O) TARIK ÜMİT OLAYI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

Tarık ÜMİT’e ait 34 ZU 378 plakalı oto 04.03.1995 günü saat 05.00 sıralarında Silivri İlçesi Kılıçlı köyü yakınlarında, Jandarma bölgesinde terkedilmiş vaziyette bulunmuş, araç sahibinin aranması ile ilgili işlemler ilgili Jandarma Karakol Komutanlığı tarafından yürütülerek tahkikat evrakı Silivri Cumhuriyet Savcılığına teslim edilmiştir.

Otonun Jandarma bölgesinde bulunması ve sahibi olduğu tespit edilen Neşet ve Naciye’den olma 1947 Düzce doğumlu Tarık ÜMİT’in de kayıp olduğunun anlaşılması üzerine İstanbul İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şubesinde görevli Astsubay Seyit Ahmet ALTINTAŞ, konu ile ilgili istihbari mahiyette araştırma yapmak üzere İstanbul İl Jandarma Alay Komutanı tarafından görevlendirilmiştir.

Konu hakkında bilgisine başvurulanlardan:

Jandarma Başçavuş Seyit Ahmet ALTINTAŞ; Mehmet EYMÜR’ün sık sık Tarık ÜMİT’in kızı Hande BİRİNCİ’yi telefonla aradığını ve buna tanık olduğunu, Tarık ÜMİT ile Mehmet EYMÜR’ün çok samimi olduklarını, Mehmet EYMÜR’ün, Hande’ye telefon ederek “babanı Abdullah ÇATLI ve arkadaşları kaçırdı, gazetelere ilan ver yoksa öldürürler” dediğini, ayrıca, İstanbul’a elemanlarını göndererek Jandarma’yı bilgilendirdiğini, Tarık ÜMİT’in cep telefonundan en son Avşar KEDEROĞLU’na ait cep telefonu ile arandığını, ancak, telefon Avşar KEDEROĞLU adına kayıtlı ise de bu telefonu polis memurları Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun kendisinden emanet alarak kullandıklarını,

Avşar KEDEROĞLU ile yaptığı mülakat sırasında, Ayhan AKÇA’nın, Avşar KEDEROĞLU’nu telefonla arayarak Yalova’dan geldiklerini söylediğini, daha sonra Ayhan AKÇA ve onun yanında gelen polis memuru Ayhan ÇARKIN ile Ataköy Polis Karakolunda görüştüğünü, karakolda iken İbrahim ŞAHİN’in Ayhan AKÇA’yı cep telefonundan aradığını, nöbetçi Emniyet Müdürünün de karakolda bulunduğunu ve kendisine polis bölgesine habersiz giremeyeceğini söylediğini, İbrahim ŞAHİN’in kendisi ile de telefonla görüştüğünü ve polis memurlarını alamayacağını ve sorgulayamayacağını söylediğini, karakoldaki görüşmede Ayhan AKÇA’nın Tarık ÜMİT’i tanıdığını ifade ettiğini,

Tarık ÜMİT olayı ile ilgili olarak Emniyetten Jandarmaya bilgi gelmediğini, halbuki, Tarık ÜMİT’in İstanbul-Kadıköy polis bölgesinde iken kaçırılmasına rağmen polisin bu olayla hiç ilgilenmediğini, sadece Jandarmanın ilgilendiğini,

Tarık ÜMİT’in oto plakasının can güvenliği nedeniyle Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın onayı ile verilen bir tahsis plakası olduğunu, olayın başlangıcında Tarık ÜMİT’in MİT ajanı olduğunu bilmediğini,

Tarık ÜMİT’in Kıbrıs’ta bir bankası olduğunu, yine Kıbrıs’ta bir başka bankada da ortaklığının bulunduğunu ve bu bankada Mehmet AĞAR’ın şoförünün kardeşi Ömür ÖZÇELİK’in % 25 hissesi olduğunu,

Tarık ÜMİT’in yakın çevresinde 4 milyon dolar paradan bahsedildiğini, kaynağı belli olmayan bu paranın uyuşturucu kaçakçılığından geldiğinin tahmin edildiğini,

Kazakistan, Pakistan ve Afganistan tarafından gelen uyuşturucunun Kazakistan-Azerbeycan-Nahcivan kanalıyla Türkiye’ye girdiğinin, Türkiye’den de Hollanda ve Almanya’ya çıktığının, birkısım paranın Kazakistan’da aklandığının ve burada 450 milyon dolar para olduğunun ve bu paranın da Kıbrıs’daki bankada aklandığının ve Tarık ÜMİT’in de bu işin içinde bulunduğunun söylendiğini,

Tarık ÜMİT Olayı ile ilgili olarak İstanbul Valisi Hayri KOZAKÇIOĞLU’na rapor ve bilgi vermediğini, hiçbir görüşmesi olmadığını,

Tarık ÜMİT’in kızı Hande BİRİNCİ; babasının kendisini 02.03.1995 günü saat 18.00-19.00 sıralarında telefonla arayarak önemli bir işi çıktığı için Adapazarı’na gelemeyeceğini bildirdiğini ve bundan sonra da babasıyla irtibat kuran bir yakınının olmadığını, ancak, aynı gün gündüz saatlerinde Hakkı Yaman NAMLI ile görüştüklerini öğrendiğini, bu kişi ile babasının Kıbrıs’ta bulunan First Merchant isimli bankanın ortak olarak sahibi olduklarını,

Babasının 03.03.1995 günü Erenköy’de bulunan Divan Pastanesine giderek Ziya ve Ayhan isimli polis memurları ile buluştuğunu, polis memurlarının “İbrahim ağabey seni evde bekliyor, gideceğiz” dediklerini öğrendiğini, İbrahim’in Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim ŞAHİN olup olmadığını bilmediğini,

Babasının yok olmasından önce daha çok Kıbrıs’ta ortağı olduğu banka ile uğraştığını, kaybolmasından hemen sonra Mehmet EYMÜR’ün telefon ederek, iki arkadaşını İstanbul’a gönderdiğini, babasının kaybolmasında Korkut EKEN’in rolü bulunduğunu ve ifadeye gittiğinde bunu belirtmesini söylediğini, Mehmet EYMÜR ve Korkut EKEN’in babasının arkadaşı olduklarını, JİTEM’den Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın olayla ilgili çalışma yaptığını, babasının iki polis memuru ve İbrahim ŞAHİN tarafından Abdullah ÇATLI’ya teslim edildiği ve bir daha görünmediği duyumlarını aldığını söylediğini, Korkut EKEN ile İstanbul Feneryolu’nda 10 dakika kadar görüştüğünü ve bu görüşmede Korkut EKEN’in kendisine babasının yurtdışında bir göreve yollandığını söylediğini,

Mehmet EYMÜR’ün gönderdiği kişilerin de kendisine, babasının Korkut EKEN’in isteği üzerine Özel Harekatçılarca kaçırıldığını ve sorgulandığını söylediklerini, konu ile ilgili olarak Mehmet AĞAR’ın da isminin geçtiğini, EYMÜR’ün kendisinin de babasının kaçırılmasında Korkut EKEN ve Mehmet AĞAR’ın ilgilerinin olduğunu ve bu isimleri Cumhuriyet Savcılığına vermesini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in, kendisine, son aylarda ortalığın epeyce karışık olduğunu, zamanı gelince bazı şeyleri anlatacağını söylediğini,

Tarık ÜMİT’in kaybolmasından önce Cihangir’deki yazıhanesine Korkut EKEN’in telefon ederek telefona cevap veren çocuğa, “ o bizi sattı biz de onu satacağız” diyerek telefonu kapattığını yazıhanedeki çocuktan işittiğini,

Kıbrıs’daki bankanın ortağı Hakkı YAMAN’ın kendisine, babasının bankada hissesi olmadığını söylediğini, ancak, elinde hisse dağılımını gösteren evrak bulunduğunu ve babasının bankaya ortak olduğunu, babasının kaybolduğu gün gündüz saatlerinde en son Hakkı YAMAN ile görüştüğünü,

Babasının son zamanlarda Emniyet tarafına ters düşmüş olabileceği şeklinde kuşkularının olduğunu, bildiği kadarıyla babasının uyuşturucu ticaretiyle alakasının bulunmadığını, Yaşar ÖZ’ün Düzce’den babasının arkadaşı olup iş ilişkilerinin bulunmadığını,

Tarık ÜMİT’in amcası Dr. Cemalettin ÜMİT; 4 Mart 1995 günü saat 01.30 sıralarında kendisine telefon edilerek yeğeni Tarık ÜMİT’in arabasının Çerkezköy civarında terkedilmiş olarak bulunduğunun söylenmesi üzerine olay mahalline gittiğini, hasarsız ve kapıları açık olarak otoyu gördüğünü, Jandarmaya haber verdiğini, yapılan araştırmada plakasının sahte çıktığını, daha sonra Kadıköy Cumhuriyet Savcılığına müracaat ettiklerini, Jandarmanın bir Başçavuşu olayı soruşturmakla görevlendirmiş olduğunu öğrendiğini,

Kendi özel araştırmasına ve tespitlerine göre; Tarık ÜMİT’in son defa Divan Pastanesinde görüldüğünü, orada yemek yediğini ve ertesi günü Düzce’ye bayram ziyaretine gideceği için 3 kutu çikolata aldığını, o sırada bayram çikolatası almaya gelen müşterek aile dostları Baha ŞEN’in Tarık ÜMİT’i görüp sohbet ederlerken Tarık ÜMİT’in tanıdığı iki kişinin yanlarına geldiğini ve dörtlü grup olarak sohbete devam ettiklerini, Baha ŞEN’in, karşısında oturan kişiyi teşhis edebilirim dediğini ve kendisini soruşturma yapan Başçavuşun da dinlediğini, Baha ŞEN’in anlatımına göre, Tarık ÜMİT ile yeni gelenlerden birinin ağızlarını kapatarak konuştuklarından birbirlerine ne söylediklerini anlayamadığını, ancak, Tarık ÜMİT’in “o niye gelmedi” diye sorduğunu, diğerinin de “o evde bekliyor” dediğini duyduğunu, Jandarmanın ve MİT’in tespitlerine göre, Tarık ÜMİT’in ertesi günü bayram sabahı Düzce’ye gitmek niyetindeyken Divan Pastanesine geldikten sonra cep telefonuyla arandığını ve bunun üzerine kararını değiştirip Adapazarı’ndaki kızına ve Düzce’deki annesine telefon ederek bayrama gelemeyeceğini bildirdiğini, Tarık ÜMİT’in cep telefonunun en son Avşar KEDEROĞLU’na ait cep telefonundan arandığını, Başçavuş Ahmet’in Avşar KEDEROĞLU’nu sorgulaması sırasında telefonunu Özel Harekatta görevli polis memuru Ziya’ya vermiş olduğunu söyledğini, Başçavuş Ahmet’in kendisine “meseleyi çözdüm, sonuna kadar geldim, rapor hazırlamam lazım, bu da 15 gün alır” dediğini, daha sonraki günlerde Ahmet Başçavuştan soruşturmanın bittiğini, konu ile ilgili iki polis memurunu Ataköy tarafında bulup sorgulamasından sonra Ankara’dan İbrahim ŞAHİN’in kendisini arayarak “benim memurlarımı sıkıştırma, çok fazla üzerlerine gitme, ne soracaksan bana sor, sonra da bırak, aslında senin onları sorgulamaya yetkin yok” dediğini, Ahmet Başçavuşun da “benim listemde senin de adın var, seni çağırıp ifadeni alacağın” diye cevap verdiğini, ancak, ertesi gün bir yerlerden geldiğini sandığı bir emirle Ahmet Başçavuşun bu işi bıraktığını,

Bu arada Tarık ÜMİT’in evinde Mehmet AĞAR’ın imzasını taşıyan bir belge bulduklarını, bu aşamada daha önceki duyumları ile bunu birleştirdiğinde Mehmet AĞAR’a ulaştığını,

Son zamanlarda Tarık ÜMİT’in huzursuz olduğunu ve bu huzursuzluğun Özel Harekat timinden kaynaklandığını, Korkut EKEN’den de tehdit telefonlarının geldiğini, Tarık ÜMİT’in Cihangir’deki bürosunda çalışan Ali vasıtasıyla Korkut EKEN’in “Tarık bize oyunlar etti, ayağını denk alsın, yakında onun hesabını göreceğiz” diye haber gönderdiğini,

Tarık ÜMİT’in Özel Harekat Birliğine lanse ettiği kod adı Cavit olan kişinin bir gün Tarık ÜMİT’e gelerek “beni bu insanlara sen lanse ettin, ancak, bunlar seni öldürmem için para ve silah verdiler, hakkında böyle düşünüyorlar, ayağını denk al” dediğini fakat bunları kimden duyduğunu hatırlayamadığını, bu duyumları alınca Korkut EKEN’i araştırdığını, Mehmet AĞAR’ın danışmanı olduğunu öğrenince Mehmet AĞAR’a bir mektup yazdığını ve görüşmek istediğini belirttiğini, Mehmet AĞAR’ın o zaman Adalet Bakanı olduğunu ve uygun bir zamanda görüşürüz diye cevap verdiğini, İçişleri Bakanı olunca da görüşmeye gittiğinde daha önce göndermiş olduğu mektubun suretini verdiğini ve birlikte okuduklarını, mektupta “Yardımcınız olan K.E’nin yönlendirmesi, İ.Ş.’nin yürütmesi, iki P.M. isimleri belli. Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU pastaneye gelerek Tarık ÜMİT’i alıp götürdüler, o günden beri yok, bu konuda bana ne yardım yapabilirsiniz” diye yazdığını, Jandarma Başçavuşundan “şaşırtma olarak Tarık’ın Yalova tarafına, arabasının Trakya tarafına götürüldüğünü” duyduğunu Mehmet AĞAR’a söylediğinde de, ayağı fırlayıp bunu nereden duydun diye sorduğunu, bunları araştırarak iki haftaya kadar bir cevap vereceğini söylediğini, ancak cevap vermediğini,

Tarık ÜMİT’in bir bankaya ortak olduğu haberi üzerine yaptıkları müracaatta, bankanın, kendisi para yatırmadığından hisselerinin iptal edildiğini bildirdiğini,

Devlete zararlı bazı insanların ve özel olarak Savaş BULDAN’ın yok edilişinde Tarık ÜMİT’in işin içinde olduğunu sandığını, çünkü Savaş BULDAN’ın cesedinin bulunduğu yeri kendisinden başka bir polisin bilebileceğini zannetmediğini, Tarık’ın son zamanlarda bazı arkadaşlarına “ben bu insanların arasındayım ama daha fazla bunlarla çalışmam mümkün değil, yedikleri halt bini geçti, ciddi olarak uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlar, bütün ikaz ve ısrarlarıma rağmen mani olamadım, notere gidip bütün bildiklerimi tespit ettireceğim ve bu insanları kamuoyuna deklere edeceğim” dediğini, bu sözlerden sonra da tehditler gelmeye başladığını, Tarık’ın çok zeki ve cesur olduğunu, kendisine çok güvendiğini, bu yüzden arkadaşları ikaz ettiğinde “kimse bana birşey yapamaz” dediğini, kaçırılışından bir hafta önce Korkut EKEN’in Özel Timden birkaç polis memuruna Tarık’ın kaldığı evi tespit etmelerini söylediğini, Tarık ÜMİT’in bu tehlikeleri sezince evine uğramadığını, evinde kıstırılamayınca pastaneden alındığını,

MİT Kontrterör Merkezi Yöneticisi MEHMET EYMÜR; Tarık ÜMİT’i, MİT Teşkilatının görev sahasına giren konularda istihbarat elemanı olarak kullandığını, ortadan kaybolması üzerine bazı araştırmalar yaptıklarını ve bu araştırmalar sırasında en son İstanbul Divan Pastanesinde bulunduğu sırada Özel Harekat polisleri tarafından alındığını ve ondan sonra da kaybolduğunu tespit ettiklerini ve bu konuda yasal araştırmalar yaptıklarını, Tarık ÜMİT’in otosu Silivri Jandarma bölgesinde bulunduğu için tahkikatı o bölgeden sorumlu Jandarma Astsubayı Ahmet ALTINTAŞ’ın yürüttüğünü, kendisi ile görüşüldüğünde, Özel Harekatçı Ayhan AKÇA’yı gözlem altına aldığını, Ankara’dan Özel Harekat Daire Başkanlığından ifadesini alamayacağı konusunda müdahale edilmesi üzerine bırakmak mecburiyetinde kaldığını söylediğini,

Tarık ÜMİT’in telefonlarını tespit ettirdiğini, tır parkında çay ocağı işleten Avşar isimli kişinin telefonu ile muhabere yapıldığının öğrenilmesi üzerine Avşar’ın sorgulandığını, kendi telefonunu Özel Harekatçı polislere kullanmak üzere verdiğini beyan ettiğini ve üzerinden de Özel Harekatta görevli iki polisin resimlerinin çıktığını, bu resimlerin Divan Pastanesinde çalışanlara teşhis için gösterildiğini, ancak, resmi kişiler olması nedeniyle tahkikatta zorlanıldığını, Haluk KIRCI’nın yine aynı olayla ilgili olarak gözaltına alınıp bırakıldığını, Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın Avşar’ın üzerinde tabanca çıktığını ve bu tabancanın balistiğe gönderilmek üzere istendiğinde çeşitli resmi yerlerden baskı geldiğini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in kaçırıldığı gün, Avşar’a ait beyaz renkte Opel Astra marka otonun Ziya isimli polis memuru tarafından alındığı, Ziya’nın, Tarık ÜMİT’in kaçırılmasından üç gün sonra Oğuz isimli polis memuru ile birlikte otoyu Avşar’a iade ettiğini, Avşar’ın, konunun içinde Abdullah ÇATLI ve arnavut Sami isimli kişilerin olduğunu zannettiğini,

12.1.1994 tarihinde Adana Şakirpaşa Havaalanında sahte pasaportla yakalanan Metin BOZBAĞ’ın ifadesi doğrultusunda İstanbul’da Yaşar ÖZ’ün evinde ele geçirilen yeşil pasaportun Tarık ÜMİT’in sadece MİT ile çalışmadığını gösterdiğini, Tarık ÜMİT’in 1987 yılında MİT ile ilişkilerinin başladığını, ondan önce Dündar KILIÇ ve Behçet CANTÜRK’ün Devlet tarafından sorgulandığı tarihlerde ve 1982 yılında Dündar KILIÇ, Şükrü BALCI ve diğer kaçakçılık konularında tanık olarak ifadeleri bulunduğunu, bu ifadeleri dolayısıyla 1985 yılında silahlı saldırıya maruz kalıp ağır yaralandığını, o tarihte bu saldırıyı Dündar KILIÇ’ın yönlendirdiğini söylediğini, 1987 yılından sonra da kendi istihbarat potansiyelinden dolayı ilgi alanlarına giren konularda Tarık ÜMİT’ten yararlandıklarını,

Tarık ÜMİT ile en son 28 Şubat 1995 günü Ankara’da görüştüklerini, Özel Harekatçı Ziya ve Semih isimli iki polisin evinde kaldıklarını, operasyonel konularda ve faaliyetlerinde yardımcı olmasını istediklerini ve bu polislerle kendi yanında telefonla konuştuğunu, onlara kendi evinde olduğunu, İbrahim ŞAHİN’in de ertesi günü İstanbul’a geleceğini ve kendisiyle görüşeceğini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in, bu görüşmelerinde, Ziya ve Semih dediği polis memurlarının kendisine Dündar KILIÇ’a yönelik bir operasyonda beraber davranmayı teklif ettiklerini söylediğini, kendisinin de, kesinlikle böyle işlere girmemesini telkin ettiğini ve bu işlerden uzak kalmasını istediğini,

Tarık ÜMİT’ten yasal çerçevedeki konularda istifade ettiklerini, ancak, bunun dışında Devletin diğer istihbarat organlarıyla da irtibatı olduğunu, özellikle uyuşturucu kaçakçılığı konusunda Emniyet birimlerine yardım ettiğini genel hatlarıyla bildiğini,

MİT’in Türkiye içinde terörle mücadele görevinin bulunmadığını, ancak, istihbari alanda böyle görevleri olduğunu ve intikal eden bilgileri ilgili mercilere ilettiklerini,

Tarık ÜMİT’in kızının, kendisi tarafından gönderilen iki MİT görevlisinin babasının Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın bilgisi dahilinde, müşaviri Korkut EKEN’in isteği üzerine Özel Harekatçılarca kaçırıldığını söyledikleri beyanını Hande’nin kendi yorumu olarak nitelemek gerektiğini,

Kendisinin Mehmet AĞAR ve İbrahim ŞAHİN ile Tarık ÜMİT’in yok olması hususunu görüştüğünü, ÇATLI’nın elinde olduğuna dair duyumlarının doğru olması halinde yardımcı olmalarını ve serbest bırakılmasının sağlanmasını, bunun mesele haline getirilmeyeceğini kendilerine ifade ettiğini, Mehmet AĞAR’ın böyle bir durumdan haberi olmadığını ve ilgileneceğini söylediğini,

Jandarma Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın, Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI’ya, bahsettiği polis memurları tarafından teslim edildiğinden emin olduğunu, muhtemelen öldürüldüğünü ve Yalova taraflarına gömülmüş olabileceğini Teşkilattan gönderdiği arkadaşlarına söylediğini, Avşar’ın, Jandarmada sorgulanması sırasında da polis memuru Ayhan’ın Yalova taraflarında olduğunu telefonla söylemesi üzerine Astsubay Ahmet’in bu yorumu yaptığını, Tarık ÜMİT’in de ortadan kaybolup hiç kimseyi aramamasının öldürüldüğü kanaatini pekiştirdiğini,

Emekli Yarbay ve MİT eski Daire Başkan Yardımcısı KORKUT EKEN; Tarık ÜMİT’i 1987 yılında Milli İstihbarat Teşkilatında çalışırken Mehmet EYMÜR vasıtasıyla tanıdığını, özellikle kaçakçılık ve narkotik konularında çok haber getiren bir eleman olduğunu, ancak kendisinin doğrudan bir görev irtibatı bulunmadığını,

Emniyet Genel Müdürlüğünde iken Tarık ÜMİT’in kendisini arayarak önemli bir kaçakçılık olayı olacağını ve bunun mutlaka önlenmesi gerektiğini bildirmesi üzerine kendisini, Genel Müdür Mehmet AĞAR ile tanıştırdığını, Genel Müdürün Kaçakçılık İstihbarat Daire Başkanı Tuncay YILMAZ’a konuyla ilgilenmesi için talimat verdiğini, sonradan çok büyük miktarda asit anhidriti bu ihbarla yakalatmış olduğunu öğrendiğini,

Mehmet EYMÜR’ün MİT’te yeniden görev aldığını, Tarık ÜMİT’le çalışmaya başladığını duyduğunu, Tarık ÜMİT’in kaçırılması ve öldürülmesi olayı ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, Mehmet EYMÜR’ün Tarık ÜMİT’in kızına, babasını kendisinin öldürttüğünü söylemiş olduğu için kızın kendisiyle konuşarak, kesinlikle konu ile ilgisi ve bilgisinin bulunmadığını, babasını 1,5 yıldır görmediğini söylediğini,

1988 yılındaki MİT Raporu yüzünden Müsteşar Yardımcısı Hiram ABBAS, Daire Başkanı Mehmet EYMÜR ve kendisinin emekliye sevkedildiklerini, bundan sonra iki yıl EYMÜR ile dışarıda çalıştıklarını, Antalya’daki buz fabikasındaki ortaklıkta aralarında anlaşmazlık çıkması ve bazı şahsi sebeplerle münakaşa ederek ayrıldıklarını ve sonra da EYMÜR ile görüşmediğini, MİT’ten ayrılıp Emniyet Genel Müdürlüğünde çalışmasının da Mehmet EYMÜR’ü kızdırmış olabileceğini,

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı HANEFİ AVCI’nın; Tarık ÜMİT olayı ile ilgili MİT’te çok bilgi bulunmasına rağmen açıklamadıklarını, bu bilgileri karşı tarafa belki Mehmet (AĞAR) beye karşı tehdit unsuru olarak kullanmak istediklerini, olayla ilgili çok farklı bilgileri olması gerektiğini, Jandarmanın yaptığı tahkikatta da geri planda kendilerinin bilgi aktardıklarını, her şeyi orta yere dökmediklerini, Hakkı YAMAN ile Tarık ÜMİT’in Kıbrıs’taki banka olayının sırrını tam çözememekle beraber Mehmet EYMÜR’ün de o bankaya değişik bir isimle birtakım özel işlerde de kullanmak üzere ortak olduğu yolunda duyumlarının bulunduğunu, Hakkı YAMAN’ın bu olaylarla ilgili bilgisinin olduğunu zannettiğini, Mehmet EYMÜR’ün, Hakkı YAMAN’ın kendisine yanaşması için birtakım manevralar yaptığını bildiğini,

Orta yerde Emniyet-MİT çelişkisi yahut iki istihbarat teşkilatı birbiriyle çelişiyor, dövüşüyor gibi iddiaların bulunduğunu, aslında olayın özünün böyle olmadığını, olayın özünde Mehmet AĞAR’la Mehmet EYMÜR’ün çelişkisinin var olduğunu, bunun başka zeminlerde de oluştuğunu, MİT içinde Mehmet EYMÜR ve beraberindeki bir grubun cezaevinde yatmış çıkmış ülkücülerle beraber hareket etmeyi kendilerine bir görev biçimi bildiklerini, hep onlarla birlikte hareket ettiklerini, Mehmet AĞAR’ın kendisi ya da kendisine bağlı İbrahim ŞAHİN ve Korkut EKEN’in adamları ile bunlar arasında bir soğukluk, bir çatışma var olduğunu, halbuki, MİT’in kendi klasik istihbarat görevi yapan unsurlarıyla Emniyetin klasik istihbarat yapan unsurları arasında hiçbir sorun bulunmadığını, tatlı bir rekabet olsa bile ciddi bir çelişki olmadığını, fakat bunlar arasındaki çelişkinin çok büyüdüğünü ve artık kendilerine bağlı olan alttaki mafyacı unsurların bile kavgaya başladıklarını, mesela, Sedat PEKER veya Drej Ali’nin bir gruptan olmasına karşılık Hadi ÖZCAN’la Yeşil mafyasının diğer gruptan olduklarını ve bunların birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını, MİT-Emniyet çelişkisi diye gösterilmesine rağmen işin aslının bu kişilerin kendi çelişkisi olduğunu ve MİT ile Emniyetteki yüzde 90-98 gibi büyük çoğunluğun hiç alakasının bulunmadığını,

İstihbarat teşkilatları arasında çokbaşlılık var denilerek özellikle Emniyet İstihbarat Teşkilatının üzerine gelindiğini, Türkiye’de klasik manada istihbarat yapan ve dünyadaki bütün istihbarat teşkilatlarının uyguladığı klasik yöntemlerle çalışan, yurtiçi ve yurtdışında faaliyet gösteren MİT ile yurtiçinde faaliyet gösteren Emniyet istihbaratının bulunduğunu, bunların dışındaki adı istihbarat olan kuruluşların böyle bir faaliyetlerinin olmadığını,

Emniyet Eski Genel Müdürü Sayın MEHMET AĞAR; Devletin bilgi elemanı kullandığını, eylem elemanı kullanmadığını, istihbarat kurumlarının da herkesten istifade edip herkesi değerlendirebileceklerini, kendilerinin bunu tek tek kontrol edemeyeceklerini,

İstihbarat birimleri arasında her zaman tatlı bir rekabet bulunduğunu ve bunun, işin daha iyi gitmesi bakımından doğal olduğunu ve bir sıkıntı yaratmayacağını, ama, çekişme ve kavganın ciddi bir devlette olamayacağını, kendisinin sorumlu olduğu her dönemde bu tür hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadıklarını,

Korkut EKEN’in Türk Ordusunun yetiştirdiği efsanevi subaylardan birisi olduğunu, ilk Güneydoğu harekatlarında Özel Harekat Timlerini askerde ve poliste kuran kişi olduğunu, eğitim faaliyetlerinde ve askeri birliklerle olan koordinasyonun güçlenmesinde, değerlendirmede, PKK’ya karşı taktik oluşturmada, Güneydoğudaki görevlilerin motivasyonunda kendisinden çok istifade ettiklerini,

Tarık ÜMİT olayında, kendisini Mehmet EYMÜR veya onun adına kimin aradığını hatırlamadığını, arayan kişinin “böyle bir kaybolma olayı var, bu konuyla ilgilenir misiniz” dediğini, “elbette ilgileniriz. Daha fazlasıyla da ilgileniriz” diye cevap verdiğini, ilgili personeli de konu ile ilgilenmeleri için talimatlandırdığını, konu hakkında bir daha aranmadığını, kendisinin de Mehmet EYMÜR’ü aramadığını, olay hakkında da herhangi bir sonuç elde edilemediğine dair bilgilendirildiğini, daha sonra da bilgi gelmediğini,

Mehmet EYMÜR’ün “Tarık ÜMİT, Abdullah ÇATLI’nın elinde imiş, ben size teminat veriyorum, bir daha Abdullah ÇATLI’nın alanına sokmayacağız, girmeyecek, bunu, bunun elinden kurtarın” dediği ve kendisinin de “olmaz öyle şey, ben İbrahim’le görüşür, hallederim” şeklinde cevap verdiği bir konuşmanın cereyan etmediğini, sadece, kaybolduğu ve ilgilenilmesi şeklinde bir rica olduğunu, bu konu ile ilgili olarak İbrahim ŞAHİN’le de görüşmediğini,

Tarık ÜMİT’in, kendileri ile ilintileri ve uyuşturucu madde kaçakçılığı konusunda yardımları olduğunu, MİT ile de çalıştığını bildiğini,

Özel Harekat Daire Başkanvekili İBRAHİM ŞAHİN; Tarık ÜMİT ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışırken tanışıp dost olduklarını, kendisini iki defa ziyarete geldiğini, Tarık ÜMİT’in kaybolduğu 2.3.1995 tarihinde polis memuru Ayhan AKÇA ve Mehmet AĞAR ile birlikte Diyarbakır’da olduklarını, öldürülüp öldürülmediğini bilmediğini, ancak, Tarık ÜMİT’in uyuşturucu kaçakçılarını yakalattığını, ajanlık yaptığını ve bunun için de tanışmış oldukları 1991-1992 yıllarından beri ölüm kuşkusu içinde olduğunu bildiğini,

Tarık ÜMİT olayının soruşturmasını yapan Jandarma Astsubayı ile telefonla görüştüğünü ve Özel Harekatçı Ayhan AKÇA’nın alınmasının yanlış olduğunu ve bırakılmasını, resmi olarak istenildiği takdirde Ayhan AKÇA’yı verebileceklerini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in kaçırılması olayı ile ilgili olarak Mehmet EYMÜR’ün kendisini telefonla aramadığını, kendisinin Mehmet EYMÜR’ün makamına gidip görüştüğünü, Mehmet AĞAR’ın bu konuda kendisine birşey söylemediğini, EYMÜR’ün kendisine olay ile ilgili olarak, Tarık ÜMİT’i, Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun götürdüğünü ve Abdullah ÇATLI’nın elinde olduğunu söylediğini, kendisinin de Ayhan AKÇA’nın o gece yanında olduğunu ve Genel Müdür ile birlikte Diyarbakır’da bulunduklarını, Diyarbakır’da olan bir insanın İstanbul’da Divan Pastanesinden Tarık ÜMİT’i kaçırmasının mantık dışı olduğu cevabını verdiğini, Mehmet EYMÜR’ün devamla “Tarık ÜMİT’i Abdullah ÇATLI bıraksın ya da bıraktırın, ben teminat veriyorum, bir daha Tarık ÜMİT Abdullah ÇATLI’nın işlerine karışmayacak yahut o alana girmeyecek” dediğini, kendisinin de Tarık ÜMİT’in nerede olduğunu bilmediğini söylediğni,

Özel Harekat daire Başkanlığının herhangi bir kişiyi alıp sorgulama yapma yetkisinin bulunmadığını,

Abdullah ÇATLI’yı Mehmet bey olarak tanıdığını, soyadını bile kazadan sonra öğrendiğini, 1995 yılında Sedat BUCAK’ın yazıhanesinde gördüğünü, işadamı ve tekstilci olduğunu söylediğini, 1996 yılında bir iki defa da İstanbul’da görüştüğünü,

Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık, İstihbarat ve Harekat Dairesi eski Başkanı TUNCAY YILMAZ; Tarık ÜMİT’i ilk defa zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın makamında görüp tanıştığını ve irtibatının devam ettiğini, çok önemli miktarlarda eroin imalatında kullanılan asit anhidrit maddesi yakalamalarını sağladığını,

Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ve arkadaşları tarafından öldürüldüğüne dair bilgisi bulunmadığını, ancak, öldürüldüğüne inanmadığını, Tarık ÜMİT’in asıl hedefinin Dursun KARATAŞ olduğunu kendisine söylediğini, Mehmet EYMÜR ve Atilla AYTEK ile çalıştığını söylediği için MİT ajanı olduğu intibaının oluştuğunu, 1984 operasyonunda Dündar KILIÇ’ı Tarık ÜMİT’in ihbar edip sorguladığını,

Trabzon Sürmene’li olup İstanbul’da ikamet eden DÜNDAR KILIÇ; Tarık ÜMİT’in kendisinin yanında 12 Eylül 1980 öncesi katiplik yaptığını ve Kurtuluş’taki beyaz eşya satan dükkanında da müdürlük yaparken iki öğretim görevlisini Dündar KILIÇ ismiyle tehdit ettiğini, bunu tespit edip nasıl yaptığını sorduğunu, onun da bu konuyu Mehmet EYMÜR ve o zamanki Kaçakçılık Daire Başkanı Atilla AYTEK’e anlattığını ve ondan sonra da bunların kendisi aleyhinde faaliyet göstermeye, iftiralara başladıklarını,

Kardeşi İbrahim’in Tarık ÜMİT ile bir para isteme meselesi yüzünden kavga ettiğini,

Tarık ÜMİT’i suç ortaklarının öldürdüğü kanısında olduğunu, topladığı paraları suç ortaklarına götürmediğini duyduğunu,

Beyan etmişlerdir.

İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 1997/261 No.lu İddianamesinde de,

Hakkı Yaman NAMLI isimli tanığın ifadesinde; Tarık ÜMİT’in önceki tarihlerde Korkut EKEN ile çok samimi ilişkiler içerisinde olduğu, hatta, maddi sıkıntılar çekerek satın aldığı Ford marka zırhlı otomobilini Korkut EKEN’e hediye ettiği, ancak, sonraki tarihlerde Korkut EKEN’le aralarının açıldığı ve 1994 yılının Haziran ayında Tarık ÜMİT’in yazıhanesini telefonla arayan Korkut EKEN’in orada çalışan ve o esnada telefona bakan Ali isimli işçisi vasıtası ile Tarık ÜMİT’in tehdit edildiğini,

Ayrıca, Tarık ÜMİT’in yazıhanesinde İbrahim ŞAHİN, Nurettin GÜVEN gibi kişileri de gördüğünü ve Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ile de sık sık görüşüp buluştuğunu,

Tarık ÜMİT’in, Yaşar ÖZ isimli kişi ile çok yoğun ticari ilişkilerde bulunduğunu, ancak, yaptıkları işlerin legal işler olmadığını, Tarık ÜMİT ile Yaşar ÖZ arasında devamlı surette bir alacak-borç münasebeti bulunduğunu ve bu ilişkiler sırasında Yaşar ÖZ’e yeşil pasaport ve silah taşıma belgelerinin temininde Tarık ÜMİT’in aracı olduğunu, bir süre sonra Yaşar ÖZ’ün, Tarık ÜMİT’in yanından ayrılarak Abdullah ÇATLI ve ekibi ile birlikte çalışmaya başladığını, bunun üzerine Tarık ÜMİT’in, gerek kendisine gerekse yakın çevresine konuşmalarında, benim adamım Yaşar ÖZ’ü koltuklarının altına aldılar diyerek Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN aleyhinde sözler söyleyip küfür ettiğini ve onların ipliğini pazara çıkaracağım dediğini,

Bu olaylardan 6-8 ay sonra Tarık ÜMİT kaybolunca, kendisinin, Tarık ÜMİT’in kızına, Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN’den şüphelenmelerini söylediğini, bu sözlerini duyan Abdullah ÇATLI ve arkadaşlarının 1995 yılı Mayıs-Haziran aylarında yazıhanesine silahlı ve telsizli adamlarla gelip Tarık ÜMİT olayını kastederek “Bu işlere kafanı yorma, intikamını sen almayacaksın, bizim hakkımızda konuşuyormuşsun... Biz çok güçlüyüz” diyerek kendisini uyardıklarını,

Sanık Polis Memuru Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun ifadesinde;

03.03.1995 tarihinde İstanbul’a geldiğinde Avşar KEDEROĞLU’na ait telefonla Tarık ÜMİT’i aradığını ve aynı gün saat 18.00’de Erenköy Bağdat Caddesi’ndeki Divan Pastanesinde buluşmayı kararlaştırdıklarını ve aynı gün saat 19.00-20.00 sıralarında da bu pastanede Tarık ÜMİT ile buluştuğunu, orada Tarık ÜMİT’le yaklaşık yarım saat oturup sadece hal hatır sorduklarını ve pastane önünde vedalaşarak ayrıldıklarını,

Belirttikleri hususları yer almaktadır.

Abhazya kökenli bir aileden olan Tarık ÜMİT 1947 Düzce doğumludur. 1965 yılında amcası Dr. Cemalettin ÜMİT’in yanına Almanya’ya gitmiş, orada işçilik, şoförlük, pazarlamacılık gibi işlerde çalışmış, bir Alman hanımla evlenmiş, Hande ve Katya isimli iki kız çocuğu sahibi olmuştur. 1968 yılında Türkiye’ye geri dönmüş, bir süre Dündar KILIÇ’ın yanında çalışmış, Dündar KILIÇ’la ortak olarak İNMAR isimli şirketi, Pendik-Kurtköy’de bir boya fabrikasını kurmuşlar, ancak 1983 yılında Gönen’de Dündar KILIÇ’ın tutuklanması üzerine Polisin İstanbul’daki şirketine baskın yapması sebebiyle ortaklıktan ayrılmıştır. 1968-1973 yılları arasında kerevit ihracatı işiyle uğraşmıştır. Türkiye’de ilk defa kerevit işini başlatmış ve bu işten büyük paralar kazanmıştır. 1973 yılında bir yaralama suçu işlemiş ve mahkum olunca yurt dışına kaçmış, 1974 affından istifadeyle tekrar dönmüştür. Çeşitli alanlarda faaliyet gösteren Ümsan, Ümtaş, Gentaş ve STC adlı dört şirketin sahibi ve Kıbrıs’ta bulunan First Merchant Bank’ın iki büyük ortağından biri olmuştur. Bir dönemde de İstanbul İlinde en yüksek vergi verenler listesinde 20 nci sırada yer almıştır.

Ülkücü görüşü savunduğu bilinen Tarık ÜMİT, İstanbul eski Emniyet Müdürü Şükrü BALCI’nın rüşvet alma suçuyla yargılandığı davada ve Dündar KILIÇ hakkında yürütülen soruşturmada tanıklık yapmıştır.

11.06.1976 tarihinde Almanya’da Dortmund Eyalet Mahkemesi tarafından uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan iki yıl hapis cezası ile tecziye edilmiştir.

05.01.1985 tarihinde müstecirliğini yaptığı İstanbul Kadıköy Bağdat Caddesi 123/1 adresinde faaliyet gösteren SÖRF KULÜP DERNEĞİ’nde kumar oynatmak suçundan dolayı yapılan adli işlem sonucu Tarık ÜMİT’in bir ay hapis cezası ile tecziyesine ve derneğin de süresiz kapatılmasına karar verilmiştir.

1988 yılında İstanbul Nişantaşı’nda bir kumarhanenin ortağı olmuş ve müdürlüğünü yapmıştır.

Maçka Kadınlar Derneği’nin % 80 gelirinin Dündar Kılıç, Fahrettin Arslan ve Hüseyin Cevahiroğlu tarafından paylaşıldığından derneğe sahip çıkarak bunların kar hisselerini % 50’ye indirmiştir.

1986 yılında Almanya Düsseldorf şehrinde bir adet sahte yüzlük ABD doları bozdurmaya çalışmıştır,

- İtalya’nın Trieste şehrinde uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptıklarından şüphe edilerek gözaltına alınan şahıslarla ilgili olarak 30.07.1981 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde ifadesi alınarak serbest bırakılmıştır.

Dündar Kılıç’a işine son verdirttiği işçisi Zekeriya Ülkücü tarafından 28.12.1985 tarihinde İstanbul’da silahla ağır şekilde yaralanmıştır,

- 07.01.1987 tarihli Hürriyet Gazetesinde Kemal GÜNERGÜL isimli şahsı 70 milyar lira dolandırdığı haberi yer almıştır.

15.9.1994 tarihinde Amerika’da kara para aklamadan takibata uğrayan Solman KOHEN üzerinde Kıbrıs’ta ortak olduğu bankanın telefonu çıkmıştır.

- 1992 yılı Eylül ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğünün DEV-SOL örgütüne yönelik yaptığı operasyonda ele geçen dökümanlar arasında Tarık ÜMİT’e ait ev ve işyeri telefon numaraları ile araç plakalarının deşifre edilmiş olduğu kendisine tebliğ edildiğinden can güvenliğinin sağlanması amacıyla, mevcut olan üç aracına plaka verilmesini 20 Ekim 1992 tarihli dilekçesi ile talep etmiş, 14.12.1993 tarihinde de Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR imzası ile 34 ZU 478 sayılı plaka tahsis edilmiştir.

Alman asıllı eşi kanserden vefat edince bir süre Nur İNUGUR isimli hanımla yaşamış, daha sonra da ayrılmışlardır.

Tarık ÜMİT’in, çok yönlü faaliyet gösteren, cesur, atak, karışık ve karanlık bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. MİT ile çalışan bir istihbarat elemanı olmasına rağmen, bu ahlaka aykırı olarak bu kuruluştan veya bağlı bulunduğu görevlilerden izin almaksızın başka kuruluşlarla da temas edip çalışabilmektedir. Beyanlardan ve ifadelerden, yaşantısındaki akıştan, karışmış olduğu olaylardan da anlaşılacağı gibi açıkça yeraltı dünyasının içinde de büyük ölçüde faaliyet gösterdiği görülmektedir. İrtibat içinde bulunduğu siviller ve Devlet görevlileri de genelde hep şaibeli kişilerdir, birtakım suç odakları olduğu görülen kişilerdir ki bunlardan biri Tarık ÜMİT’e, birbirlerine olan husumetlerini de düşünerek, Dündar KILIÇ’a yönelik müşterek bir operasyon yapmayı teklif etmişlerdir. İki polis memuru tarafından bir bahane ile alınıp Abdullah ÇATLI’ya teslim edildiği iddiası da oldukça vahimdir, düşündürücüdür.

Ortağı olduğu banka vasıtasıyla veya başka şekillerde kara para aklama işlerine, uyuşturucu kaçakçılığına, haraç almaya, kumarhane işletmeye oldukça müsait bir yapıdadır. Bu tür işlerden dolayı borç-alacak ilişkileri yüzünden yok edilmek istenebileceği gibi, çok yakın arkadaşı olan, hatta yeşil pasaport ve silah taşıma belgeleri alabilmesine aracı olduğu Yaşar ÖZ’ün Abdullah ÇATLI safına geçmesine gösterdiği tepki kaçırılmasına sebep teşkil etmiş olabilir. Çok zeki ve hareketli bir yapıya sahip olan Tarık ÜMİT’i, tanıdığı kişilerin, dost ve arkadaşlarının tuzağa düşürdüğüne inanmak gerekir.

İnceleme bölümünde belirtildiği üzere İbrahim ŞAHİN, Tarık ÜMİT’in kaybolduğu tarih olan 03.03.1995 tarihinde Emniyet eski Genel Müdürü Mehmet AĞAR ve Polis Memuru Ayhan AKÇA ile birlikte Diyarbakır’da olduğunu, Komisyonumuza verdiği 07.01.1997 tarihli ifadesinde belirtmiş ise de, Komisyonumuzca Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan 02.04.1997 tarih ve 331 sayılı yazıya anılan Genel Müdürlükçe verilen cevaptan İbrahim ŞAHİN’in, Ayhan AKÇA ile 02.03.1995 günü saat 10.00’da Diyarbakır’dan Ankara’ya hareket eden THY nın T.K. 257 sefer sayılı uçağı ile dönmüş oldukları anlaşılmıştır.

02.03.1995 tarihinde Diyarbakır’dan Ankara’ya saat 10.00 uçağı ile dönen bu kişilerni karayolu ile bile olsa aynı gün İstanbul’da olmaları imkânsız bir durum değildir. Buradan hareketle İbrahim ŞAHİN’in ifadesinde tarihle ilgili beyanının ve Mehmet EYMÜR’e “Ayhan AKÇA’nın olay gecesinde Diyarbakır’da kendisi ile birlikte Genel Müdür Mehmet AĞAR’ın yanında bulunduklarını, Diyarbakır’da olan bir insanın aynı gün İstanbul’da Divan Pastanesinden Tarık ÜMİT’i kaçırmasının mantık dışı olduğu” cevabının gerçekleri yansıtmadığı açıkça görülmektedir.

Amcası Dr.Cemalettin Ümit, Tarık Ümit’in kaybolmadan önce bazı arkadaşlarına “ben bu insanların arasındayım ama daha fazla bunlarla çalışmam mümkün değil, yedikleri halt bini geçti, ciddi olarak uyuşturucu kaçakcılığı yapıyorlar, bütün ikaz ve ısrarlarıma rağmen mani olamadım, notere gidip bütün bildiklerimi tespit ettireceğim ve bu insanları kamuoyuna deklere edeceğim” dediğini ve bundan sonra da tehditler gelmeye başladığını söylemiştir. Bu beyanın ciddi ve doğru olduğu düşünüldüğünde, diğer olaylarla birlikte gözönüne alındığında bir noktada olay çözülebilir.

Bilgisine başvurulanların beyanlarına göre; Tarık ÜMİT’in 03.03.1995 günü saat 18.00-19.00 sıralarında İstanbul Erenköy Bağdat Caddesi üzerinde bulunan Divan Pastanesinde oturduğu sırada çikolata almak üzere aile dostu Baha ŞEN gelmiş ve sohbete başlamışlardır. Bilahare daha önceden tanımış olduğu polis memurları Ziya BANDIRMALIOĞLU ile Ayhan AKÇA’da gelmişlerdir. Kısa bir süre konuştuktan sonra bu polis memurları Tarık ÜMİT’e “İbrahim ağabey gelmedi, seni evde bekliyor, ona gideceğiz” demişler ve beraberce pastaneden ayrılmışlar ve Tarık ÜMİT o andan itibaren kaybolmuştur.

Milli İstihbarat Teşkilatında, istihbarat elemanı olarak çalışan Tarık ÜMİT’in, bağlı olduğu Mehmet EYMÜR tarafından yapılan araştırmalar ile Seyit Ahmet ALTINTAŞ isimli Jandarma İstihbarat görevlisi Astsubayın yaptığı araştırmalarda, Tarık ÜMİT’in en son yaptığı telefon görüşmesi tespit edilmiş ve bu son görüşmenin Avşar KEDEROĞLU adına kayıtlı cep telefonu ile yapıldığı belirlenmiştir. Jandarma İstihbarat görevlisi Ahmet ALTINTAŞ tarafından Avşar KEDEROĞLU bulunmuş, Tarık ÜMİT’le görüşme sebebi sorulmuş, ancak, Avşar KEDEROĞLU’nun Tarık ÜMİT’i hiç tanımadığı, herhangi bir görüşme yapmadığı ve bu telefonun kendi adına kayıtlı olmakla beraber, olay günlerine tekabül eden dönemde Özel Harekat Dairesinde görevli Ayhan AKÇA ile Ziya BANDIRMALIOĞLU tarafından kendisinden geçici olarak alınıp kullanıldığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine Avşar KEDEROĞLU aracılığı ile Jandarma Astsubay Seyit Ahmet ALTINTAŞ, Ayhan AKÇA ile görüşme yapmak üzere buluşmuşlardır. Ataköy civarında bir parkta Ahmet ALTINTAŞ, Ayhan AKÇA’yı beklemiş, fakat buraya Ayhan AKÇA Özel Harekat Polis Memuru Ayhan ÇARKIN’la birlikte gelmişlerdir. Jandarma Başçavuş Ahmet ALTINTAŞ’dan görüşme sebebini öğrenmeleri üzerine, kendileri hakkında araştırma ve soruşturma yapamayacağını ifade etmişlerdir. Buluşma yerine yakın olan Ataköy Polis Karakoluna gidilerek görüşmeye karakolda devam etmişlerdir. Ataköy Polis Karakolundaki bu görüşme sırasında Ayhan AKÇA ve Ayhan ÇARKIN ile Ankara’da bulunan Özel Harekat Daire Başkanvekili İbrahim ŞAHİN telefon görüşmesi yapmışlar ve Jandarma Başçavuş Ahmet ALTINTAŞ’ı orada telefonla arayan İbrahim ŞAHİN “sen kim oluyorsun bu polisler hakkında araştırma yapıyorsun” diyerek Ahmet ALTINTAŞ’ı ikaz etmiş ve bu olaya karışmamasını söyleyerek müdahalede bulunmuş ve araştırmanın devamını engellemiştir.

Jandarma Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın yaptığı bu araştırmalar sırasında, MİT Kontrterör Merkez Yöneticisi olan Mehmet EYMÜR’ün de araştırma için iki kişi görevlendirdiği ve Hande BİRİNCİ ile gerek telefonla, gerek bizzat yaptığı görüşmelerde ona hitaben “Babanı Abdullah ÇATLI, Sami HOŞTAN ve Haluk KIRCI kaçırdılar, bu hususta hemen basına açıklama yap ve ilgili yerlere dilekçeler ver, ayrıca babanın kaçırılmasında Korkut EKEN’in de rolü var” diyerek uyardığı anlaşılmıştır.

Ayrıca, Hakkı Yaman NAMLI isimli tanığın ifadesinde; Tarık ÜMİT’in önceki tarihlerde Korkut EKEN ile çok samimi ilişkiler içerisinde olduğu hatta, maddi sıkıntılar çekerek satın aldığı Ford marka zırhlı otomobilini Korkut EKEN’e hediye ettiği, ancak, sonraki tarihlerde Korkut EKEN’le aralarının açıldığı ve 1994 yılının Haziran ayında Tarık ÜMİT’in yazıhanesini telefonla arayan Korkut EKEN’in orada çalışan ve o esnada telefona bakan Ali isimli işçisi vasıtası ile Tarık ÜMİT’in tehdit edildiğini,

Tarık ÜMİT’in yazıhanesinde İbrahim ŞAHİN, Nurettin GÜVEN gibi kişileri de gördüğünü ve Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ile de sık sık görüşüp buluştuğunu,

Tarık ÜMİT’in, Yaşar ÖZ isimli kişi ile çok yoğun ticari ilişkilerde bulunduğunu, ancak, yaptıkları işlerin legal işler olmadığını, Tarık ÜMİT ile Yaşar ÖZ arasında devamlı surette bir alacak-borç münasebeti bulunduğunu ve bu ilişkiler sırasında Yaşar ÖZ’e yeşil pasaport ve silah taşıma belgelerinin temininde Tarık ÜMİT’in aracı olduğunu, bir süre sonra Yaşar ÖZ’ün Tarık ÜMİT’in yanından ayrılarak Abdullah ÇATLI ve ekibi ile birlikte çalışmaya başladığını, bunun üzerine Tarık ÜMİT’in gerek Hakkı YAMAN’a gerekse yakın çevresine konuşmalarında, “benim adamım Yaşar ÖZ’ü koltuklarının altına aldılar” diyerek Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN aleyhinde sözler söyleyip küfür ettiğini ve onların ipliğini pazara çıkaracağım dediğini,

Bu olaylardan 6-8 ay sonra Tarık ÜMİT kaybolunca, Tarık ÜMİT’in kızına, Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN’den şüphelenmelerini söylediğini, bunu duyan Abdullah ÇATLI ve arkadaşlarının 1995 yılı Mayıs-Haziran aylarında yazıhanesine silahlı ve telsizli adamlarla gelip Tarık ÜMİT olayını kastederek “Bu işlere kafanı yorma, intikamını sen almayacaksın, bizim hakkımızda konuşuyormuşsun...Biz çok güçlüyüz” diyerek kendisini uyardıklarını, beyan etmiştir.

Mehmet EYMÜR’ün beyanlarında, Tarık ÜMİT’in kaybolmasından sonra, o tarihte Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet AĞAR ve Özel Harekat Daire Başkanvekili olan İbrahim ŞAHİN ile görüşmeler yaptıklarını ve bu görüşmelerde, Tarık ÜMİT’in, Abdullah ÇATLI ve adamları tarafından sorgulandığını ve serbest bırakılması hususunda yardımcı olmalarını istediğini, ancak, herhangi bir sonuç alınamadığı belirtilmektedir. Olayı araştıran Jan.Astsubay Ahmet ALTINTAŞ, yapılan müdahaleler sebebiyle araştırmayı devam ettirememiş ve bir süre sonra da Diyarbakır İl Jandarma Alay Komutanlığı emrine tayin edilmiştir.

03.03.1995 tarihinde İstanbul’a gelen Ziya BANDIRMALIOĞLU, Avşar KEDEROĞLU’na ait telefonla Tarık ÜMİT’i aradığını ve aynı gün saat 18.00’de Erenköy Bağdat Caddesi Divan Pastanesinde buluşmayı kararlaştırdıklarını ve aynı gün saat 19.00-20.00 sıralarında da bu pastanede Tarık ÜMİT ile buluştuğunu, yaklaşık yarım saat oturup sadece hal hatır sorduklarını ve pastane önünde vedalaşarak ayrıldıklarını belirtmiştir.

Tarık ÜMİT’in kaybolması olayı ile ilgili bölümde izah edildiği üzere; Tarık ÜMİT’in kaybolduğu gün, en son görüştüğü kişiler İbrahim ŞAHİN’in uzun süredir yanında bulunan ve görev ilişkilerinin dışında daha ileri özel ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılan polis memurları Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’dur. Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun Tarık ÜMİT’in kaybolması olayı ile ilgilerini tesbit eden ve bu istikamette araştırma yapan Jan.Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’a, İbrahim ŞAHİN müdahale ederek araştırmanın sürdürülmesini önlemiştir. Bu olayda Abdullah ÇATLI, Sami HOŞTAN, Haluk KIRCI, İbrahim ŞAHİN, Ayhan AKÇA, Ziya BANDIRMALIOĞLU ve Ayhan ÇARKIN’ın isimleri geçmektedir. Tarık ÜMİT’in kaybolması olayında bu kişilerle ilişkiyi tesbit eden MİT Kontrterör Merkez Yöneticisi Mehmet EYMÜR, Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ve adamları tarafından kaçırıldığını ve sorgulandığını ifade ederek durumu Özel Harekat Daire Başkanvekili İbrahim ŞAHİN’e intikal ettirmiştir. Bu isimler ve bildirim karşısında ibrahim ŞAHİN’in davranışları, bu olayda Abdullah ÇATLI’nın varlığı ve adı geçen diğer kişilerle birlikte eylemleri hususunda bilgi sahibi olduğu intibaını uyandırmaktadır.

Tarık ÜMİT’in kaybolması olayı ile ilgili tahkikata Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca Hazırlık 1995/627 dosya sayısı ile devam edildiği,

Sanıklar hakkında da İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığınca hazırlanan 1996/2303 Hazırlık ve 1997/261 sayılı iddianamenin 05.03.1997 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderildiği, anlaşılmıştır.