35- Alaaddin YÜKSEL Emniyet Genel Müdürü 9.01.1997 tarihli ifadesinde;
“ 14 Nisan 1996 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü görevine başladığını, Susurlukta meydana gelen kazanın Jandarma Genel Komutanlığının taşra teşkilatının sorumluluk alanı içerisinde meydana geldiğini, kaza mahallinde yapılması gereken her türlü işlemlerin Jandarma Genel Komutanlığının taşra teşkilatı tarafından yapıldığını, araçta bulunan meslektaşlarının ne amaçla orada bulunduğunun kendilerini ilgilendirdiğini, bunun aydınlatılması için derhal Müfettiş görevlendirildiğini, Susurluk Cumhuriyet Savcılığı’nca kazadan hemen sonra Emniyet Genel Müdürlüğüne çekilen faksta olay mahallinde 7 silahın bulunduğu; genel nitelikleri itibarıyle kimler adına kayıtlı olduğunun bildirilmesinin istenildiğini, buna ilave olarak birtakım belgelerin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından verilip verilmediğinin sorulduğunu,
Hüseyin Kocadağ ile ilgili yaptırılan inceleme sonucunda; Hüseyin Kocadağ’ın İstanbul’da bir polis okulu müdürü olduğunu, Hüseyin Kocadağ’ın görev yerinden izinsiz olarak ayrıldığı, Havayolu ile İzmir’e gittiği, Hüseyin Kocadağ’ı İzmirde otelde kaldıkları, Ege’de bazı geziler yaptıkları, dönüşte de malum kazanın meydana geldiğinin anlaşıldığını,
Kazada bulunan 7 silahtan; 3 silahın bir tanesinin Hüseyin Kocadağ’ın zati silahı olduğu, bir tanesinin Sedat Bucak tarafından Makina Kimya Endüstrisi Kurumundan satın alınmış ruhsatlı silah olduğu, yine bir tanesinin Abdullah Çatlı tarafından devir suretiyle alınan silah olduğu ve İstanbul Valiliği tarafından yapılan soruşturmalara dayalı olarak silah ruhsatı almış olduğunu geriye kalan 4 silahın İl Emniyet Müdürlüklerinde kaydının çıkmadığını, Interpol aracılığıyla silahların üretildiği fabrikalara sorduklarını,
Özellikle İtalyan Baretta fabrikasına sorulduğunda, bunların İsrail’e satılmış olduğunu ve nihayet bu silahların Türkiye’ye satılabileceğinden bahsedildiğini,
Sadece Baretta Silahın İsrail’e satıldığının ifade edildiği, diğerlerinin ise kayıtlarının bulunamadığını, Emniyet Genel Müdürlüğünün tüm depo kayıtlarının incelendiğini ve bu silahların kayıtlarına rastlanılmadığını,
Abdullah Çatlı’nın Türkiye’ye 10 değişik pasaport ve isimle giriş-çıkış yaptığının tesbit edildiğini, özellikle 1994 den günümüze kadar 122 kez yurtdışına çıktığının belirlendiğini, Şahin Ekli adına bir tek Yeşil Pasaport çıktığı, sadece hususi pasaportu Emniyet Genel Müdürlüğünden almış olduğu, bu pasaportuna dayanarak teşkil eden belgelerde Maliye Bakanlığında 1.sınıf müfettiş ünvanı belirtilerek pasaport alındığının belirlendiği, diğer pasaportların Londra Büyükelçiliğinden alınmış olduğu,
Emniyet Genel Müdürlüğünden 1. sınıf Maliye Müfettişi ünvanıyla almış olduğu pasaporta ait belgelerde Maliye Bakanlığında görevli Daire Başkanı Çetin Karcı’nın imzasının taklit edilerek atılmış olduğunu pasaporta dayanarak teşkil eden evrakların sahte olduğunu,
Emniyet Genel Müdürlüğünde bütün Bakanlıkların yeşil pasaport talebine ilişkin belgeleri imzalamaya yetkili kişilerin imza sirkülerlerinin bulunduğunu, çok dikkatli bakıldığında belki bu sahte belgelerin tesbit edilmesinin mümkün olabileceğini,
Abdullah Çatlı’nın gerek Interpol ve gerekse Emniyet kayıtlarına bakıldığında yurtdışında çok değişik isimler kullandığını, 1980’li yıllardan sonra Fransa’da uyuşturucudan yakalandığını, Fransa’da 5 yıl hapse mahkum olduğunu, 5-5,5 yıl cezaevinde yattığını, İsviçre’ye iade edildiği ve İsviçre cezaevinden kaçtığını, Ali Kurdoğlu, Ahmet Kurdoğlu gibi değişik isimler kullandığını,
DGM Savcılığından, Emniyet Genel Müdürlüğünde silah uzmanı kadrosunun bulunup bulunmadığının ve bu tür belge verilip verilmediğinin sorulduğunu, Emniyet kadrolarında silah uzmanı adıyla bir kadronun bulunmadığını, kayıtlarında da böyle bir belge tanzim edildiğine dair hiçbir kayda rastlanılmadığını, Silah ruhsatlarında yasaya göre bir standart olduğunu, görev ve ünvanı kim olursa olsun herkesin aynı silah ruhsatını taşıyacağını, bunun dışında bir ruhsat örneği olmadığını,
1996 yılı başında Sedat Bucak için korunma kararı alındığını, ancak Sedat Bucak’ın koruma istemediğini, bu nedenle kararın dosyasında muhafaza edildiğini, Söylemez Çetesinin yakalanmasından sonra özellikle Söylemezlerin Milletvekilleri Sedat Bucak ve Necmettin Dede’yi ortadan kaldırmak istedikleri ve bu amaçla planlar hazırladıklarının anlaşılmasından sonra Sedat Bucak’ın İçişleri Bakanlığına ve Meclis Başkanlığına yazılı müracaatının olduğunu ve bu müracaatından da korumasına istediği polis memurlarının isim listesini belirttiği, bunun üzerine derhal koruma kararı alınması zaruretinin ortaya çıktığını ve koruma olarak istediği polis memurlarının Ankara Valiliği emrine atandığını ve Valilik onayı ile Sedat Bucak’a korumaların verildiğini,
Koruma altında tutulan 1028 kişi olduğunu ve genellikle korumaların ismen korunan kişilerce talep edildiğini,
Özel harekatta görevli polislerin zaruret halinde diğer işlerde de görevlendirilebildiklerini ,Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcısının emrinde 20 civarında özel harekat görevlisinin çalıştığını,
Emniyet Genel Müdürlüğünün adli görevlere münbahis bir görevi bulunmadığını, Emniyet Genel Müdürlüğünün belli olaylarda, kişileri alalım, sorgulayalım gibi görevi bulunmadığını, Ömer Lütfü Topal Cinayeti ile ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünden derhal bir yazıyla bilgi istediklerini, alınan cevapta, İstanbul Emniyet Müdürlüğü santralına bir ihbarın geldiği, bu ihbar üzerine 3 polisin ve 2 sivil vatandaşın İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından alındığı, konunun incelendiği ve olayla hiçbir irtibatının olmadığı anlaşıldığından herhangibir işlem yapılmamıştır şeklinde ifade edildiğini,
Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in İstanbul Çamlıca turnikelerinde özel harekatçı 3 polis memurunu teslim aldığını, İçişleri Bakanı’nın emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ’a talimat verdiğini, Halil Tuğ’un da bu talimatı sadece İbrahim Şahin’e ilettiği ve Emniyet Genel Müdürü olarak kendisine bilgi vermediğini, bu nedenle ilgililer hakkında tahkikat başlattığını, Emniyet Genel Müdürlüğü olarak başka bir yerden adam alma yetkilerinin olmadığını, ancak illerin talebi halinde silah uzmanı, sorgulama uzmanı gibi yardım yapabileceklerini, Kamusal gücü kötüye kullanan hiç kimsenin bu teşkilatta barınmaması gerektiğini,
3201 ve 2559 sayılı yasalarda polise istihbarat yapma imkânı veren hükümler olduğunu,
Bu amaçla bütün İl Emniyet Müdürlükleri bünyesinde istihbarat birimleri olduğunu ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde de İstihbarat Daire Başkanlığı bulunduğunu, bu birimin doğrudan Emniyet Genel Müdürüne bağlı olduğunu, 1980’li yıllardan sonra emniyet Genel Müdürlüğünün özellikle terör, uyuşturucu ve organize suçlarla ilgili olarak istihbarat çalışmaları yaptığını,
Türkiye’de istihbaratın patronunun MİT olduğunu ve Emniyet Genel Müdürlüğünce yapılan istihbaratın sadece asayiş istihbaratı olduğunu, PKK’ya yönelik yapılan nokta operasyonların MİT tarafından verilen bilgilere dayalı olduğunu ve MİT ile aralarında bir uyumsuzluk olmadığını, ne MİT ile ne de başkasıyla bir çatışmaları olmadığını, 3200 civarında istihbarat elemanları olduğunu, bunun kendi personelleri olduğu ve bu nedenle polisin dışarıdan adam kullanmalarına gerek bulunmadığını, Yüksekova, Ankara, İçel, gibi yerlerde polislerin de aralarında yer aldığı organize suç örgütlerinin ortaya çıkarıldığını, bunun içinde uyuşturucu grubunun çıktığını, hatta Söylemet Çetesinde 5’e yakın emniyet mensubunun olduğunu,
50 ilde Özel Harekat biriminin bulunduğunu, toplam görevli sayısının 6700 civarında olduğunu, batı illerimizde görev alan özel harekat elemanlarından bazılarında psikolojik problemler çıktığını, ciddi problemleri yaşandığını, bu elemanların rehabilite edilmelerinin şart olduğunu bu amaçla Balıkesirde bir rehabilitasyon merkezi açmak için çalışmalarının olduğunu,
Abdullah Çatlı ile ilgili olarak İstanbul DGM Başsavcılığının bir çalışma yaptığını,
Mesut Yılmaz’a Budapeşte’de yapılan saldırı ile ilgili olarak, Dış İlişkiler Daire Başkanı ile Dışişleri Bakanlığından konu ile alakalı bir büyükelçinin Macaristan’a gittiklerini ve Macar polisi ile bir çalışma yaptıklarını, olayda 3 kişinin olduğunun ifade edildiğini, macar polisinin 3 kişi hakkında tutuklama kararı verdiğini ancak bu kişilerin Macaristanı terk ettiklerini Macar polisince, ifade edilmiş olduğunu, bu kişilerle ilgili Interpol kanalıyla kırmızı bülten çıkardıklarını ve takibin devam ettiğini,
Susurluk kazasından sonra Emniyet Teşkilatı olarak çok zor günler geçirdiklerini, kim yasalara aykırı bir şey yapmışsa elbette bunun sonuçlarına da katlanması gerektiğini, Söylemezler çetesi dahil hiçbir çete soruşturmasında yarım bırakılan bir husus olmadığını ve herşeyin gayet iyi gittiğini,
Devlet içerisinde suç işleyen insanlar, münferit olarak her zaman çıktığını, bunun örneklerinin dünyanın her yerinde görüldüğünü, devlet içinde bir çete örgütlenmesinin sözkonusu olmadığını, Türkiyede mafya tarifi içerisinde bir mafya olmadığını, Türkiye’de organize suç şebekeleri olduğunu, mafyanın tarifinde en önemli konunun ülkenin bir bölümünde tüm ekonomik ve sosyal faaliyetlerin o grubun elinde tutmasının geldiğini, orada kamu ve özel birtakım şeylerden rant alma, gibi Türkiyede böyle bir şeyin olmadığını, birtakım organizasyonlar, suç grupları içerisinde, devletin içinde yeralmış münferit kişilerin zaman zaman olabildiğini, bunu devletin mafya ile ilintisi olarak nitelemenin mümkün olmadığını, organize suçlar içerisinde suç işleme itiyadında olan, potansiyel nitelikli kamu görevlileri olabileceğini, Emniyet teşkilatının da acele olarak yeniden yapılandırılması gerektiğini, polis okullarını 2 yıllık polis meslek yüksek okulları haline getirmeyi düşündüklerini,
Abdullah Çatlı’nın Emniyet Teşkilatınca kullanıldığı yolunda bir tesbitinin olmadığını, Emniyet Genel Müdürlüğünde kendi kadrosu dışında insanların çalıştırıldığına dair de herhangibir bilgi ve belge bulunmadığını, Susurluk kazasında bulunan silahların balistik incelemelerinin Jandarmada ve sonra da Jandarma tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü laboratuvarlarında yaptırıldığını ve silahların hepsinin temiz çıktığını,
1996’nın ilk ayında Haluk Kırcı’nın İstanbul polisi tarafından hakkında Bahçelievler katliamı ve İstanbul Büyükçekmece Mahkemeleri tarafından verilmiş gıyabi tutuklama kararı nedeniyle yakalandığını ve İstanbul Emniyetinden kaçtığını, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün bir soruşturma açtığını, bu soruşturmayı bir başkomiserin yaptığını, soruşturma sonucunun yargıya intikal ettiğini ve bir polis memurunun tutuklandığını ve diğerinin serbest bırakıldığını, bundan sonra polis memurunun da beraat ettiğini, sonradan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının konu ile ilgili tekrar soruşturma açtığını,
Emniyet Müdürü Statüsünde bir özel harekatçı olmadığı için İbrahim Şahin’in Özel Harekat Daire Başkanlığına vekaleten baktığını” belirtmiştir. (Ek:208)