1-Korkut Eken 27.12.1996 tarihli ifadesinde;

Kendisinin 1965 yılından itibaren ordu mensubu olarak görev yaptığını, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatına katıldığını, 1978 yılında Silahlı Kuvvetler özel birliklerin tim komutanlığına atandığını, çeşitli kurslar gördüğünü, özellikle komando harekatına yönelik, rehineli harekata yönelik kurs gördüğünü, 1982 yılında polis özel timlerinin kurulmasında görev aldığını, 1985-1986 yıllarında içgüvenlik polis özel timinin eğitiminde, kuruluşundan techizinde ve teşkilinde çalıştığını, 1987 yılında yarbay rütbesinde iken ordudan ayrılarak Milli İstihbarat Teşkilatında Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün yardımcısı olarak göreve başladığını,

1988 yılında MİT Raporu olaylarının meydana geldiğini, çalıştıkları dairenin bu raporu hazırlamış olması sebebiyle Müsteşar Yardımcısı Hivam Abbas, Daire Başkanı Mehmet Eymür ve kendisinin emekliye sevk edildiklerini, daha sonra Mehmet Eymür’le birlikte 2 yıl dışarıda çalıştıklarını, Mehmet Eymür’ün dayısının yardımıyla kurulan bir fabrikasında birlikte çalıştıklarını, kendisinin parası olmadığından sadece % 8 hissesi bulunduğunu, daha sonra bu hisselerin Eymür tarafından kendisinden istendiğini ve onun da bunları iade ettiğini bu ve bazı şahsi nedenlerle buz fabrikasından münakaşa ederek ayrıldığını ve sonra da Eymür ile görüşmediğini,

1980 yılında Botaş’a girdiğini, bir sene müfettişlik ondan sonra da koordinatörlük görevi yaptığını,

Eylül 1983 ayında Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın kendisini çağırarak emniyet mensuplarının yetiştirilmeleri konusunda çalışmasını istediğini, sevinerek bu görevi kabul ettiğini ve hemen eğitime başladığını, kadrosunun Botaşta kaldığını, 15.4.1996 tarihinde de Emniyet Genel Müdürlüğündeki görevden ayrıldığını,

Belirterek, kendisini tanıtmasının ardından; Tarık Ümit’in öldürülmesi olayında;

Tarık Ümit’i 1987 yılında Milli İstihbarat Teşkilatında çalışırken Mehmet Eymür vasıtasıyla tanıdığını, özellikle kaçakçılık ve narkotik konularında çok haber getiren bir eleman olduğunu, ancakt kendisinin doğrudan bir görev irtibatı bulunmadığını

Emniyet Genel Müdürlüğünde iken Tarık Ümit’in kendisini arayarak, önemli bir kaçakçılık olayı olacağını bunun mutlaka önlenmesi gerektiğini, bunun üzerine onu Genel Müdür Mehmet Ağar ile tanıştırdığını, Genel Müdürün Kaçakçılık İstihbarat Daire Başkanı Tuncay Yılmaz’a konuyla ilgilenmesi için talimat verdiğini, sonradan çok büyük miktarda asit anhidriti bu ihbarla yakalatmış olduğunu öğrendiğini,

Mehmet Eymür’ün bilahare MİT’te yeniden görev aldığını, Tarık Ümit’le birlikte çalışmaya başladığını duyduğunu, Tarık Ümit’in kaçırılması ve öldürülmesi olayı ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, Mehmet Eymür’ün Tarık Ümit’in kızının babasını kendisinin öldürttüğünü söylediğini, bu sebeple kızın kendisiyle konuştuğunu ve Mehmet Eymür’ün yazılarında Ahmet Akpak isimli gazetecide varken babamı Korkut Eken öldürttü dediğini, kıza kendisinin konu ile bir ilgisi olmadığını söylediğini bilahare bir İstanbul seyahatinde aracının takip edildiğini fark ederek polisi aradığını, arkasındaki araçtan telefonla kendisinin arandığını ve Tarık Ümit’in kızının kendisini takip ettiklerini ve görüşmek istediklerini söyleyince, aracını durdurup kız ile görüştüğünü ve ona babasını 1,5 yıldır görmediğini ve kesinlikle olayla bir ilgisinin ve bilgisinin bulunmadığını söylediğini,

Milli İstihbarattan ayrılıp Emniyet nezdinde çalışmanın Mehmet Eymür’ü kızdırmış olabileceğini,

Devletin istihbarat birimleri arasında çok koordineli bir çalışma yapılması gerektiğine inandığını, bu birimler arasında şahsi kin, nefretten doğan çekişmeler sen-ben davası, sen başarılısın, ben başarılıyım kavgası olduğu müddetçe bugün Susurluk olayı çıktı ise yarın, altı ay sonra başka bir olayın çıkabileceğini, bu tür mücadelede 200 bin kişi olduğunu, bunlar içinde yanlış yola girmiş olabilecek görevliler ya da kişiler bulunabileceğini, bunun polis, asker ya da korucu olabileceğini, ancak bunun çözümünün basına sızdırılarak yapılmaması gerektiğini, Devletin resmi birimleri arasında bu tür sorunların koordinasyon ile çözülebileceğini, yanlış yapanlar hakkında da yasal işlem yapılarak konunun aydınlığa kavuşturulabileceğini, resmi polis ve askerin dışında kimseyi eğitmediğini, sivil hiçbir şahsı eğitmediğini, gerek polis eğitiminde, gerekse özel tim eğitiminde hem psikolojik, hem de manevi eğitim yaptırıldığını, bu insanların hata yapma ihtimallerinin az olduğunu, özel yetişmiş birimlerin ifade almayı dahi bilmediklerini, bunların sadece kırsal kesimde mücadele etmek için yetiştirilmiş olduklarını, ancak görev sırasında müşterek faaliyette asker ve polis timlerinde, emir komutasının Asker’de olduğunu, polis özel timinin başında Emniyet Müdürü rütbesindeki personel bulunmasına karşılık Askeri timin başında Astsubay veya Teğmen olduğunu, ovadaki askeri birlik komutasının istemi olmadıkça özel timlerin arazide göreve çıkamadığını, Halkın özel timlerden rahatsız olmaları ile ilgili konunun tamamen belli mikrakların abartması olduğunu, PKK’nın en çok korktuğu iki unsurun polis ve askere ait özel timler olduğunu, bunları yıpratmak için gaspçı, haraççı, köy yakıyor, köylüleri eziyor diye görev yapmalarını önlemek istediklerini, mücadelenin kazanılması için halkın desteğine ihtiyaç olduğunu, o olmadan mücadele yapmanın mümkün olmadığını, halkla diyalog içinde örf, adet ve törelerine hürmet ederek ilişkide bulunulması gerektiğini, zaman zaman ferdi yanlışlıklar olabileceğini,

Sedat Bucak’ın babasını tanıdığını, Bucak aşiretinin PKK’ya karşı mücadelesinde, zamanının çoğunu Siverek’de harcadığını, Sedat Bucak’ın adamları olmadan dışarı çıkamayanların şimdi ağır suçlamalarla karşılarına çıktıklarını, ister asker, ister polis gece yol aramaları dahil Sedat Bucak’tan yardım isteyip adam aldıklarını, güneydoğudaki aşiret reislerinden ileri gelenlerin büyük bir bölümünü tanıdığını, hepsiyle irtibatı bulunduğunu, Sedat Bucak’ın esrar, eroin işlerine karıştığına kesinlikle inanmadığını, adamlarından bazılarının yapmış olabileceğini, ancak Sedat Bucak’ın onlara da cezalarını vereceğini, Sedat Bucak’a bu kadar yüklenmenin yanlış olacağını, gururlu bir insan olduğunu, gerçekte topraklarının sulu ziraate geçmiş olması nedeniyle çok zengin olduğunu, adamlarının gönüllü köy korucuları olduğunu, Devletten para ve korucu maaşı almadıklarını, Sedat Bucak’ın bırakın taraf değiştirmesini Urfa, Viranşehir bölgesinde tarafsızım demesinin bile PKK için yeterli olabileceğini, Sedat Bucak’ın kardeşinin Abdullah Öcalan’ın yanında olduğu hususunun doğru olduğunu, adının Serhat olduğunu ancak Sedat Bucak’ın düşmanı olduğunu ve onunla görüşmediklerini,

Abdullah Çatlı’yı tanıdığını, Mehmet Eymür’le birlikte, emekli olduktan sonra tanıdığını, Mehmet Özbay ismini de bildiğini, ancak “Ekli” adını bilmediğini, Abdullah Çatlı’nın devlet için istihbarati çalışmalar yaptığını, yurtdışına yönelik olarak özellikle Almanya’daki PKK faaliyetlerine yönelik olarak istihbari bilgiler verdiğini, 15-16 senedir 80 öncesinden itibaren devlete çalıştığını bildiğini, kendisinin onu 1987-1988 yıllarında tanıdığını,

Alaaddin Çakıcı ve Dündar Kılıç’ı herkes gibi tanıdığını, Abdulah Çatlı ile Dündar Kılıç arasında ve Alaaddin Çakıcı arasındaki ilişkiyi bilmediğini belirtmiştir. (Ek:174)