Yazma
sürecinin iç hesaplaşmaları.
11.08.94,
15:00.
Yazı Yolu : 1
Bir Kitap
Yayınlatmak : 1
Bir veya ‘n’ adet
kitap yazdın. Basıma hazırlar. Ne yapmalı(sın)? Ne yapabilirsin?
Bir (veya ‘n’)
yayınevine gider, kabul edilinceye değin uğraşır veya beklersin. Basarlarsa,
telif ücreti alırsın veya alamazsın. Basmazlarsa, ölmeden önce karar vermiş
olman gereken durum şudur: Yazılarını yok mu edeceksin, yoksa ileride
yayınlanması için birilerine mi bırakacaksın? Onlara güvenebilecek misin?
Bir yayınevine
gitmezsin. Kendi paranla kendin bastırırsın. Bedava dağıtırsın veya parayla
satmaya çabalarsın. Bedavalığın zihnine saygısızlık mı, saygı mı olduğu sorunu
var. Kendin satacaksan, yayınevinin basmasının ilkede pek farkı kalmaz.
Okurun yoksa, ne
yapacaksın? Kitabın satın alınmasının, okunmasının ve anlaşılmasının apayrı
edimler olduğu besbelli. Satın alınıp da okunmamak veya anlaşılmamak durumunda
ne yapabilirsin? Bu durumda yapılabilecek bir şey var mıdır?
·
18.08.94, 11:15.
Yazı Yolu : 2
Bir Kitap
Yayınlatmak : 2
Bir kitap
yazıldı. Bitti. Basıldı. Peki, okunması?
Kentinde,
ülkende, Dünya’da kitap hazır olduğunda, onu okuyacak, anlayacak, okumasını
arzulayacağın veya zihinsel varlığında yaşamcıl bir işlev görecek tek bir insan
yoksa, yalnızca bir-on arası kişi varsa veya kitabının 25 veya ‘n’ yıl sonra
kültürdeki yerini / okurunu bulacağını biliyorsan / düşünüyorsan, ne yaparsın /
yap(ıl)malı / yapılabilir?
·
12.94
Yazı Yolu : 3
Malzeme : 1984-1994 Defterler-Kağıtlar
1984 öncesinde
bulunabilen her tür kağıt
1984-1992 A4
dosya kağıdı
1993-1994 tek düz
çizgili küçükboy defterler (yarım A4)
05.01.95,
16.00, Vakıf.
1984’teki ‘erkin
anlatı’ türlemesi, bir kurmacaydı / tasarımdı. 1994’teki ‘Metafizik Deyişler’
gerçekleşmiş bir kitaptı. Yazıyla yapmak istediklerimden ötesine eriştim. Her
zamanki soru: Bundan sonra ne?
10.000 sayfa yazıda, 1.000 sayfa
sonuç (200’er sayfalık 5 kitap) ve 4.000 sayfalık müstakbel sonuç,
umabileceğimden çok bir verim olur.
·
06.01.95,
14.30, Vakıf.
‘Ölüm’, ‘Faşizm’
ve ‘Delilik’ kitaplarının üçlemi ‘Kara Kitap’ın karşıtı üçlem ‘Beyaz Kitap’ın
birimleri ‘Düşünce Atlası’, ‘Uzaycılık-İkinci Sanayileşme’ ve ‘Sibernetik
Kültüroloji’nin yazılabilirliği sorunu, eski yılın son günlerinin zihinsel
derdiydi. Bir de tüm bunların içinde / yanında ‘Yaşarken / Yazarken’in
tazelenmesiydi. Yılda 250 veya 500 parçalık bir oturmuş izlek, üç aşağı beş
yukarı elde var. Sorun, artık yazmak niceliği değil de, niteliği ve dağılımı. İçkin
yönelimler günce, aşkın yönelimler adı geçen üçlem kapsamındaydı. Yeni yılın
ilk bir haftası ilk açılımları verdi.
·
03.02.95,
13.00, Vakıf.
1. Düşünce Atlası + 2. İkinci Sanayileşme + 3. Uzaycılık + 4. Sibernetik Kültüroloji’nin ötesi. Yıl 1995. Yaş 35. Yarıyol. Sinemaya, marksizme, diğer birçok konuyu okumaya ve yazmaya Ocak 1986’da dönem tatilinde İzmir’de sıfırdan başladım. Zaten eve son gidişim de oydu. Öznel ve nesnel biyografımdaki anlamlı ve/ya anlamsız karşılıklılıklar. Ötede ne var?
1. Tanımlanabilir de, tanımlanmayabilir de.
2. Tüm olağanüstülükler bile olsa benim yaşam menzilimin ötesinde, o nedenle prototipler.
3. Umulmayacak bir altyapı. Kitap olabilmesi için 100 parça öngörmüştüm. Oysa, 10 parça ile kavramsal çerçeve yakalandı. O nedenle, 2’nin veya 4’ün altbölümü olabilir. 4 tamamlanacak. Ortaya çıkan, 1 ve 4’ün bambaşka örüntülere sahip olacağı. Zihinbilimdeki engram etkileşimleri ile kültürel (psikososyal ve sosyopsişik) etkileşimler, birbirinden bambaşka devimseller taşıyor. Aşkınlık-öteleme için gerçekteki ilk adım-sıçrama idi.
·
06.02.95,
14.30, Vakıf.
YAZI YOLU : 4
3 Başlık :
1. Öznel ve nesnel karşılıklılıklar:
Yazı birikimim 1984’e dek (1975’te hatıra ve anket defteri ile mi başladı diyeyim), yalnızca 500 sayfaydı. (Bakınız: Mayıs 1984 Yaşarken / Yazarken : Günce) Eğer 1983 yıkımı silsilesi (işkence, yargılanma, boynuzlanma, sokağa atılma, okula kaydedilmeme ve sınavlarda başarısızlık nedeniyle bir ders yılı yitirme birarada) olmasaydı, 1984 ‘Yeni Olgu’ serüveni, yani yayınlanmaya başlama olur muydu? Önceki örnek: Gün geldi, BÜKAK etkinliklerim bitti. Sonraki örnek: Bengü geldi, modern dans ve ‘Gökyüzü’ olmadı. Tersine örnek: 1986 Ocak’ında evden ve sevgiliden yumuşak kopuş. Kuşkulu örnek: 1989’da Ahu’nun yazılarımı daktilo edişinin ondaki duygusal sorunları. Funda’dan ayrılış ertesinde, 1991-1993 arasında yalnızlık travmasının paniği. 1995 dengelileşmesi ve sakinleşmesi. 1993-1994 boyunca tüm defterlerin tam sistematiğini kurmak. 1995: Resim tam, arşiv tam, artıdeğer yazı çokluğundan kitaplaştırma tıkanıklığı. 10 kez yayıncı blokajı deneyimi. Asıl sorun / dert serüven henüz başlamadı. Dosyalar uzuyor. Bitmiş proje olmaması yaratıcılığı besliyor ama sonuçsuzluk açmaz yaratıyor. (‘Yaratma Cesareti’ndeki bitmiş eserden kaçan sanatçıya gönderme.) Biraz şansa gereksinimim var. O da bende hiç yoktur.
2. Yazı Tarihçesi ve Ötetarihçesi:
1975-1983 :
bebeklik : çömezlik, 500 sayfa.
1984-1995 :
çocukluk-gençlik : çıraklık, 9.500 sayfa. (= 1/3 günce + 1/3 mektup + 1/3
deneme).
1995-2000 :
yetişkinlik : kalfalık, 2.500 ( =
5 x 500) sayfa (bitmiş 5 kitap, yayınlanmış 10 yazı).
2000-2020 : orta
yaş : ara dönem, 10.000 sayfa.
2020 sonrası:
yaşlılık : ustalık, 20.000 ( = 40 x 500) sayfa.
Ölüm anı :
dehalık, 100 kitap (x 100 sayfa) : son.
3. Temel sorunsal:
Sevgililer veya
askerlik gibi dış, ruhsal travma veya yaratıcılık tükenmesi gibi iç nedenlere
bağımlı olmaksızın, iki yol var: Ya çok yoğunlaşmış fışkırmalar ve sıçramalar;
ya da birazcık memur tipli ortalama sabit bir tempo. Köruçuşlarım; hem acıtıcı,
hem de verimsiz. Erken ölme korkum / takıntım yok. Ne yazmak istiyorsam, onu
bitirmeye zamanım olacak, hatta artacak bile... Sorun, sonuca nasıl
gidileceğinde. Aslında, her ikisi de bende melankoli yaratıyor. Bu kez içimden
doğmuyor hüzün. Hem gidilecek yollarda ayrım yok, hem de sonuç gelince
hiçbirşey değişmeyecek. Sıradan yaşamayı çok şükür ki öğrendim. Yoksa muhakkak,
kendim bile farketmeden intihar ederdim.
·
17.02.95,
01.30, Ev.
YAZI YOLU : 5
13 BAŞLIK :
1. Sıfır okur için yazmak. Yazdıklarına hiçbir
talep olmayacağı kanısı. Türkçe’den başka bir dilde yayınlanma belirsizliği. 5
yılda tükenmeyecek 3.000’lik bir tiraj. Satın alınıp okunmama. Okunup anlaşılmama.
Bir kitap referansının ençok yüzde onuna oluşmuş bir okur potansiyeli.
‘Piç-melez-alaşım-katır’ metinlerimin / altdilimin / özgün terminolojimin
muhatabının olmaması. Sıfır okurun amotivasyonu. Yazmama değil, yayınlatmama
takınağı. Yayıncı sorunsalı / açmazı. Daha önceki (Sanat Çevresi, Metis Defter,
İkibine Doğru, Şizofrengi, Yeryüzü Düşleri, Panzehir, Göçebe, Anons)
engel-deneyimler.
Tutukluk,
ketlenmişlik.
2. Bir: Brecht’in kadınların / başkalarının
yaratıcılıklarını alıntılaması. İki: Fassbinder’in ve Kafka’nın yaratma uğruna
doğrudan ölüme yol almaları. İki durumun çatışması ve birliği. Kendin yaz,
tükenirsin. 1.000 dehanın 5.000 başyapıtını oku, alıntıla, sentezle; onları
aşarsın ama bilinen yol bittiği için, yine tükenirsin. Başka seçenek yok mu?
Bir seçenek var mı? Boğuntu, karabasan...
3. Ölüm korkusunu yazı dindirir mi? Daha önceden işe
yaramıştı ama o zaman ustaların başyapıtları güvencesi vardı. Son birkaç yıldır
ustaların ıskaladığı yeni acı-açmazlar karşıma çıkmaya başladı: Gençliğim boyunca
okuma yazmanın önündeydi. Anımsadığım ilk ipucu, ’89 Aralık’ta eve birlikte
yerleştikten hemen sonra, kendi yazdıklarımı okuyunca paniğe kapılıp sevgilim
Funda’nın koynuna sığınmamdır. Artık ölüm acısını, yazmak değil de, yaşamak ve
varlığım göğüslüyor. Bayağı da iyi beceriliyor. Yine de ölüm acısının
travmasına yeni ilaçlar gerekebilir.
Yaşlanmanın
getireceği gevşeme ve yumuşama da bir olanak.
4. Narsizm-megalomani. Yazıdaki dehalık
takınağımın aşağılık takınaklarımla ilintisi nedir? Yazdığım için kendimi
seviyorum ve sayıyorum. Yazı-ötetarih arasında öngörüler buna kanıt. Sorun,
arada gelen mutsuzluk ve umutsuzluk nöbetleri. Bu durum yayınlanmış olsaydım
da, övgü alsaydım da geçerli olacaktı. Bir gün, belki ölmeden önce, muhakkak
zihin yolumun yönünde ilerleyen birileriyle karşılaşacağım ama o zamana dek ne
yapmalı?
5. Türk benzerini aramamak. Yabancı benzerlerinin
varlığını, onları görmek ve onlarla iletişmek istemeksizin kabul etmek.
Kültürel aşağılık takınağı değil. Oran bire yüz. Ancak, zihinsel koşutum
birileri olabilirdi ve yine de olabilir.
6. Yazıya ne kadar zaman ayırmak ve değer vermek? Son on yılda
kabaca günde bir saat ortalama olmalı. Ne yapmalıyım? Programlı ve/ya mesai
tipi bir çabaya mı kaymalıyım? Peki, yazıya ne denli değer veriyorum? Yanıt
boşlukta. Belki hüznümün bir nedeni bu. Gündelik yaşam yetersiz. Yazıya tam
dalınca, ölüm yolcusu olunuyor. Enaz on insan, bana neden ölmediğimi merak
ettiklerini söylediler. Enaz on insan, intihar edeceğimi önesürdüler. Birçok
travma sırasında, (eğer öyle bir şey varsa) ölüm-yaşam arasındaki sınırı
geçtim. Sonunda, dengeyi % 51-49 yaşam lehine çevirip sabitledim. Gidici
olmadığımı biliyordum ama kalıcı olmadığımı da biliyorum. Ölüm bilincinde
birşeyler aksamış. Belki de, kötü örnekler nedeniyle, aşırı temkinliyim. Bu da
yazının dibini vurmaktan, daha doğrusu vurgun yemekten beni uzak tutuyor.
Kendimi yeterince riske atıp yeterince cevher düşünce parçacıkları (NEK’ler)
yakaladım. Öyle ki yaşamımı aşan bir soyut artıdeğer var elimde. Yazının niceliğini
sürekli arttırıyorum ama hâlâ üst sınır görünmüyor. Yaşlılık (sürmenaj) korkum
var. Öte yandan yazı beni çağırıyor.
Yanıt hala boşta.
7.Yazılanların ne kadarını atmalı? ’95 yılı için
fire oranı sıfır. ‘88’de 1.000 sayfa imha ettim. 3.000 sayfa yayınlanabilir
mektup başkalarında. ‘Deniz Kızı’nın akibeti belli. Eldeki 3.500 sayfalık
YY’den, beni çok şaşırtan ve üzen bir biçimde, ‘94’teki taramada yalnızca 100
parça çıkarabildim. Yazının çıraklığı için 3.000 sayfa: Buna ne diyeceğimi
bilmiyorum.
8. Önümdeki 15 yıl boyunca 30 cilt bitecek mi? Başka neler
programa girebilir? Belirginlik ve kestirilebilirlik oranı nedir? Kötü yaşarken
yazabildiysem, iyi yaşarken de yazabilmeliyim. Yurtlarda yazabildiysem, eşyalı
bir evdeyken de yazabilmeliyim. 35 cilt yerine, 10 cilt bitmiş olsa ne değişir?
Hangileri ilk önce bitmeli? Hangilerini yayınlatmaktan veya yazmaktan
vazgeçebilirim?
9. Bir zaman gelecek, yine sıfırı tüketeceğim. Ne zaman, nasıl
olacak ve/ya olmalı? Korkum galiba burada. Bilinmeyende yol almak, kendi
bilineni de sıfırlıyor. 20 yıl boyunca oto-faşizm ile kendimi, dönersem ölceğim
bazı rotalara kilitledim: Çoğunu bilinçli anımsamam bile. Bir bölümü
işlevsizleşti ama hâlâ beynimdeler. Belki vektör momentlerim sıfırdadır.
Varlığımı acıtan barışçı davranışlarda bulunuyorum.
10. Yazıya böylesi süperegosal / sublimatif bir
kilitlenme; varlığıma, mizacıma, duygularıma uygun mu? Yani; 15 yıl boyunca
oluşabilecek kişilik değişimleri, ne yönde etkili olacak? Yaşamım ve zihnim,
‘boş ve saydam’ kalacak mı? İnsanlarla arama kitapları koymak ne denli
işleyecek? Yanıt yine boşta.
11. Daha pratik bir soru: Bir sekretere gereksinimim
var mı? Bir erkek mi olmalı, bir kadın mı? ‘Yardım’ ne denli / nasıl gerekli?
Yaşamını bana adayacak biri olarak mı?
12.Yazının sonul limitine zıplama: Kuduz zekâ sorunsalı: Canlılığa ve özdekliliğe düşmanlığım. İnsana, kendine, cinse, insan’a bu denli karşı(t) / düşman mıyım? Bu bir ölüm-kalım sorunu mu? İşin felsefe-metafizik yönü ile pratik-gündelik yönünün çatışması. Yanıt değil, soru boşta.
13. Uğursuz soru: Yaşamak ve yazmak bu denli pahalı
mı? Bu bir seçim midir? Bu bir soru mudur?
·
02.03.95,
11.10, Firuzağa Kahvesi.
‘Yazı Yolu 4’te
yaptıklarım vardı. ‘Yazı Yolu 5’te ise, ummadığım halde karşıma çıkan,
yap(a)mıyacağımı düşünüp de yapa(bil-)cağımı kendileri dayatan rahatsızlıklar
ortaya çıkmıştı. Zaten ipucu dürtmeler Ocak’ta başlamıştı. İki ay dolmadan dün,
benim için de öte menzil olan Düşünce Atlası ve Sibernetik Kültüroloji’nin
öteleri kendilerini dayattı. Buna bir yeniden okuma, ‘Yeni Düşün Adamları’
neden oldu. O kitap olmasaydı, sonuç başka yoldan da gelirdi ama zaten onu bir
haftadır görüp de okumuyordum. Araya yaşam yolları girdi. Bir çeşit özgüvenin
rahatlığı zihnimi kapladı. Dün yedi saat boyunca, BÜ’nün çimleri üzerinde,
güneş altında yattım. Parçalarımı bütünlemenin bu denli işe yarayacağını
ummazdım. Çünkü DA’nın ve Sibkül’ün ötelerini ve olmayanlarını tanımlamak,
İkinci Sanayileşme’yi aşmak demektir. Bunu, 30 cildi yazdıktan, yani 50
yaşımdan sonra belki becerebilirim diye umuyordum. Adım gerçekleştirmeler yine
epeyi zaman alır ama uzun sürmez.
İstanbulname,
bağımsızca kendini yazdıran bir sistem. Diğerleri, şiir ve öykü gibi, tali
(olunca iyi olan ama olmasa da olur) parçalar. Dolayısıyla, yazı çabamın
belkemiğini, ‘2 MD + 3 TKA’ üzerinden, tek eser sayılabilecek bu ana yapı
oluşturuyordu. DA ve Sibkül, sonul parçalar olarak tasarlanmıştı. Bence, bu
değişime, ‘MD 1’in bitmeden başkalaşan aşkınlığı neden oldu. Bu, kendi
yazdıklarını okuyarak hiç yazılmamış metinler yazma çifte aşkınlığına, yani
‘çifte bilinenleştirilmiş varolmayan’a ve çifte ölümsüzlüğe karşılık gelir.
Bana gerekeni kendim yaratmış oluyorum, çünkü Ocak’taki ilk adım, aşkın
eğilimli olmasına karşın, yolumu tıkamıştı.
Bakalım, bundan
sonra ne?
·
25.04.95,
12.00, BÜ.
‘Metafizik
Deyişler’, 1985-1995 bilgi vektör momentlerinin / kritik eşiklerinin geçilirken
ortaya çıkardığı zihin ışımalarıydı. ‘Okuma Yolu’nda, 1974-1995 arasıki yirmi
yılda geçilen ‘Birinci Spektrum İki Pi’ ertesi aşılan ustaların açmazını
belirtmiştim. Yeni paradigmalar dizisi gerek. Burada tarihte birkaç geçiş
döneminin üstüste çakışmasının getirdiği bir bulanıklık var. Belirgin
referanslara şerh, koordinat kesinliği de demektir. Oysa, bir fizikteki ‘Büyük
Birleşik Kuram’ veya bir kültürdeki ‘Sibernetik Kültüroloji’ için belirgin
koordinatlar henüz yok. Daha önce de yazarken tarihi yapmıştım ama o zaman
deliydim ve yeniden delirmeyeceğim. Avrupa Dış Fiziği ve Asya İç Metafiziği
sentezini yapan diğerlerini de becerir.
Hoşnutsuzum. Yine
de, yazının karşıma açmazlı sorunsallar çıkarsaması, bana düşünme gücü veriyor.
·
02.05.95,
12.30, Ev.
Yarıyolda ciddi
bir soru:
Yazdıklarımı
yazabiliyor olmam ve yazamıyor olmam, üstelik sonsuz raslantılar / belirsizlikler
varken, tarihsel + tarihçesel olaylar / olgular / gerçekliklerle karşılıklılık
yaşıyor mu? Öğrenirken varolan bilgilerle etkileşim durumunda değildim ya da
yalnızca onlar zihnimi belirliyorlardı / kutupluyorlardı. Şimdi iki yönlü
etkileşim varken ve parametrelerin bilginin karşılıklı bağımsızlığı kalkmışken
durum belirsizleşiyor. Yazamayacaklarım olduğunu kabullendim. ‘Büyük Birleşik
Alan Kuramı’nı üç yüz yıl ileriden getirseler anlarım ama asla yazamayacağım:
Bu erişilmez bir menzil. Bir de tam ölüm sınırının yakınına denk gelenler var.
‘Cyberspace’ (: Siberuzay) kitabını şu an hem anlar, hem anlamaz durumundayım.
Bu etki bir ‘Friendly Fascism’de (: Arkadaşça Faşizm) olmuştu, bir de
‘Inflation Theory’de (: Şişme Kuramı)... Sonra hepsini anladım. ‘Cyberspace’,
‘Sibernetik Kültüroloji’yle çakışıyor. Bir makale ebadı için ‘sibkül’ yeterince
halledilmiş durumdaydı. Oysa, kavramsal çerçeve olarak aksıyordu.
Biyografilerin rubik küplüğünü ve şizofreninin sanal kişilik tanımını, kitaptan
tek bir bölümü (.S: 31, David Thomas, From Euclidian Space to Cyberspace)
okuyarak hepsini birleştirdim. (Şu benim sentetik eğilimim.)
Gelelim sonuca:
‘Birleşik Evrim - Tarih Matematiği’ ilkelerini kurabilecek miyim ve bunun
‘İkinci Sanayileşme’nin henüz gerçekleşmemiş (ya da diğer bir deyişle gerek ve
yeter ‘n’ kez gerçekleşmemiş ve bu ‘n’ sayı bilinmiyor iken) dolayısıyla
karşılıklılığı nedir? Yani, ben tarihi ne denli etkileyeceğim (bunu hiç
sormamıştım) ve bu yazıyı nasıl etkileyecek?
·
03.05.95,
21.15, Ev.
Uzaycılık’ı ve
İkinci Sanayileşme’yi altküme olarak içerirken, Sibernetik Kültüroloji ve
Düşünce Atlası birbirini ne denli dışlar?
Yazarların
tarihinde belli metinleri yazabilmenin belli metinleri yazmama durumu yarattığı
epeyi görülmüştür. Diyelim Planck, ‘parça bütünden büyük olamaz’ diyerek,
kuantum fiziğinin getirdiği ve bir bakıma ‘Şişme Modeli’ ile de doğrulanan, on
üzeri on altı santimetreden küçük uzayın, on üzeri on altı santimetreden büyük
uzayı birebir belirlemesini, yani ondan daha büyük olmasını yazmayı becerememiş
oldu.
Sibernetik
Kültüroloji’de ve Düşünce Atlası’nda, üstelik henüz yazılmadan, birbirini
tamamlayan, değilleyen ve dışlayan, birbiriyle çelişen küsurat / kırınımlar
var. Ama ne / hangileri? Ya da neyi / hangisini yazabileceğim ve yazamıyacağım?
·
05.05.95,
12.30, Ev.
Her sarsıntıyı
atlatana dek aynı duygu: Sinirlilik, huysuzluk, kaygı, gerginlik. Atlattıktan
sonra da aynı duygu: Hayret. Sarsıntılar rasgelesel. Gelecekleri de belli
olmuyor. Yazı nicelikleriyle / nitelikleriyle dış olaylar arasında ilinti
kurmayı on yıldır deniyorum ama henüz bir sonuç yok. Koparan stres kesiyor, ilk
kez de olsa tam rahatlık (ya da duygusu / sanısı) durduruyor.
Onbirinci yılda,
ilk kez ‘Yazı Yolu’ başlığı. Kendine özgü, makul bir izlek. Ayda 2, yılda 25
parça. Aşağı yukarı zigzagları, takılmaları, sıçramaları imliyor. Zaten, kendi
gidişimi anlamam buna gerekli değil, çünkü yüzücü nasıl yüzdüğünü düşünürse,
kaslarına kramp girermiş. Yazma krampına çok uğradım ama nedenleri pek açıklığa
kavuşmadı.
Refaha rağmen
yazabilmeyi öğrenmeye çabalıyorum. Eskiden açlığa, hastalığa, deliliğe, soğuğa,
pisliğe, evsizliğe, acı verici yalnızlığa rağmen yazdım.