de ‘çoğunluk’ diye bir kategori varmış gibi). (Bunlar,
‘Zaman Öldürmek’ (Ayrıntı Yayınları, 1997) adlı özyaşamöyküsünde açımlanır.)
Eğer; anarşizmi köksüzlüğe limitlersek, Dünya 2000’de isteyen, bilen ve
uygulayan herkes ‘dahi’ olabilir. Elimizdeki bir kaç yüz açmazı çözebilir, yeni
açmazlar tasarlayabilir, yürünecek yolu gösterebilir.
Bu da, ‘Feyerabend-öte’ demektir.
Bilimin ne olduğunu resmi söylemler açımlamaz. (Yanlış bir dilsel
tutumla, bu konuyu bilim felsefecilerine bırakırlar. Oysa, ‘dilbilim’ de bir
bilimdir.) Düşünün ki sayıların tarihi, icatlarından altı bin yıl sonra
yazılmıştır (Georges Iffrah, Tübitak Yayınları, 9 cilt).
Bilim, Evren’i (yani var olan dünyayı) olduğu gibi açıklayan bir bilgi
disiplinidir. Bilimciler, uzun süre matematiğin de bilim olup olmadığını
tartışmışlar ama şunu gözden kaçırmışlar: Matematik hem bir bilimdir, hem de
bir dildir (yani mantıktır, yani felsefedir). Matematik, mantık ile birlikte
birer ötedildir. Diğer hepsinin de (fizik, kimya, biyoloji) kullandığı
soyutlamaları yaratır. Tartışma, soyutlama düzeyindedir.
İnsan bilimleri hala tam bilim sayılmazlar. O nedenle de, ‘bilim’
dendiğinde hala daha çok temel bilimleri anlıyoruz.
Bilim, kültürde çok geç oluşmuştur. Öyle ki evrim, elementler ve Dünya
gezegeninin oluşumu, ancak son 50 yıldır açıklanabilmiştir. Bunun nedenini,
insan türünün dengesizliğine bağlamak gerek: Sayı ‘bir’i altı bin yıl önce
tanımlarken, sayı ‘sıfır’ı ancak bin yıl önce tanımlamak, bütünü kavramayı hep
engellemiştir. Bugün, hala Evren’in başlangıcı ve sonu tam açıklanmamış
durumda. İşte o nedenledir ki ‘tam bilim’in kurgulanması epeyi gecikecek.
Üçlem (: trilemma), ikilemin
(: dilemma) üç savlı durumudur. Öğeler, hem birbirine karşıtken, hem de aynı
anda birbirinden ayırtsız, eşanlamlı ve geçersiz olabilmekteler. Kategorik
açıdan bu, bütünün parçalarının kuruluşunun, burada denklemlerin ve
önermelerinin kuruluşunun sorunsalı yaratmasıdır. Yani açmaz, söylemdedir /
paradigmadadır.
Triyalektik, diyalektiğin üç
savlı (üç adet ikili karşıtlı) durumudur. Gerisi, üçlemdeki gibidir.
1. Aristo-Euclid-Newton Dikmesi:
Aynı (t)özün değişik bilgi
formlarında düşünce olarak temsil edilişine ve algılanışına en uç örnektir.
Zamansal açıdan iki bin yıllık (sırasıyla M.Ö. 400, M.Ö. 100, M.S. 1650),
mekansal açıdan beş milyon kilometre karelik (Makedonya, İskenderiye,
İngiltere) süreksiz bir yayılım gösterir. Aristo, mantığı ilk formüllendiren
kişidir. Euclid, kendisinin icadı olmayan geometrik bilgileri, Aristo'nun
ilkelerine bağlı kalarak düzenlemiştir. Newton ise, bu ikilinin düşüncelerini
tüm Evren'e uygulayan fizikçi olmuştur.
Her biri, ayrı ve birarada
tabu sayılacak denli güçlü dogmalar olagelmiş. Aristo Mantığı'na ancak
yüzyılımızda, o da ancak kırıntılar durumunda almaşıklar aranmış ve yaratılmış.
Euclid Geometrisi, ancak 19. Yüzyıl'da sorgulanmış. Matematik devi / dehası
Gauss bile, konuyla ilgili uğraşılarını yıllarca en yakın çevresinden saklamış.
Newton Fiziği, yine ancak 20. Yüzyıl'da başta sistematiklere dönüştürülebilmiş.
(Açılım, buradan üçüncü maddeye gidiyor.)
İlk üçlü, bilgi
sistematiklerinin ve altsistematiklerinin kurulabilmeleri ve kurulamamaları
konusunda en ilginç örnektir. Bir sistematiğin kurulması yüzyıllar alabilmekte,
destek birimleri kimi gecikmeli kurulmakta, kimi hiç kurulamamakta veya
kurulduğunda işlevsizleşmekte, sistematikler kurulduktan sonra dışına çıkılması
yasaklanmakta, ancak yıkıcı yöntemler paradigmaların sonunu getirmekte,
bütünlerin parçaları mekan-zaman içinde görüngüsel ardışıklık taşımamakta, bu
da Orta Çağ haritalarında Afrika ile Arap Yarımadası’nın bilgi eksikliği
nedeniyle birleşik çizilmesi gibi, epistemik çelişkilerin / tutarsızlıkların
korunmasına neden olmaktadır.
Matematik ve yazı, icat
edilmek açısından yaklaşık eşyerzamanlıdır. Aritmetik olsun, geometri olsun,
tamamen somut gereksinimler nedeniyle yaratıldılar. Sonraki 2.500 yıl boyunca
ise, somut kullanımı olmayan denklemler de yaratıldı. İronik olanı, bunların
bir bölümünün (sanal sayılar gibi) sonradan bambaşka bilgi alanlarında (kuantum
fiziği gibi) ‘olmazsa olmaz’ gereksinim durumuna yükselmeleridir.
2. Marx-Darwin-Freud Limiti:
En bilim olmayan bilgiler
yaratan bilimciler dizisidir. Marx tarihi, Darwin evrimbilimi ve insanbilimi,
Freud zihinbilimi henüz oluşmadan paradigmatik boğuma sürüklemiş. En büyük
açmaz, bunun 1850-1950 gibi, bilimin gerçekten ilk kez oluşmakta olduğu döneme
denk gelmesidir. Marx, ‘Kapital’i yazarken Braudel’in tarihsel belgelerine
sahip değildi. Darwin, genetik ve biyokimya bilmiyordu, çünkü onun döneminde bu
bilimler henüz yaratılmamışlardı. Freud, yine aynı nedenle nörokimya ve
nörobiyoloji bilmiyordu. Üçü de bilgi eksikliği ile, abartılı kestirimler
yapmaktan çekinmediler. Tuhaf olanı; bugün bir buçuk milyar kişi Marx’a, bir
milyar kişi Darwin’e, en az beş yüz milyon kişi Freud’a inanıyor. Günümüze
yakın dönemli örnek olduğu için, ‘sahte bilim’ konusuna en uygun örnek
onlarınki sayılsa gerek.
3. Planck-Einstein-Heisenberg Trilemması:
En yeni, en bilimsel,
geleceği en çok etkileyecek ve tamamlanmamış bilgisel dizi.
Birinci bab:
Planck, ‘dehalar, deha
olduğunu söylemez’, der ama böylelikle kendisinin de deha olduğunu ima eder.
Einstein, kendisinin yazdığı
denklemlerin mantıksal sonucuna katlanamaz.
Heisenberg, öyle bir
belirsizlik formülü sunar ki bilimin o momentinde agnostizm (: bilinemezcilik)
açısından bundan daha beteri yapılamazdı.
İkinci bab:
Üçü de Almanya’da yaşadı.
İkisi, 2. Dünya Savaşı'nı Almanya’da geçirdi. Einstein ise, Yahudi olduğu için
ABD'ye gitti. Orada ABD başkanına, atom bombasının yapılmasını öneren açık bir
mektup yazdı. Bu; bilimcilerin tarihte yer aldığı, en ironik ve en zihin yaralayan durumlardan birisidir.
Almanya, elinde Planck ve Heisenberg varken, atom bombasını yapamadı (bir
rivayet onlar engellediler, çünkü yapacak olanlar (Otto Hahn gibi), kendi
arkadaşlarıydı). Tümü Almanya kökenli olan bir kadro, ABD için bombayı yaptı.
Japonya, topraklarında nükleer silah kullanılan ilk ve tek ülke oldu.
Einstein, insanlık suçundan
yargılanmalı mıydı? Almanya ve/ya Japonya, bombayı yapabilir miydi ve
kullanabilir miydi? Planck ve Heisenberg, Nazi sayılmalı mıydı?
Üçüncü bab: Yıl 2000’de en az
10 ülkede nükleer silah var. Eh, herhalde Türkiye de istiyor ki İsrail ve
Çin’le koklaşıyor ve nükleer santral dileniyor.
Bir ve İki’nin diyalektiği,
zaman mekan dikmelerinde ardışıklık ilkesinin çelişirliğini gösterir. İki ve
Üç’ün diyalektiği, deha-toplum ilintisinde öznellik-nesnellik ilkelerinin
çelişirliğini gösterir. Üç ve Bir’in Diyalektiği, olmuş olabilecek ama olmamış
olanın olacak olanla çelişkisini gösterir. Hepsinin birarada sınırlı-sonlu
tümlevi, ‘bilim’ denilenin sınırlarını çizer. (O da, en son metin parçasında
açımlanmıştır.)
21. Yüzyıl’ın başında insanla uğraşan bilgi disiplinlerini, bir türlü
bilim olmaya yükseltgeyememiş durumdayız. Temel bilimciler, tarihin bilim
olmasını istemez gibidirler.
Bilimin kendisi felsefeden, özellikle de metafizikten çıktığı / oluştuğu
halde, yine akılcılığın açmazıyla bilimdeki öteler / aşkınlıklar görmezlikten
gelinir. Bugün, yeni matematik alanlarının tasarlanması hala metafizik bir
konudur. Bir: Bilimciler, açıklamaktan çekinseler de, çoğunluk tanrıya
inanırlar. İki: Dil, tam fizikleştirilememiştir / bilimleştirilmemiştir. Üç:
Bilinmeyen, hala metafiziğin bilgi alanındadır ve bu alanda öznellik,
nesnellikten ağır basar.
Fütüroloji (: gelecekbilim), adı öyle konsa da henüz bilim
sayılmamakta. Oysa, ‘Roma Klübü’nden (1970’lerden) beri gelecek bilimin bilgi
üretim alanında sayılıyor. Zaten olasılık hesabı, ta Descartes’tan
(1650’lerden) beridir, matematikte (asıl-saf bilimde) var. Öyleyse, bilimin
geleceği, olasılık dağılımları olarak yazılabilir ve bu bilimsel bir tutum
olacaktır.
‘1. Sanayileşme’nin ve 1. Dünya’nın bilimi’ ya da diğer bir deyişle ‘1.
Bilim’, kategori açısından bütüne yükseltgendiği / tamamsandığı an
başkalaşacaktır. ‘2. Bilim’ (tüm Dünya’nın ve 2. Sanayileşme’nin bilimi) zaten
1950’lerden beridirki robotlaşma ve bilgisayarlaşma ile ilk ipuçlarını
veregelmekte. O da tamamlandığında, ikisi (asıl-tam) ‘Bilim’ olacaktır ki bunun
zaman menzili 2250 ertesi gibi görünmekte.
Geleceğin tarihini yazmak; (Ursula K. Le Guin patentli bir kavram olan)
‘geleceğin arkeolojisi’ biçimi, tarihi yaşarken yazarak yapmak gibi ansal /
şimdisel, ya da geleceği tasarladıkaça imkansızlıkları ayıklamak gibi
(şizofrrence) olabilir.
Bilimin teolojisi ve teleolijisi yoktur; yani, bilim metafizik bir
söylem olmaktan kurtarılsa gerektir ve bir amacı yoktur, yalnızca bilginin bir
formudur ve yeni formlar mutlaka olacaktır (20. Yüzyıl’da da kullanılan Almanca
‘wissenschaft’ (: bilim) sözcüğü, 19. Yüzyıl’da başka anlama geliyordu). Bilim,
insan türünün yarattığı en saydam ve dolayımsız bilgi türüdür ama bu
nitelikleri doyurmak açısından artık yetersizdir.
Bilimin şu anki durumunda aşkınlıklar, bir ötebilim kategorisi
yaratabilmeye yetmemektedir. En az 50 yıl boyunca, bir duralama dönemi
sözkonusudur. 1. Dünya (buna Yahudiler de dahil) artık bilimci dahi
yetiştirememektedir. Süregiden devinim, geçmişin tarihsel / kültürel
akışkanlığıdır ya da eylemsizlik kütlesidir.
Bilimötenin sorunsalları:
Fizik: Işık hızına yakın yer değiştirme. On üzeri eksi on altı
santimetreden küçük uzayzamansal ölçeklerin simülasyonu (ki ABD Dünya’nın en
büyük hızlandırıcısını yapmayı 1998’de yarıda kesti). On üzeri eksi otuz üç ile
on üzeri eksi kırk beş saniye arasında zamanın kuantizasyonu.
Biyoloji: İnsanın genetik haritası aşağı yukarı tamamlandı ve sorunsal
olmaktan çıktı. Yaşamın yüz yıldan daha çoğa uzatılması, yanısıra yaşlılık
hastalıklarının çözülmesi. Novum, 2000’de mümkün olan ama tıbbi deontoloji
nedeniyle izin verilmeyen kafa naklidir.
Kimya: Dünya dışı koşullardaki kimyanın (örneğin hadron fazlarındaki
reaksiyonlar gibi), oralara ulaşmadan tasarlanması. Özel bir durum olarak da,
karbon kimyasının varyantlarının tasarlanması. Sonuçta, genetik biyoloji olduğu
denli, kimyadır da…
İronik bir biçimde; tarihte hep siyasetçiler bilimcileri
kullanmışlardır ama makro ölçekte bilim siyaseti kulanmıştır. Uzaycılığı ele
alalım: Görünürde yarış / çatışma, ABD – SSCB siyasal ikilemi nedeniyledir ama
aslında hem türün yokoluşu (1945 atom bombaları), hem de türün başkalaşımı
(1957 Sputnik yapay uydusu ile) demek olan evrimsel (yani milyon yıl ölçekli)
bir çatallanmayı gösterir / imler. Şimdi sırada Çin var: Ğlobal kültürel
eylemsizlik kütlesini bir 25-50 yıl da o iteler; ondan sonra belki
Çin-Hindistan ikilemi gelir, belki Çin-Japonya. Sırada, Mars’a inen ilk insan
olmak var, Güneş Sistemi’nin dışına çıkan ilk insan olmak var, Ay’da sürekli
yerleşim var.
21. ve 22. Yüzyıl için, hepsi de bilimi ilgilendiren ama hepsi de
siyasetçilerin denetiminde 4 konu var: Enerji, gıda, nüfus denetimi ve çevre
kirliliği. (Bunların açılımı başka bir yazının konusu.) Sorunu çözenler,
kesinlikle Yeşiller olmayacak.
Eğer, bir engeli tanımlayabiliyorsak, onu nasıl aşabileceğimizi de
aşağı yukarı tanımlayabiliriz demektir.
Olmayana ergi yolunu deneyelim: Batı Avrupa nasıl oldu da, son 250
yıllık bilimsel başarısını becerebildi? Kağıdı ve barutu Çinliler’den, pusulayı
ve usturlabı Araplar’dan aldı. (Eski Yunan’ın da sentez bir başarı olduğu
önesürülür ama bu biraz özdoğrulama kokuyor.) Araya ne kattı? Alaşım
azınlıklarını mı? Yoksa yalnızca tarihin gel-gitlerinden biri mi yaşandı?
20. Yüzyıl’ın başındaki bilimsel dahilerin arasında, bir çok Yahudi
vardı. Bunu nasıl açımlayacağız? Bir kere; parasal zenginleşme nedeniyle
ailenin en küçük erkek çocuğuna haylazlık / bohemlik etme şansının tanındığını
biliyoruz ki gerçekten bilimsel dahi Yahudiler’in çoğu ailenin en küçük
çocuğudur. Ardından gelen zulme (2. dünya Savaşı sürecine) ne demeli? Bilimin
demokrasilerde yeşerdiği savı, bu örnekte gülünç kalıyor. Ayrıca, insanların
kafasının mutsuzken, mutluykenkinden daha iyi çalıştığı evrimsel bir gerçek.
Bundan, yeni zulümler ve yeni Yahudiler mi tasarlamalıyız? Öyleyse yeni dahiler
/ mazlumlar kim olacak? Herhalde Çingeneler değil… Belki Çinliler…
·
Standart bir biyografiyi astandart
bir nekrografi durumuna dönüştüremez ya da gündelik faşizmin öldürücülüğünü ve
delirticiliğini çözemez.
·
Devamında: Nasıl yaşlanılacağını
veya yaşlılıkta nasıl yaşanılacağını gösteremez.
·
Devamında: Nasıl yaşanılacağını
pek gösteremez.
·
Devamında: Nasıl ölüneceğini hiç
mi hiç göstermez. (Bu, hangi disiplinin tanım alanına girer?)
·
Son: Bilimin yapamayacakları,
bilimin yapabilecekleri alanına girdiğinde, bilim bilim olmuş demektir. Bilim
tarihinin bunu yapmamışlığı, onu bırakın bilim olmaktan, tarih olmaktan bile
alıkoyar.
(Ağustos 2000)
BİLİM
ve OLANAKSIZLIK : 1
Deha Nedir, Ne Değildir?
Dahiler, zeka dağılımında
toplumun on binde birini oluştururlar. ‘I.Q.’ 125’i geçenler dahi
Soralım:
CERN’de çalışan 6.000 kişi dahi
midir?
Picasso, bir sanatçı olarak bir
dahi miydi?
Heidegger bir felsefeci olarak
bir dahi miydi?
Einstein bir bilimci olarak bir
dahi miydi?
Sözel deha nedir, şiir yazmak
mı? Görsel deha nedir, modern ressamlık mı? İşitsel deha nedir, sağırken beste
yapmak mı? Motor deha nedir, ‘Butoh’cular gibi gökdelenden düşüp ölmek mi?
Kimyasal deha var mıdır, bir koku uzmanı kimyasal dahi sayılabilir mi?
Bir sanatçı bir sanatçıyla, bir
ressamla karşılaştırılabilir. Heidegger’le Picasso, Kafka’yla Heidegger
karşılaştırılamaz. (Dekatloncu dahiler olabilir ama onlar zaten dar bir küme
olan dahiler kümesinden de çok çok dar bir küme oluştururlar.) Deha, daha çok
kuramsaldır, arabayı icat etmekle dahi olunamaz. O nedenle teknotratlar dahi
değildir.
Neden dahiler dahilerle hiç
geçinemez? Neden toplum dahileri hep cezalandırır? Neden dahiler deliliğe ve
faşizme çok yakın düşerler?
Zeka bir olanaksızlık yaratır:
Standart biyografileri astandart nekrografilere dönüştürür. Galois’nın 21
yaşında düelloda öldürülmesi, Gödel’in ‘aneroksia nevrosis’ten ölümü, Brahe’nin
yakılması, Galile’nin mahkumiyeti ve düşüncelerini geri alması... O nedenle,
dahilerin yaşamsal çuvallamalarına göz yummak durumundayız. Yoksa, Einstein’ın
uluslararası bir mahkemede insanlık suçundan yargılanması gerekirdi.
Deha, beynin hızlı çalışması ve
bellek sığasının ortalamanın çok üzerinde olabilmesidir (bununla ezberleme
yetisi kastedilmiyor). Bu ikisi çok yüksek miktardaki veriyi birbiriyle
etkileştirip işleyebilmeyi ve artı değer bilgiler üretebilmeyi mümkün kılar.
21. Yüzyıl’ın dehaları bu tür kişiler olacaktır.
(27 Haziran + 1 Temmuz 2002)
BİLİM
ve OLANAKSIZLIK : 2
Bilimin Doruklarının Mekan ve Zaman İçinde
Yolculuğu
Tarih içinde bilimin üç zirvesini
görürüz: M.Ö. 500-200 arasında Eski Yunan’da, 900-1200 arasında Ön Asya’da ve
1600’lerden 1900’lere Avrupa’da…
Çok tanrılı Eski Yunan, atomu
tanımladı. Matematiği ve mantığı başlattı.
Müslüman Ön Asya, Aristo’yu
yaşattı ve taşıdı. Cebri icat etti.
Hristiyan Avrupa, bilimi ilk
kez tam bilim yaptı. Analizi icat etti. Maddenin bilgisini üretti. Algı
sınırımızı on milyar ışık yılına yükseltgedi. Zaman sınırımızı on üzeri yüz
yıla yükseltgedi.
Rönesanslar ve engizisyonlar
birarada da olabiliyor, ayrı ayrı da… Ön Asya ve Endülüs’te biraradaydı,
Avrupa’da ayrı ayrı ki 4 rönesans ve 4 engizisyon (Aristo Mantığı’nı
mükemmelleştirenler de engizitörlerdi ve ilk üniversiteler de kiliseler
tarafından kuruldu) yaşadılar ki
sonuncusu faşizm idi. ABD, öyle görünse de, bilim doruğu bir kültür değil…
Yaptığı, yalnızca Alman dahilerini misafir etmek oldu. Hem atom bombasını, hem
de uzay füzelerini Almanlar yaptı.
21. Yüzyıl’da görüyoruz ki
artık bir gerileme var. Rusya’da uzay üssünün tavanı çöküyor, ABD’de parçacık hızlandırıcısının
yapımı erteleniyor. Çöküş, 1986’daki Çernobil nükleer reaktör kazası ve uzay
mekiği ‘Challenger’ın düşüşü ile başlamıştı ki ironiktir, eski SSCB’de
‘glasnost’ da o yıl başlamıştı.
Hepsinde ortak yönler var:
Dağınıklık bir odaklanmaya dönüşüyor. Yoğunlaşma başkalaşımlar yaratıyor. Belli
bir süre sonra ise, zirve geçilmiş olarak, en baştaki gevşekliğe doğru
çözülüyor.
‘Fahrenheit 451’de böyle bir
moment anlatılır: Tüm kitaplar, yani bilgi birikimi yok edildiği için, çok az
sayıda kişinin her biri birer kitap olmuştur. İnsanlığa bilgiyi belleklerinden
aktarırlar.
Siz hangi bilgiyi
benimserdiniz? Ben, fütürolojiyi seçtim.
(27 Haziran 2002)
BİLİM
ve OLANAKSIZLIK : 3
Bilimin Sınırları
Bu metin için iki kaynak
kullanılacak:
1. Reha Ülkü, Bilim ve Ötesi,
Düşünen Siyaset, Sayı: 16, 294 sayfa, Sayfa: 83-90.
2. John D. Barrow,
Olanaksızlık, Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2002, çeviren: Nermin Arık, 390
sayfa.
İlkin, ikinci kaynağın dış
sınırları:
Yazar, zamansal olarak on üzeri
yüz yıl gibi çok uzun erimlere ulaşırken, uzaysal olarak on üzeri on ışık
yılına kendini hapsediyor.
Omega katsayısı Evren için
geçersizdir. O nedenle, Evren’in geleceğini kestiremeyiz. Ancak onun geleceğini
etkileyebiliriz. Bunu bilimle veya başka bir bilgi disipliniyle beceririz ayrı
konu. Bugün ben nabzımı hiçbir katkı maddesi olmaksızın, yalnızca düşünerek
46’ya düşürebiliyorsam, bunu bilim henüz açıklayamaz.
Bilimin sınırları yoktur,
bilimcilerin sınırları vardır. Einstein’ın ışık hızı sınırı, Planck’ın parçanın
bütünden büyük olamıyacağı varsayımı, Heisenberg’in belirsizlik ilkesi,
Gödel’in kanıtlanamazlık kanıtlaması bunlara örnektir.
Bilimin sınırlarını koymak, bir
paradigma yaratmaktır. Newton Fiziği ve sonrasında Einstein Fiziği gibi...
Euclid Geometrisi ve Riemann + Lobaçevski Geometrisi gibi...
‘Bilim ve Ötesi’nde, bilimin
20. Yüzyıl sonu momenti ile kendine koyduğu 3 tane üçlü paradigmatik kritik
eşik tanımlanmıştı. Barrow bunları adlandırmaksızın geçiyor. Bugün için hala
metafizik alanda kalan, uygarlık tezlerini kuruyor. (Sayfa: 180-192.)
Bilim tarihi bir zirveyi daha
geçti. Şimdi duralıyor ve geriliyor. Bir sonraki zirve 2250 ertesinde
gelebilir, 500 yıl daha gelmeyebilir de…
‘Bilim 2050’de Neleri Biliyor
Olacak?’ makalesi de daha kısa erimli bir kestirim denemesi...
(27 Haziran + 1 Temmuz 2002)
BİLİM
ve OLANAKSIZLIK : 4
Kültür Ölümleri
Ölüyorsunuz, ne yaparsınız? Bir
gününüz kaldıysa çocuk yapmayı deneyin, bir yılınız kaldıysa kitap yazmayı
deneyin.
Bu bir anekdottur. Kendisine
neden yazar olduğu sorulanlar tarafından uydurulmuştur…
Bedeniniz ölürse, zihniniz de
ölür. Peki ya, kültürünüz ölürse, zihniniz de ölür mü ve/ya siz bu durumda ne
yaparsınız?
Stephan Zweig, Avusturyalı ve
Almanca yazan bir Yahudi idi. Viyana’da yaşıyordu. Naziler, 1939’da
Avusturya’ya girmeden önce, Güney Amerika’ya göç etme fırsatı bulmuştu. Orada
zamanın değişimlerine karşı dehşet duydu ve yarının kendisini içermediğini
belirten bir not bırakıp 1940’ta intihar etti ve öldü.
Sigmund Freud da aynı dönemde
Londra’ya kaçma fırsatı buldu ve orada gırtlak kanserinden 1940’ta öldü.
Hastalığının nedeni puro tutkusuydu ve dolaylı olarak intihar ettiğini kendisi
de belirtmişti.
Niyazi Berkes, cumhuriyetin ilk
yıllarında çocuklar arasında intihar oranının arttığını ve milli eğitim
bakanlığının durumun nedenlerini araştırmak üzere kendisini görevlendirdiğini
anılarında belirtir. Araştırması sonuç vermez. Oysa ki neden bellidir: Osmanlı
dönemi değerlerine göre eğitilenler cumhuriyet değerlerini öldürücü bulmuştur.
Aynı nedenle son 10 yıldır Batman’da gençkızlar intihar ediyor.
11 Eylül 2001’den beri dünya
ölüyor, çünkü geçmişin kültürü ölüyor. ‘Radikal’ gazetesinde, 6 ay boyunca
yayınlanan, konuyla ilgili çeviri metinler, tüm dünya zihinlerinin nasıl
öldüğünü sergiledi.
Delilik veya kültürün ölümü
‘zihinsel olanaksızlık’ demektir.
Tek çözüm evrimdir, tıpkı buzul
çağında mağaralara sıkışıp kalan insanların sanrılarının resim sanatını
başlatması gibi…
Olanaksızlığa karşı tepkiler:
Gerilemek, durmak, çare aramak, çözüm üretmek…
Siz hangisini yapıyorsunuz?
(27 Haziran 2002)
BİLİM
ve OLANAKSIZLIK : 5
Bilim 2050’de Neleri Biliyor Olacak?
‘Scientific American’, 3 aylık
dosyalar, Kış 1999.
İçindekiler:
Beklenmedik bir Bilim Gelmekte
2050’de Birleştirilmiş bir
Fizik Olabilir mi?
Kendi Evrenimizi ve Başka
Evrenleri Keşfetme
Yaşamın Şifresini Çözme
Doğaya Karşı Bakımın Sonu
İklim Üzerinde İnsan Etkisi
İnsan Yaşlanması
Geciktirilebilir mi?
Beyin Zihni Nasıl Yaratıyor?
Evrende Başka Yerde Yaşam Var
mı?
Robotların Yükselişi
===
Eksiklik şerhleri:
Bir: Klonlama ve kafa naklinin
mümkünlüğü, yine aynı dergide yayınlandığı halde konuya değinmemeleri yanlış.
İnsan türü aslında ölümsüzlüğü yakaladı bile...
İki: Uzaycılık önemli bir
başlık. 2027’de Mars’a gitme projesi var. Demek ki 2050’de de Ay’da sürekli bir
üs olabilir.
Var olanlara şerhler:
Bir: Beklenmedik bir bilimden
önce, beklenmedik matematikler ve mantıklar gelmeli. Matematiğin ve mantığın
periyodik tablosu, yani kavramsal çerçevesi ve atlası kurulmadı henüz...
Artı, henüz ulaşılamamış on
üzeri eksi on altı santimetrelik uzay ölçeklerinde / ölçütlerinde bambaşka bir
fizik yaratmak gerekecek. Keza on üzeri on ışık yıllık hacimlerde de...
İki: Birleşik fizik; Einstein,
Planck ve Heisenberg’in ortak inatları sonucunda, daha 1900’lerin başlarında
kurulabilecekken neredeyse 22. Yüzyıl’a ertelenmiş durumda...
Üç: İçinde var olduğumuz ve
olmadığımız evrenlerin keşfi konusu, ‘olanaksızlık’ dizisinde irdelendi.
Dört: Yaşam ya da karbon
kimyası, kuantum fiziği açısından henüz bilimselleştirilemedi.
Beş: İnsan davranışlarını
çevrenin mi, genetiğin mi belirlediği sorusu, son elli yılın moda
ikilemlerinden biriydi. Tüm yanlış sorulan sorular gibi bir yanıtı yoktu.
Altı: İnsan türünün dünya
iklimi üzerindeki etkisi hala antropomorfik açıdan, yani insana etkileri
açısından ele alınıyor. Evrimde kitlesel tür yok oluşları kezlerce gözlenmiş
bir durum. Bunu bir göktaşının veya bir canlının yapması, sonuç açısından pek
farketmez.
Yedi: İnsan yaşlanması sorunu;
azalan mesai, çoğalan boş zaman ve 20. Yüzyıl’da üretilememiş yaşam biçimleri
olanakları demek... Bu da, sözü geçen süre için bilimden çok ahlakın bilgi
alanında kalacak gibi...
Sekiz: Beden-zihin ikiliği,
Batı düşüncesinin en büyük handikaplarından biri... Zihnin de kavramsal çerçevesi ve atlası henüz
sistematikleştirilebilmiş değil... Bunu da global egemen ABD kültürü
yapamayacak.
Dokuz: Evrende başka bir yerde
yaşam olması insanı hiç mi hiç bağlamaz. Bilmemiz gereken bunun mümkün ama çok
düşük olasılıklı olduğu...
On: İnsanı mesaiye kölelikten
kurtaracak konu...
Sonuç: Bilim 2050’de bunların
ötesini bilmiyor olacak demeye getiriyorlar. Siyasal açıdan 2050’ye dek birçok
büyük kriz bekleniyor. Bunlar bilimi ilerletme ya da geriletme açısından etkili
olabilecekler, örneğin dünyanın en büyük hızlandırıcısının yapımının 1990’lı
yıllarda ABD’de durdurulması gibi... Uzay çalışmaları da aynı biçimde
ertelenebilir.
Bir de, havadan ağır
taşıtladrın uçamayacağı ya da trenin saatta otuz altı kilometreden hızlı
giderse yolcularının boğulacağı gibi, yine bilimcilerce yaratılmış gaflar var.
O nedenle, ‘şu anda yapılamazlar’ listesi geçersiz olur.
(28 Haziran 2002)
BİLİM
ve OLANAKSIZLIK : 6
Olanaksızlık ve Olanaklılık
Tartışma konusu kitap: John D.
Barrow, Olanaksızlık, Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2002, çeviren: Nermin
Arık, 390 sayfa.
Kitabın en büyük eksiği, bilim
tarihini hiç ele almaması. Kitap boyunca bazı olanaksızlıklar kanıtlanmaya
çabalanırken, insan türünün benzer olanaksızlıkları çok daha az
olanak-araçlarla olanaklılığa çevirdiği gerçeği gözardı edilmiş oluyor. Üstelik
benzeri iki örneği yazarın kendisi veriyor: Evren’de ilk kez insan eliyle
yaratılmış çok düşük (-269 C veya 4 K derece) ve çok yüksek sıcaklıklar
(milyarlarca Kelvin derece) (sayfa: 190).
Yazar tuhaf ve hoş bir ikilemde
kalıyor: 10 üzeri 100 yıl gibi muazzam zaman aralıkları için insana olanak
tanırken, 10 üzeri 10 ışık yılında onun menzilini kesiyor ki üstelik 100 milyar
tane daha, yüzer milyar yıldızlı yüz milyar gökadalı Evren olabileceğini
kendisi de biliyor.
Devamında evrimöteyi hiç mi hiç
hesaba katmıyor. İnsanın karbon atomlu veya atomlu veya canlı bir zeka olarak
kalması gerektiğine ilişkin bir kanıt yok. Bugün ahtapotla aynı merkezi sinir
sistemi yapısına sahibiz ama ahtapotla aramızda bir kaç yüz milyon yıllık evrim
farkı var. Şempanzelerle aramızda yalnızca yüzde bir genetik malzeme farkı ve
bir milyon yıllık evrim farkı var. Olağanüstü koşullar dışında Güneş
Sistemi’nin dört beş milyar yıl daha ömrü var. Bugün bakterilerle aramızdaki
fark neyse, insan sonrası türlerle insan arasındaki fark da o denli büyük
olabilecek ama ne yazık ki bir olasılık
olmayabilecek de...
Girelim kitaba:
Kitabı özgün kılan
argümantasyon, insan türünün bundan sonraki kültürel evrimini iki ayrı yoldan
sınıflandırabilmesi (sayfa: 104-117 ve sayfa: 180-193)...
Birinci yolda yazar aksıyor:
Evren’de bilinebilecek bilgiyi sayılabilir bir nicelik sayıyor. Oysa, periyodik
tablo bir niteliktir, bir kavramsal çerçevedir ve bunlar olmaksızın sonsuz veri
yığınları anlam kazanmaz. Matematik tarihine baktığımızda, önce sayılar
(aritmetik), sonra denklemler (cebir), sonra onların incelenmesi (analiz)
görürüz ama sıfırı da birden bir kaç bin yıl sonra görürüz. Bugün elimizde
Einstein Fiziği var ama mantığı eksik ve geometrisi yok. Kaluza Geometrisi var
ama mantığı yok. ‘Big Bang’ kuramının saçma olduğu ortada ama onun mantığını
başka bir mantık yoluyla değilleyemiyoruz. Bir boyutun ‘n’ boyut olmasının
geometrisi var ama mantığı ve fiziği yok. ‘Aristo Mantığı + Euclid Geometrisi +
Newton Fiziği’ yerzamansal ardışıksızlığı kültürel evrim sorununu imliyor.
Sözü şöyle bağlayayım:
Bilinenleri bilmeyen biri, bilinmeyenlerin bilinemeyeceğini bilemez, önesüremez
ve/ya kanıtlayamaz.
İkinci yol aşağı yukarı
yürümesi tamamlanmış duruma getirilmiş. Evren’i sonsuz büyüğe ve sonsuz küçüğe
doğru manipule edebilmenin ‘n’ aşaması tamamlanmış ve insan türünün nerede
olduğu gösterilmiş. Bu da, onu birinci yol ile çelişir durumda bırakıyor.
Yazar, kendi çizdiği yolu yürümekten sakınıyor.
Ölüm konusu ele alınırken, kafa
nakli ve klonlama konusuna değinilmemiş.
Zaman konusunda ise, zaman
kuantizasyonu konusuna değinilmemiş.
Bunların dışında, Einstein ve
Hawking dahil, hiç bir bilimcinin sahip olamadığı bir zihinsel derinlikle, tam
bir serbest uçuş becerilmiş. Okuyucunun, özellikle Türkiyeli olanın, beyinsel
zorlanma yaşayacağı kesin...
Sonuç: Şimdiye dek okuduğum,
insan zihninin sınırlarını gerçekten zorlayan en iyi bir kaç bilimsel /
mantıksal / epistemolojik kitaptan biriydi bu kitap...
(20 Temmuz 2002)
21. YÜZYIL
MOMENTİNDE, BİLİMSEL PARADİGMANIN SORGULANMASI
1.
Thomas Kuhn’un 1950 kültürel
momentli (‘tarihli’ denmiyor) ‘paradigma’ paradigması, yıl 2000’de kürel
ölçekte / ölçütte tanımsızdır ya da geçersizdir. Aynı biçimde, Paul
Feyerabend’in ‘anti-paradigma’ paradigması da öyledir. Oluşturdukları söylem
düzlemi (veya tanım kümesi) tasfiye edildi.
2.
Eşdeğer-eşlenik paradigmalar
değişik yerzamanlarda oluşabilir: Aristo Mantığı M.Ö. 400 Yunanistan – Euclid
Geometrisi M.Ö. 300 Mısır – Newton Fiziği M.S. 1650 İngiltere gibi… Euclid,
geometrisini Aristo’nun mantığına göre kurduğunu kendisi beyan etti. Newton
ekolü, Güneş Sistemi’nin gezegenlerinin yörüngelerini içiçe düzgün
çokyüzlülerle modellemeye çabaladı, yani
Euclid geometrisini kullandı.
3.
Paradigmalar; moda, tabu, dogma ve
külttür. Euclid Geometrisi’ni 2.000 yıl boyunca sorgulamaya bile cesaret
edemediler. Bu, paradigmanın biraz da moda olmasını gerektirir. Yapısalcılık
bir ara modaydı, keza post-modernizm de öyle… Bir de paradigmalar, Newton’un
ve/ya termodinamiğin üç yasası gibi kısa denklemler olma eğilimi taşırlar. Bu
da, ‘Fermat Kuramı’nın limit sonsuz denklemi tek bir denklemde biraraya
getirmek gibi durumlar yaratabilir.
4.
Paradigmalar, informatik-kognitif
açıdan insan türünün evrimini değişik kültürel modlarda imlerler. Kar tanesi
binyıllardır bilinse de, onun biçiminin boyut sayısının ‘2-3’ arasında olduğunu
ancak aynı biçimli Koch Adası ile 1905 civarında Koch tasarlayabilmiştir.
Ayrıca; 1858 tarihli ‘Möbiüs Şeridi’, çok basit bir işlemle, bir kağıt şeridinin
iki ucunun ters çevrilip yapıştırılmasıyla elde edilmesine karşın, yüzyıllarca
akıl edilememesi de (veya üzerinde durulmaması) bir örnektir. (Şerh: 1882
tarihli Klein Şisesi de cismen yapılabilir bir şeydir ama daha zordur.)
Tasarlayanların, ilk Euclid dışı geometriyi tasarlayan Macar Bolyai gibi
cezalandırılmış olabilecekleri ve bilginin genel kayda geçirilmediği de hesap
dahilinde...
5.
Paradigmalar, bazı boşluklar /
süreksizlikler içerebilir, ‘0’ sayısının, ‘1’ sayısından 2.500 yıl sonra
tasarlanması gibi… Alfabe de, ilk tasarlandıktan 1.000 yıl sonra kalıcı olarak
yürürlüğe girmişti. ‘i’ sayısını tasarlayan kişi, onun kullanımının
olamayacağını öne sürmüştü. Burada, insan türünün zaman içindeki öğrenme
grafiğinin bir çocuğun öğrenme grafiğine benzediğini belirtmek yanlış olmaz.
6.
Eşlenik / eşdeğer Euclid dışı
geometriler olan, artı eğrili uzay 1829’da Lobaçevski, eksi eğrili uzay 1854’te
Riemann tarafından tasarlandı.
7.
1931 tarihli Gödel kanıtlaması,
‘paradigma’ paradigmasına indirilen en büyük darbedir ve o da
cezalandırılmıştır. (Şerh: ‘Scientific American’ın 2050 tarihinde bilinecekler
hakkında yaptığı özel sayıda ele alınmayan ana sorunlar vardı ve bazı artı
değerler / novumlar orada yazılmasa da oluşabilir. Kafa nakli, bunlardan
yalnızca birisi ki ayrıca klonlamaya daha az karşı çıkılması ilginç bir
paradigmatik durum.)
8.
Dedekind kanıtlaması, ancak sonlu
ve eşit sayıda öğeden oluşan kümelerde birebir ilinti kurulabileceğini gözardı
eden paradoksal bir paradigmadır.
9.
Paradigmalar ötelemeler
içerebilir, ‘i’ sayısı (aslında sayı öğesinin ve kök alma işleminin tanımını
bozuyor) ve ‘1/x’in türevinin ‘ln (x)’ olması (f’ (x üzeri n) = - x (n-1)’in
işlememesi) gibi… Ayrıca, mantığın ve matematiğin söz dilinden evriltilmesi de,
birer paradigmatik ötelemelerdir.
10.
Demek ki paradigmatik-kültürel
evrim artılar ve eksilerle istisnalar içeriyor. Eksi örnek: Democritus’un
parçalanmayan atom tanımı, atom parçalandıktan yüzyıl sonra bile kullanılıyor
ki o Aristo’dan da önce yaşamıştı. (Şerh: Papaların Galile’yi yargılatması ve Hawking’e
‘Big Bang’ modelini yerinde bırakması için öğütte bulunması, dinin bilim
karşısında tuttuğu paradigmatik yeri açıkseçik belirliyor.)
11.
Paradigmacıların çoğu, kendi
paradigmalarının ‘n’ inci dereceden çıkarsamalarını tasarlayamadıkları gibi,
başka tassarlayanları da yadsımışlardır, Einstein’ın 4’ten çok boyutlu evreni
ve rasgeleliği yadsıdığı gibi...
12.
Paradigmasal kestirimler,
gelecekbilimsel olabilir. Örneğin, 2050 yılına dek insan türünün, ışıktan hızlı
giden makinalar yapamayacağı 2000’de kabul edilmişti ama iki milyon yıl
sürebilecek Samanyolu’nun insansal sömürgeleştirilmesi de aynı zamanda
tasarlanmıştı. Ayrıca, 11 boyutlu uzayzaman tasarımının tamamlanmasının 2250
sonrasına kalabileceği ve arada geçilmesi gerekecek paradigmatik eşikler de
tanımlanabilir, örnekse Planck sabitinin ve Heisenberg belirsizliğinin alt
edilmesi gerek.
13.
Paradigma dışı kalabilen olgular
vardır: Kafa nakli gibi ama klonlama değil…
14.
Paradigmaların oluştuğu, bozulduğu
ve sabitlendiği yerzamanlar ve kültürel koşullar olabilir ki Kuhn yalnızca
sonucusuyla ilgilenmiştir. Buhar makinesinin yapımının akıl edilmesi epeyi
yüzyıl sürdü veya su değirmenlerinin
yayılması… 2000 momentindeyse, Einstein-Hesienberg-Planck Almanya
üçlüsünün oluşturduğu bilimsel eşik erimekte… Hawking veya CERN çalışanları
onların yanında embesil kalır. Unutmayın ki dünyanın çapı, ayın uzaklığı ve
çapı 2.000 küsur yıl önce hesaplandı.
15.
Yeni ‘paradigma’ paradigması, hem
Mendelyev’in Periyodik Tablo’su, hem de Aristo-Euclid-Newton eşlemesi gibi
kavramsal çerçevesel nitelik taşır. Bu, Einstein-Planck-Heisenberg
informatik-kognitif koyut eşiğinin aşılmasına yararlı olabilir.
16.
Yeni ‘paradigma’ paradigması
geçicidir ve sabit tanımlardan çok, süreçlerden oluşur. Üzerinde tartışılan
‘paradigma’ paradigması statiktir, yani belirli varsayımlardan ve koyutlardan
belli akıl yürütmelerle yola çıkar. Dinamik ve kaotik paradigmalar da
tasarlanabilir. Bunların nasıl kategoriler olabileceğini henüz bilmiyoruz.
17.
2000’in paradigmatik veri
tabanları: Biyoloji: Klonlama, kafa nakli, yok olmuş canlı türlerinin yeniden
üretilmesi, evrimin yolunun tanımlanması, yapay organlar. Kimya: Yeni yakıtlar
üretilmesi (soğuk füzyon ile olabilir), suyun temizlenmesi ya da yeterli içme
ve kullanım suyu üretimi, çevre kirliliğinin geriye döndürülmesi, zihne ölümcül
zararsız uyuşturucular üretimi. Fizik: Büyük Birleşik Kuram, ışık hızından
hızlı yolculuk, uzaya yerleşme, on üzeri eksi on altıdan daha küçük ölçeklere
ve daha büyük enerjilere ulaşan siklotronlar. Matematik: Matematiğin
sınıflandırılması, küsurlu türev, 11 boyutun matematiği ve mantığı.
(20-27 Mart 2002)
Not: Aristo-dışı mantık modelimde, ‘+/- epsilon’daki epsilon, tümce parçacıkları ve altümceler olabileceği gibi, ‘yüzen memeli fok’ ve ‘uçmayan kuş kivi’ de olabilir.