27- Tuncay Yılmaz Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakcılık, İstihbarat ve Harekat Dairesi Eski Başkanı 4.02.1997 tarihli ifadesinde;
1993 Temmuz ayından bu yana Kaçakcılık İstihbarat ve Harekat daire Başkanı olarak görev yaptığını, bu süre içerisinde tabii olarak kaçıkcılıkla mücadele ettiğini, araştırma konusuyla ilgili olarak sadece Tarık Ümit’i tanıdığını ve onunla temasları olduğunu, bu nu da Afyonun eroine dönüştürülmesinde kullanılan 150 ton asetik asit anhedid yakalanmıştır onunla ilgili bilgi getirdiğinde tanıştığını ve 3-4 kez yüzyüze bir okadar da telefonla teması olduğunu, ilk defa zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın odasında görüştüğünü ve Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlüklerine güvenmediği için asetit asit anhedid ile ilgili olarak Türkiye’ye giriş yollarını hangi vasıtalardan geldiği hususunda bilgi verdiği, ne zaman mal sevkiyatı yapılacağı hususunda bilgi vereceğini söyleyerek ayrıldıklarını, daha sonra mal sevkiyatında bilgi verdiğini ve bunun üzerine değişik partilerde 5 ton, 30 ton ve 30 tonluk partiler halinde asetik asit anhedid yakaladıklarını, 15 ton malın 7,5 ton eroine eşdeğer olduğunu bu miktarı Türkiye’de bir ailenin yapması mümkün olmadığından değişik ailelerin bu işe girdiğini, Dünyada yakalanan asetik asit anhedid’in % 90’nın Türkiye’de yakalandığını, bunun gelişmiş Avrupa ülkelerinde imal edildiğini, Türkiyenin ülke olarak asetit asit anhedid’in imalinin kontrol altına alınması için 1994’den bu yana Birleşmiş Milletler nezdinde çalıştığını, 1995 yılındaki sözleşmeye rağmen Avrupa’nın asetik asit anhedidin kontrol altında satışına rıza göstermediğini, eroin’in bitmesi için asetit asit anhedid’in mutlaka kontrol altına alınması gerektiği, çeşitli sebeplerle de Avrupanın bu asit’i kontrol’e yanaşmadığını, sınırlama yapılırsa Çin’in piyasaya hakim olacağını ve Avrupa’da kimya sanayinin zarar göreceğini söylediklerini,
Susurluk olayında adı geçenlerin, hiçbir zaman uyuşturucu kaçakcılığı konusunda pazar elde etme düşüncesinde olmadığını, zaten bilgisi de bulunmadığını, uyuşturucu kaçakcılığına adı karışanlardan öldürülenlerin kaçakcı olabileceğini, ancak öldürenler konusunda kanaat belirtemeyeceğini, Abdullah Çatlı ile Hüseyin Kocadağ’ın birarada olabileceğine anlam veremediğini, Abdullah Çatlı’nın uyuşturucu kaçakcılığından dolayı bir defa mahkumiyet kararı olmasına rağmen kaçakcı denebilmesi için onunla ilgili diğer Avrupa ülkelerinden de bilgi akması gerektiğini, oysa Avrupa’nın herhangi bir ülkesinden böyle bir bilgi akımı gelmediğine göre uyuşturucu kaçıkcısı olarak değerlendirmediğini,
Karapara transferi konusunda hazırladıkları tasarıyı Adalet Bakanlığı kanalıyla Meclis’e gönderdiklerini ve 1996 mayıs ayında çıkarıldığını, Türkiye’de malın 1 kilo fiyatı 15 bin mark, Almanya’da 150 bin mark olduğu, evsafına yerine ve perakende pazarlanmasına göre 1 milyon marka kadar fiyatın yükselebildiğini, Dilek Örnek hadisesinde paranın nakit olarak yurda girdiğini, Türkiye’de özellikle yatırım yapan büyük inşaat firmaları, turizm büroları, oteller, Kumarhanelerin, otobüs firmaları ve akaryakıt bayilerinin devletin kredi sisteminden kaynaklanmayan ancak normal olmayan yöntemlerle temin edilmiş paraların kullanıldığına inandığını, kendilerinin başlattığı ve “Asena” adı verilen proje ile Türkiye’deki kaçakcı ailelerin üç göbek öncesi ve sonrasının tesbit edildiğini, Almanların da buna karşı “Anadolu” projelerinin olduğu, 40 örgütün organizasyonunun belirlendiğini, bunların Avrupadaki ayaklarının da Avrupalılar tarafından belirlenmesi için çaba sarfettiklerini,
Türkiye’de altı laboratuvar yakaladıklarını ancak çok fazla mal olmadığını, Baybaşinlerle irtibatlı Konuklu ve Ay aileleriyle ilgili Yalovada Jandarma tarafından yakalamalar olduğunu, ancak yakalanan malın değerinin fazla sayılacak miktarda olmadığını,
Baybaşin ile ilgili Lake S hadisesi olduğunda kendisinin görevde olmadığını, hadise olunca Baybaşin’in yurtdışına kaçtığını, olaydan sonra ilk defa kendisine gelen Aydınlık Gazetesine, Baybaşin’in uyuşturucu dünyasını daha iyi bildiğini söylediğini, Lake S’in açık denizde Bakanlar Kurulu Kararı ile yakalandığını, Kısmetim 1’de yakalanmak üzereyken son derece güç şartlarda gemiye çıkılamadığını, o hadiselerde arkadaşlarından birinin Baybaşin ile ortaklık yaptığına inanmadığını, öyle olsaydı gemiler yakalanamazdı, Lake S’in Karaçiden gelirken tayfalardan birinin ailesini telefonla aramıs sonucu bulunabildiğini,
Kaçakcıların güvenliklerine gelince; bunların kendi korumalarını kendilerinin yaptığını, kimseye ihale etmedikleri, Türkiyede çek-senet mafyası olarak bilinen adamların olduğunu, ancak bu konuda fazla bilgi sahibi olmadığını, Emniyetten ayrılan bazı sivil arkadaşlarının birçok yerde koruma görevi yaptıklarını, bunlardan Gaziantepte Şube Müdürü olan Güven Oktay emekli olduktan sonra Burdur’da yakalandığını, ancak kimin kiminle uyuşturucu bağlantısı olduğunu bilmediğini,
İstihbarat temininde MİT’in fonksiyonuna gelince; MİT’in zaman zaman aldığı bilgiyi sadece uyuşturucuya bağlı kalmaksızın, resmi yazıyla değil klasik bir bilgi notuyla gönderdiği, kendisinin de ilgili şubeye göre değerlendirmesini yapıp o teşkilata bilgi verdiği, bütün istihbarat kaynağının da sadece o teşkilat olmadığını, informal denen bazı insanların devlet adına kullanılmasına rastlamadığını, Afganistandan İngiltereye kadar her ülkede bir adam olduğunu ve bu insanlar da rant’dan kazanç elde ettiklerini, uyuşturucu ile mücadelede; PKK’den bahsedildiğinde Avrupa ülkelerinin Türkiyenin politikasındaki değişiklikleri hissettikleri, Türkiyenin bu suçtan zararı olmadığı halde neden mücadele içinde bulunduğunu, Türkiye PKK’nın uyuşturucu kaçakcılığı içinde olduğundan bahsedince yani 1994’den sonra çocukları da kullanmaya başlayınca Türkiye’nin mücadeledeki yerini kavradıkları, Kürt mafyası ile Laz mafyasının uyuşturucu ticaretinde önemli gruplar olduğunu,
Hakkari Yüksekova’daki uyuşturucu fidye bağlantısı ve Kahraman Bilgiç hadisesinde soruşturmanın asker tarafından yapıldığını, onun için detayını tam bilmediğini, ancak içerisinde polisin de yer aldığını hatta Hakkari, İstanbul ve Tuzla da 8 memur hakkında işlem yapıldığını, ancak ayrıntısını hatırlamadığını, Hakkari gibi bir yerin helikopterle bile % 20’sinin kontrolünün zor sağlandığını, bu bölgede yerleşik alan ve polis bölgesinin az olması, uyuşturucunun girip çıktığı aşiretlerin hakim olduğu bölgelerin polis bölgesi olmaması nedeniyle mücadeleyi etkilediği, Dünyada uyuşturucu mücadelesinin genellikle gümrükçüyle ve Jandarmayla yapıldığını, ancak Türkiye’de polisin bu işle yüzyüze bulunması nedeniyle çarpıklık oluşturduğu, bölgede çalışan personelin mahalli olmasından ve gece harekat imkânının kısıtlı olmasından kaynaklanan sıkıntılar olduğunu,
Narkotik dışında silah kaçakcılığı konusuna gelince; Türkiye’ye daha çok Kuzey Irak’tan terörist refakatinde gelmiş kaçak silahlar olduğunu, yoksa sistematik olarak başka silah ticaretinin sözkonusu olmadığı, menşeine bakılmaksızın silahlara ruhsat verilmesi hususundaki yasal düzenlemenin kendi mücadelelerini olumsuz etkilediğini, kendilerinin daha çok ruhsata bağlanmadan yakalanan silahlarla uğraştıklarını,
Daha önce konu edilen Cantürk olayı ile ilgili olarak, burada uyuşturucu pazarını ele geçirme kavgasından ziyade, bu pazarı yürüten insanlar arasında haraç alma kavgası olduğu, Yaprak, Captagon kaçakcısı olduğu halde yakalayamadıklarını, hatta sabıka kaydı ve belge bulunmaması kendilerinin harekat sahasını daralttığını, Mehmet Kasar, Leyla Zana’nın evindeyken operasyon yapıldığını, hem narkotik hem de PKK konusu olduğu için iki koldan operasyon yapıldığını ancak terörcüler önce baskın yaptığı için eroinin Kasar tarafından döküldüğünü dolayısıyla narkotikcilerin amacına ulaşamadıklarını,
Tarık Ümit’in Abdullah Çatlı ve arkadaşları tarafından öldürüldüğüne dair bilgim yok, ancak Tarık Ümit’in öldürüldüğüne inanmadığı, O’nun asıl hedefinin Dursun Karataş olduğunu kendisine söylediğini, Tarık Ümit’i Mehmet Eymür ve Atilla Aytek ile çalıştığını söylediği için MİT’in asıl ajanı intibaının oluştuğunu,
Hüseyin Kocadağ’ı tanıdığını, onun meslekten ihracı, içki ve kadına zaafiyeti olduğunu ve bu zaafiyetten yeraltı dünyasının yararlanabileceğini, kendisi işe başladıktan sonra Dündar Kılıç ve Avukatı Burhan Apaydın’ın görüşme taleplerini kabul etmediğini, Hadi Özcan’ı da tanımadığını ve onların operasyonlarını da kendilerinin yapmadığını, 1984 operasyonunda Dündar Kılıç’ı Tarık Ümit’in ihbar edip, sorguladığını,
Uyuşturucu kaçakcılığı ile mücadelede spesifik bir hadise olduğunda bilgi teafisi yapıldığını, ancak bu teafi sırasında da bazı sıkıntılar yaşandığını; herhangi bir Avrupa ülkesine kendisi istemeden veya hakim kararı olmadan bilgi geçildiğinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı davranılmış olduğunu, bu nedenle o ülkeler Türkiye’ye bilgi verdikleri takdirde kendilerinin de bilgi verdiğini, yani mütekabiliyet esasına göre çalışıldığını, Kanada’da yakalanan uyuşturucu kaçakcısının üzerinde çıkan telefonlarla ilgili hem kanada’da hem de Türkiye’de araştırma yaptıklarını, telefonun Başbakanlığa ait olduğunu öğrendiklerini, bununla ilgili Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü ve Turizm Müsteşarlığı ile yazışma yaptıklarını, Kanadalının da cezalandırıldığını öğrendiğini, Yaşar Öz’ün uyuşturucu ticareti yaptığına dair herhangi bir kayıt olmadığını, uyuşturucu kaçıkcısı Baybaşin’in 1995 martında Türkiye’ye iade kararı vardı ancak Hollanda yargıtayının aralık ayında susurluk olaylarını da bahane ederek karar verdiğini, asit dışındaki uyuşturucu maddelerin % 60’ının Türkiye’de yakalandığını, bu konuda Türkiye’nin en duyarlı ülke olduğunu, Batı da ise, asitle mücadele edilmeyip Türkiye’ye gelmeyen efedin ile mücadele edildiğini, bir başka özellik te; Avrupa ve Amerika da asli unsurlardan ziyade göçmen ve sığınmacı statüsündeki gelir seviyesi düşük insanlarla zencilerin daha çok uyuşturucu kullandıklarını, bu durumun da batı devletlerinin uyuşturucu ile mücadele politikasını etkilediğini,
Uyuşturucu ile mücadelede görevli insanların bu kesimde çok para döndüğü için, sistem de müsait olduğundan uyuşturucu organizasyonuna veya korumasına meylettiklerini, bunun sistemden kaynaklandığını,
Türkiye’de çek-senet mafyası denen grupla ülkücü mafyanın geliştiğini, aslında mafya değilde organize suç çeteleri demenin daha uygun olacağını, Alaaddin Çacıkı, Ümit Ölmez geçmişte çek-senet yapan kesim olduğundan ülkücü mafya diye bir kavram geliştiğini, ancak bunların uyuşturucu kaçakcılığı içerisinde görmediklerini, ancak Hollanda da bir kahvehanede hem ülkücülerin hem de PKK’lıların aynı anda uyuşturucu ticaretini yaptıklarını duyduğunu, Abdullah Çatlı’nın üzerinde çıkan kokain’in onun satıcı değil kullanıcı olduğunu gösterdiğini, uyuşturucuyla ilgili mücadelede Gümrüklerdeki sıkıntının asıl Gümrük ile Gümrük Muhafaza arasındaki kavgadan kaynaklandığını, önemli kapılarda ve İstanbul ve Ankara havaalanlarında müşterek bir tim kurmak için gayret sarfettiklerini ancak gümrük idaresinin karşı çıktığını, fakat Gümrük muhafaza ile iyi bir diyalog içinde olduklarını, bununla ilgili 1992 yılında iki bakanlık arasında bakanlar düzeyinde protokol imzalandığını, gümrük kapılarında geçiş yapan bayanların üst aramalarını yapabilecek bayan elemanın istihdam edilmesi gerektiğini, bunun da Türkiye’deki istihdam sorunundan kaynaklandığını, narkotik subelerin normalde il seviyesinde örgütlendiği ancak Yüksekova’da da kurulması yönünde yetkililerle görüşmelerinin olduğunu,
Narkotikle mücadelede yıllar itibariyle artan seviyede başarı sağlandığını 1993 yılında 2.2 ton, 1994’de 3,5 ton, 1995 yılında da 4,5 ton yakalandığını, Jandarmanın da mücadeleye katkıda bulunmasının sevindirici olduğunu belirtmiştir. (Ek:200)