Yazma sürecinin iç hesaplaşmaları.

 

11.08.94, 15:00.

 

Yazı Yolu : 1

 

Bir Kitap Yayınlatmak : 1

 

Bir veya ‘n’ adet kitap yazdın. Basıma hazırlar. Ne yapmalı(sın)? Ne yapabilirsin?

 

Bir (veya ‘n’) yayınevine gider, kabul edilinceye değin uğraşır veya beklersin. Basarlarsa, telif ücreti alırsın veya alamazsın. Basmazlarsa, ölmeden önce karar vermiş olman gereken durum şudur: Yazılarını yok mu edeceksin, yoksa ileride yayınlanması için birilerine mi bırakacaksın? Onlara güvenebilecek misin?

 

Bir yayınevine gitmezsin. Kendi paranla kendin bastırırsın. Bedava dağıtırsın veya parayla satmaya çabalarsın. Bedavalığın zihnine saygısızlık mı, saygı mı olduğu sorunu var. Kendin satacaksan, yayınevinin basmasının ilkede pek farkı kalmaz.

 

Okurun yoksa, ne yapacaksın? Kitabın satın alınmasının, okunmasının ve anlaşılmasının apayrı edimler olduğu besbelli. Satın alınıp da okunmamak veya anlaşılmamak durumunda ne yapabilirsin? Bu durumda yapılabilecek bir şey var mıdır?

 

·          

 

18.08.94, 11:15.

 

Yazı Yolu : 2

 

Bir Kitap Yayınlatmak : 2

 

Bir kitap yazıldı. Bitti. Basıldı. Peki, okunması?

 

Kentinde, ülkende, Dünya’da kitap hazır olduğunda, onu okuyacak, anlayacak, okumasını arzulayacağın veya zihinsel varlığında yaşamcıl bir işlev görecek tek bir insan yoksa, yalnızca bir-on arası kişi varsa veya kitabının 25 veya ‘n’ yıl sonra kültürdeki yerini / okurunu bulacağını biliyorsan / düşünüyorsan, ne yaparsın / yap(ıl)malı / yapılabilir?

 

·          

 

12.94

 

Yazı Yolu : 3

 

Malzeme : 1984-1994 Defterler-Kağıtlar

 

1984 öncesinde bulunabilen her tür kağıt

 

1984-1992 A4 dosya kağıdı

 

1993-1994 tek düz çizgili küçükboy defterler (yarım A4)

 


05.01.95, 16.00, Vakıf.

 

YAZI YOLU : 1

 

1984’teki ‘erkin anlatı’ türlemesi, bir kurmacaydı / tasarımdı. 1994’teki ‘Metafizik Deyişler’ gerçekleşmiş bir kitaptı. Yazıyla yapmak istediklerimden ötesine eriştim. Her zamanki soru: Bundan sonra ne?

 

10.000 sayfa yazıda, 1.000 sayfa sonuç (200’er sayfalık 5 kitap) ve 4.000 sayfalık müstakbel sonuç, umabileceğimden çok bir verim olur.

 

·          

 

06.01.95, 14.30, Vakıf.

 

YAZI YOLU : 2

 

‘Ölüm’, ‘Faşizm’ ve ‘Delilik’ kitaplarının üçlemi ‘Kara Kitap’ın karşıtı üçlem ‘Beyaz Kitap’ın birimleri ‘Düşünce Atlası’, ‘Uzaycılık-İkinci Sanayileşme’ ve ‘Sibernetik Kültüroloji’nin yazılabilirliği sorunu, eski yılın son günlerinin zihinsel derdiydi. Bir de tüm bunların içinde / yanında ‘Yaşarken / Yazarken’in tazelenmesiydi. Yılda 250 veya 500 parçalık bir oturmuş izlek, üç aşağı beş yukarı elde var. Sorun, artık yazmak niceliği değil de, niteliği ve dağılımı. İçkin yönelimler günce, aşkın yönelimler adı geçen üçlem kapsamındaydı. Yeni yılın ilk bir haftası ilk açılımları verdi.

 

·          

 

03.02.95, 13.00, Vakıf.

 

YAZI YOLU : 3

 

1. Düşünce Atlası + 2. İkinci Sanayileşme + 3.  Uzaycılık + 4. Sibernetik Kültüroloji’nin ötesi. Yıl 1995. Yaş 35. Yarıyol. Sinemaya, marksizme, diğer birçok konuyu okumaya ve yazmaya Ocak 1986’da dönem tatilinde İzmir’de sıfırdan başladım. Zaten eve son gidişim de oydu. Öznel ve nesnel biyografımdaki anlamlı ve/ya anlamsız karşılıklılıklar. Ötede ne var?

1.        Tanımlanabilir de, tanımlanmayabilir de.

2.        Tüm olağanüstülükler bile olsa benim yaşam menzilimin ötesinde, o nedenle prototipler.

3.        Umulmayacak bir altyapı. Kitap olabilmesi için 100 parça öngörmüştüm. Oysa, 10 parça ile kavramsal çerçeve yakalandı. O nedenle, 2’nin veya 4’ün altbölümü olabilir. 4 tamamlanacak. Ortaya çıkan, 1 ve 4’ün bambaşka örüntülere sahip olacağı. Zihinbilimdeki engram etkileşimleri ile kültürel (psikososyal ve sosyopsişik) etkileşimler, birbirinden bambaşka devimseller taşıyor. Aşkınlık-öteleme için gerçekteki ilk adım-sıçrama idi.

 

·          

 

06.02.95, 14.30, Vakıf.

 

YAZI YOLU : 4  

 

3 Başlık :

 

1. Öznel ve nesnel karşılıklılıklar:

 

Yazı birikimim 1984’e dek (1975’te hatıra ve anket defteri ile mi başladı diyeyim), yalnızca 500 sayfaydı. (Bakınız: Mayıs 1984 Yaşarken / Yazarken : Günce) Eğer 1983 yıkımı silsilesi (işkence, yargılanma, boynuzlanma, sokağa atılma, okula kaydedilmeme ve sınavlarda başarısızlık nedeniyle bir ders yılı yitirme birarada) olmasaydı, 1984 ‘Yeni Olgu’ serüveni, yani yayınlanmaya başlama olur muydu? Önceki örnek: Gün geldi, BÜKAK etkinliklerim bitti. Sonraki örnek: Bengü geldi, modern dans ve ‘Gökyüzü’ olmadı. Tersine örnek: 1986 Ocak’ında evden ve sevgiliden yumuşak kopuş. Kuşkulu örnek: 1989’da Ahu’nun yazılarımı daktilo edişinin ondaki duygusal sorunları. Funda’dan ayrılış ertesinde, 1991-1993 arasında yalnızlık travmasının paniği. 1995 dengelileşmesi ve sakinleşmesi. 1993-1994 boyunca tüm defterlerin tam sistematiğini kurmak. 1995: Resim tam, arşiv tam, artıdeğer yazı çokluğundan kitaplaştırma tıkanıklığı. 10 kez yayıncı blokajı deneyimi. Asıl sorun / dert serüven henüz başlamadı. Dosyalar uzuyor. Bitmiş proje olmaması yaratıcılığı besliyor ama sonuçsuzluk açmaz yaratıyor. (‘Yaratma Cesareti’ndeki bitmiş eserden kaçan sanatçıya gönderme.) Biraz şansa gereksinimim var. O da bende hiç yoktur.

 

2. Yazı Tarihçesi ve Ötetarihçesi:

 

1975-1983 : bebeklik : çömezlik, 500 sayfa.

 

1984-1995 : çocukluk-gençlik : çıraklık, 9.500 sayfa. (= 1/3 günce + 1/3 mektup + 1/3 deneme).

 

1995-2000 : yetişkinlik : kalfalık,         2.500 ( = 5 x 500) sayfa (bitmiş 5 kitap, yayınlanmış 10 yazı).

 

2000-2020 : orta yaş : ara dönem, 10.000 sayfa.

 

2020 sonrası: yaşlılık : ustalık, 20.000 ( = 40 x 500) sayfa.

 

Ölüm anı : dehalık, 100 kitap (x 100 sayfa) : son.

 

3. Temel sorunsal:

 

Sevgililer veya askerlik gibi dış, ruhsal travma veya yaratıcılık tükenmesi gibi iç nedenlere bağımlı olmaksızın, iki yol var: Ya çok yoğunlaşmış fışkırmalar ve sıçramalar; ya da birazcık memur tipli ortalama sabit bir tempo. Köruçuşlarım; hem acıtıcı, hem de verimsiz. Erken ölme korkum / takıntım yok. Ne yazmak istiyorsam, onu bitirmeye zamanım olacak, hatta artacak bile... Sorun, sonuca nasıl gidileceğinde. Aslında, her ikisi de bende melankoli yaratıyor. Bu kez içimden doğmuyor hüzün. Hem gidilecek yollarda ayrım yok, hem de sonuç gelince hiçbirşey değişmeyecek. Sıradan yaşamayı çok şükür ki öğrendim. Yoksa muhakkak, kendim bile farketmeden intihar ederdim.

 

·          

 

17.02.95, 01.30, Ev.

 

YAZI YOLU : 5

 

13 BAŞLIK :

 

1. Sıfır okur için yazmak. Yazdıklarına hiçbir talep olmayacağı kanısı. Türkçe’den başka bir dilde yayınlanma belirsizliği. 5 yılda tükenmeyecek 3.000’lik bir tiraj. Satın alınıp okunmama. Okunup anlaşılmama. Bir kitap referansının ençok yüzde onuna oluşmuş bir okur potansiyeli. ‘Piç-melez-alaşım-katır’ metinlerimin / altdilimin / özgün terminolojimin muhatabının olmaması. Sıfır okurun amotivasyonu. Yazmama değil, yayınlatmama takınağı. Yayıncı sorunsalı / açmazı. Daha önceki (Sanat Çevresi, Metis Defter, İkibine Doğru, Şizofrengi, Yeryüzü Düşleri, Panzehir, Göçebe, Anons) engel-deneyimler.

Tutukluk, ketlenmişlik.

 

2. Bir: Brecht’in kadınların / başkalarının yaratıcılıklarını alıntılaması. İki: Fassbinder’in ve Kafka’nın yaratma uğruna doğrudan ölüme yol almaları. İki durumun çatışması ve birliği. Kendin yaz, tükenirsin. 1.000 dehanın 5.000 başyapıtını oku, alıntıla, sentezle; onları aşarsın ama bilinen yol bittiği için, yine tükenirsin. Başka seçenek yok mu? Bir seçenek var mı? Boğuntu, karabasan...

 

3. Ölüm korkusunu yazı dindirir mi? Daha önceden işe yaramıştı ama o zaman ustaların başyapıtları güvencesi vardı. Son birkaç yıldır ustaların ıskaladığı yeni acı-açmazlar karşıma çıkmaya başladı: Gençliğim boyunca okuma yazmanın önündeydi. Anımsadığım ilk ipucu, ’89 Aralık’ta eve birlikte yerleştikten hemen sonra, kendi yazdıklarımı okuyunca paniğe kapılıp sevgilim Funda’nın koynuna sığınmamdır. Artık ölüm acısını, yazmak değil de, yaşamak ve varlığım göğüslüyor. Bayağı da iyi beceriliyor. Yine de ölüm acısının travmasına yeni ilaçlar gerekebilir.

Yaşlanmanın getireceği gevşeme ve yumuşama da bir olanak.

 

4. Narsizm-megalomani. Yazıdaki dehalık takınağımın aşağılık takınaklarımla ilintisi nedir? Yazdığım için kendimi seviyorum ve sayıyorum. Yazı-ötetarih arasında öngörüler buna kanıt. Sorun, arada gelen mutsuzluk ve umutsuzluk nöbetleri. Bu durum yayınlanmış olsaydım da, övgü alsaydım da geçerli olacaktı. Bir gün, belki ölmeden önce, muhakkak zihin yolumun yönünde ilerleyen birileriyle karşılaşacağım ama o zamana dek ne yapmalı?

 

5. Türk benzerini aramamak. Yabancı benzerlerinin varlığını, onları görmek ve onlarla iletişmek istemeksizin kabul etmek. Kültürel aşağılık takınağı değil. Oran bire yüz. Ancak, zihinsel koşutum birileri olabilirdi ve yine de olabilir.

 

6. Yazıya ne kadar zaman ayırmak ve değer vermek? Son on yılda kabaca günde bir saat ortalama olmalı. Ne yapmalıyım? Programlı ve/ya mesai tipi bir çabaya mı kaymalıyım? Peki, yazıya ne denli değer veriyorum? Yanıt boşlukta. Belki hüznümün bir nedeni bu. Gündelik yaşam yetersiz. Yazıya tam dalınca, ölüm yolcusu olunuyor. Enaz on insan, bana neden ölmediğimi merak ettiklerini söylediler. Enaz on insan, intihar edeceğimi önesürdüler. Birçok travma sırasında, (eğer öyle bir şey varsa) ölüm-yaşam arasındaki sınırı geçtim. Sonunda, dengeyi % 51-49 yaşam lehine çevirip sabitledim. Gidici olmadığımı biliyordum ama kalıcı olmadığımı da biliyorum. Ölüm bilincinde birşeyler aksamış. Belki de, kötü örnekler nedeniyle, aşırı temkinliyim. Bu da yazının dibini vurmaktan, daha doğrusu vurgun yemekten beni uzak tutuyor. Kendimi yeterince riske atıp yeterince cevher düşünce parçacıkları (NEK’ler) yakaladım. Öyle ki yaşamımı aşan bir soyut artıdeğer var elimde. Yazının niceliğini sürekli arttırıyorum ama hâlâ üst sınır görünmüyor. Yaşlılık (sürmenaj) korkum var. Öte yandan yazı beni çağırıyor.

Yanıt hala boşta.

 

7.Yazılanların ne kadarını atmalı? ’95 yılı için fire oranı sıfır. ‘88’de 1.000 sayfa imha ettim. 3.000 sayfa yayınlanabilir mektup başkalarında. ‘Deniz Kızı’nın akibeti belli. Eldeki 3.500 sayfalık YY’den, beni çok şaşırtan ve üzen bir biçimde, ‘94’teki taramada yalnızca 100 parça çıkarabildim. Yazının çıraklığı için 3.000 sayfa: Buna ne diyeceğimi bilmiyorum.

 

8. Önümdeki 15 yıl boyunca 30 cilt bitecek mi? Başka neler programa girebilir? Belirginlik ve kestirilebilirlik oranı nedir? Kötü yaşarken yazabildiysem, iyi yaşarken de yazabilmeliyim. Yurtlarda yazabildiysem, eşyalı bir evdeyken de yazabilmeliyim. 35 cilt yerine, 10 cilt bitmiş olsa ne değişir? Hangileri ilk önce bitmeli? Hangilerini yayınlatmaktan veya yazmaktan vazgeçebilirim?

 

9. Bir zaman gelecek, yine sıfırı tüketeceğim. Ne zaman, nasıl olacak ve/ya olmalı? Korkum galiba burada. Bilinmeyende yol almak, kendi bilineni de sıfırlıyor. 20 yıl boyunca oto-faşizm ile kendimi, dönersem ölceğim bazı rotalara kilitledim: Çoğunu bilinçli anımsamam bile. Bir bölümü işlevsizleşti ama hâlâ beynimdeler. Belki vektör momentlerim sıfırdadır. Varlığımı acıtan barışçı davranışlarda bulunuyorum.

 

10. Yazıya böylesi süperegosal / sublimatif bir kilitlenme; varlığıma, mizacıma, duygularıma uygun mu? Yani; 15 yıl boyunca oluşabilecek kişilik değişimleri, ne yönde etkili olacak? Yaşamım ve zihnim, ‘boş ve saydam’ kalacak mı? İnsanlarla arama kitapları koymak ne denli işleyecek? Yanıt yine boşta.

 

11. Daha pratik bir soru: Bir sekretere gereksinimim var mı? Bir erkek mi olmalı, bir kadın mı? ‘Yardım’ ne denli / nasıl gerekli? Yaşamını bana adayacak biri olarak mı?

 

12.Yazının sonul limitine zıplama:  Kuduz zekâ sorunsalı: Canlılığa ve özdekliliğe düşmanlığım. İnsana, kendine, cinse, insan’a bu denli karşı(t) / düşman mıyım? Bu bir ölüm-kalım sorunu mu? İşin felsefe-metafizik yönü ile pratik-gündelik yönünün çatışması. Yanıt değil, soru boşta.

 

13. Uğursuz soru: Yaşamak ve yazmak bu denli pahalı mı? Bu bir seçim midir? Bu bir soru mudur?

 

·          

 

02.03.95, 11.10, Firuzağa Kahvesi.

 

YAZI YOLU : 6

 

‘Yazı Yolu 4’te yaptıklarım vardı. ‘Yazı Yolu 5’te ise, ummadığım halde karşıma çıkan, yap(a)mıyacağımı düşünüp de yapa(bil-)cağımı kendileri dayatan rahatsızlıklar ortaya çıkmıştı. Zaten ipucu dürtmeler Ocak’ta başlamıştı. İki ay dolmadan dün, benim için de öte menzil olan Düşünce Atlası ve Sibernetik Kültüroloji’nin öteleri kendilerini dayattı. Buna bir yeniden okuma, ‘Yeni Düşün Adamları’ neden oldu. O kitap olmasaydı, sonuç başka yoldan da gelirdi ama zaten onu bir haftadır görüp de okumuyordum. Araya yaşam yolları girdi. Bir çeşit özgüvenin rahatlığı zihnimi kapladı. Dün yedi saat boyunca, BÜ’nün çimleri üzerinde, güneş altında yattım. Parçalarımı bütünlemenin bu denli işe yarayacağını ummazdım. Çünkü DA’nın ve Sibkül’ün ötelerini ve olmayanlarını tanımlamak, İkinci Sanayileşme’yi aşmak demektir. Bunu, 30 cildi yazdıktan, yani 50 yaşımdan sonra belki becerebilirim diye umuyordum. Adım gerçekleştirmeler yine epeyi zaman alır ama uzun sürmez.

 

İstanbulname, bağımsızca kendini yazdıran bir sistem. Diğerleri, şiir ve öykü gibi, tali (olunca iyi olan ama olmasa da olur) parçalar. Dolayısıyla, yazı çabamın belkemiğini, ‘2 MD + 3 TKA’ üzerinden, tek eser sayılabilecek bu ana yapı oluşturuyordu. DA ve Sibkül, sonul parçalar olarak tasarlanmıştı. Bence, bu değişime, ‘MD 1’in bitmeden başkalaşan aşkınlığı neden oldu. Bu, kendi yazdıklarını okuyarak hiç yazılmamış metinler yazma çifte aşkınlığına, yani ‘çifte bilinenleştirilmiş varolmayan’a ve çifte ölümsüzlüğe karşılık gelir. Bana gerekeni kendim yaratmış oluyorum, çünkü Ocak’taki ilk adım, aşkın eğilimli olmasına karşın, yolumu tıkamıştı.

 

Bakalım, bundan sonra ne?

 

·          

 

25.04.95, 12.00, BÜ.

 

YAZI YOLU : 7

 

‘Metafizik Deyişler’, 1985-1995 bilgi vektör momentlerinin / kritik eşiklerinin geçilirken ortaya çıkardığı zihin ışımalarıydı. ‘Okuma Yolu’nda, 1974-1995 arasıki yirmi yılda geçilen ‘Birinci Spektrum İki Pi’ ertesi aşılan ustaların açmazını belirtmiştim. Yeni paradigmalar dizisi gerek. Burada tarihte birkaç geçiş döneminin üstüste çakışmasının getirdiği bir bulanıklık var. Belirgin referanslara şerh, koordinat kesinliği de demektir. Oysa, bir fizikteki ‘Büyük Birleşik Kuram’ veya bir kültürdeki ‘Sibernetik Kültüroloji’ için belirgin koordinatlar henüz yok. Daha önce de yazarken tarihi yapmıştım ama o zaman deliydim ve yeniden delirmeyeceğim. Avrupa Dış Fiziği ve Asya İç Metafiziği sentezini yapan diğerlerini de becerir.

Hoşnutsuzum. Yine de, yazının karşıma açmazlı sorunsallar çıkarsaması, bana düşünme gücü veriyor.

 

·          

 

02.05.95, 12.30, Ev.

 

YAZI YOLU : 8

 

Yarıyolda ciddi bir soru:

 

Yazdıklarımı yazabiliyor olmam ve yazamıyor olmam, üstelik sonsuz raslantılar / belirsizlikler varken, tarihsel + tarihçesel olaylar / olgular / gerçekliklerle karşılıklılık yaşıyor mu? Öğrenirken varolan bilgilerle etkileşim durumunda değildim ya da yalnızca onlar zihnimi belirliyorlardı / kutupluyorlardı. Şimdi iki yönlü etkileşim varken ve parametrelerin bilginin karşılıklı bağımsızlığı kalkmışken durum belirsizleşiyor. Yazamayacaklarım olduğunu kabullendim. ‘Büyük Birleşik Alan Kuramı’nı üç yüz yıl ileriden getirseler anlarım ama asla yazamayacağım: Bu erişilmez bir menzil. Bir de tam ölüm sınırının yakınına denk gelenler var. ‘Cyberspace’ (: Siberuzay) kitabını şu an hem anlar, hem anlamaz durumundayım. Bu etki bir ‘Friendly Fascism’de (: Arkadaşça Faşizm) olmuştu, bir de ‘Inflation Theory’de (: Şişme Kuramı)... Sonra hepsini anladım. ‘Cyberspace’, ‘Sibernetik Kültüroloji’yle çakışıyor. Bir makale ebadı için ‘sibkül’ yeterince halledilmiş durumdaydı. Oysa, kavramsal çerçeve olarak aksıyordu. Biyografilerin rubik küplüğünü ve şizofreninin sanal kişilik tanımını, kitaptan tek bir bölümü (.S: 31, David Thomas, From Euclidian Space to Cyberspace) okuyarak hepsini birleştirdim. (Şu benim sentetik eğilimim.)

 

Gelelim sonuca: ‘Birleşik Evrim - Tarih Matematiği’ ilkelerini kurabilecek miyim ve bunun ‘İkinci Sanayileşme’nin henüz gerçekleşmemiş (ya da diğer bir deyişle gerek ve yeter ‘n’ kez gerçekleşmemiş ve bu ‘n’ sayı bilinmiyor iken) dolayısıyla karşılıklılığı nedir? Yani, ben tarihi ne denli etkileyeceğim (bunu hiç sormamıştım) ve bu yazıyı nasıl etkileyecek?

 

·          

 

03.05.95, 21.15, Ev.

 

YAZI YOLU : 9

 

Uzaycılık’ı ve İkinci Sanayileşme’yi altküme olarak içerirken, Sibernetik Kültüroloji ve Düşünce Atlası birbirini ne denli dışlar?

 

Yazarların tarihinde belli metinleri yazabilmenin belli metinleri yazmama durumu yarattığı epeyi görülmüştür. Diyelim Planck, ‘parça bütünden büyük olamaz’ diyerek, kuantum fiziğinin getirdiği ve bir bakıma ‘Şişme Modeli’ ile de doğrulanan, on üzeri on altı santimetreden küçük uzayın, on üzeri on altı santimetreden büyük uzayı birebir belirlemesini, yani ondan daha büyük olmasını yazmayı becerememiş oldu.

 

Sibernetik Kültüroloji’de ve Düşünce Atlası’nda, üstelik henüz yazılmadan, birbirini tamamlayan, değilleyen ve dışlayan, birbiriyle çelişen küsurat / kırınımlar var. Ama ne / hangileri? Ya da neyi / hangisini yazabileceğim ve yazamıyacağım?

 

·          

 

05.05.95, 12.30, Ev.

 

YAZI YOLU : 10

 

Her sarsıntıyı atlatana dek aynı duygu: Sinirlilik, huysuzluk, kaygı, gerginlik. Atlattıktan sonra da aynı duygu: Hayret. Sarsıntılar rasgelesel. Gelecekleri de belli olmuyor. Yazı nicelikleriyle / nitelikleriyle dış olaylar arasında ilinti kurmayı on yıldır deniyorum ama henüz bir sonuç yok. Koparan stres kesiyor, ilk kez de olsa tam rahatlık (ya da duygusu / sanısı) durduruyor.

Onbirinci yılda, ilk kez ‘Yazı Yolu’ başlığı. Kendine özgü, makul bir izlek. Ayda 2, yılda 25 parça. Aşağı yukarı zigzagları, takılmaları, sıçramaları imliyor. Zaten, kendi gidişimi anlamam buna gerekli değil, çünkü yüzücü nasıl yüzdüğünü düşünürse, kaslarına kramp girermiş. Yazma krampına çok uğradım ama nedenleri pek açıklığa kavuşmadı.

 

Refaha rağmen yazabilmeyi öğrenmeye çabalıyorum. Eskiden açlığa, hastalığa, deliliğe, soğuğa, pisliğe, evsizliğe, acı verici yalnızlığa rağmen yazdım.