15- Hasan Celal Güzel Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı 17.02.1997 tarihli ifadesinde;
1945 yılında Gaziantep’te doğduğunu, 1975 yılında Süleyman Demirel’in özel müşaviri olarak Başbakanlık’ta görev yaptığını,1977 yılının ikinci yarısında II MC Hükümeti sırasında Korkut ÖZAL’ın İçişleri Bakanlığı döneminde Müsteşar Yardımcılığı, Turgut Özal’ın Müsteşarlığı döneminde, onun yardımcılığını yaptığını, 1980 yılında 12 Eylül’den önce yayınlanan gizli bir genelge ile Devletin Güvenlik Koordinatörü yapıldığını, Emekli Korgeneral Rüştü Naipoğlu, Emekli Hava Korgenerali Refik Işıtman ve Emekli Albay Kadir Bilgen’den oluşan o tarihte artan terör olayları ile meşgul olan bir güvenlik koordinasyon ekibi kurduklarını, MİT, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet İstihbarat Dairesinden gelen bilgilerin bu kurulda değerlendirildiğini ve o tarihte Başbakan olan Süleyman Demirel’e arz edildiğini, o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal’a da bilgi verildiğini, Başbakanlık Müsteşar Vekilliği ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekilliği görevlerinde bulunduğunu,12 Eylülden sonra da 35 gün Başbakanlık Müsteşarlığına vekalet ettiğini, Necdet Calp’in Başbakanlık Müsteşarlığına getirilmesi üzerine onunla 5 ay süre ile çalıştığını, Şubat 1981 ayında Süleyman Demirel’i ziyarete gitmesi nedeniyle görevinden alındığını, görevinden istifa ederek Kayseri Erciyes Üniversitesinde öğretim elemanı olarak çalıştığını, 1983 yılı sonunda Anavatan Partisinin iktidara geldiğinde Başbakanlık Müsteşarlığına getirildiğini, 1986 yılının Ağustos ayı başına kadar bu göreve devam ettiğini,o tarihteki ara seçimlerde Gaziantep’ten Milletvekili adayı olduğunu, Milletvekili seçildiğini, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak göreve başladığını,1987 erken seçimlerinde Gaziantep Milletvekili olarak yeniden seçildiğini, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı olduğunu, Mart 1989 tarihinden itibaren de ANAP Gaziantep Milletvekili olarak devam ettiğini,17 Haziran 1989 tarihinde ANAP’tan istifa ettiğini, 20 Ekim 1991 seçimlerine iştirak etmediğini, 23 Kasım 1992 tarihinde de Yeniden Doğuş Partisini kurduğunu, halen Genel Başkanlık görevini yürüttüğünü,
Babasının Demokrat Parti yöneticilerinden, Dayısı Ali İhsan Göğüş’ün de Halk Partisi Bakanı olduğunu, kendisinin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde iken Türkiye’de sağ denilen öğrenci lideri olarak uzun süre çalıştığını, bütün hadiselere iştirak ettiğini, Hür Düşünce Kulüplerinin merkez sağ çizgide, demokrasiyi savunan, meşruiyetçi çizgide bir teşkilat olduğunu, o tarihte İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın, hatta Adalet Partisi’nin bu teşkilata müdahale etmek istediğini, zira iktidar partisi olmasına rağmen üniversitelere hiç giremediğini, müdahale etmelerini istemediklerini belirtmelerine rağmen dinlenmeyince Adalet Partisi gençlik kollarına el koyarak meseleyi çözdüklerini,
Muhalefet Partisi Cumhuriyet Halk Partisinin bir bürosunu Siyasal Bilgiler Fakültesine kurmuş olduğunu, Türkiye İşçi Partisinin tamamen öğrenci gençliğe dayandığını, Hükümet olan Adalet Partisininde sağcı gençliği solcu gençliğe karşı kullanma staretejisi içerisine girdiğini, İsmet İnönününde bunu hep dile getirip, şikayet ettiğini, Fransada 1968 olaylarını başlatan meşhur Kızıl Rocky’nin Siyasal bilgiler Fakültesi yurdunda bir hafta kaldığını ve polis saldırısına karşı fakülteyi nasıl koruyacakları konusunda sosyalist, marksist öğrenci liderlerine taktik verdiğini gözleriyle gördüğünü,
MHP Ülkü Ocakları Teşkilatının kendisinin de samimiyetle inandığı şekilde son derece vatansever, millîyetçi, millî ve manevi değerlere itibar eden gençlerden oluştuğunu, onların bu hislerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatına bağlı kişilerin istismar ettiğini, kullandığını, kendisinden de bu konuda destek istendiğini ancak kendilerinin Türkiye de bir takım terörist olayların meydana gelmesine, dış müdahalelerin olmasına karşı olduklarını ve böyle bir kullanıma karşı çıktığını,bu gençlerden bazılarının resmen Milli İstihbarat Teşkilatında ve Emniyet Genel Müdürlüğünde görev aldıklarını,belli seviyelere kadar da gelebildiklerini,
Devletin istihbarat ve güvenlik örgütlerinin teşkilatların her kesiminden bilgi alması lazım geldiğini,bunun aksinin düşünülemiyeceğini ancak bilgi toplarken bu kesimlerdeki kişileri bilginin ötesinde operasyonel faaliyetlere sokmalarının fevkalade yanlış olduğunu,operasyonların bu teşkilatların elemanları vasıtasıyla yapılması gerektiğini, problemin bu olduğunu, Çatlı hadisesinde de problemin bu nedenle ortaya çıktığını,
Gerek Süleyman Beyin Döneminde gerekse Turgut Beyin döneminde “Sadece Sayın Başbakan tarafından açılacaktır” ibaresi bulunan zarfları onların verdikleri yetki ile açtığını,okuduğunu ve özet bilgileri onlara aktardığını,devletin bu tip bilgilerine sahip 3-4 kişisinden birisi olduğunu,
Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü arasında çok belirgin bir koordinasyonsuzluk,rekabet hatta zaman zaman sürtüşme ortaya çıktığını,MİT’in istihbarat görevinin kendilerinde olduğunu,Emniyetin sadece adli vakalarda istihbarat yapması,onun ötesine karışmaması gerektiğini,Emniyet Genel Müdürlüğünün de MİT’in iyi istihbarat yapamadığını,Türkiye genelinde birinci şubelerce yapılan kendi istihbaratlarının olmaması halinde dağılacağını,hazıra konduğunu,iyi çalışmadığını iddia ettiğini,bunun özellikle kaçakçılık istihbaratı konusunda ortaya çıktığını,Emniyette Atilla Aytek’in çok kuvvetli bir polis müdürü olduğunu,gözüpek işinin ehli,uyuşturucu kaçakçılığı işi ile çok etkin mücadele ettiğini,ancak bu vasıflarını bilmesinden dolayı Genel Müdürünü bile takmayan,dediği dedik bir müdür haline geldiğini,onun dönemi MİT içerisinde o tarihe kadar kurulmamış kaçakçılık istihbaratı adıyla bir birimin kurulduğunu, Emniyet MİT’in bu işin içerisine girmesinin gereksizliğini savunduğunu,MİT’inde kaçakçılık istihbaratınında kendi konularına girdiğini ve kaçakçılık istihbaratının siyasî konularla da ilişkili hale geldiğini bu nedenle yapmaları gerektiğini savunduğunu bunun uzun seneler tartışıldığını,daha sonra Emniyetteki bu birim ile Mit’teki bu birim arasında problemler çıktığını,Emniyetteki birimin gayrıresmi şefliği daha sonra İstanbul Emniyet Müdür Muavini iken Mehmet Ağar tarafından üstlenildiğini,
Mehmet Ağar’ın Özallarla yakın irtibatının kurulmasının bu olaylara rastladığını, Zeynep Özal’ın Asım Ekren isimli bir müzisyenle münasebeti bulunduğunu, Zeynep ve Semra Özalın gece eğlencesini çok sevdiklerini,bu nedenle sık sık eğlence yerlerine gecenin geç saatlerinde gitmelerinden dolayı koruma sorunu doğduğunu,Başbakanın kızının ve eşinin korunmasının Devlet görevi olduğunu,bu nedenle Emniyet Müdürü Ünal Erkan ile muhatap olduklarını,onun ise politik yanının bulunmaması sebebiyle bu işlerden hazzetmediğini, Mehmet Ağar’ın politikaya daha yatkın olduğunu,kibar nazik,zeki herkes tarafından sevilen,çok süratli hareket edebilen iyi polis denecek özelliklere sahip olduğunu,sivil sektörle çok yakın ilişkileri bulunduğunu,kendiliğinden koruma konularında onun daha öne çıktığını, Zeynep Özal ve Asım Ekren’in Antalyaya kaçmaları ve evlenmelerine ilişkin olaylarda Ekren’in İstanbuldaki aydınlık olmayan çevrelerle münasebetleri bilindiğinden evlenme olayının aile tarafından hiç istenmediğini,bu nedenle polisin koruma görevi altında Antalyaya gitmelerinin kontrol edildiğini,bu olayın Mehmet Ağarın Özallara yakın olmasını sağladığını, çünkü onu tanıdıklarını, Semra ve Turgut Özal ile çok yakın samimi olduğunu, âdeta onların emrinde, özel bir polis gibi olduğunu,Ankara Emniyet Müdürlüğüne terfian getirilmek istenildiğinde Bakanlar Kurulunda kendisinin karşı çıktığını,münasebetleri yönünden bu atamanın yanlışlığını anlattığını,ancak Turgut beyin dediğini yaparak, Ağarı Ankara Emniyet Müdürlüğüne getirdiğini,sonrada Ağar’ın kendisine gelerek,kendisinin aleyhinde olduğunu bilmesine rağmen,’emriniz varmı sayın Bakanım’ diye sorduğunu,bu tavrının da son derece hazımlı son derece sempatik ve olgun bir insan olduğunu gösterdiğini,
Hiram Abbas’a Emniyet Mit çekişmesinin sebebini sorduğunda,MİT’in bu mafyadan bilgi aldığını,hem uyuşturucu kaçakçılığı bakımından,hemde siyasî bakımlardan bilgi aldıklarını, Emniyetinde bilgi aldığını,Mafyanın dininin imanının para olduğunu,başka birşey düşünmediğini,ve terörle beslendiğini,silah kaçakçılığının onlara kar getirdiğini,onlarında hem sağ hem de sol teröriste silah temin edip,para kazandıklarını,bunları bildiklerini,bilgi aldıkları grupları da himaye ettiklerini,mafyanında hem poliste çeşitli guruplara,hem de istihbaratta çeşitli guruplara dayanmak ihtiyacını hissettiğini söylediğini,bunun kendisine çok ters geldiğini,sonradan bunu emniyetteki kişilere de teyid ettirdiğini,bunun sonucu olarak da Emniyet ve Mit arasındaki rekabetin doğurduğu başka bir platformun oluşmuş olduğunu,yani herkesin kendi mafyasını oluşturduğunu anladığını,Hiram beye ve emniyetteki kişilere,” siz ne yapıyorsunuz,adamları uyuşturucu ile yakalayınca görmüyormusunuz,iade mi ediyorsunuz?” dediğinde çok açık bilgi veremediklerini,biraz müsamahakar davrandıklarını söylediklerini, kendisinin de ”Mafyayı ikiye ayırdınız,bilgi aldıklarınızı müsamahaa ediyorsunuz, emniyetin mafyası ayrı Mitin mafyası ayrı,emniyetin içinde falanın mafyası var filanın mafyası var aynı şekilde mitin içinde falanın mafyası var filanın mafyası var bu ne biçim iş böyle kepazelik? “ dediğini, bunun üzerine konuyu Özal’a anlattığını,bilgi kaynağının olabileceğini,belirli kişilerin korunabileceğini,ama ekipleri korumaya kadar işin götürülmesinin sakıncalarını anlattığını,sonradan istihbarat raporunda da ,sorgulama raporunda da bunu teyid eder mahiyette Dündar Kılıç’ın polisin bir kısmını bu şekilde beslediğinin ortaya çıktığını,bu nedenle işin ciddiyeti yönüyle ilgili kişilerle görüştüğünü,bir müddet sonra mafya-polis, mafya-istihbaratçı ilişkisi halinde devam eder,probleme sebebiyet verir dediğini, nitekim, Mehmet Eymür-Atilla Aytek,Mehmet Ağar-Mehmet Eymür rekabeti halinde ortaya çıktığını,sonuçta 1987 tarihinde ki raporun ortaya çıkmasına kadar da bu rekabeti getirdiklerini,raporların hepsinin doğru olmadığını,özel hayatına kadar çok yakından tanıdığı Saffet Arıkan Bedük’e bile çamur atmalarının bunu gösterdiğini,bunu her tür rapora güvenmemek gerektiği için söylediğini,adamın kendine göre rapor yazdığını sonra da el altından bunu herkese dağıttığını,Çatlı ile ilişkisi olup olmadığını bilmediğini,
Milli İstihbarat Teşkilatının aslında devletin en önemli ve gerekli bütün ülkelerde olan bir teşkilatı olduğunu,MİT’in 1960 yıllarına kadar sivil kişiler tarafından yönetildiğini,27 Mayıs ihtilalinden sonra asker kişilerin eline geçtiğini, süreç içerisinde MİT Müsteşarlığının Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kadro ve tayin makamı haline geldiğini ve bunun fevkalade yanlış olduğunu,bu kadronun Korgenerallerin tayin yeri haline geldiğini, tüm parti liderleriyle yaptığı konuşmalarda MİT Müsteşarlığının Başbakandan çok Genel Kurmay Başkanına bağlı ve yakın olduğunu değerlendirdiklerini,12 Mart ve 12 Eylül istihbaratını özel olarak yapmadığını söylediklerini, 12 Eylül döneminde bir tesadüf sonucunda arkadaşı olan bir kişinin bilgi vermesi üzerine öğrenmesine karşılık MİT’in tam bir sessizlik içerisinde olduğunu,buna karşılık,askeri sistemin bürokratik yapısının çok iyi çalışması sonucu kodlu olarak Başbakanlığa ertesi gün ihtilal yapacaklarını bildirdiklerini,bu nedenlerle de ne kadar Başbakana bağlı görülse de hiçbir şekilde Genel Kurmay’ın dışında kullanılamayacağını, ilk sivilleşme harekatının buradan başladığını,Müsteşarlığın boşaldığında önce Vecdi Gönül’ü, sonra Saffet Arıkan Bedük’ü yani sivil birisini bu göreve getirmek istediklerini, olmadığını, daha sonra teşkilattan olan Hiram Abbas’ı önerdiklerini ancak uygun görülmediğini, o zaman Teoman Koman Paşanın getirilmesi söz konusu olduğunu,kendisinin emekli olmasını ve bu teşkilatın başına getirilmesini istediklerini ancak onunla yapılan görüşmede asker olarak yükselmek istediğini,bunun içinde ordu komutanı olması gerektiğini ve kıta hizmetine çıkacağını,bu durumdu du en fazlaa 3 yıl için orada kalmasının söz konusu olduğunu ve atamanın yapıldığını,sivilleşme uzantısı olarak da Evren Paşa’dan Hiram Abbas’ı Müsteşar Yardımcılığına atama tavizini aldıklarını,onun atanması ile birlikte Nuri Gündeş’in kendisine gelerek ayrılmak istediğini söylediğini,ayrılmaması için ikna edemediğini,onun emekli olduğunu bunun dea içeride hizipleşme olduğunu gösterdiğini,Hiram Abbasın son derece gözüpek,dürüst ve namuslu ve canını feda etmekten çekinmeyen bir kişi olduğunu teşkilatın böyle yetişmiş elemanları varken,Çatlılara ya da benzeri kişilere ihtiyacı bulunmadığı düşüncesinde olduğunu,
Mit'te Teoman Koman Paşanın Turgut Beyle dostluğu zaviyesinde ilişkilerin yumuşatılmasıyla devam ettiğini,ancak istedikleri gibi sivilleştiremediklerini, Sönmez Köksal ‘ın gelmesi ile MİT’in sivilleşebildiğini,Dışişlerinde gerçekten kabiliyetli bir insan olduğunu, güvenlik dairesinden bilgisi bulunduğunu,o şekilde geldiğini ve gelmesinin de kendisince isabetli olduğunu,Sönmez beyin alt kadroda bir değişiklik yapmadığını aslında hem Emniyet Teşkilatının hem de Mit teşkilatının yenilenmeye ihtiyacı bulunduğunu,
Başbakanlık Teşkilat Kanunu’nun bir maddesine göre Başbakanlık Güvenlik Başkanlığı’nı kurduklarını, bu birimin tamamen bir değerlendirme ve istihbari bilgilerin koordine edildiği bir yer şeklinde olduğunu, icrai,operatif hiç bir yönünün bulunmadığını, Başbakanlık Güvenlik Kurulunun başına Rüştü Paşa’nın getirilmesinin sivilleşmeye mani bir durum olmadığını çünkü; onun antimilitarist bir kişi olduğunu burda Orduya karşı olduğu anlamında değil, militarizmi bir anti demokratik rejim olarak alma konusunda dediğini “The man on the horce back” isimli kitabı tercüme eden kişi olduğunu bunun sivillerin bile yapamayacağı bir şey olduğunu, döneminin birincisi olduğunu, Genel Kurmay Başkanı olması gerekir iken olamamış birisi olduğunu, bu sebepten bu işe getirildiğini,
Başbakanlık’ta ilk defa bir kripto servisi kurduklarını,çok gizli evrakların Başbakanlıkta toplanmasının son derece tesadüfü olması sebebiyle 5-6 kişilik bir ekip kurduklarını,bunların değerlendirme yaptığını,gizli evrakı muhafaza ettiklerini, arşivlediklerini,gerektiğinde kendilerine verdiklerini,ayrıca Başbakanlıkta MİT tarafından şifrelenen bir kasa bulunduğunu,bunun içerisine çok gizli,kripto evrakı,millî savunma ile ilgili evrakları özel olarak muhafaza ettiklerini,bundan Başbakanlık Güvenlik İşlerinin bilgisi olduğunu,
Batılı anlamda denetim ve teftiş,araştırma işlerinin yapılamaması sebebiyle bu tür işlerin ortaya çıktığı görüşüne aynen katıldığını,Emniyet teşkilatında Teftiş Kurulunun kızak yeri olarak kullanıldığını,kariyer sisteminin kesinlikle bulunmadığını,öncelikle bunun kurulması gerektiğini,birçok müfettişin fezleke yazmayı bile bilmediğini,orasının bilindiği gibi bir teftiş kurulu olmadığını,her devirin değişmesinde korunanların teftiş kuruluna, daha az korunanların APK.’na alındığını,Osmanlı’dan bu yana Emniyet Genel Müdürlüğüne getirilenlerin emniyet dışından olduğunu,emniyetçilerin Genel Müdürlüğe son zamanlarda tam bir sistemle hakim olduklarını,Mülki idaareden koptuklarını,ancak hem mülki idareye hemde TBMM’ne belli dönemde lüzumundan fazla bir şekilde geldiklerini.Emniyetçinin Emniyet Genel Müdürü olduğu dönem, bu son zamanlarda olduğunu,kadrosunun bile büyük kavgalarla kendisi tarafından Vali-Emniyet Müdürü olarak çıkarttığını,Vali olmadan Emniyet Genel Müdürü olunmasının önüne geçilmek istenildiğini,ancak emniyetçi klikin bu defada Vali olarak onu kırdığı ve Genel Müdürlüğe geldiğini,şu anda Genel Müdürlükte Alaattin Beyin bulunmasının son derece güzel bir şans olduğunu,mülki idareden geldiğini vce son derece dürüst olduğunu,dezavantajının Emniyet hakkındaki genel bilgisizliği olduğunu,
Emniyette Pol-Der ve Pol-Bir klikleşmesinin Devlete faturasının çok fazla pahalıya mal olduğunu,Emniyetin Mülki İdarenin kendisine müdahalesinden çok sıkıntı duyduğunu,ve bunu hep dile getirdiklerini,polisin kirlenmesi durumlarında Mülki İdareden takviye alınmak gerektiğini, Mülki İdareden Emniyete gidenlerin hep dışlandığını,bunları korumak içinde sonradan bunların Vali yapılmasının gerektiğini ve hepsinin Vali yapıldığını,Bu uygulamalarla karşılaşılmaması için orta bir sistem gerektiğini,poliste kalitenin artmış olduğunu,polisin kalitesinin ve teçhizatlanmasının gerektiğini,polis müfettişinin meslekten yetişmesinin sağlanması,polisteki kadroyu kırmadan mülki idareden polise doğru gelme olması gerektiğini,polisten mülki idareye eleman alınırken çok dikkatli ve cimri davranılması gerektiğini,polisin hemen büyük bir il valisi olması halinde bir netice alınamayacağını,
Emniyette Narkotiğin çok iyi işleyen bir teşkilat olduğunu,dünyanın en iyi narkotikçilerinin Türkiyede olduğunu,interpolünde bunu kabul ettiğini,Türkiyenin uyuşturucu kaçakçılığını devlet çerçevesinde düşünmediğini,bunun Türkiyeye çok büyük bir haksızlık olacağını,Susurluk meselesinin istismar edilmesinin Türkiyeyi terörist devlet ilan edilmesi aşamasına getirdiğini,tabii ki Ermeni Anıtını Abdullah Çatlıya dinamitlettirildiğinin söylenmesinin buna neden olduğunu,işi bu hale getirmenin ihanete varan bir yanlışlık olduğunu,Türkiyenin bir mafya devleti olamıyacağını,hiç bir zamanda olmadığını,Türkiyenin sadece 12 eylül döneminde kendi içinde bir hesaplaşmaya girdiğini,yanlış yaptığını,şu anda Türkiyenin bir hukuk devleti olduğunu ve iftiralara da karşı çıkmaak lazım geldiğini,
Türkiyenin bütün narkotik maddelerin uyuşturucu maddelerin üzerinden geçtiği en büyük köprü olduğunu,buna rağmen Türkiyenin devamlı olarak mücadele verdiğini,eğer Türkiye bir başka türlü devlet olsaydı,50 milyar dolardan fazla böyle bir avantajla çok daha değişik noktalara gelebilecek ekonomik güç sağlayabileceğini söylediğini,arkotik polisinin şevkini kırmadan,polisle mafyanın ilişkilerinin çok ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini,mafyadan bilgide,istihbaratta alınabileceğini,ancak korunmasının yanlış bir şey olduğunu,mümkün mertebe öldürülmesi gerektiğini,bu işin devletin üst kademelerine kadar gelmiş veya belirli ideolojik görüşteki kişilerin çete şeklinde kullaanılması haline dönüşmüşse,bunun da üzerine gidilmesi gerektiğini,
Önce karşı çıktığı sonra kabul ettiği Aadnan Kahvecinin önerisi olarak gelen pişmanlık yasası kanununu çıkardıklarını,bununla hem teröristin terörüne maani olunacağını,hem de onun istihbaratının elde edilebileceğini düşündüklerini,bu şekilde hem sol hemde sağ guruptan insanların bu konuda kullanıldıklarını,bu kullanımın bir örgüt şeklinde olmadığını,münferit olarak kullanıldıklarını,istihbaratın alındığını ancak operasyonlara daahil edilmediklerini,sadece geçmişte yaptıkları işlerin bilgisinin alındığını,sonradan bu kişilerin,pişmanlıktan yararlananların, emniyet ve istihbarat teşkilatlarının içlerinde de kullanılmadığını,
Örtülü ödeneğin nasıl kullanıldığını biraz bildiğini,belirli dönemlerde o dönemlerde de böyle özel kişilere operasyon yapsın diye örtülü ödenekten bir para verilmediğini,
Mit raporlarının tüm gönderilen yerlere aynı nitelikte gönderildiğine inandığını, Susurluk meselesinde esas bilgilerin MİT tarafından verildiğinin aşikar olduğunu bir bakıma Emniyet Genel Müdürlüğünü karşısına aldığını ve kendisine göre bir maç kazandığını, bunların dış ülkelerde de olduğunu bu tür olayların asgariye indirmek gerektiğini, Sayın Demirel’in son dönemi ve Sayın Özal’ın Başbakanlığı dönemlerinde bu şekilde bir mafya ilişkisinin örgüt kuracak seviyede olduğu kanaatinde olup olmadığını, şu anda ise böyle bir örgütün olduğu ve kullanıldığı konusunda hiç bir bilgisinin bulunmadığını, son dönemde devletin dışında olduğunu,
1990 yılında Nerden Buldun Kanunu diye bilinen 3628 Sayılı Mal Bildirimi Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu çıkarttıklarını, bu kanun sonradan Özal’ın da biraz baskısı ile çok değiştiğini, zaten Özal’ın da bunun çıkmasını istemediğini, kanunun şu anda güya yürürlükte olduğunu, ama hiç bir şekilde uygulanmadığını, bu kanun bütün Türkiye için işletilmesi gerektiğini, kayıt dışı ekonominin Türkiyede çok büyük hudutlara vardığını, ekonominin neredeyse 3’te birine kadar uzandığını, ayrıca Türkiyede mafya tipi olaylardan elde edilen bilhassa kumardan çok büyük kazançlar olduğunu, böyle bir paranın döndüğü bir ekonomide polisi ne yaparsanız yapın, bunun dışında tutmanın çok zor olduğunu, çünkü paraların çok büyük paralar olduğunu, hiç değilse polise halen yürürlükte olan yasanın uygulanması gerektiğini ve bu suretle servet değişiklikleri çok yakından takip etmek gerektiğini, çok ciddi bir denetleme sistemi getirmek sureti ile ekonominin kontrol altında tutulması gerektiğini,
İstanbul’un çok özel bir proje olarak masaya yatırmak gerektiğini, polise verilen para ile orada dönen paraların hiç bir irtibatının bulunmadığını, yüksek para vermek ile de bunun halledilebileceğine inanmadığını, Gümrük konusunda bir bakanın istifasına neden olan konuda olanların herkes tarafından bilindiğini, büyük bir skandal patladığını, ama bu arada Kapıkulenin de temizlendiğini,
Turgut Özal’a suikast yapıldıktan sonra konunun çok araştırıldığını, en yakın akrabalarından hatta arkadaşlarından bile şüphelendiğini yani bunu bir iktidar kavgası olarak da değerlendirdiğini, tabii sonunda yakınları ile ilgili şüphelerinden vazgeçtiğini, bir kaç defa bu işin karını tıkadığı bir takım çevrelerin mafya marifeti ile yaptırdığı bir iş olarak gördüğünü söylediğini, ancak onun da tam sonuca ermiş bir halini görmediğini, kullanılma meselesi olabileceğini, bunun arkasında polis yada herhangi bir güvenlik gücünün olduğu kanaatinde bulunmadığını, mafya birimi olabileceğini, bunlardan birisi menfaate haleldar olan birinin verdiği para ile bunu yapabileceği, ama kendisinin böyle bir şey söylemediğini ve onunda kafasında net bir şey bulunmadığını, Turgut bey’in ölümünden sonra öldürüldüğüne ilişkin iddialara inanmadığını, böyle bir şeyin olmasının mümkün olmadığını, bunların biraz komplo teorileri olduğunu,
Ergenekon Örgütü diye bir örgütten bilgisi olmadığını,
Uğur Mumcu öldürülüşünden birkaç gün önce, uyuşturucu madde kaçakcılığı artık tamamen PKK’ya kaydırıldığını beyan ettiğini, dolayısı ile kendisinin asker ve sivil Emniyet Mensuplarının PKK’ya üst seviyede kaçakçılık için yardım ettiği kanaatinde olmadığını,
Sınır güvenliği konusu ile yıllarca uğraştığını, Irak sınırını bir türlü çizemediğini, Suriye sınırını çok yanlış çizdiklerini, sınırın mayınlar ile doldurulup haritasını da kaybettikten sonra birçok insanın o yerlerde sakat kaldığını, aslında bize ait milyonlarca dönüm arazinin birinci sınıf tarım toprağının orada bomboş durduğunu, Irak’taki fiziki zorlukların sebebi ile sınır çizilmesinde çok büyük zorluklar çıktığını,
Türkiye’de siyasî partilerin mali kaynaklarının çok ciddi şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini, Türkiye’de siyasal partilerin denetlenemediğini, Anayasa Mahkemesinin denetiminin çok yetersiz olduğunu, denetim bile sayılamayacağını, Mahkemenin denetim elemanının da bulunmadığını, Yargıtay Başsavcılığının ise bu konuda yani mali yönden denetim yaptırmadığını, siyasal partilerin hazineden bile aldıkları paranın trilyonları bulduğunu ancak, bunların tek olarak denetimi olmayan kuruluşlar olduğunu, Vali ve Güvenlik Güçleri ile konuştuğunu, Güneydoğu hadisesinin altında çok büyük menfaatler yattığını, Parlementer Hükümete kadar uzanan menfaatler olduğunu, çok ciddi şekilde Güneydoğu için kullanılmak üzere alınan silahların hangi kaynaklardan geldiğini, nasıl alındığını, kimlere ne şekilde verildiğinin incelenmesi gerektiğini, Güneydoğuda olayların devam etmesinden menfaatlenen çok üst seviyeli kişiler olduğunu bildiğini, mahalli olarak aşiretler, şeyhlikler, hakim sınıflar sistemi ile menfaat bağları olduğunu, oyların alınıp satıldığı, bunun da siyasî yozlaşmayı yarattığını, çünkü bu işin ekonomik bir sektör haline geldiğini, örneğin; Bakırköy Belediyesinde meclis üyeliklerinin ilk beş sırasına girmek için ödenmesi gereken paranın 3-5 milyar arasında değiştiğini, seçildikten sonra da bunun on mislini, yüz mislini çıkarttığı, siyasî partilerin artık Türkiyede en verimli işletmecilerinin bulunduğu yerler olduğunu,
Siyasal ekonomik bağlamdaki ilişkilerin varlığını ortadan kaldırmak için ANAP’ta beş yıl bu işin mücadelesini yaptığını, mesela hayali ihracaatın cezasının ekonomik suç olduğu için ekonomik olması gerektiğine karşı çıktığını, bu kokuşmuşluğun başının da ANAP olduğunu düşündüğünü, ANAP’tan ayrılmasının asıl sebebinin de bu olduğunu ancak; ANAP’tan sonra gelenlerinde onu aratır olduklarını,
Bu komisyon üyelerinin hiç birinin bu işlere karışmamış olması, en az hakkında şaibeler olan kimseler olmasının da bir teminat olduğunu, başta komisyon başkanı olmak üzere bu olayın Türk devletinin kendisi ile hesaplaşabilmesi olduğunu, Sayın Demirel’in de bu konuya girmesi gerektiğini, Ancak koalisyon menfaatleri ve siyasî menfaatlerin buna mani olduğunu, siyasî menfaatlerin bir tarafa bırakılması sözkonusu olmadan, bu işin tam üstüne gidilmesinin mümkün olamayacağını, herkesin kendine göre sorunları olduğunu, o sorunun karşı tarafla dengelendiğini, karşılıklı anlaşmalar olduğunu, bunun ihtilal idarelerinde hiç olmadığını, ihtilal yönetimlerinin en fazla yolsuzluğun olduğu dönemler olduğu, çünkü hesap soran kimsenin bulunmadığı, Millet Meclisine para kazanmak için değil, hizmet için girmeye başlanılması gerektiğini, halbuki şu anda parlamento dahil herkesin malı götürmek için bu işi diyet borcu ödemek için yaptıkları, onun için daha iyi bir sistem kurulması gerektiğini, Emniyette yapılan operasyonun çok yerinde olduğunu, Meral Akşener’in dürüst bir insan olduğuna inandığını, Koalisyon yıkılmasın diye kimsenin kolay, kolay bu işlere göz yummayacak hale geldiğini, bunun da güzel bir şey olduğunu,
1986 Ağustos ayında Mardin Dargeçit’te çıkan bir olayda güvenlik güçlerinin olayın üzerine gitmek için sabahı beklediklerini ve vazifelerini ihmal ettiklerini, konunun basına da bu şekilde geçtiğini, bunu yapanların Jandarma olduğu, Turgut bey’in çok üzüldüğünü ve bu tam bir rezalet buna bir şey yapmamız lazım diyerek kendisini çağırdığını, Genel Kurmay Başkanına sorayım mı? dediğini, kendisinin de Genel Kurmay Başkanlığına yazalım ve hesap soralım dediğini ve bu konuda yazılan yazıda “Basına intikal eden Mülki İdari ve Emniyet kaynaklarından alınan değerlendirmelerde Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı birliklerin olay yerine zamanında varmadığı, ulaşmak için sabahı bekledikleri ve görevlerini ihmal ettikleri intibaı uyanmıştır, bu konuda soruşturma yapılarak sonucun bildirilmesine, olay sabit olmuşsa ilgililer hakkında gereken cezaların verilmesi ve bize bildirilmesi” şeklinde ifade kullanıldığını, Genel Kurmay Başkanı Necdet Uruğ Paşa’nın bu işi ele alıp çok ciddi şekilde komisyon kurduğunu, araştırmayı yapıp, sonucu bildirdiğini, verilen cevabın daha çok sudan bir cevap olduğunu, ama ilk defa onlara sorumluluklarının hatırlatıldığı, PKK konusunda polisin bu işi karışmasına sempati ile bakmadıklarını, halbuki kendilerine Jandarma bu konuda yeterli olmadığı kanaatinde olduklarını halen de aynı kanaatinin devam ettiğini,
Teoman Paşa’ya göre özel timin bunlarla anlaştığı hatta kendini sattığı bu yüzdende bu işin devam ettiğini söylediğini, ancak kırsalın kontrolünün Silahlı Kuvvetlerinin elinde olması sebebi ile Özel Tim’in operasyona çıkabilmesinin ancak Asker tarafından verilecek talimatla mümkün olabildiğini,
Türkiye’de Olağanüstü Hal Bölgesinin çok yanlış ilan edildiğini Evren Paşa’ya çıktığını ve kendisine “Kürt Haritasını çiziyorsunuz” dediğini, Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin çok yanlış bir sistem olduğunu, sömürge valiliği gibi anlaşıldığını, bunun son derece yanlış olduğunu, anlattığını, Turgut Bey’e de, Evren Paşa’ya da kabul ettiremediğini, ondan sonrada bu konunun müesseseleştiğini, Korucu sistemini dikkate alırsak 70 bin adamın dağdan daha sonra nasıl aşağı indirileceğinin düşünülmesi gerektiğini, kimin PKK’ya kimin Türkiye Cumhuriyetine çalıştığının belli olmadığını, bir sürü para aldıklarını, devletin silah ve mermisini kullandıklarını ancak, sistemin hemen kalkması halinde, oranın yine çökeceğini,
Milli İstihbarat Teşkilatının kendi dönemlerinden önce, sadece Bütçe Ödenekleri sebebi ile Başbakanlığa bütçesini getiren, onu onaylattırıp kabulden sonra teşekkür eden teşkilat olduğunu, Türkiyede Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı hesaplarının Sayıştay da incelenmediğini,
Silahlı Kuvvetlere %72 oranında zam yapılmasının çok kötü bir rüşvet olduğunu, askerinde bu rüşveti Tank ile cevaplandırdığını, ancak Hükümetin tüm bürokrasiyi bozduğunu, ücret sisteminin aynı zamanda bürokrasinin yapısı ile çok yakından ilgili olduğunu, 657 sayılı kanunun rütbelere ve mevkilere göre hesaplanmış ve bunların fonksiyonu ile ilişkilendirilmiş bir yapıda olduğunu, ihtilal sonrası 1983’ten sonra en büyük sorunun Başbakanlık Müsteşarlığı ve diğer Müsteşarların asker bürokrasideki karşılarındaki kişilerin yerlerini tesbit etmekte çıktığını, hem protokol listesinde, hem de 657 de bunun böyle olduğunu, o zamanlar Başbakanlık Müsteşarını, Tuğ Generallikten alıp, Orgeneralliğe getirdiklerini, şimdi yapılan bu işle, Başbakanlık Müsteşarlığının, Yarbay seviyesine indirildiğini, sadece onların değil Genel Müdürlerin, Valilerin de ona göre aşağı doğru indiğini,
Jandarmanın Devlette çok büyük bir problem olduğunu, bir yandan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, dördüncü kuvveti olarak telakki edilirken, diğer taraftan da İçişleri Bakanlığına bağlı olduğunu, böyle bir şeyin olamayacağını, Jandarmanın Silahlı Kuvvetler olmaktan çıkarılması gerektiğini, sivil bürokrasinin mağduriyetini süratli bir şekilde giderilmesi gerektiğini,
Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan bey’in polise mümkün olduğu kadar daha fazla yetki almak istediğini, Özal’ı da bu konuda ikna ettiğini, polisin yetkisizliğini, birçok problemlere sebebiyet verdiğini bildiğini, ancak, yetkilerin mümkün olduğu kadar daha darlaştırıcı, daha demokratik bir çerçevede olmasına çalıştığını, anti demokratik rejimlerde güvenlik güçlerinin çok daha rahat dolaşacağını halbuki demokrasilerde polisin işinin çok zor olduğunu, burada önemli olanın, mümkün olduğu kadar az yetki ile, çok iş başarmak olduğunu bunun da hukuk devletinin meşruiyet sınırı olduğunu,
Mehmet Eymür ve Mehmet Ağar’ın konuta yakın 2 kişi olmalarına rağmen hesaplaşmaya girmelerinden karışık bir durum ortaya çıktığını, Mehmet Eymür’ün bu olaylardan sonra görevden alınmasına rağmen, Sayın Çiller’in Başbakan olduğu dönemde Sönmez Köksal’a tavsiye edilerek, aynı yere getirilmiş olmasının da dikkat çekici olduğunu,
Türkiye de maalesef hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan birçok kişinin bu husus bilinmesine rağmen, bazı göreve gelmeleri ve gelmeye de devam etmelerinin sözkonusu olduğunu, bunda birçok faktörün rol oynamasına karşılık, anlaşıldığı kadarı ile bu kişilerin kulis yapma kabiliyetleri, hulul etme kabiliyetleri hatta kendisini o makama getirenlere bazı menfaatler sağlamalarının, bunda etkin olduğunu, bunun hissedilebildiğini,
1984 yılında ki Turgut bey ile 1987 yılından sonraki Turgut bey’in farklı olduğunu, etrafının sarılmış olduğunu, o tarihten sonra etrafından kendisinin ayrıldığını, dolayısı ile Ahmet’in arkadaşlarının piyasaya girdiğini, Bülent Şemiler hadisesinin bu konuda tam bir rezalet olduğunu, Coşkun Ulusoy’un Ziraat Bankası NewYork şubesine sıra memuru olarak girmek için müraacat ettiği sene 6 ay sonra Ziraat Bankası Genel Müdürü yapıldığı, 6 ay önce ehliyetsizliğinden dolayı sıra memuru olarak NewYork şubesine alınmadığını, benzeri pek çok olay olduğunu, bürokratların da o dönemden sonra bu tür işlere çok alıştığını, 50 yaşına kadar yanlış iş yapmadığına rahatlıkla yemin edebileceği kişilerin, 50 yaşından sonra hırsız olarak karşılarına çıktığını, 50 yaşından sonra Bakan olmuş insanların gözlerinin önünde çalmaya başladıklarını,
Bürokratik atamalar konusunda, bir dönemde Sayın Çiller’in eşi kendisine yakın ne kadar bürokrat var ise onların tayinini yaptırdığını, bunu arkadaşlarından duyduğunu, buraya nasıl geldin diye sorduğunda, Özer bey ile oturduk konuştuk, anlaştık, geldim diye beyanda bulunduklarını, hiçbirisinin Sayın Çiller’den bahsetmediğini,
Hayali ihracat konusunda Özal ile birkaç defa münakaşa ettiğini, hayali ihracat’ın bir bakıma ele alındığında Türkiye’ye döviz girmesi yönünden faydalı olduğunu, ancak hayali ihracaat kadar, hayali ithalatın da meydana gelmeye başladığını, listenin başında Mehmet Ali Yılmaz’ın bulunduğunu, konuyu Sayın Demirel’e arz ettiklerini, listenin başında Mehmet Ali Yılmaz’ı görünce onun başka bir Mehmet Ali Yılmaz olduğunun söylenmesi üzerine nüfus müdürlüğünden konuyu ispat ettikleri, daha sonra Mahmut Öztürk’ün çalışmalarından sonra bunun etkisi ile Mehmet Ali Yılmaz’ın kabine dışı kaldığını, ancak Sayın Çiller’in Başbakan olduğunda Mehmet Ali Yılmaz’ı tekrar bütün bu bilgiler çerçevesinde Bakan yapabildiğini, Mehmet Ali Yılmaz’ın aklanmadığı, Şirketi ile hayali ihracat suçu işlediğini,
1990’lı yıllardan itibaren polisin elinde müthiş bir kudret olduğunu, PKK ile mücadele olduğunu, kumarhanelerin kurulduğu, bu kepazeliğinde ANAP döneminin yüz karası olduğunu, maalesef Türkiyede kumarhanelerin kapatılacağı yerde, Turizm Bakanlığı’nın CHP’nin elinde olduğu dönemde aynı temaüllerin devam ettiği, Refah Partisinin kumara karşı olduğu açık olduğu halde, aynı temaülünün olduğu, Türkiyede kumarhanelerin tamamen kapatılmasının bir şey kaybettirmeyeceğini, çünkü buralardan elde edilen paraların büyük bir bölümünün dışarı kaçtığını, PKK’ya yardım ediyor diye Topal’ı vurmanın gereği olmadığını , onu takip edip PKK’ya para transferine mani olunduğunda gizliden gidilip, adamın vurulmasına ihtiyaç kalmayacağını, hukuk devletinde işin böyle yapılması gerektiğini,
Ahmet Karaevli’nin Oral Çelik’in 1984 yılında uyuşturucu kaçakcısı olarak tutuklanması üzerine İsviçreye gidip,ilgili makamlarla görüşerek ondan kurtaran kişi olduğu hususunda bir bilgisi bulunmadığını,ancak şimdi sorulduğunda ilk aklına gelen ismin o olduğunu,görevden alınma sebebinin Kemal Horzum ile İsviçrede buluştuklarının tespiti,Antalyada hayali ihracaat yapan bir gemiye el konulması sebeblerine dayalı olarak görevden alındığını,Turgut Beyin en büyük endişesinin hayali ihracaat sebebiyle ihracaatın durabileceği ve ekonominin bozulabileceği hususu olduğunu,
Kendisi ile iddia edilen hususun hukuk önünde ortaya çıktığını,aşk ilişkisinin ve kripto meselesinin olmadığının yargı kararı ile kesinleştiğini,bu dava sonunda 3 DGM Başkanının Yargıtay üyesi olmayı başardığını,davayı uzatmaları karşılığı yargıtay üyesi yapılacaklarının taaahhüt edildiğini ve yapıldıklarını,son kararı veren DGM Başkanının da Konya Devlet Güvenlik Maahkemesine üye olarak sürüldüğünü,Yargıtaydan da bu konuda karar geldiğini,bu konunun tamamen Türk siyasetinin,idaresinin hatta yargısının bir yüzkarası olarak tarihe geçtiğini,
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığının yurtdışındaki işçi sorunlarıyla ilgili Bakanlar seviyesinde bir koordinasyon komisyonunun olduğunu,Burada yurtdışındaki vatandaşlara sahip çıkma şeklinde çalışmalar yapıldığını, TİB’in bundan başka Türkiye üzerinde Ermeni-Rum tezviratına karşı savunma konusundaki psikolojik Hareket Projesi ve benzeri projelerin bulunduğunu,Türk vatandaşı işçilerin diğer dinlerin misyoner faaliyetlerine maruz kaldığı konusundaki ciddi iddialar üzerine Diyanet İşleri Başkanlığınca DİTİB teşkilatlarının kurulduğunu,bunun gizliliği olan bir proje olduğunu belirtmiştir.(Ek:188)