BEHÇET CANTÜRK
Ermeni asıllı Behçet Cantürk'ün geçmişiyle ilgili kısa
istihbarat bilgisi aşağıdadır.
Reşit - Hatun oğlu, 1950 Diyarbakır/Lice doğumlu olan
adıgeçenin;
- 20.11.1975 tarihinde Lice bölgesinde meydana gelen deprem
sonrasında devletin yöreye yeterli yardım yapmadığını ileri
sürerek, halkı ayaklandırmaya çalışan Kürtçü şahıslardan
olduğu,
- 1981 yılı itibariyle Suriye'de bulunan Asala mensupları ile
sıkı ilişkiler içerisinde bulunduğu,
- 16.06.1983 tarihinde İstanbul/Kapalıçarşı'da
gerçekleştirilen Ermeni terör eylemini organize eden
şahıslardan olduğu,
- Temmuz 1984 tarihi itibariyle sorgulanan şahsın; uyuşturucu
madde faaliyetlerini DDKD (Türkiye Kürdistan Demokrat
Partisi'nin yan kuruluşu) örgütü namına yaptığını ve bu
örgütün üyesi olduğunu itiraf ettiğini,
- 1984 sonunda uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan
tutuklandığı ve 1985 yılında beraat ettiği,
- 1990 yılında bazı Kürt aydınlarıyla birleşerek "Ulusal
Platform" adlı bir birlik oluşturdukları, bilahare
Mezopotamya A.Ş Adlı bir şirketi kurdukları ve Mezopotamya
isimli bir gazete yayınlamak üzere girişimde bulundukları,
- 1992 yılı itibariyle PKK'ya aktarılmak üzere uyuşturucu
kaçakçılarından para toplanmasına aracılık yaptığı,
- Nisan 1992 tarihinde Türkiye'ye Pakistan'dan 6 ton baz
morfin, 5 ton esrar getirdiği ve bu uyuşturucuların Savaş
Buldan, Hurşit Han, Adnan Yıldırım, Cahit Kocakaya, Eyüp
Kocakaya, Ferda Seven isimli şahıslar tarafından satın
alındığı, B. Cantürk'ün yine bu şahıslardan muhtelif
tarihlerde PKK'ya verilmek üzere para topladığı,
- 1992 tarihi itibariyle Özgür Gündem Gazetesi'nin
finansörlerinden olduğu...
Bu özet bilgi adıgeçenin kimliği hakkında yeteri kadar
aydınlatıcıdır.
Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen Devlet,
Cantürk'le başedememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede
"Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havaya
uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken
adıgeçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi
üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi
kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir."
Böylece 100 kişiye yakın olduğu tesbit edilen ve zamanın
Başbakanı'nın ifade ettiği "PKK finansörü iş adamlarının elde
olan listesi"nden bir kişi eksilmiştir.
Behçet Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya
gerekli olup, olmadığı tartışmasına girilmemiştir. Ancak
zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Cantürk'ün öldürülmesi
emrini kim vermiştir? Bu yetki kim tarafından kullanılabilir?
Ve hangi ahvalde kullanılabilir? Kim kime karşı sorumludur?
Sistem nasıl çalışmalı sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır?
"Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz" itirazı da
kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu
uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de
olacaktır. Ama (cümle sayın Başbakan'a ters gelse de) Hukuk
Devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve Devlet
ciddiyeti içinde uygulanacaktır.
Yoksa Yeşil ve benzerlerinin Türk Ordusu'nun bir subayını
(Cem Ersever olayı) sorgulaması ve öldürdüğünü etrafa
söylemesi, Tarık Ümit gibi bayağı ve bir kaçakçının
"falancayı aldık, sorgulayıp, öldürdük" gibi bayağı ve
kendini adam yerine koymalarını sağlayıcı çirkinliklerini,
Abdullah Çatlı gibi devletin emrinde çalışan bir kişinin,
kaçakçılık yapıp etrafa korku salmasını ve bundan istifade
edip başkalarının da haraçtan pay almasını temin eden
alaturkalık, basitlik, geri kalmış bir ülkenin ciddiyetten
uzak operasyonlarına izin veren bir yapı, ülkemizin gerçekten
haketmediği bir durumdur.
Bu davranışlara izin veren anlayış bir grup insanının -sivil
ve kamu görevlilerinin- kısa sürede çizgiyi aşıp vatan -
millet hizmetinden kişisel menfaate dönmelerine yol açmıştır.
Devletin ilgili tüm kurumları bu iş ve eylemlerden
haberdardır. Başıboşluk, neticede ve Susurluk kazasının
bardağı taşırmasıyla etrafa yayılmış ve devlet sırrı olacak
konular gazete makalelelerinin ve haberlerinin ana konusu
haline gelmiştir.
Her şeyin bu kadar kolay ortaya çıkması ve duyulması ise
devlet adına yapılan işlerdeki ciddiyetsizliğin en önemli
göstergesidir.
Mesela İzmit - Adapazarı - Bolu ekseninde meydana gelen
cinayetlerin gerçekleşmesinde ortak noktalardan biri de,
Polis - Jandarma - İtirafçı örgüt mensupları faaliyetlerinin
yörede yoğunlaşmış olmasıdır.
Uygulayıcılar, bu ekseni değiştirmek ihtiyacını dahi
duymamışlar, yarattıkları ürküntü, güçlerinin delili
olmuştur.
Söz konusu eylemlerde öldürülen şahıslar özellikle dikkate
alındığında; OHAL Bölgesi'nde öldürülen Kürtçü şahıslar ile
diğerlerinin farkının ekonomik bakımdan arzettikleri
finansman gücü olduğu ortaya çıkmaktadır.
¯--
Yukarıda ifade edilen hususların benzer konularda meselâ
Savaş Buldan'ın öldürülmesi için de geçerli olduğunu ifade
edebiliriz. Adı geçen kaçakçılığı, PKK yanlısı bölücü
eylemleri ile tescilli bir şahıstır. Medet Serhat Yöş, Metin
Can, Vedat Aydın için de aynı hususlar geçerlidir. Ülkenin
birliğine, bütünlüğüne aykırı eylem sahipleri ağır bir cezayı
haketmişlerdir. Yapılanlarla aramızdaki tek itilâf
uygulamanın şekline ve neticelerine ilişkindir.
Nitekim Musa Anter'in öldürülmesinden -tüm olayları tasvip
edenlerin dahi- pişman olduğu tesbit edilmiştir.
Musa Anter'in silahlı bir eylem içinde olmadığı, daha çok
işin filozofisi ile meşgul olduğu, öldürülmesinin yarattığı
etkinin, kendisinin gerçek etkisini geçtiği ve öldürülme
kararının hatalı olduğu söylenmektedir. (Adıgeçenler hakkında
bilgi Ek: 9'dadır.)
Öldürülen başka gazeteciler de vardır.
( RAPORDAKİ 75 NUMARALI SAYFA "DEVLET SIRRI" OLDUĞU
GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)
(12) ...güvenerek Diyarbakır'a gittim. Bu arada Jitem çatısı
altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde
PKK ile ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi
infaz etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp suçu varsa
tespit edip, adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir
şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden
istenen buydu bu tarzda talimat alıyorduk. Bu grup içersinde
eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Abdulkadir
Aygan, Hayrettin Toka, Recep Tiriz, Adil Timurtaş ve eski
TİKKO'cu Fatih adındaki kişiler vardı. Antalya'da örgüt
tarafından öldürülen Numan kod (Salahattin Görgülü) adındaki
kişi bizim grubumuzun istihbaratçısıydı. Örgütle ilişkilidir
tarzında bize gösterdiği ve getirdiği kişilerin hepsini
değişik dönem ve zamanlarda infaz ettik. Bismil'de benzinci
Talat, Diyarbakır Bismil yol kavşağında bir vatandaşı aynı
gerekçelerle infaz ettik. Batman'da iki kişiyi; birini
evinden, diğerini evin önünden alarak Batman Silvan arasında
infaz ettik. Yine Hazro'da bir vatandaş infaz edildi. Bu
çalışmalar beş ay sürdü. Yine o dönemde Salahattin
Görgülü'nün verdiği istihbarat doğrultusunda bir şahıs Celil
kod Aytekin Özel binbaşıyla Abdülkadir Aygan birlikte gidip
infaz ettiler..." (Ek: 10)
( RAPORDAKİ 77, 78, 79, 80 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI"
OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)
Buradaki acımasızlık, gerçekten üzerinde durulması gereken
bir husustur. "Çatlı'ya pekâlâ yeni bir profil, yeni bir
hüviyet ve yerüstünde yaşama fırsatı -eğer hak etmişse-
verilebilir veya -hak etmemişse- verilmez, yargıya teslim
edilebilirdi."
Bunların hiçbiri yapılmamıştır. Çatlı Ankara'ya geldiğinde
eski-yeni Bakanlarla, Milletvekilleriyle beraber olabiliyor,
Meclis kulisinde çay içip restoranda yemek yiyebiliyordu ama
Erdek'te çakırkeyif olduğunda havaya iki el ateş edince
karakoldan iki polis, hakkında hemen yasal işlem yapmışlar,
parmak izini alıp kendisini de nezarethaneye atmışlardır.
Bilahare telefonlar çalışmış, serbest bırakılmışsa da haleti
ruhiyesini anlamak zor değildir. Devletin savcısı, hakimi bir
yana, tanıması imkânsız her polis ve karakol dahi kendisi
için potansiyel bir tehditti. Devletin zirveleri ile
irtibatlanmış bir kişi bu çelişkiler yumağı içinde ne
yapmalıydı, ne yapabilirdi?
Güven Sazak'ın çiftliğine gittiğinde Ahmet Baydar'la, Drej
Ali'yle, Hazine Müsteşarı Osman Ünsal'la birlikte olabiliyor,
Sedat Bucak'ın yazıhanesinde siyasilerle bir araya geliyor
ama BOTAŞ Boru Hattı temizliği için ihaleye girmek üzere Hadi
Özcan'la finansman problemi konuşmak zorunda kalıyordu. (13)
Susurluk olayının pekçok görüntüsünde, Abdullah Çatlı vardır.
Ama Çatlı'nın net resminin zemini, Ankara'nın silueti ile
tamamlanmaktadır.
Topal cinayetinde Çatlı'nın parmak izi ortaya çıkmıştır. Ama
Çatlı'nın ailesine bıraktığı toplam paranın 2 milyon DM
olduğu dikkate alınırsa, sadece Topal'dan sızdırılan
milyonlarca doların akibetini sormak gerekir. (Bu tahmin
Başkanlığımıza değil Çatlı sempatizanı bazı kişilere aittir.)
Çatlı'nın dosyası yeniden açılmalıdır. Tüm ilişkileri,
irtibatları bilinmektedir. İsviçre'den Türkiye'ye nasıl
geldiği araştırılmalı, görevlendirilmeleriyle ilgili tüm
bilgiler derlenmeli, Topal'ı Çatlı'nın ve polislerin
öldürdüğü bilgisini MİT'in nasıl elde ettiğini ve İstanbul
Emniyet Müdürü'nü tek sayfalık bir not'la nasıl uyardığını,
niçin bu sonuca vardıklarını, hüviyeti hâlâ sisler içinde
kalan uyuşturucu irtibatlısı gerçek Mehmet Özbay - Çatlı
ilişkisinin detayları ortaya konmalıdır.
Hatta Abdullah Çatlı'nın kullandığı 12 ayrı hüviyet,
pasaport, muhtemelen sürücü belgesi vs.'nin nasıl elde
edildiği de ortaya çıkarılmalı. Çatlı'nın hangi tarihten
itibaren, kimlerin emrinde hangi işlerde bulunduğu tesbit
edilmelidir.
Böylece kamuoyunun Çatlı hakkında objektif bir karara varması
ve devlet kurumlarının hata ve sevaplarıyla - caydırıcı
olmaksızın - yıkanıp aklanması sağlanmalıdır.
Bu konudaki öneriler son bölümde sunulacaktır.
¯¯
Çatlı'dan bahsederken, kamuoyunun ilgisini çekmemiş bir
konuya ilişkin tesbitler (Ek: 11)'de Sn. Başbakan'ın
dikkatine sunulmuştur.
Ek: 11'de yer alan konu, hukuk sisteminin tabii bir sonucu
olarak ortaya çıkmış, sağ ve sol teröristler, eylemciler veya
gruplar için kayda değer bir farklılık yaratmıştır.
Bir ceza hukuku profesörünün ve bir yüksek yargıcın
katkısıyla hazırlanan notun Adalet Bakanlığı'nca
değerlendirilmesi temenni edilecektir.
DİPNOTLAR
(12) İtirafçı İbrahim Babat, kendisine 7 yıl ceza alacağı
vaadine rağmen 17 yıla mahkum olunca, İstanbul DGM
Başsavcılığı'na ve Başbakanlık Teftiş Kurulu'na ifade vermek
için dilekçe ile müracaat etmiştir. Müfettişlerin kendisiyle
görüşmesinden önce (19.12.1997) de Kırklareli İstibharat
Şubesi Müdürü ile Jandarma Alay Komutanı Iİ. Babat'ı ziyaret
edip "hatırını sorup, geçmiş olsun" derken, "dikkatli
olmasını, devlete zarar vermemesini, davanın Yargıtay
safhasında olduğunu" da söylemek ihtiyacını duymuşlardır.
(13) Boru hattındaki petrol artığı 20 bin ton çökeltiyi, tonu
10 dolardan ihaleyle alıp İskenderun Demir Çelik
Fabrikaları'na tonu 250 dolara satmak için yapılan
organizasyonun boyutlarını da düşünmek gerekir.